Hatay tabelası karşınızda belirdiği an büyük bir yıkımla yüz yüze geliyorsunuz.
Sanki bombalanmış bir kent gibi.
‘Hatay’a yardım götürülmüyor’ haberleri eşliğinde çıktığım yolda ne ben ne de gönüllüler bu kadarını beklemiyorduk.
Kent kelimenin en açık manasıyla kaderine terk edilmiş durumda.
Ne AFAD ekibi var ne de devlete ait herhangi başka bir kurtarma ekibi.
Neredeyse tamamı enkaza dönen kentte halk enkazları tabir-i caizse değil, gerçek anlamda tırnaklarıyla kazıyarak insanları kurtarmaya çalışıyor.
Adana, Mersin ve İstanbul’dan gelen gönüllüler, yıkık evlerin önlerinde ‘Sesimi duyan var mı?’ diye bağırıyor.
Ardından ses gelen evler işaretlenip, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin gönderdiği ekiplere haber veriliyor. Ancak ne yeterli sayıda insan var ne de ekipman. Öyle ki depremin ardından ikinci gece arama kurtarma çalışmalarındaki görevli saatlerce kepçe operatörü arıyor.
Kepçe var ama kullanmayı bilen operatör yok. Bir kara mizahın içinde olsak ‘ne ironik’ denilip geçilecek bu cümle, insanların yardım feryatlarına karışıyor gece boyu.
Gece enkazların arasında ses ararken bir genç, kız kardeşinin enkazda ses verdiğini ancak ekipman olmadığı için kurtaramadıklarını söylüyor.
Genç, gönüllülerle birlikte saatlerce uğraşıyor kardeşini çıkarmak için. 18 yaşındaki kadın en sonunda çıkarılıyor enkazdan. Göçükten sağ çıkarılan kadın, ambulans beklerken hayatını kaybediyor. Gönüllü hemşire, kadına kalp masajı yapıyor. Kalbi duran kadın, son bir umut araçla hastaneye götürülüyor bir minübüsün zemininde…
Saatler sonra bir ambulans sesi duyulduğunda, depremin ilk gününden beri orada olan gönüllü, başını şaşkınlıkla çevirip “İlk kez ambulans gördüm” diyor.
Öyle bir yokluk hali ki ambulanslar sadece hastaneye ulaştırılan ağır yaralıları çevre illere taşıyor. Ambulans bulunamadığında ise battaniyeye sarılan yaralılar kimi zaman yurttaşların arabalarıyla kimi zaman da minibüslerle taşınıyor.
Gece boyunca insanlar yanımıza gelip, enkazdan ses veren yakınları için yardım istiyor. Öfkeyle “Bir devlet bu kadar aciz olur işte” diyor kardeşi ve yeğenleri enkaz altında olan bir depremzede ve ekliyor: “Nerede bu devlet, hani AFAD nerede. Süleyman Soylu çıktı televizyona Hatay’ın adını bile anmadı. Biz bu ülkenin vatandaşı değil miyiz? Bizi gözden mi çıkardılar”
Başka bir depremzede ise AFAD’ın gelip gelmediğini soruyor bize. Bir apartmanın enkazında 10 akrabasının kaldığını sürekli gidip onlarla konuştuğunu ve kurtarmak için uğraştığını anlatıyor. Saatlerdir AFAD’ı beklediğini ve artık enkazdaki seslerin azaldığını söylüyor.
Bu binanın önünde dururken yanımıza gelen bir kişi, alt katı işaret ederek anlatıyor: “Burada çocukluk arkadaşım oturuyordu. Ben kendi çabamla biraz çıkarabildim cenazesini. Vücudunun bir kısmı dışarıda bir kısmı içerde, bakın” diyerek bize gösteriyor.
Cenazeler sokakta.
İnsanlar yanlarına çağırıp, enkaz altında yaşamını yitiren yakınlarını gösteriyor. “Bak işte bu kadar yakındık deprem yüzünden değil yardım olmadığından öldüler. Çek bunları herkes görsün” diyorlar.
Sabaha gözümüzü yaşlı bir kadının sesiyle açıyoruz. Torunları enkaz altında kalmış. Gördüğü herkesten yardım istiyor ağıt yakarak. “Ekiplere gece söyledim. Sabah geleceğiz dediler. Hani neredeler, kime gitsem biz bir şey yapamıyoruz diyor dayanamıyorum artık” diyor.
Ve orada bulunan kimsenin elinden yanında olmak dışında bir şey gelmiyor.
Ellerinden ne gelirse yapmaya hazır gönüllüler geliyor yine kente. İstanbul’dan gelen HDP’li ve devrimci gençler, hem getirdikleri erzakları dağıtıyor hem de enkaz çalışmalarına katılıyor.
Özgürlük Meydanı’nda Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin getirdiği çadır ve aşevleri depremzedelerin ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyor.
Meydanda oturan Selva Nurel, depremden eşiyle birlikte kurtulmuş ancak kuşunu evden çıkaramadığını ağlayarak anlatıyor. Çocuklarının kendisini İstanbul’a çağırdığını ancak gitmek istemediğini söylüyor: ”Benim tüm hayatım burada kızım nasıl giderim”.
Hayalet kente dönen Hatay’da sessizliği bölen, enkazdaki yakınları için ağlayan, bağıran insanların sesleri.
Yöneticilere nasıl öfkelilerse yardıma gelenlere de öyle minnettar olduklarını dile getiriyorlar: “Yetkililer yok ama siz iyi ki geldiniz”
Şehirde durum buyken Hatay’a girişte iş makineleri kuyruk oluşturmuş durumda. Bunun bir yardım seferberliği olduğunu düşünürken, gönüllüler ve Hataylılar “Bunlarla arama çalışması yapılmaz, şehri dümdüz etmek için gönderilmişler” diyor.
Bunun yanı sıra ambulans bulunamayan kente birer birer cenaze arabaları geliyor.
Velhasıl kelam ‘Hatay’a yardım götürülmüyor, enkazdan kurtarma çalışmaları yapılmıyor’ bilgileri eşliğinde girdiğim kentte, kelimelere dökebildiğimden daha korkunç, daha gerçek bir tablo ile karşılaştım.
Yüzlerine öfke ve acı sinen insanlardan da hep aynı şeyi duydum: İnsanları canlı canlı gömdüler!