Muhalefet partilerinin 21 yıllık AKP iktidarına karşı güçlü bir ittifakla girmeye hazırlandıkları 14 Mayıs seçimlerinden Kürtler de kendileri açısından en güçlü kazanımlarla çıkmayı hedefliyor. Bunun için kısa bir süre önce Diyarbakır’da Kürt partileri bir araya gelerek Kürt Özgürlük ve Demokrasi İttifakı’nı kurdu ve seçimde Emek ve Özgürlük İttifakı’nı destekleyeceklerini açıkladı. Bu ittifakta yer alan DBP’nin Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır 3 aylık tutukluluğunun ardından ilk kez Gazete Karınca’ya konuştu. Bayındır, önümüzdeki seçimin Kürtler açısından önemine işaret ediyor: Biz bu iktidarı gönderirken Millet İttifakı’na entegre olan, onun arkasında sürüklenen değil, tam tersine, mücadelesiyle, direnişiyle ve siyasal perspektifiyle Türkiye halklarının ve özelde Kürt halkının taleplerini dile getiren, savunan bir yerde duracağız.
Yakın zamanda gözaltına alındınız ve bu gözaltının şekli oldukça dikkat çekiciydi. Siz bir partinin eş genel başkanısınız ve polis başınızı eğmeye çalıştı. Sizce bu ne anlama geliyor?
Eş zamanlı olarak hem genel merkezimize hem il binalarımıza hem de şahsıma yönelik yapılan gözaltılar Kürt siyasi hareketi açısından ve Kürt siyasetçileri açısından yeni bir durum değil. Uzun yıllardır buna benzer, adeta gövde gösterisi yaparcasına gözaltı işlemleri bir tarz haline geldi. Bu olağan, toplumun kabul edebileceği ya da bizim kabul edebileceğimiz bir durum değil elbette. Bununla topluma, halka vermek istenen bir mesaj var. İlçe eş başkanlarımızla beraber gözaltı merkezinden çıktığımızda bizim görüntülerimizi özellikle çekip kendi yandaş medyalarında servis ettiler. Tabii bu gövde gösterisinin bir manası vardı. Kürt siyasi hareketinin eş başkanlarını, kurumsal temsiliyetini, siyasal iradesini çok basit, çok ucuz, çok sıradan bu tür yöntemlerle etkisiz hale getirip, bu muameleyi olağan hale getirip toplumda artık kanıksanır bir noktaya getirmeye çalışıyorlar.
Bizim dışımızda bir partinin genel başkanlarına ya da il, ilçe binalarına, genel merkezlerine yönelik böylesi bir baskın gerçekleştirilmiş olsaydı eminim ki Türkiye’de yer yerinden oynayacaktı. Fakat uzun yıllardır özellikle Kürt siyasi hareketine, kurumlarına, partilerine ve siyasetçilerine yönelik bu yöntem artık neredeyse olağan hale getirilmiş durumda. Fakat bizim buna karşı direnişimiz geçmişte olduğu gibi bugün de devam ediyor ve devam edecek. Buna boyun eğmemek, bunu sıradan hale getirmemek ve bu yöntemleri kabul etmemek için direnişimiz bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da devam edecek. Bugüne kadar bu yöntemlere karşı boyun eğen hiçbir Kürt siyasetçisiyle karşılaşmamışlardı ve karşılaşmaları da mümkün olmayacak.
Bu baş eğdirme uygulamasının bahsettiğiniz direnişin iktidarı zorlamasının bir sonucu olduğunu düşünenler var. Buna katılır mısınız?
Kuşkusuz bugün iktidarın bizim mücadelemiz karşısında düştüğü acizliğin bir sonucu olarak yansıyor. Kürt siyasetçilerine dönük bu yönelim, elbette ki iktidarın bugün içerisine girmiş olduğu krizin, çıkmazın bir sonucu. Bugün Türkiye’de yaşanan siyasi, toplumsal, ekonomik krizin arkasında Kürt sorununun çözümsüzlüğündeki ısrar var. Ancak bugün çok yönlü bir baskı ve tasfiye etme politikası söz konusu. Muhalif kesimlere yönelik tehdit dili, şantaj dili her geçen gün tırmandırılıyor. Adeta iktidarın merkezinden topluma zehir enjekte edilen bir siyasal bir dil kullanılıyor. Ve bunun pratik uygulamaları ile hemen her gün karşılaşıyoruz. Bunun yakın örneklerinden birisi Bursaspor-Amedspor maçında yaşandı. İktidarın kurmuş olduğu dilden girmiş olduğu çıkmaz görülüyor aslında. Toplumda gerginliği ve kutuplaşmayı tırmandırmak istemelerinin nedeni de tam olarak bulundukları çıkmaz.
Bahçeli’nin “Amed yoktur. Amedspor diye bir kulüpten de bahsedilemez” söylemi toplumda çok farklı kesimleri harekete geçiren bir nitelik taşıyor. Birkaç gün önce de yine aynı kentte Bursa’da, bir Kürde, aracına yönelik onlarca kişinin taşlı sopalı saldırısına tanıklık ettik. Şimdi iktidarın merkezindeki bu histerik, bu saldırgan politikanın toplumdaki yansıması bu şekilde oluyor. Bu politikaların Kürt siyasi hareketine, Kürt siyasetçilerine yönelik tavrı da aynı sertlikte oluyor. Kolluk eliyle milletvekillerimizin ayakları kırılıyor, siyasetçilerimize onlarca yıl hapis cezaları veriliyor. Üstelik bugün artık sadece Kürtlerin değil herkesin başına bela olmuş bir yargı sistemi söz konusu. İktidar varlığını işte bu uygulamalarla sürdürmeye çalışıyor.
Cezaevinde kaldınız. Kısa da olsa bu tanıklığınızdan yola çıkarak cezaevleri ile ilgili durumu anlatır mısınız? Nasıl bir tablo var cezaevlerinde?
Cezaevleri bugün her yönüyle bir tecrit ortamına dönüşmüş durumda. Siyasi tutsakların birbirleriyle olan iletişimi, sağlığa erişim, yaşamsal araçlara erişim konusunda muazzam derecede engelleyici bir durum söz konusu. Adeta tecrit içerisinde tecrit durumu yaşanıyor. Ben 3 ay cezaevinde kaldım ama şunu çok net söyleyebilirim, cezaevleri bugün Adalet Bakanlığı’nın normlarıyla ya da cezaevlerinin yasal mevzuatına göre yönetilmiyor. Tamamıyla siyasal konjonktüre göre hareket ediliyor. Özellikle siyasi tutsaklar üzerinde çok yoğun bir baskı var. Sistematik bir baskının olduğunu kısacık, 3 aylık süre içerisinde bile her yönüyle görmek mümkün. Bir örnek vermek gerekirse, Diyarbakır’dan, Mersin’de tedavi olması gereken çok ağır bir hasta tutuklunun randevusu 2 gün sonra ertelendi ve götürüldüğü Mersin’den tekrar o 600 kilometrelik yolu kat ederek Diyarbakır’a getirildi. Bu bile başlı başına tedavi olması gereken hastanın sağlığını, yaşamını riske atmak anlamına geliyor.
Cezaevlerinde yüzlerce ağır hasta tutsak var ve bunların düzenli olarak sağlık hakkına erişiminin sağlanması gerekiyor. Ancak cezaevlerinde günlük yaşam aktivitelerine kadar her hak gasp ediliyor. Neredeyse insanın yaşamına kast edebilecek uygulamalar söz konusu olabiliyor. Tabii buna karşı bir direniş de söz konusu. Bunu kabul etmeyen, buna karşı mücadele eden, direnen bir irade de var. Ancak toplumun da cezaevleri konusunda her zamankinden fazla refleks göstermesi gerektiğini düşünüyorum. Evet zindanda güçlü bir irade, güçlü bir direniş söz konusu. Fakat cezaevlerindeki siyasi tutsakları toplumun, halkın hiçbir şekilde, ne olursa olsun yalnız bırakmaması gerektiği bir dönemdeyiz. Onların mücadelesine güç vermek, özellikle buradan güç vermek, caydırıcı bir noktaya taşımak belki her zamankinden daha fazla bir önemli bir yerde duruyor.
Siyaset gündemi yaklaşan seçim nedeniyle epey hareketli. Partiniz DBP’nin de içinde yer aldığı Kürt Özgürlük ve Demokrasi İttifakı’nı kurdunuz ve Emek ve Özgürlük İttifakı’nı destekleyeceğinizi açıkladınız. Bu ittifak yalnızca seçime yönelik mi?
Bu ittifak deklarasyonu iki temel üzerinden açıkladı. Önce kendisini tanımladı. Özellikle “Kürtler ne istiyor?”, “Kürtlerin siyasal ve toplumsal talepleri neler?” soruları üzerinden bir yoğunlaşma yaşadık. Bu ittifak kendisini tanımlarken Kürt halkının siyasal ve toplumsal taleplerine sırtını dönmeyeceğini ve ne olursa olsun bunun mücadelesini yürüteceğini beyan etti. Bugün bir seçim arifesindeyiz fakat kurduğumuz ittifak, seçimden sonra da bunun mücadelesinin öncü güçleri olacağını bazı başlıklar altında çok açık bir şekilde ortaya koydu. Anadilinden tutalım demokratik anayasaya kadar Kürtlerin siyasal ve toplumsal talepleri için her zaman mücadele etme kararlılığındayız. Ancak şu anda gerek Türkiye ve Kürdistan bağlamında gerek bölgesel gelişmeler bağlamında hem de Kürt halkının siyasal ve toplumsal mücadelesinin sorunlarının çözümü bağlamında önümüzdeki seçim önemli bir eşikte duruyor.
Kürt Özgürlük ve Demokrasi İttifakı da bu kritik seçime ilişkin bir tutum belirleme ihtiyacı hissetti. Uzun bir süredir yürüttüğü tartışmaların ardından da Emek ve Özgürlük İttifakı’na desteğini açıkladı. Ve halkımızı Yeşil Sol Parti etrafında kenetlenmeye ve destek olmaya çağırdı. Bu seçimi kazanmak bizim için çok önemli. Çünkü bu seçim Kürt halkının talepleri ve Türkiye’deki demokrasinin gelişmesi bağlamında önemli bir eşikte duruyor. Türkiye siyaseti kilitlenmiş durumda. İktidarın bugün Türkiye’yi getirdiği nokta her yönü ile bir çıkmaz, bir kriz, bir kaos. Seçimler bütün bu dertlere deva olmasa bile en azından bazı meselelerin çözümüne ilişkin kapı aralaması açısından önemli. Bunlardan en önemlisi de bugün Türkiye’nin temel meselesi haline gelmiş Kürt sorunudur. Bu nedenle özellikle Yeşil Sol Parti’nin seçimlerde güçlü bir başarı yakalamasını hakikaten önemsiyoruz. Çünkü öyle anlaşılıyor ki önümüzdeki süreçte Türkiye siyasetinde koalisyon hükümetlerinin olacağı bir sürece gireceğiz. En azından Kürt meselesinin ve Türkiye’deki temel meselelerin çok daha rahat tartışılabileceği bir zemin yakalamak mümkün. Ancak açıkladığımız deklarasyonu sadece seçim eksenli ele almak eksik olur.
Ortadoğu’da ve Kürdistan’da ele alınan ve değiştirilmek istenen stratejik dengeler söz konusu. Kürtler bu dengeler içerisinde önemli bir noktada duruyor. Kürtlerin Ortadoğu denkleminde toplumsal, fikirsel ve örgütsel bir güç olduğu yadsınamaz, görmezden gelinemez bir durumda. Kürtler Ortadoğu’daki demokrasinin gelişmesinde bir sigorta görevi görecek. Rojava’nın dünyaya vermiş olduğu anlayış ve perspektif bunun en önemli göstergelerinden biri. Ortadoğu’nun kaosunda, Rojava’da inşa edilmek istenen sistem aslında demokrasinin sigortasını ve geleceğini, Ortadoğu’da aslında nasıl bir yaşamın filizlenebileceğini göstermesi açısından önemli bir noktada duruyor. Türkiye de bu denklemde önemli bir yerde duruyor. Türkiye bugün bu denklemde kendisini adeta Ortadoğu’da savaşın sürdürülmesinin koçbaşı olarak ele alıyor. Bundan 15 yıl önce Ortadoğu’da siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel olarak öncülük rolü oynamak isteyen bir Türkiye gerçekliği tablosu varken bugün Ortadoğu’da savaşın daha da derinleştirilmesi, kaosun daha da tırmandırılması ve sürekli hale getirilmesinde rol oynayan bir Türkiye gerçekliği görüyoruz. Türkiye’yi bu savaş çıkmazından çıkarmak, demokrasi, özgürlükler ve hukuk zeminine çekmek ve aynı zamanda bunun içerisinde Kürt meselesini çözmek için de önümüzdeki seçim çok kritik bir noktada duruyor. Türkiye’deki 80-90 yıllık bütün dinamikler, dengeler adeta tuzla buz olmuş durumda Türkiye bir eksen arayışı içerisinde.
Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılını bitirip 2’inci yüzyılına girmesinin arifesinde olduğumuz bir dönem. Böylesi tarihi bir dönemde seçimlere giriyoruz. Türkiye’nin 2’inci yüzyılının başlangıcı inkara, yok saymaya, ötekileştirmeye, tekçiliğe dayanan bir ikinci yüzyıl mı olacak, yoksa hakikate ve gerçeğe dayanan, halkların iradesinin, toplumsal inanç kesimlerinin, kültürel tarihi halkların yaşam bulacağı, özgürlüklerin sağlanacağı bir 2’inci yüzyıl mı olacak? Temel mesele bu. Bu temel parametrelerle baktığımızda elbette ki 14 Mayıs seçimleri hakikaten yok sayılan, ezilen halklar açısından çok kritik bir yerde duruyor. Türkiye’deki bütün sol, sosyalist, devrimci kesimleri ve aynı zamanda Kürdistan’daki tüm dinamikleri, halkları, inançları, kesimleri bu temel değerler, bu eksen etrafında buluşturup bu seçime güçlü bir şekilde hazırlanmak ve bu seçimden zaferle çıkmak gerekiyor.
Tam da bu noktada TİP’i sormak istiyorum. TİP’in seçime tek liste ile girmeme kararı bazı kesimlerce eleştirildi. Bunun seçimin muhalefet açısından kazanımlarına zarar vereceği görüşünde olanlar var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Türkiye İşçi Partisi’yle uzun zamana dayanan bir birlikteliğimiz var. Hem yoldaşlık hukukumuz hem de iki siyasi güç olarak bir birlikteliğimiz söz konusu. TİP aynı zamanda Emek ve Özgürlük İttifakı’nın önemli bir dinamiği. Elbette ki az önce uzun uzun bahsettiğimiz denklemler nedeniyle çok kritik olan bu seçime herkesin hassasiyetle yaklaşması gerekiyor. Türkiye İşçi Partisi ile ortak listeyle seçime girme çaba ve arzumuz, taleplerimiz hem kamuoyuyla hem de çeşitli kurullarımız tarafından dile getirildi. Uzun süredir yürütülen bir tartışma söz konusuydu. Bu seçimin hiçbir şekilde riske atılmaması gereken bir denklemde durduğunu, bazı önceliklerin ertelenebileceğini ifade ettik. Partisel önceliklerin bu seçim sürecinde ertelenmesinin elzem olduğunu söyledik. TİP’li yoldaşlarımıza bu konuda önerilerimizi, görüşlerimizi ilettik. Fakat gelinen aşamada kendi listeleriyle, partilerin isimleriyle seçime girme kararı aldılar. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın bir bileşeni, bir parçası ama ittifak listesinde, kendi logosuyla seçime girmek ısrarları ortaya çıktı. Buna ilişkin de kamuoyunda gelişen kimi tepkiler, eleştiriler de oldu. Fakat Genel Başkan Sayın Erkan Baş’ın açıklaması bizce çok samimi ve bu konuda birçok eleştiriye de cevap olabilecek nitelikte diye düşünüyorum. Bir milletvekilinin bile çok kıymetli olduğu böylesi bir tabloda, ortamda hiçbir şekilde ortaya çıkacak kazanımlara zarar vermeyeceklerini ifade etti. Bu konuda kamuoyunu belli ölçüde rahatlattı. Önemli bir açıklamaydı.
Bu aşamadan sonra eleştirileri sürdürmenin ya da neden tek listeyle seçime girilemediğine ilişkin tespit ve değerlendirmelerde bulunmanın çok bir anlamı hakikaten bulunmuyor. Bundan sonrası sahanın analizini yapıp birbirimize zarar vermeyecek şekilde, aksine birbirimizi güçlendirebilecek bir atmosferini hep birlikte yaratmak olmalıdır. Ortak listeyle seçime girilecek bir uzlaşıya varılamaması bizler açısından bir eksiklik, halka, topluma karşı verebileceğimiz bir öz eleştiri olabilir. Bu konuda eksik kaldığımızı ifade edebiliriz. Fakat şu saatten sonra bu 40 günlük pratik seçim sürecini en güçlü şekilde geçirmeye odaklanmalıyız.
Bu seçimde iktidar değişir mi bilinmez ancak sizin değerlendirmelerinize bakılırsa böyle bir durumda da Kürtler için bir mücadeleye işaret ediyorsunuz. Seçimden sonra Kürtler açısından nasıl bir süreç öngörüyorsunuz?
Öncelikle altını çizmek istiyorum ki biz bu iktidarı göndermekte kararlıyız. Toplumsal değerlerimize, mücadelemize her yönü ile savaş açmış ve bu konuda ısrar eden bir iktidar var. Bu artık bizler açısından bir savaş iktidarıdır. Buradan Kürt halkının geleceğine, Türkiye demokrasisine ilişkin bir gelecek beklemek mümkün değil. Bu nedenle de bu iktidarın gidişine ilişkin mücadelemiz çok net, çok açık ve bunu her yerde de ifade ediyoruz. Ancak bu şu anlama gelmiyor. Bunun yerine gelme olasılığı olan Millet İttifakı’na koşulsuz, şartsız güven duyan, toplumsal ve siyasal sorunların çözümünü tamamıyla onların masasından bekleyen ve kendisini beklentili hale koyan bir Kürt siyasi hareketi ve Türkiye demokrasi güçleri söz konusu değil. Bugüne kadar Kürtler ne kazanım elde ettiyse mücadelesiyle ve direnişiyle elde etti. Bundan asla ve asla geri adım atmayacağız. Kürtler hiçbir zaman kendi siyasal ve toplumsal taleplerini iktidarlardan ya da bir siyasi partiden beklemedi. Olası yeni hükümetten de böylesi bir beklentimiz söz konusu değil. Bunu çok açık bir şekilde ifade ediyorum. Seçimden sonra da Kürt siyasi hareketini, Kürt toplumunu, Kürt kurumlarını, Kürt örgütlerini, Türkiye demokrasi güçlerini, özgürlükçü güçleri çok daha büyük, etkili bir mücadele dönemi bekliyor. Ne kadar birlik olursak, ne kadar yan yana durursak, ne kadar omuz omuza birlikte hareket edebilirsek çözüm atmosferini de o oranda güçlendirebiliriz.
Türkiye Parlamentosu bugün işlevsiz durumda. Önümüzdeki süreçte Türkiye Parlamentosu’nu, temel meselelerin çözümünde etkili bir noktaya taşımak istiyoruz. Bu da elbette ki bizim gücümüzle, parlamentodaki temsiliyet gücümüzle olabilecek bir şey. Bu konuda kimi yanılgılı değerlendirmelerimiz varsa da kamuoyuna yönelik bunun altını özellikle çizmek istiyoruz. Yani Kürtleri 14 Mayıs sonrası iktidar değişikliğinden sonra da çok daha güçlü bir mücadele dönemi bekliyor. Türkiye’nin geleceğinin çıkışının yol haritası olarak ifade ettiğimiz 3’üncü Yol ve bunun adresi olan Emek ve Özgürlük İttifakı, Kürt Özgürlük ve Demokrasi İttifakı aslında Türkiye’nin demokrasisine ve özgürlüklerine gidecek yolun kapısını aralayacak. Biz bu iktidarı gönderirken Millet İttifakı’na entegre olan, onun arkasında sürüklenen değil, tam tersine, mücadelesiyle, direnişiyle ve siyasal perspektifiyle Türkiye halklarının ve özelde Kürt halkının taleplerini dile getiren, savunan bir yerde duracağız.
Demokratik siyaset konusundaki ısrarınızı ifade ediyorsunuz. Aslında bir yandan da demokratik siyaset yapma kanallarınız tutuklamalarla, baskılarla sürekli olarak tıkanmaya çalışılıyor. Kürt sorununun demokratik siyasetle çözüleceğine dair umudunuzu nasıl koruyorsunuz?
Kürt sorununun çözümünün yöntemlerine ilişkin geçmişten günümüze yürütülen çok farklı tartışmalar söz konusu. Bu tartışmalar hala da devam ediyor. Özellikle de baskının ve inkarın çok daha yoğun olduğu AKP iktidarıyla birlikte bu tartışmalar yoğunca yaşanıyor. Bu yadsıdığımız, görmezden geldiğimiz bir durum değil. Fakat bu duruma alternatif bir seçenek de yok. Biz şuna inanıyoruz. Bugün inkar konsepti her yönüyle çıkmaza girmiş durumda. Bu elbette ki kendiliğinden anlamsız hale gelmedi. Halkların, Kürt halkının, toplumun direnişiyle, mücadelesiyle, bin bir emekle bu hale geldi. Bugün eğer inkar zihniyeti işlevsiz hale gelmişse, çıkmaza girmişse toplumun direnişi sayesinde. Cumhuriyetin 2’inci yüzyılında Türkiye Cumhuriyeti olarak ifade edilen devlet yapısı kendisini hangi zihniyetle kendisini şekillendirecek? Şimdi bunun tartışmasını yürütülüyor. Bu tartışmayı sadece Kürtler yürütmüyor. Bugün Millet İttifakı’nın ya da muhalif partilerin bütün dinamik siyasi partileri de yürütüyor. Kimisi devleti restore etmenin peşinde. Kimisi tekrardan devlete itibar kazandırmanın arayışı içerisinde. Kimisi devleti daha hukuk zeminine çekmenin arayışı içerisinde. Cumhur İttifakı’nın bileşenleri de devleti daha katı, otoriter, baskıcı, zorba, despotik ve diktatöryal bir zemine çekmenin arayışı içerisinde.
Biz de diyoruz ki biz bu toprakların hakikatine göre bu Cumhuriyet’i demokratikleştireceğiz. Bunun çözümü de yolu da yöntemi de demokratik siyasal mücadele zeminidir, eksenidir. Buna inanan milyonlarca insan var. Türkiye devlet aklı artık bir karar vermek durumunda. Ya bu sorunu çözecek, demokratik bir cumhuriyeti demokratik anayasa temelinde taçlandırıp 2’inci yüzyıla böylesi bir zeminin içerisinde girecek ya da daha fazla despotik, daha fazla baskıcı, daha fazla otoriter ve diktatöryal bir rejimle Türkiye’nin, halklarının geleceğini tarifi imkansız bir uçuruma sürükleyecek. Böylesi bir eşikteyiz. Bugün Kürt hareketi, Türkiye siyasetinde önemli üçüncü bir gücü ortaya çıkardı. Biz bunu önümüzdeki süreçte Türkiye siyasetinin kurucu bir aklı, kurucu bir aktörü olma noktasına taşımak istiyoruz. Yani cumhuriyete kendi rengimizi, 3’üncü Yol’un rengini vermek istiyoruz. Buna gücümüz var.