Bahadır Altan
Sırtında yumurta küfesi taşımıyor olmak ne büyük şey; ağzından çıkan her sözün sadece kendini bağlaması ne büyük özgürlük. Bu özgürlüğü sonuna kadar kullanacağım bu yazıda…
HDP ve Kürt Sorunu konusunda, HDP ve Kürtlerin olmadığı ortamlarda ahkam kesenlerin hepsine birden (“alayına” demek daha da uyar aslında) hem de yüksek sesle bir “hadi ordan” çekerek başlayayım…
Öncelikle durup durup da şimdi, “HDP’yi meşru muhatap alabiliriz” diyen Kılıçdaroğlu’na ulaşsa bu sözüm! Sonra da gene şimdilerde “Kürt Sorununu HDP ile çözüme kavuşturmaktan” söz edenlere doğru yankılansa keşke! Ve iki gündür ekranlarda bu “çıkışı” HDP’ye uzatılan ve “çok iyi değerlendirilmesi gereken bir lütuf” olduğunu ifade edenlere de daha yüksek sesle bir “hadi ordan” diyerek devam edeyim…
Aklınız neredeydi yıllardır? Haydi o çook eskilere gitmeyelim, 40 yıl öncesine de değil, ama en azından 6 yıldır aklınız neredeydi? Erdoğan ve ortakları 7 Haziran 2015’den beri kurdukları ortaklığın devamı için, iktidarda kalabilmek için bu ülkeyi kana bularken aklınız neredeydi? Attıkları her mermide, topta, bombada mıymıylansanız da gidip yanında saf tutarken aklınız neredeydi?
Altı yılda sadece zırhlı araçların ezmesi sonucu kaç çocuk öldü biliyor musunuz?
Şırnak’ta daha iki hafta önce hani bisikletiyle birlikte ezilen Miraç’ı hatırlıyor musunuz?
Van merkezde İpekyolu İlçe Emniyet Müdürlüğünün önünde yerli ve milli kirpinin ezdiği 4 yaşındaki Taha’yı? Silopi’de gece evlerine giren polis aracının uykularında katlettiği Furkan ve Muhammed’i? Siirt Çal mahallesinde ejder tipi zırhlı aracın çarptığı 6 yaşındaki Felek Batur’u?
Ya zırhlı araçlardan kaçamayacak kadar yaşlı olanları: Dersim Seyit Rıza Meydanı’nda yine yerli ve milli kobranın çarptığı 71 yaşındaki Naciye Özdemir’i, 92 yaşındaki Ali Sezer’i, Lice’de 70 yaşındaki Pakize Hazar’ı ve onun taziyesinden dönenlerin arabasına çarpan, bu sefer tipi ejder olan zırhlı aracın öldürdüğü 74 yaşındaki Mahmut Öner’i, 64 yaşındaki Mevlüt Dağtaş’ı, kardeşi Abdülhamit Dağtaş’ı, Fikri Demirbaş’ı, annesi Zeyel’i…
Cizre’de zırhlı araçla çarptığı 5 yaşındaki Hakan Saray’ı orada bırakıp kaçarak kan kaybından ölmesine neden olan polisi ve bütün bu cinayetlerin faillerinin cezasız kaldığını, sizin mecliste tek bir soru dahi sormadığınızı, çünkü ölenlerin Kürt olduğunu biz hep hatırlayacağız biliyor musunuz?
“Kürt sorunu vardır” diyenleri vatan haini ilan eden faşistler varlıklarının gereğini yapıyor aslında. Yeterince de afişe oldular ve artık Türkiye’nin yakasından düşecekleri bir süreç başladı. Bu nedenle onlara söylenecekleri başkalarına bırakmalı diye düşünüyorum. Ama Halk TV’de hem de tam bu zamanda “İHA ve SİHA’ların terörü tehdit olmaktan çıkardığı” yorumunu yapan ve sanki kendini bu kirli savaşın galibi gören Kadri Gürsel de eksik kalmasın: “Haydi Oradan!”
Asıl yanılgı, yeniden demokratik bir iktidara duyulan ihtiyacın iyice belirginleştiği bir dönemde bu kafaların sorunları çözeceğine inanmak isteyenlerin yanılgısıdır. Bu kendini ülkenin “elit” “asilzade” sahipleri gören üstenci aklın ülkeye demokrasi ve barış getireceğini düşünmek saflık olur.
Çok açıktır ki Kürt meselesinin çözümü Türkiye’nin demokratikleşmesiyle mümkün. O nedenle sorunu Kürt Sorunu değil, Türk Sorunu, Demokratikleşme Sorunu diye ifade etmek bana doğru geliyor. Bu gerçekleştiğinde, savaş yolu da kendiliğinden kapanır.
İktidar ve ortakları 7 Haziran 2015 seçimleriyle kaybettikleri iktidarı, sivil bir darbeyle yeniden gasp ederek, sorunu ve düşmanlığı derinleştirerek, savaş temeline oturttular. Yarattıkları kışkırtıcı milliyetçi rüzgârla muhalefeti de dümen suyuna aldılar. Bunun bedelini de başta direnen Kürtler ve devrimciler olmak üzere bütün ülke kanla acıyla ödedi.
Yeniden ve yeniden aynı acıları çekmemek üzere bir çözüm mümkündür. Bunun için öncelikle şu gerçeği görmek gerekiyor: PKK, terörün nedeni değil sonucudur. Türkiye’ye adalet ve eşitliğin egemen olduğu, insan haklarına dayalı bir demokrasi geldiğinde ne savaş kalır ne de Kürt Sorunu. Her şeye rağmen, bütün katliamlara, baskılara, on binlerce kadrosu zindanlara tıkılmasına rağmen Kürt Hareketi de, HDP de yıllardır barış barış diye haykırıyor. Savaşı dayatan, sınırların ötesine askeri birlikler, uçaklar gönderen, kahramanlık hamasetiyle bunu kutsayan kimdir? Bunu duyamayacak kadar sağır bir kulağa ne fısıldasanız boş ama bıkmadan usanmadan anlatacağız. Savaşı isteyenler ondan çıkarı olanlardır. Düşününüz, ürettiği savaş makinelerini dünyaya pazarlamaya çalışanlar kimlerdir?
Konunun daha önce değil de iktidarın çözülme sürecinde tartışılması da anlamlı değil midir? Güçlü olduğunda bunların sözünün dahi edilmesine cüret edemeyen muhalefetin şimdiye kadar ülkenin bu en önemli meselesinde iktidarın korkusundan dümen suyunda olmayı yeğlediğinin itirafıdır. HDP mi değişmiş de şimdi onların deyimiyle “Türkiye’nin Partisi” haline gelmiştir? Bu arkadaşların önce kendi meşruluğunu, 20 yıldır her türlü değeri ayaklar altına alan, ülkeyi, doğayı talan eden bir iktidarın sürdürülmesindeki paylarında araması gerekmiyor mu? Halkıyla beraber cesaretle, zorbalığın, diktatörlüğün, zulmün karşısında direnenlerin meşruluğunu tartışmak kimsenin harcı da hakkı da değil.
HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar “Barış lütfedilmez, inşa edilir” diyor. Biz de buna özellikle temelde kullanılacak çürük malzeme ve kötü işçilik tehlikesine dikkat çekerek katılıyoruz.