Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü sayın İbrahim Akın ile birlikte Yeşil Sol Parti’nin kuruluş sürecini, yaşanan krizleri, seçimleri ve sonuçlarını, ekoloji mücadelesini konuştuk.
Sayın İbrahim Akın uzun yıllar süren mücadele pratiğinin ve teorik deneyiminin verdiği güç ile sorularımızı yanıtladı, çok önemli konular hakkında açıklamalarda bulundu.
İyi okumalar…
Hakan Yurdanur: Bir konuşmanızda “Yeşil Sol Parti 11 yıl önce kuruldu. HDP’nin kurucu partilerindendir. Yeşil Sol Parti Kürtlerin, Türklerin, Arapların ortak partisidir” demiştiniz. Yeşil Sol Parti’yi biraz daha yakından tanıyabilir miyiz?
İbrahim Akın: Evet, 600 kadar arkadaşımızın kurucu olarak yer aldığı Yeşil Sol Parti’yi 11 yıla yakın bir zaman önce, 25 Kasım 2012’de kurduk. Daha sonra HDP’nin kurulması sürecinde kurucu partilerden biri olarak yer aldık. Halkların Demokratik Partisi’nin bir bileşeni olarak Türkiye’nin siyasi tarihinde üçüncü yolun kapısını aralamış olduk.
Bunun önemini bugünün siyasi konjonktüründe net bir şekilde deneyimliyoruz. HDP’ye yönelik siyasi baskı ve engellemelerin esasen Türkiye’nin bütün ezilenlerine yönelik olduğunun farkında ve bilincindeyiz. Bu sebeple HDP’yi siyaset dışı bırakma çabalarının karşısında bugün Yeşil Sol Parti dimdik bir şekilde duruyor. Bu mücadelenin çok bileşenli bir şekilde yürütülmesi, Türkiye’nin ihtiyacı olan üçüncü yol hattının daha güçlü olmasını sağlamakta ve tekçi siyasi anlayışın karşısında Türkiye halkları adına bir bariyer olarak durmaktadır.
Buradan hareketle bizler, yani toplumsal mücadelenin en geniş demokrasi cephesi ile sürdürülmesi gerektiği inancıyla hareket eden bugünün Yeşil Sol Parti kadroları, öncelikle Kürtleri, Alevileri, Emekçileri, Kadınları, Gençleri hülasa Türkiye’nin bütün ezilenlerini ve ötekileştirilenleri kapsayacak bir siyasi örgütlenme çalışması başlatmıştı. Başta Kürt sorunu olmak üzere Türkiye’deki mevcut toplumsal sorunların çözümüne yönelik ortaya çıkan bazı yaklaşım farkları, bizi çok daha geniş birlikteliklerin ve demokratik, çoğulcu, eşitlikçi bir muhalefetin en geniş kesimlerle birlikte yaratılması gerektiği konusunda harekete geçirdi. Bunun sonucunda 2010 yılında Eşitlik ve Demokrasi Partisi’ni (EDP) kurduk. Ardından da EDP-Yeşiller Partisi birleşmesi ile ülkemizde toplumsal mücadele tarihinde büyük deneyimler biriktirmiş olan sol-sosyalist-demokrat kesimlerle, Türkiye’de ekoloji hareketinin temelini atan ekolojist çevreleri bir araya getirdik ve Yeşil Sol Parti adıyla yolumuza devam ettik.
Yeşil Sol Parti bütün toplumsal mücadele ve hak arayışlarının adresi konumundadır. Emeğin sömürüsüne karşı emekçilerin haklarının kazanılmasından toplumsal cinsiyet mücadelesine, LGBTİ+ haklarından gençliğin talep ve itirazlarını temel alan mücadelesine, halkların demokrasi ve kimlik mücadelesinden hayvan haklarına ve doğanın rant ve sömürüsünü esas alan anlayışa karşı ortaya konulan ekoloji mücadelesine kadar, yani aslında toplumsal olan her konuda kapsamlı analizler yapıp çözüm önerileri geliştiren bir partidir.
Hakan Yurdanur: Türkiye bildiğiniz gibi krizler sürecinin içerisinde. Ekonomik, siyasi, ekolojik krizler ve bunların toplamı anlamına gelen çöküş hali ile karşı karşıyayız. Bu krizler aynı zamanda bir yönetememe krizine de denk geliyor mu sizce?
İbrahim Akın: Biz uzun zamandır Türkiye’nin içinde bulunduğu bu durumu çoklu kriz olarak ifade ediyoruz. Yaşamımızda, siyasi iktidarın dokunup da kaosa neden olmadığı, krize dönüştürmediği bir şey neredeyse kalmadı. Bunun son örneğini 6 Şubat 2023 tarihinde yaşadığımız depremler sonrasında bir kez daha acı şekilde gördük. Depremlerde yıkılan şehirlerin enkazı altında 50 bini aşkın yurttaşımız can verdi. Ama aynı zamanda bugünkü rejim de bütün kurumlarıyla ve merkezileşmiş tekçi yapısıyla o enkazın altına gömülmüş oldu. Bu ucube yönetim sistemi çökerken kendisiyle birlikte koca bir ülkeyi ve milyonlarca insanı da dibe çekiyor.
Elbette bir yönetememe krizinden de bahsedebiliriz. Öte yandan şunun da altını çizmek gerekir. Çoklu kriz sürecinde olduğumuz bir gerçek. Fakat bu durumun kimin için kriz, kimin için fırsat olduğunu da göz ardı etmemek gerekir. Bugünkü tekçi rejim, milyonlarca insanın hayatını felç eden krizleri bir avuç sermaye sahibi için fırsata dönüştürme mekanizması olarak çalışıyor. Ekonomik krizi işverenler için, konut krizini emlak spekülatörleri için, depreme dayanıksız kentler krizini rantçı inşaat çevreleri için, ekolojik krizi doğayı metalaştıran kapitalist şirketler için fırsata dönüştüren bir mekanizma ile karşı karşıyayız. Bu tekçi rejim bütün mesaisini bunun için harcıyor. Bir avuç mutlu azınlık için, milyonlarca yurttaşı soyup soğana çevirenlerin bu durumu bir kriz olarak görebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla başta beşli çete olarak adlandırdığımız yandaş müteahhitler ve iktidarın yarattığı bağımlı ilişkiler içerisinde olan tüm yapıların, yurttaşların lehine oluşturulan bu mekanizmanın birer cıvatası olarak işlev görmeleri ve kaçınılmaz bir şekilde krizlerden beslenmeye devam etmeleri bir politik anlayışın sonucudur.
Hakan Yurdanur: Her yanımızı milliyetçiliğin yükselen dalgaları sarmış durumda. Anti-milliyetçi bir duruş aynı zamanda resmi ideolojiye karşı da bir duruş olabilir mi? Bunun için neler yapmalı?
İbrahim Akın: Bütün baskı rejimleri ayakta kalabilmek için önce çeşitli düşmanlar yaratarak topluma korku, endişe ve geleceğe dair güvensizlik yayarlar. Bu şekilde halkı tek adam rejimi olarak karşımıza çıkan dikta rejiminin arkasında toplamaya ve baskıcı politikaları için toplumsal rıza üretmeye çalışırlar. Bunun örneklerini defalarca yaşadık. Siyasi ve ekonomik anlamda sıkışan iktidarın, sorunlara çare bulmakta zorlandıkça güvenlikçi politikalara nasıl yöneldiğine, halkın refahından kısarak finanse ettikleri çatışmalı ve yayılmacı savaş politikalarını sürdürmek amacıyla milliyetçiliğe her defasında can simidi gibi nasıl sarıldığına yakın tarihimizde defalarca tanık olduk.
Ülke içindeki siyaseti de dizayn ederken, ötekileştirici, ayrıştırıcı, yok sayıcı söylemin sıklıkla kullanıldığını defalarca gördük. Başta HDP’li siyasetçiler olmak üzere politikacıları siyasi rehine haline getirirken, halkın iradesine kayyım atarlarken hep aynı milliyetçi zemini kullandılar.
Türkiye’de de gördüğümüz milliyetçiliğe dayalı bu tekçi zihniyet, bütün baskıcı rejimlerinin en çok kullandığı argüman oldu. Milliyetçilik rüzgârıyla yelkenlerini şişirip yollarına devam etmeye çalışan dikta rejimlerini durdurmanın yolu, bu tekçi-milliyetçi zihniyete dur demekten geçiyor.
Homojen bir toplum inşa etmeye çalışan Türkiye Cumhuriyeti, yüz yıldır Türk ve Sünni merkezli bir ulus yaratmak için, belli bir grubun dışında kalan herkesi mümkünse asimile, değilse tasfiye edilmesi gereken ‘öteki’ olarak görüyor. Bir avuç elitin tahayyül ettiği homojen toplumu inşa etmek için uygulanan milliyetçi politikaların mağduru olmayan toplumsal grup neredeyse kalmadı. Türkiye’nin yüz yıldır sırtında taşıdığı aşırı merkeziyetçi idari yapı, bölgesel eşitsizliklerin, etnik çatışmaların, doğa tahribatının ve ülkenin yönetilemez hale gelmesinin en önemli nedenleri arasındadır. İnsana yakın, tanınabilir, kolay yönetilebilir ve demokratik bir idari yapı siyasi olduğu kadar yönetsel açıdan da artık bir zorunluluktur.
Kürt sorununun ve kimliğe dayalı diğer tüm çatışmaları çözmenin yolu ancak, yerelin ve halkların kendi kendini yönetmesine olanak verecek demokratik, katılımcı, yerel ve yerinden yönetim esasına dayalı idari ve siyasi bir yapı oluşturmakla mümkün olur.
Hakan Yurdanur: Demokrasiden bu kadar yoğun bahsediliyor olması aynı zamanda demokrasinin içinin boşaltılması anlamına geliyor. Partiniz bu konuda yeni tespitler yapıyor ve kendi gerçeğimiz ile örtüşen demokrasiyi yeniden tanımlıyor. Bu konuda ki görüşleriniz nelerdir?
İbrahim Akın: Hedefimiz insanların, hayatlarıyla ilgili her karara her düzeyde katılımını mümkün kılan, doğrudan demokrasi idealine sahip çıkan, yerel politikanın ve yerel düzeyde kararlara katılımın belirleyici olduğu katılımcı ve kapsayıcı bir demokratik düzen kurmaktır.
Biraz önce de söylemiştim, bugünkü temsili demokrasi, ne yazık ki bir demokrasi karikatürüne dönüşmüş durumdadır. Bugünkü sistemin ne temsil özelliği kalmıştır ne de demokratik bir yanı… Gerçek bir demokrasinin yolu, devletten çok halkın örgütlenmesinden geçer. Aşırı hiyerarşik bir devlet yapılanması giderek totaliter bir baskı aracına dönüşür. Bütün yapıları kendine tabi kılan bir siyasi anlayış, diğer bir deyişle parti devleti anlayışı, pratikte sivil olan yapıların tamamını yutar ve işlevsiz bırakır. Türkiye’de olan da bu.
Bu yüzden hiyerarşik yapılanma yerine yatay yapılanmanın demokrasi fikrine daha çok denk düştüğünü savunuyoruz. İkinci yüzyılında Cumhuriyet’i demokratik bir cumhuriyet yapmak için yola çıktığımızı söylerken altını çizerek belirttiğimiz özgürlükçülük, katılımcılık, eşitlik gibi ilkeler bir karikatüre dönüştürülmüş olan demokrasiyi kendi öz niteliklerine kavuşturma hedefimizi ifade ediyor. Biz, bugünkü Türkiye siyasetinde üçüncü yolu açtığımızı söylüyoruz.
Üçüncü Yol, sermayenin egemenliğine dayalı tekçi ulus-devlet anlayışına karşı, egemenlerin biri sağda biri solda gözüken iki tarihsel blokunun dışında ezilenlerin tarihsel ittifakını ve egemen güçlerden bağımsız bir yürüyüş çizgisini ifade ediyor. Demokrasiyi de bu güçlerin yürüyüşüyle inşa edeceğiz. Üçüncü yol çizgisinin temel stratejik hedefi bütün eşitsizlik ve sömürü biçimlerine, mevcut egemenlik ilişkilerine son veren, doğanın yağmalanmasına karşı yeni bir yaşam idealini gerçekleştirmektir. Demokratik Cumhuriyet’in vazgeçilmezleri, çoğulcu, eşit, özgür, doğadan yana olması ve insanca yaşama hakkını öncelemesidir. Bu demokratik cumhuriyette hiç kimse dili, dini, etnik kökeni, cinsel yönelimi, kadın ve genç olması, siyasi düşüncesi nedeniyle baskı altına alınmayacaktır. Bu cumhuriyette insanın, doğanın egemeni değil bir parçası olduğu kabul edilecektir. Bu Cumhuriyette devlet toplumun egemeni olmayacaktır. Hizmet eden devlet gibi içi boş sloganlar değil yatay toplumsal örgütlenmeler üzerinde yükselen bir yapı inşa edilecektir.
Hakan Yurdanur: Bu seçimleri diğer seçimlerden farklı kılan en temel özellikleri sıralamak gerekirse neler söylenebilir?
İbrahim Akın: Türkiye tarihsel olarak önemli bir kavşaktadır. Mevcut tek adam rejimi hayatımızın her alanını büyük bir kriz alanına çevirmiştir. Temel hak ve özgürlüklerden kadın haklarına, emeğin ve doğanın haklarından gençlerin geleceğine ve yaşama dair ne varsa her alan, tek adam rejiminden kaynaklanan büyük bir tehdit ve saldırı altındadır. Bu gidişe dur demek zorundayız, başka bir seçeneğimiz yoktur.
Toplumda bir değişim isteği var. Bu isteği artık herkes görüyor. Bu değişim isteğinin siyasi bir iradeye dönüşmesi ve geleceğe doğru akacak bir mecraya taşınması gerekiyor. Ne tek adam rejimi ne kendisini restorasyoncu olarak ifade eden muhalefet, Türkiye halklarını katılımcı, eşitlikçi, ekolojik demokratik bir geleceğe taşıyamaz. Ülkenin, açılması için emek harcadığımız, büyük bedeller ödediğimiz yeni bir yola, üçüncü yola ihtiyacı var. İşte önümüzdeki seçim, bu mücadeleyi yapabilmek için hepimize bir kapı aralayacak. Bu seçimlerle her gün giderek büyüyen cehennemin kapılarını kapatmak zorundayız.
Hakan Yurdanur: Seçim sloganınız “Buradayız ve Birlikte Değiştireceğiz” halklardan çok ciddi karşılık buldu. Bu aynı zamanda bir slogandan daha fazlası olsa gerek.
İbrahim Akın: Buradayız, esasen bir meydan okumadır. Bir iradenin inatçı bir şekilde beyanıdır. Çünkü HDP’ye yönelik bütün baskı ve engellemelere karşı bizler her zaman hazır olmak durumundayız. Bu hazır olma zorunluluğu halklarımıza verdiğimiz bir sözdür. O yüzden hukuksuz kapatma davaları, kayyım rejimi ile demokratik kazanım ve iradenin gaspı, HDP’li siyasetçilerin siyasi rehine olarak cezaevine atılması karşısında buradayız diyoruz.
Ayrıca bu slogan aslında nasıl bir hayatı tahayyül ettiğimizin de göstergesidir. Biz, bu yola çıkarken bizi bekleyen çok büyük görevler olduğunun, bunun sorumluluğunun ağır olduğunun farkındaydık. Sorumluluklarımızın gereğini yerine getirmeye gayret ederek ilerledik. Bunu yaparken aynılaşmadan bir arada olmanın, tek tipleşmeden ortak hedefe yürümenin, biat etmeden temel konularda ortaklaşmanın, farklılıklarımızla zenginleşmenin başarılması gerektiğine inanıyoruz.
Birlikte değiştirmek iddiası iki temel olguya işaret ediyor. İlki, bir çoğulluğu ifade ediyor. Konuşmamızın başından beri işaret ettiğim demokratik katılımcılık ilkesi ancak böylesi bir çoğulluk fikriyle hayat bulabilir. Birlikte olmak, herkesin kendi olarak ortak hedefe ilerlemesini içeriyor. İkincisi de değiştirme iradesinin sahiplenilmesidir. Yine biraz önce söylemiştim, bugün Türkiye toplumunda görmezden gelinemeyecek bir değişim isteği ve talebi var. Siyasetin temel görevlerinden biri toplumsal ihtiyaçları siyasi bir iradeye dönüştürmektir. Toplumdaki değişim isteğini siyasi bir iradeye dönüştürmek ve örgütlü toplumun kendisiyle birlikte yine toplumun ihtiyaçları doğrultusunda bir değişim yaratmak istiyoruz.
Hakan Yurdanur: Birkaç parti dışında genel çoğunluk ekoloji mücadelesinin gerisinden gelmekte. Böyle olunca da ekoloji mücadelesini ya kontrol altına almaya çalışmakta ya da yok saymakta. Yeşil Sol Parti’nin ekoloji mücadelesine bakışı hakkında neler söylersiniz?
İbrahim Akın: Yeşil Sol Parti, doğanın vazgeçilmez haklara sahip olduğunu, insanların, doğanın ve diğer canlıların haklarını ve yaşam ortamını koruma sorumluluğu taşıdığını savunuyor. Biz, kapitalist, sağ muhafazakâr, geleneksel, kalkınma ve büyüme kavramlarını kâr ve ekolojik yıkımın gerekçesi yapan, doğayı sonsuz bir kaynak deposu olarak gören düzen partilerinin karşısındayız ve farklıyız.
Doğayla uyumlu bir yaşamı ve yeşil bir geleceği savunuyoruz. Bunun için önce insanla doğa arasındaki bozulmuş olan ilişkiyi onarmak zorundayız. Bunun yolu üretim ve tüketim sistemini değiştirmeyi göze almaktan geçiyor. İnsanın olduğu gibi doğanın ve diğer tüm canlıların da vazgeçilmez hakları var. Bu hakların tamamı, Anayasa ve yasalarda toplum sözleşmemizin vazgeçilmezleri arasında yer almalıdır.
Eşitlik ve özgürlük için verdiğimiz mücadeleyi, ekolojik mücadeleden ayırmıyoruz. Kaz Dağlarına yönelik talandan, Cizre’deki ormanlara yönelik katliamlara, doğayı nefessiz bırakmaya yönelik salt kâr amacıyla hareket eden iktidarın dereleri, zeytinlikleri talan etmesinden, savaş politikaları sebebiyle yasaklanan ve umarsızca bombalanan yaylalar ve meralara kadar Türkiye’deki ekolojik mücadelenin merkezinde konumlanmaktayız. Dolayısıyla hem insanlar arasındaki eşitsizliğin hem de doğanın tahrip edilmesinin sorumlusu olarak kapitalist sömürü sistemini işaret ediyoruz. Hem insana karşı hem de doğaya karşı gerçekleştirilen bu sömürünün son bulması için öncelikle bugünkü vahşi kapitalizmi aşmamız gerektiğini savunuyoruz. Kapitalist sistemin restore edilerek evcilleştirilemeyeceğini ve bu yolla ekolojik yıkımın önüne geçemeyeceğimizi biliyoruz. Bugünkü sistem değiştirilmediği sürece, insanların ve diğer canlıların geleceği güvence altına alınamaz. Yeşil Sol Parti, insan hakları için olduğu kadar diğer canlıların ve tüm doğanın hakları için de mücadele ediyor.
Hakan Yurdanur: Bu değerli sohbet için çok teşekkür ederim. Son olarak eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?
İbrahim Akın: Sohbetimizin tamamında ifade ettiğim gibi bugün Türkiye’de konuşmayı erteleyemeyeceğimiz ve acil olarak çözüm üretmemiz gereken onlarca sorun var. Seçimlerin tek başına bütün bu sorunlarımızı çözemeyeceğinin biz de farkındayız. Ancak bu seçimlerle bugünkü kötü gidişe dur deme şansımız var. Bu şansı geri çevirme lüksüne kimse sahip değil. Bu nedenle herkesi ve özellikle de gençleri 14 Mayıs’ta oy kullanmaya, kendi geleceklerine sahip çıkmaya çağırıyorum.
Ayrıca, seçimler kadar seçimlerden sonraki süreçte siyasetin, parlamentonun ne yapacağı da çok önemli. 20 yıldan bu yana kurumsallaşmakta olan bugünkü rejime dur demek yetmiyor, özgürlükçü, eşitlikçi, barışçı, katılımcı ve doğadan yana olan yeni bir demokratik sistemin inşa edilmesi, demokratik, sivil ve katılımcı bir anayasanın yapılması hepimiz için kaçınılmaz bir görev.
Tüm bu nedenlerle, sandık başına gidecek bütün yurttaşlarımıza, milletvekili seçimlerinde Emek ve Özgürlük ittifakının parlamentoda en güçlü şekilde temsil olanağı elde edebilmesi için Yeşil Sol Parti adaylarına oy vermeleri çağrısında bulunuyorum. Cumhurbaşkanlığı seçimi için de kısa süre içerisinde hangi adayı desteklediğimizi kamuoyuna açıklayacağız. Seçmenlerimiz kime oy vereceklerini biliyorlar elbette ancak açık bir şekilde Yeşil Sol Parti desteklediği adayı kamuoyuna bildirecektir.