Genç yaşından itibaren hayatı hep geçim derdiyle ve mücadeleyle yoğrulmuş bir emekçi Cemal Bilgin. Yozgat, Sarıkaya İvedi köyü doğumlu. Ailesi Yozgat’ta geçinemeyince o küçükken İstanbul’a göç etmişler. Çapa Tıp Fakültesi’nde bir taşeron firma bünyesinde hastabakıcılık, temizlik işçiliği yapmış. Zor ve adaletsiz koşullarda çalışan taşeron işçilerin hak mücadelesini sırtlandığı için işten atılmış. Hollanda’da kaçak işçi olarak bir günde iki ayrı işte çalışarak ailesinin borcunu kapattıktan sonra memlekete geri dönmüş. Sendikacılık geçmişi de var. Sosyal-İş sendikasında örgütlenme uzmanı olarak çalışıyorken bu kez de sendikal bürokrasiyi eleştirdiği için işten çıkarılmış. Hakkında açılmış onlarca dava bulunuyor.
Dindar ve milliyetçi ailesi tarafından ‘şükret, sabret, aman oğlum amirlerine karşı çıkma’ diyerek büyütülen Cemal Bilgin, şimdi Yeşil Sol Parti’nin Yozgat milletvekili adayı.
Onu, ‘sağın kalesi’ olarak bilinen memleketi Yozgat’tan hem de Yeşil Sol Parti’den milletvekili adayı olmaya götüren hikâyesini kendisinden dinledik. Söz, “Yozgat’ta biz aslında şimdiden kazandık. Eşitlik, adalet, kardeşlik, barış tohumu yeşeriyor orada. Yozgat’ta bu tohumu ektik. Biz orada var olacağız, başka çaremiz yok” diyen Bilgin’de…
Hayatınız hep zorluklarla geçmiş. Neredeyse çocuk yaşta çalışmaya başlamışsınız, geçim derdi hep birinci sırada gelmiş. Buna rağmen Çapa’da hastanede çalıştığınız sırada taşeron işçileri örgütlerken, işçilerin sağlığını hiçe sayan uygulamaları ifşa ederken, işimi kaybedersem diye düşünmemişsiniz. Örgütlenme uzmanı olarak çalıştığınız Sosyal İş sendikasından da sendikal bürokrasiyi eleştirdiğiniz için çıkarılmışsınız. Şimdi de mütedeyyin ve milliyetçi bir ailenin çocuğu olarak Yeşil Sol Parti’nin Yozgat milletvekili adayısınız. MHP ve AKP’nin kalesinde Yeşil Sol’un kazanma olasılığı yok denecek kadar azken hem de. Hep böyle aykırı mıydınız?
Yozgatlı, muhafazakâr milliyetçi bir ailem var halen de öyleler, ailemle beraber yaşıyorum. Çocukluğum İstanbul’da geçti. İlkokul, ortaokul, lise yıllarında ailemin maddi durumu iyiydi. Sonra 1993 – 94’te devalüasyon oldu, tam liseyi bitiriyordum, ailem de ekonomik krizden etkilendiği için çalışma hayatına erken başladım. Hemen liseyi bitirir bitirmez… O zamana kadar sendikal mücadele, emek mücadelesi bilmezdik tabii. Abim Çapa hastanesinde çalışıyordu, ‘Gel bir başvuru yap, hastanede çalış’ dedi. Ben sormadım ne iş yapacağım diye, doktor hemşire olacak halimiz yok, temizlik işçisi, hastabakıcılık, en altta ne iş varsa onlar yapılacak. 1999 yılında abimin çalıştığı hastanede çalışmaya başladım.
Hasta bakıcılık, temizlik işi yaptık, güvenlik işçiliği yaptık yani. Görev tanımımız yoktu. Taşeron sistemde çalışıyorduk o dönemde ve bu kadar da yaygın değildi, biz de taşeron sisteminin ne olduğunu bilmiyorduk. Düşük maaş alırdık ama bir iş bulmuşuz, çalışıyorduk. Bir de bizim ailede, yani mütedeyyin bir aile olduğumuz için işten çıkmak çok kötü bir şeydi. Yani hani işten çıkarsan, seni işe yaramaz gibi görürler, kesin sen bir suç işlemişsindir, bir kabahatin vardır. Annem, babam, akrabalarım hep öyle derdi: Sakın oğlum, iş bulmuşsun, şükret, sabret, çalış, sakın amirlerine, müdürlerine karşı çıkma, ne verirlerse yap. Ben iki yıla yakın Çapa hastanesinde çalıştım. O sırada ailemin çok borcu olduğu için -tabii evin bekar çocuğu kim, Cemal Bilgin; işte, efendi, hayır demez, ne iş versen yapar, homurdanmaz- babam dedi ki ‘Seni Avrupa’ya çalışmaya gönderelim’. Borcumuz var, ödeyemiyoruz, Hollanda’da da akrabalar var.
Henüz bir isyan bayrağı çekilmiş değil…
Değil tabi, bir yaramazlığımız yoktu, efendiydik. Lise sona kadar böyleydi. İşte, o sırada babamın çok borcu olduğu için ekonomik kriz de var, 2000 yılında Hollanda’ya gitmek zorunda kaldım. Hollanda’da göçmen gibi, kaçak gibi çalıştım çünkü oturum almamıştım. Dört yıl boyunca en ağır işlerde çalıştık, inşaatlarda, bahçelerde… Hatta bir günde çift işe gitmek zorunda kalıyordum, niye, babamın borcu çok diye. Çok zordu, kolay değildi, özlem, hasret işte…
Ben de oraya giderken milliyetçiydim, muhafazakâr biriydim. Sorgulamaya orada başladım; niye biz Avrupa’ya gidiyoruz, toprağımızdan kopuyoruz, hani niye Türkiye’yi terk ediyoruz? Yani işte üniversite okumam lazım, çalışmam lazım, arkadaşlarım Türkiye’de, herkes burada. Orada fark ettim yani, babama çok kızdım. İlk isyanım odur. Ama gittik öyle çalıştık, iyi de çalıştık, çok para kazandım. Babamın borçlarını kapattım, o ekonomik krizi atlattık. Bu arada tabii bende de bir değişim, dönüşüm başlamıştı aslında ama hissettirmiyordum kimseye. Çünkü neden, işte Hollanda’da yaşayan akrabalar hâlâ aynı, muhafazakâr. Avrupa’da olmalarına rağmen o değişimi yaşamamışlar, Türkiye’de nasıl yaşıyorlarsa Avrupa’da da öyle yaşıyorlar. Çalışırken hakları yeniyor ama kesinlikle bir hak aramak yok, otoriteye karşı çıkmak yok. Tam da Avrupa’daki hükümetlerin istediği gibi yaşıyorlar, oradaki siyaset neyse ona göre yaşıyorlar.
Annem, babam, akrabalarım hep öyle derdi: Sakın oğlum, iş bulmuşsun, şükret, sabret, çalış, sakın amirlerine, müdürlerine karşı çıkma, ne verirlerse yap.
Farklı bir Cemal Bilgin olarak Türkiye’ye döndükten sonra neler yaptınız?
2016 yılında tekrar Çapa hastanesinde hastabakıcı olarak işe başladım, buradaki çalışma hayatım 2016’nın dokuzuncu ayına kadar devam etti. Çapa’da yaşadıklarımızın Avrupa’dakinden farkı yoktu. Yani emeğimiz gasp ediliyor, alın terimiz gasp ediliyor, sürekli bir devlet baskısı var, amir müdür baskısı var ve benim bir şeyler yapmam lazımdı. Çapa’da aslında şöyle bir şeyle karşılaştık: Biz çok sayıda kişi taşeron firmalarda çalışıyoruz fakat yanı başımızda aynı işi yapan arkadaşlar daha çok maaş alıyor, sosyal hakları var, özlük hakları bizden daha fazla… Biz orada taşeron sistemine karşı kadrolu ve güvenceli çalışma mücadelesi verdik ve birçok kazanım elde ettik. Sonra hastanede yaşanan besin zehirlenmesine karşı çıktığım, bu olayı araştırıp belgelediğim, işçi sağlığı ve güvenliği tedbirleri alınsın dediğim için işten çıkarıldım. Tabii eylemlere, direnişlere başladık.
Sonra sendikadan (DİSK Sosyal-İş) bize bir teklif geldi; seni örgütlenme uzmanı olarak çalıştırmak istiyoruz diye. Bu benim için bir fırsat dedim; haykıramadığım, bağıramadığım bir olaya karşı bütün işçi sınıfını örgütlemem lazım. Ve hakikaten bu inançla, bu cesaretle sendikaya başladım. Hatta dedim ki, sigortamı yapın, yemeğimi, yol paramı karşılayın ben sizden maaş da istemiyorum. ‘Biz seni asgari ücretle çalıştıracağız’ dediler. Ben de kabul ettim. Orada iki buçuk sene çalıştım ve gerçekten Türkiye’nin dört bir tarafında kamuda, belediyelerde çalışan işçileri örgütlemeye, sendikaya üye yapmaya başladık. Sendikamızın üye sayısı iki sene içinde 9 binlerden 15 binlere yükseldi. Ama bu sefer tabii yöneticilerin tepkisini çekti. ‘Bu ne yapmaya çalışıyor, herkesi örgütlüyor, sendikaya üye yapıyor’ dediler. Sendikanın yöneticileri rahatsız oldu benden. Pandemi döneminde yöneticim bana şöyle bir şey dedi: ‘Biz sana bir yıl maaş verelim, sendikaya gelme, önümüzde bir seçim var, yeni yönetim seçilecek, ben başkan olacağım tekrardan, benim elimden başkanlık gider, ne kadar çok üye yapılırsa sendikaya, benim de koltuğum elimden gider’. Yeni üye demek, yeni sorun demek çünkü… ‘Biz sana maaş verelim sendikaya gelme’… Ben de dedim ‘Başkan bu bizim çalışma prensibimize, örgütlülüğe aykırı bir şey, niçin böyle söylüyorsun?’ ‘Benim de bir geleceğim var’ dedi.
İşçileri sendikaya üye yapmaktan korktu, onların delege olmasından, örgütlü olmaktan korktular yani. Ve beni işten çıkardılar. 25/II çıkış kodu ile haksız, hukuksuz, keyfi bir şekilde kıdem tazminatımı ödemeden beni işten çıkardılar. Aynı Çapa hastanesindeki işverenlerin, patronların bana yaptığı gibi.
‘Aman oğlum laf gelmesin, söz olmasın, ne verirlerse yap, aman amirlerine karşı gelme’ diye büyütüldüğünüz bir evden çıkıp, hem de kendi memleketinizden, Yozgat’tan Yeşil Sol Parti milletvekili adayı oldunuz. Adaylık konusunu ilk açıkladığınızda ailenizin, arkadaşlarınızın tepkisi ne oldu?
Şaşırdılar, tepki duydular. Aday olduğumu ilk söylediğimde onlar benim AKP’den, MHP’den milletvekili adayı olacağımı zannediyorlardı. Dedim Yeşil Sol Parti’den milletvekili adayıyım. Sordular onlar kim diye, dediler kesin komünistler bunlar solculardır… Akrabalar, ailem bunu duyunca tabii şaşırdılar fakat sonra ‘Bu senin kendi iraden’ dediler. Ondan sonra bir de baktım işte Avrupa’dan akrabalar telefon açtı, Yozgat’taki arkadaşlarım duymuş, akrabalar duymuş. Telefon açtılar ve memnuniyetle karşıladılar, bir ihtiyaç var çünkü. Yani gerçekten Yozgat’ta da işçi sınıfı var, mazlum halklar var, mazlum insanlar var, haksızlığa, hukuksuzluğa uğruyorlar. Ama biz hep İstanbul’dan mücadele verdiğimiz için oraları terk etmişiz.
Bana sordukları sorunun cevabı burada, hak mücadelesi verdiğiniz anda ‘terörist’ oluyorsunuz. İşte bu duruma karşı Yeşil Sol Parti ile bir yola çıktık, hayırlı bir yola çıktık yani.
Milletvekilliği adaylığım duyulunca Yozgat’a gittim, işçi arkadaşlarla, çiftçilerle, köylülerle, öğrencilerle bir araya geldik, konuştuk. Sordular bana ‘Niye böyle yaptın, hani işte sosyalistlerin, teröristlerin partisinden milletvekili adayı oldun’ diye. Biliyorsunuz MHP’nin kalesi burası… Dedim ki bir arkadaşa, ‘Sizinle gidelim Yozgat’ta saat kulesinin orada bir açıklama yapalım, itiraz ettiğiniz herhangi bir meseleyle ilgili konuşalım, hakkımızı savunalım’. Dedi ki o arkadaşım ‘O zaman ben de terörist olurum’. İşte bana sordukları sorunun cevabı burada, hak mücadelesi verdiğiniz anda ‘terörist’ oluyorsunuz. İşte bu duruma karşı Yeşil Sol Parti ile bir yola çıktık, hayırlı bir yola çıktık yani.
Peki, neden Yeşil Sol Parti? Ya da Yozgat’taki eş dosttan duyduğunuz gibi soralım: Başka parti yok muydu? Neden kazanamayacağınız bir seçimde aday oldunuz?
Biz yıllardır çalışma hayatımızda haksızlığa, hukuksuzluğa, ayrımcılığa maruz kaldık, yok sayıldık. Ve bizim yanımızda, emek mücadelemizde hep mazlum siyasetleri vardı, emek mücadelesi verenler vardı. Hiçbir zaman bizi terk etmediler, ‘Sen Yozgatlısın’ demediler, ‘Sen milliyetçisin’ demediler, yanımızda oldular. Ben Yeşil Sol Parti’yi bilerek seçtim, inançla, cesaretle seçtim, onlarla beraber yürümem lazım dedim. Çünkü böyle bir şeye ihtiyaç var. Niye biz Diyarbakır’da, Hakkari’de, Van’da, Muş’taki bir işçi arkadaşımızla, mazlum halkla yan yana gelmeyelim. Bizi bölmüşler, parçalamışlar, yok etmişler. Bizim hakikaten omuz omuza, yan yana gelmemiz gerekiyor. Bizi bölen, parçalayan siyasetlere razı olmamamız gerekiyor, kim olursa olsun, bundan beslenenlere isyan etmemiz, homurdanmamız gerekiyor. İşçi sınıfını bölmeden, parçalamadan, mazlum halkları ötekileştirmeden yan yana gelmemiz lazım.
Yozgat’ta barışın, kardeşliğin, huzurun kucaklaşması gerekiyor ve ben de bir köprü olmak istedim oraya. Hani doğuyla batıyı birleştirelim diyorlar ya, doğuyla Yozgat’ı birleştirmeniz gerekiyor aslında. Oslo görüşmeleri falan vardı hani, aslında Yozgat görüşmelerinin başlaması gerekiyor gerçekten.
Yozgat hakkında pek çok klişe, bir sürü insanın bir çırpıda söyleyebileceği basmakalıp tanımlamalar var. Ama sizden dinleyelim şimdi, Yozgat nasıl bir yer?
Yozgat gerçekten gariban bir memleket aslında. Fabrika yok, iş sahası yok, sosyal alanlar yok. Çocuklar büyüdüğü zaman hemen İstanbul’a, Ankara’ya, İzmir’e gidiyorlar veya Avrupa’ya göç ediyor. Veya polis, asker oluyor ya da devlette milletvekili oluyor, bakan oluyor. Bizim bakanlarımız çok meşhur. Cumhurbaşkanı yardımcısı Fuat Oktay Yozgatlı mesela, Cemil Çiçek, Lütfullah Kayalar, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ… Ufak bir memleketiz ama çok bakanımız var. Bir tarafta da işçiler var, emekçiler var, köylüler, çiftçiler var, tarım, hayvancılık var. Ama gençler için bir iş alanı yok, bir tane üniversitemiz var. Böyle bir durum yani, bunun değişmesi gerekiyor. Yozgat’a baktığımızda çok büyük göç vermiş Avrupa’ya. Bugün Almanya’da, Belçika’da, Fransa’da, Hollanda’da dünyanın dört bir tarafında Yozgatlılarla karşılaşabilirsiniz. Hatta Amerika’da, Çin’de, Japonya’da çok Yozgatlı hemşerilerimiz var. Hatta Hollanda’da bir mahalle komple Yozgatlı. Göç eden dördüncü jenerasyon diyebiliriz.
Bizim yanımızda, emek mücadelemizde hep mazlum siyasetleri vardı. Hiçbir zaman bizi terk etmediler, ‘Sen Yozgatlısın’ demediler, ‘Sen milliyetçisin’ demediler, yanımızda oldular. Ben Yeşil Sol Parti’yi bilerek seçtim, inançla, cesaretle seçtim.
Yozgatlıların bu kadar milliyetçi oluşunu sıla hasretine mi bağlamalı?
Yozgatlılar için milliyetçi deniyor. Bu milliyetçilik bir isyandır aslında, gurbetçilik var, bir sıla hasreti var, özlem var. Yani memleketine karşı ve ister istemez muhafazakarlaşıyor, milliyetçileşiyor. Yozgatlı deyince faşist, ırkçı derler mesela. Ama sen beni tanıyor musun? Tanımıyorsun sen beni. Sen benle konuştun mu, konuşmadın. Sen bana dokunduğun mu, dokunmadın. Bir gözlerimin içine bak, öyle değil mi? Yani ancak baktığın, konuştuğun zaman beni anlayabilirsin yahut bir Yozgatlıyı anlayabilirsin. Biz de terk etmişiz oraları, kendi memleketimizi, sosyalistler, devrimciler terk etmiş, sahipsiz bırakmışız. Tabii bu da iktidarların, patronların işine yaramış, orası onların oy deposu haline gelmiş. Seçim öncesi ‘Bunlar AKP’ye, MHP’ye oy verir ve yüzde 65, yüzde 70 oy alırız’ diyorlar. Ama orada hak mücadelesi olsa, bir emek mücadelesi, bir sınıf siyaseti olsa, milliyetçiliğin nasıl bir sosyalist bir mücadeleye dönüştüğünü o zaman görürüz.
Seçim çalışmalarına başladınız, zorlayıcı oluyor mu? Bu çalışmaları yaparken ilginç şeylerle de karşılaşıyor musunuz?
Şimdi biz Yozgat’a habersiz gittik, Yozgat’a gideceğimizi arkadaşlara söyledik, herkes tedirgin oldu ister istemez. Yozgat şehir merkezine gittik, kamuda, belediyelerde, adliyede, sağlıkta çalışan işçi arkadaşlarla görüştük, saatlerce konuştuk. Ondan sonra bize diyorlar ki ‘Lütfen fotoğraf çektirmeyelim, siz geri döneceksiniz ama biz burada yaşamaya devam edeceğiz, işimizden olabiliriz, bize saldırı olabilir’. Ne kadar korkunç bir şey yani. Bu neden? Bunu sorgulamak gerekiyor. Yıllardır sağ siyasetlerin, patron iktidarlarının insanları kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı siyasetleri yüzünden işte ‘onlar Kürt, bunlar Alevi’ sözleri, kimlikçi siyasetler yüzünden… Yoksulların sorunlarına değmeyen, derdine derman olmayan, çare olmayan siyasetler yüzünden. Ama milliyetçiliğe gelince o ilacı çok iyi veriyorlar, bu ilaç bizi ayrıştırıyor, bölüyor, parçalıyor ve bizi hastalıklı hale getiriyor. O patron iktidarları bundan besleniyor. Bu ilaç işçiye, emekçiye, yoksula, fakire, bizim gibi insanlara zarar veriyor. Sağlığımıza zararlı yani.
Biz de terk etmişiz oraları, kendi memleketimizi, sosyalistler, devrimciler terk etmiş, sahipsiz bırakmışız. Tabii bu da iktidarların, patronların işine yaramış, orası onların oy deposu haline gelmiş.
Kadınlar, emekçiler, gençler ne tür sorunlar yaşıyor, kent ahalisinin gündelik sorunları neler? Yani 15 Mayıs sabahından ne umuyor Yozgatlılar?
Yozgat’ta da işçiler, öğrenciler var, çiftçiler, köylüler, esnaflar var. Nasıl geçiniyorlar buluyor musunuz? Nasıl Yozgat’taki akrabalarımız bize, İstanbul’a fasulye, mercimek, pancar, peynir yapıp gönderiyorsa Yozgat’taki yaşayan insanların da Avrupa’da böyle kardeşleri, akrabaları var. Avrupa’dan Euro gönderiyor, dolar gönderiyorlar ve Yozgatlılar onlarla yaşıyorlar. Böyle geçiniyorlar, bir kısım insan çalışmadan köyde böyle yaşıyor ve çoğunun Ankara’da, İstanbul’da da akrabaları var. Onlarla dayanışma bağlarını sürdürüyorlar. Diğer yandan Yozgat’ta da ekolojik sorunlar var. Orada da kadınların sorunları var ama görünmüyor. Düşünebiliyor musun, Yozgat’ta mesela uyuşturucu sorunu var, gençler uyuşturucu batağında ve bu hiç görülmüyor. Ama milliyetçilik görünüyor. Emekçilerin sorunları var, görünmüyor. Bir kadının çıkıp orada hak mücadelesi verdiğinde başına yarın ne geleceğinin garantisi yok. Hani işçinin, emekçinin başına ne geleceği belli değil. Çok baskıcı bizim memleketimiz. Yozgat’a eşitlik, adalet, özgürlük ve emek mücadelesi gerekli yani… Onun için biz de zaten Yeşil Sol Parti diyoruz.
Geçen sene 1 Mayıs’ta Hak-İş küçük bir toplulukla Cumhuriyet Meydanı’nda bir basın açıklaması yapmış. Bu sene 1 Mayıs’ta Yozgat’tasınız, bir hazırlık yaptınız mı?
İşçi arkadaşlardan haber bekliyorum. Yozgat’ta bir araya gelip 1 Mayıs’ı kutlamak istiyoruz. Bir taraftan da diyorlar ki ‘Sen gel ama sana söz vermeyelim’ diyorlar. Böyle bir tedirginlik var yani.
Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?
Önümüzde 1 Mayıs var. 1 Mayıs işçi sınıfının birlik beraberlik, mücadele günü. 15 Mayıs sabahı da halkların bayramı olacaktır. Yozgat’ta biz aslında şimdiden kazandık, Yozgat’ta bu tohumu ektik. Eşitlik, adalet, kardeşlik, barış tohumu yeşeriyor orada. Biz orada var olacağız. Başka çaremiz yok.