Ana SayfaManşetGitmek mi, kalmak mı?

Gitmek mi, kalmak mı?


Reyhan Hacıoğlu


Kalan gidenin hatıraları, giden kalanların hasretiyle doluyorsa her solukta, ikisi de aynı olsa gerek halk nazarında.

“Ben hep gidendim. İlk defa kalan oldum ve alışamıyorum” diyordu bir çok sevdiğim. Dönüp bir bakınca aynadan, ben hep kalandım ve belki bu yüzden giden olmak istemeyişim zira nasıl gidiliri bilmeyişim de buna dâhil.

Çok düşündüm Tanrım, sürgünler de bir halka dâhil mi? Çok güzel ışıl ışıl bakan gözleri vardı. Başını dizine koyunca unuturdun dünya olsa derdin. Küçücük elleri vardı ve. Ve “Her sabah baktığımda seni görünce hayatın devam ettiğini hissediyorum” diyordu. Baktığı yer bir hücrenin penceresi, gördüğü ise duvarlarla kaplı bir avluydu en nihayetinde. Ama o hayatı öyle güzel yaşardı ki. Ve gökyüzünü görebildiği hücrelere “bayılırdı”… Bir sabah, hem de o hiç hazır değilken, ki nasıl olunur onu da bilmezdi ya, aldılar. Uzaklara çok uzaklara sürgün ettiler… Çıkarken bir bakışı vardı; kaç hasret, kaç özlem sığar onu edebiyatçılar yazar belki ama sanırım ayrılmanın öfkesini en iyi bir halk bilir deyim sana.

“Gideyim, ne yapayım. Bir daha mı aynı şeyleri yaşıyım!” yaşama tabi. Hatta mümkünse Tanrım, keşke hiç kimse yaşamasa. Bir ara çok kızıyordum; Avrupa diye bir yer var herkes gidiyor “anam babam”. Ceza alan da, almayan da, canı sıkılan da, canı gezmek isteyen de. Ve harbi harbi memleket boşal/tıl/dı ya böyle. Sonra kızmamın bir anlamı olmadığını fark ettim. Giden gidiyordu iki gözüm, “Sanane” oluyordu. Oluyordu da kendimi öyle avutuyordum. Zira benim de en sevdiklerim gitti. Ve ne oluyor biliyor musun; “Gözden ırak olan gönülden ırak” diyor ya birçok bilmiş. Yok, bunu harbi harbi bilmiş.

Ve şimdi yeni bir yolculuğun arifesinde iken. Bir daha, bir daha kızıyorum; kimdir bu sürgünleri hayatımıza dâhil eden ve sevdiklerimizi bir daha görme umudunu şansa mahkûm eden! Giden, “yorgun demokrat” kalan,” kahraman” olmuyor nazarımda, zira gidişi zorunluysa gidenin. Giden mülteci, kalan hasret oluyor en nihayetinde… Yok, gidişi; “Gidem de bir Avrupa göremse” hiç gitme, gittiysen de bu kadar “radikal” olma gözüm, diyorum çoğu kez. Zira senin yanında “naif” görünüyor kalanın yaşadıkları! Etme. Ve insan nereye giderse gitsin, unutmamalı verilen bedeli de verilen direnişi de.

Yüreği sürgünlere alışmaz insanın, alışmamalı da. İnsan çok sevmeli, çok çalışmalı, çok direnmeli, çok çok çok her şeyden öyle çok olmalı ki, Ortadoğulu olmak bu değil midir biraz. İşte bu yüzden kim gider giderse benden, şayet zorunluysa, başka da kalacak ve gidecek yolu kalmadıysa ve kalıyorsa aklı geride. Özlem dediğin şey koca bir öfkeye dönüyor en nihayetinde. Ve biliyorum öfkelerimiz değiştirecek bu düzeni, değiştirmeli de. Yoksa şarkı olur, şiir olur, edebiyat olur gidişler! Yani iki gözüm, anlamını yitirir duygu dediğin de yoksa.

“Ölümü üzmedi, ne yapalım binlerce genç var. Sadece bizi üzen elleri kelepçeli ölmesi”… Tanrım, çok düşündüm; hasretler de bir kavgaya dâhil mi? Ve Tanrım, ölümler de hasret listesine girer mi?

*Ezgi bir güzel kadındı, devrime adanmış bir genç yürek. Öyle gülen gözleri vardı ki düşün fotoğraflarını çekemedim güldüklerinden. Bir sabah düştüler yola ve bir sabah tam da avlusuna girerken Ezgi’nin evinin. Biri tam da göğsüme vurdu resmini “al” diye. Bilsem ölümünü ölümsüzleştirdiğimi çekmezdim elbette resmini. İki gün önce gördüğüm kadının birazdan sonsuz olacak bedenini düşününce öyle ağır öyle ağır geldi ki ve öfkesini ise anlatamam. İnsan insan taşımamalı. Hele ölüyse taşıdığı… Ve birikiyor hayli zamandır. Ve öyle ki, kalanlar gidenlerin yasını bile tutamıyor bu coğrafyada. Tanrım, bu bir “günah” mı?

Bir gidenin ardından kaç yüz şarkı iyi gelir ve kaç bin insan. Giden gitmiştir, kalan kalmıştır. Bu kadar çıplak ve nettir gerçek aslında. Ben bisiklete binemiyorum zira öyle korkularım vardır ki, binecek, düşecek ve dizimi kanatacağım. Korkuları insanın kendisi yaratıyorsa şayet, bu kadar korkması akıl karı mı Tanrım. Hangi kim bile bile kendine korku yaratır ki. Demek ki toplumun da var bir “günahı” bu yaşananlarda.

Özlü bir süzün altında ünlü bir isim yazınca çok tutan sevgili cümleler, sizden bende de çok var, lakin harcamıyorum. İnsan kendini başka bir insanın cümlesi, sesi ve en berbatı hastalıkları ve “tutsaklığı” üzerinden var eder mi? Ediyorsa şayet, ki insan olan insana bunu eder mi ondan da emin değilim ya. Bir hasta tutsağa insan kelepçeyi neden takar ki misal! Çok düşündüm Tanrım, cellatlar ve zebanilerin içindeki “sevgi” güzel midir sence? Zira değil gibi duruyor buradan bakınca. Çocukları vuruyorlar ve akşam gidip çocuk seviyorlar. Olacak iş mi allasen!

Tanrım, çok düşündüm, faşistler, katiller ve “şerefsizler” de insanlara dâhil mi? Bir çocuğun çığlıkları arasında tahrik olan “erkekle”, bir çocuğun ölümüne, istismar edilmesine göz yuman yasalar aynı kategoride değil midir ve. Peki, onu öldüren beni yaşatır mı, “güven” verir mi, adalet sağlar mı benim için? Çok düşündüm Tanrım, yasalar “caiz” midir bu arada?

Sen bilirsin “haramı ve helali” ben bilmem, düzdür mantığım. İnsanın kıblesi içindedir ve” Allah’ı” kendisidir derim. Lakin dünyanın nasıl bir cehennem olduğunu da bilirim! “Peygamberin Hayatı” diye bir ders var. Hiç girdin mi? Cennet, hurma, taş, put, toprağa gömme falan ooo. Bir görsen o devri. Bu devri alem, bin basar cahiliye devri dediğine. Çok düşündüm Tanrım, barbarlık gelişmiş olabilir mi sence? Belki adı modern çağ olmuştur ha!

“Ellerim ceplerimde” ıslık çalıyorsam özgürüm diyordu, Irak’a “Demokrasi” giderken bir edebiyatçı. Ve Ahmet Kaya “Acı çekmek özgürlükse özgürüz ikimiz de” diyordu. Demek sadece coğrafya değil, şarkılar da kadermiş Tanrım.

Ki ben zaten ellerim ceplerim de çok dolaşmazdım da. Zira yakışmaz “kadın kısmına”. Edepli ve adaplı olması lazım her daim! “İçinde gizli kalmış hatta kalamamış bir muhafazakârlık var, feodallik var” diyordu dostum. Haklıydı, lakin sırf kıyafeti için bile başına gelmedik kalmayacak ve “somut delil” aranacak bir cehennemde ben nasıl rahat edebilirim ki! Çok düşündüm Tanrım, bu kendini kadının “Allah’ı” sananlar kim!

Ben çok üzüldüm **Tahir abiye. Yerde yatar, aç kalır ama onurundan ve gururundan vazgeçmezdi. Bir güzel direndi ki. Böyle olur ancak dedirtti… Sarı diye bir sendika var, onun safı belli ve garip olan çoktandır kızıl olanlar da özeniyor ya ona her neyse! Kavganın rengi kızıldır oysa. Kızıl değilsen sarısındır ortası yok direnmenin! Ve yıllarca en kızılından direndi o da. Makam mevki nedir bilmedi, öyle de gitti, bir güzel yoldaşı ile yola düşüp… Unutmamalı insan bir direneni, bir de direnmek nedir bilmeyeni ha bir de direniyor muş gibi yapanı. Çok düşündüm Tanrım, tarihi bir bütün mü yazmak zorundayız. Herkesi, her şeyi yani. Yok, mu bir yolu, bir güzellik yapsan da sadece direnenlerin tarihi olsa ha.

Ve çok düşündüm Tanrım, işim/iz sana kaldıysa, o iş olmaz diye. Ve biliyorum da aslında nasıl olacağını. Sadece “pislik” olsun diye adını anıyorum sık sık. Zira hazır değilim sensiz bir bene daha! Ama sen de bil; “Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek “deyip direnenlerin, yani senden öte işte tam olarak bu kısmı, gidenlerin, kalanların, dövüşerek ölenlerin GÜNÜ geliyor. YAKINDIR!


(*)Hatice Ezgi Saadet, 20 Temmuz 2015’te 32 yoldaşı ile birlikte Kobanê ile dayanışmaya giderken DAİŞ tarafından katledildi. Aradan geçen 6 yılda göz yumulan, korunan katilleri ne tam yargılandı ne adalet sağlandı. Ezgi Beşiktaşlıydı ve çok güzel gülerdi bu arada…
(**)Tahir Çetin, 9 Temmuz 2021’de “Trafik kazasında” yoldaşı Ali Faik İnter ile birlikte hayatını kaybeden Bağımsız Maden İş Sendikası Başkanı. Direnmekten hiç vazgeçmedi öldüğü güne kadar ve sendika başkanı diye öyle yüksek paralar da hiç almadı. Çoğu kez yerde yattı, aç kaldı…
Anılarına sevgi ve saygıyla.



Önceki Haber
Bağdat’ta bayram öncesi halk pazarında patlama: 22 ölü, 47 yaralı
Sonraki Haber
Sisteme cüretkar bir başkaldırı: Nalan Duman