Ana SayfaYazarlarHakan YurdanurKıtlığın yeniden keşfi

Kıtlığın yeniden keşfi


Hakan Yurdanur


“…İhtiyaçlar sınırsız, kaynaklar kıt olmasa iktisat bilimine ihtiyaç olmazdı …” diyor iktisada giriş kitapları. Oysa ismi değiştirilip ‘kapitalist emperyalizme giriş kitabı ‘ konsa sanırım daha anlamlı olurdu.

Serbest piyasa ekonomisinin pratik işleyişi ile bize anlatılan kapitalizm arasında çok büyük farklar var. O nedenle kapitalizm ile piyasanın ayrı şeyler olduğunu belirterek başlayalım. İktisat teorisi ‘hayali bir kapitalizm ‘ teorisidir. Hal böyle olunca da dayandığı temellerin ve oluşturduğu argümanların kesinliğinden, iç tutarlılığından bahsetmek hemen hemen imkansız. Kapitalizmin işleyişi Pazarın üzerinden değişmez doğa yasalarıymış gibi sunuluyor, kabullendiriliyor. Bu kabullenme anlamayı geciktirip eleştirel bakışı da zorlaştırıyor. Pazarla özdeşleştirilen kapitalist sistem pazarın çok uzun tarihi sebebiyle ebed müddet vardı ve var olacak izlenimini yaratmayı amaçlıyor.

Bu iç içe geçişlerden kaynaklı zorluklara bir de kavramların tahribatı/yanlış kullanımı eklenince yorumlamak, bilince çıkarmak daha da güçleşiyor.

Bir kavramı radikal olarak yeniden tanımlamak ya da var olan tanım üzerinden üretmek egemenlik ilişkilerini de yüceltmek veya sorgulamak demektir. Kavram, gerçeği hem ortaya çıkarıcı hem de üstünü örter nitelikte olabiliyor. Kökeni ‘nazarriye ‘ yani nazardan (bakmak ) geliyor. Verili bir duruma nereden baktığımız, onu kabul edip onayladığımız ya da reddedip değiştirmeye çabaladığımız anlamlarına gelebilir. Radikal eleştirel bir perspektifle, ilerici ve devrimci düşünceleri elde etmek egemen ekonomi, politik ve ideolojik alanın dışında olmak en azından dışından bakabilmeyi gerektirir.

Unutmadan ekleyelim; bir yerde bir kavramın kullanılıyor olması orada o kavrama uygun düşen bir gerçekliğin olduğu anlamına gelmiyor. Emperyalizm diyememenin adı küreselleşme, mafya diyememenin adı organize suç örgütü, ekolojik yıkım diyememenin adı sürdürülebilir yeşil ekoloji olmuş ise kıtlık kavramının da ne demek yada diyememek olduğuna daha yakından bakalım.

Hiç kuşku yok ki kıtlık, burjuva uygarlığının ve onu tamamlayan iktisadın en önemli buluşlarından bir tanesi. Bir şeyin kıt olması, faydalı olması ve sınırlı miktarda üretiliyor olmasıymış! Burada anlatılan fayda kavramı, burjuva iktisadının kullanım değeri (kâr için değil öncelik olarak insani ihtiyaç için üretilen değer. Kısacası kullanıcısı için üretilen değer ) dememek, onu yararsız bir statüye indirgemek için türettiği (uydurduğu ) bir kavram. Diğeri ise sınır kavramı. Önemli bir soru ile devam edelim: Kaynaklar kıt fakat insan ihtiyaçları sınırsız. Nasıl oluyor da sonlu ve sınırlı insanın ihtiyaçları sonsuz ve sınırsız olabiliyor?

İhtiyaçların sınırsızlığı sürekli savaş halinin de normal sayılması demek. İnsan-toplum ve toplum-doğa ilişkileri de savaş kurallarına göre işliyor. Böyle olunca da ihtiyaçlar sınırsız ise yok etmekte de sınır tanınmamalıdır deniyor. İnsana (yeryüzünün lanetlilerine) ve doğaya karşı yürütülen savaş süreci sömürgeci mantığında önemli yapı taşlarından bir tanesidir. Bu nedenledir ki; sömürgeci zihniyet keşifle değil fetihle işlerlik kazanır.

Kıtlığın keşfi sonsuz tüketim arzusunun da keşfidir. Bu ahlaki yaklaşım kapitalizmi kendinden önceki üretim biçimlerinden köklü bir şekilde ayırır. Kıtlık kavramı ile anlatılmak istenen aslında şudur: Eğer siz bir şeye sahip ve hakim olmak istiyorsanız önce o şeye başkalarının sahip ve hakim olmasını engelleyerek işe başlamalısınız.

Kıtlık kavramının burjuva söylem tarihi eşelendiğin de altında doğaya karşı duyulan düşmanlığın yattığını görmek mümkün. Kıtlık düşüncesinin önemli savunucularından John Locke “Toprak ve doğa herkese ihtiyacı olanı verecek durumda değil. Kıtlığı sorun olmaktan çıkarmak için daha çok üretmeliyiz” diyor. Bu düşünceye göre ekonomik olarak büyümek, ilerlemek, yayılmak kıtlıktan kurtulmak için şarttır. Öyle ise kıtlıktan kurtulmak için her yol denenmelidir. Yayılmacılık, sömürgecilik, işgal, talan, yakıp yıkıp yok etmek, bu uğurda öldürmek…

Aç kalmamak için başkalarını aç bırakmanın mantığı ile yoğurulmuş kıtlık tanımı içinde zihinsel ve fiziksel soykırımı, köleleştirmeyi, ötekileştirmeyi ve en önemlisi de düşünsel sömürgeleştirme ile kendi gerçeğine başkalarının tuttuğu aynadan bakan toplumların yansımalarını barındırmaktadır.

Bugün gelinen noktada sermayenin dünya ölçeğinde orantısız dağılımı halkları ve kültürleri eşitsiz bütünleştirdi. Neo liberalizm piramit tipi örgütlenme modelinde şöyle bir dayatmayla karşımızda durmakta: Ya tek tip ol ya da yok ol! Aslında yaşanan azınlığın bolluğu, çoğunluğun kıtlığıdır. Bu da ekonomi —> toplum —> doğa diziliminin bir sonucudur. Bu diziliş ekonominin toplum ve doğayı ele geçirmek, sömürgeleştirmek için kurduğu kutuplaşmacı yapıyı da tanımlar.

Çözdüğünden daha çok sorun yaratan, yaptığından daha fazlasını yıkan bu sistem için krizlerinin göstergesi kıtlık yani üretememek değil tam tersine aşırı üretimdir.

Eğer kavramlar da anlam kaymaları, sorgulamalar gerçekleşiyor ve içinde ne varsa boşaltılıp deşifre edilecek hale geliyorsa mücadele edenin gücüde yükseliyor demektir.




Önceki Haber
Cinsel istismara uğrayan 17 yaşındaki kadın bir haftadır yoğun bakımda: Ona ses olalım
Sonraki Haber
OHAL uygulamaları uzatıldı