Türkiye’de seçmen, 14 Mayıs’ta Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimleri için yaklaşık beş yıl sonra yeniden sandık başına gidiyor. İlkinde Millet İttifakı adayı kazanırsa cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin değişmesi mümkün. İkinci seçimde de Emek ve Özgürlük İttifakı meclis aritmetiğini etkileyecek sayıda milletvekili kazanırsa 40-45 yıldır kesintisiz devam eden neoliberal kapitalist politikalar kapsamında düzenlenmiş sosyal politikalar, haklar ve özgürlükler alanında soldan yeniden yapılanma mümkün olabilecek gibi görünüyor.
Ülkemizde seçimlere katılım dünya ortalamasının oldukça üzerinde. Avustralya dışında gerisinde kaldığımız ülke neredeyse yok gibi. Katılımın en yüksek olduğu ülkelerden birisi olan Brezilya’da 2022 seçimlerine katılım ilk turda yüzde 79,05, ikinci turda da yüzde 79,41 olarak gerçekleşmiş. Türkiye’de 2018 seçimlerine katılım yüzde 86,22 olarak açıklanmıştı. Her seçim dönemi yapılacak seçimin öncekilere göre taşıdığı önemin daha fazla olduğu, farklı farklı gerekçelerle birlikte tartışılması, paylaşılması ülkemizde olağan bir durum haline geldi. Bununla birlikte, AKP’nin Kasım 2002 seçimleri sonrasındaki seçimlerde (tek başına hükümet olma durumunu yitirdiği Haziran 2015 seçimleri de dâhil) kazandığı milletvekili sayısı, Kasım 2002’deki sayıya (363/550) hiçbir zaman ulaşamasa da oy oranı her seferinde (2007, 2011, Haziran 2015, Kasım 2015 ve 2018) bu seçimdekinden daha fazla oldu.
AKP-MHP iktidarının, Mayıs 2023 seçimlerinde muhalefetin milletvekili çıkartabilme olasılığını düşürme (ittifak üyesi partilerin seçim bölgelerinde kendi adlarına seçime girebilmesini sağlayarak) hedefiyle Nisan 2022’de gerçekleştirdiği Seçim Kanunu’ndaki tuzağa Emek ve Özgürlük İttifakı bile-isteye düşmüş olsa da AKP’ye oy vermeyecek olanlarda AKP’nin bu seçimleri kaybedeceğine dair beklenti hayli yaygın. Bu seçimde sandıkta esasında yalnızca tekçi yaşam biçimi, 21. yüzyıl faşizmi, hayat pahalılığı, yoksulluk, yolsuzluk, pandemideki pisi pisine ölümler, depremin felâkete dönüştürülmesi vb. Türkiye halklarının yaşadıkları değil, neoliberal patriyarkal kapitalizm de oylanacak. Sosyalist, sol muhalefet bu durumu görünür kılmak yönünde bugüne kadar hemen hemen hiçbir adım atmasa da Mayıs 2023 seçimlerinin temel önemi bu durumdan kaynaklanmaktadır.
1970’li yıllarda görünür olan kapitalizmin yapısal krizinin aşılabilmesi için başlangıçta Dünya Bankası (DB) ve Uluslararası Para Fonu daha sonra da Dünya Ticaret Örgütü gibi ulus ötesi sermaye kurumları, ABD hegemonyasında kapitalizmin yeniden düzenlenebilmesi için ilk adımlarını, postmodernizmin ideoloji alanındaki yapısal dönüştürücülüğüyle atmaya başladı. Ardından emek ve enerji yoğun, ucuz hammadde ve enerji için doğanın tahribatını ve talanını gerektiren üretim alanları bağımlı çevre kapitalist ülkelere kaydırıldı ve aralarındaki rekabetin her bir aşamada daha da artması sağlandı. Kendilerine-merkez kapitalist ülkelere de bu üretim alanları dışındakiler ve esas olarak da finans kapital alanının bırakıldığı, beraberinde çevre ülkelerden merkez ülkelere kaynak aktarmanın neredeyse bin bir yol ve aracının yeniden sağlandığı “şeytana dahi pabucunu ters giydiren” uygulamalar tek tek belirlendi. Ve bu uygulamalar, “yapısal uyum politikaları” kapsamında, çevre ülkelerin çoğunun almak zorunda oldukları uluslararası krediler karşılığında uygulama koşulu olarak dayatılarak yaygınlaştırıldı. Doksanlı yıllara gelindiğinde, neredeyse kapitalist ülkelerin tamamında neoliberal kapitalizm kurumsallaşırken, başta Doğu Avrupa’dakiler olmak üzere, sosyalizmin çözüldüğü ülkeler de sisteme dâhil edildi. Böylece patriyarkal neoliberal kapitalizm pazar olarak da genişleme olanağı buldu. Sadece ekonomiyi ve finans kapitali değil, aynı zamanda sermaye sahiplerinin ortak çıkarları doğrultusunda “yaşamı dönüştüren” politikalar hızlı ve yaygın olarak hayata geçirilebildi. Karşılarına çıkan engellerin aşılabilmesi için bazı ülkelerde asker bazı ülkelerde de sivil darbelerin gerçekleşmesine aracı olmaktan dahi kaçınılmadı. Neoliberal ekonomik politikalarla sağlıktan eğitime, eğitimden bitkisel ve hayvansal tarıma, enerjiden ulaşıma, bankacılık sisteminden üniversiteye olmak üzere, yaşamın neredeyse bütün alanlarını yapısal olarak dönüştürdüler. Haklar gereksinim, toplumsal bölüşümün yeniden düzenlendiği alanlar sermaye için birikim alanları haline getirildi. Kapitalizmin 1940’lı yılların ikinci yarısıyla birlikte, hayata geçirmeye çalışmak zorunda kaldığı “sosyal devlet” uygulamaları da bir çırpıda sonlandırılmış oldu. Sosyal devlet uygulamaları döneminde yaşananlar; yapısal uyum politikaları ile uygulamadan, postmodernizm ile de zihinlerden silinmeye çalışıldı. Başarısız olduklarını söyleyebilmek neredeyse olanaksız…
Türkiye’de de Milli Selamet Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisi’nin dışarıdan desteklediği (kerhen Milliyetçi Cephe Hükümeti olarak da adlandırılan) VI. Demirel Hükümeti döneminde 24 Ocak Kararları adıyla uygulanmaya çalışılan neoliberal kapitalist politikalara işçi sınıfı başta olmak üzere, yaşayabilmek için çalışmak zorunda olanlardan büyük bir tepki doğdu. Bunun üzerine, yaklaşık yedi ay gibi kısa bir süre sonra 12 Eylül 1980’de asker darbe gerçekleştirildi. Sendikalar, siyasi partiler kapatıldı, meslek örgütlerinin çalışmaları durduruldu, örgütlenme ve siyaset yasaklandı. Çok yaygın gözaltılar ve tutuklamalarla birlikte idamlarla da toplum korkutulup kontrol altına alınmaya çalışıldı. Ve patriyarkal neoliberal kapitalizmin politikalarının Türkiye’de hayata geçirilebilmesinin önündeki engellerin çok önemli bölümü kaldırılmış oldu. Ancak, yetmedi. Sistem bir türlü ulus ötesi sermayenin istediği biçimiyle yeniden yapılandırılamadı. Dünya Bankası birinci başkan yardımcılığı görevinden Şubat 2001’de istifa ettirilip, ertesi ay ekonomiden sorumlu başbakan yardımcılığına getirilen Kemal Derviş, “reçeteleri” güncelledi. Bunların olabildiğince hızlı ve istikrarlı bir biçimde uygulanabilmesi için de bu göreve talip olan AKP kadroları, partiyi kurduktan yaklaşık 14-15 ay sonra yapılan Kasım 2002 seçimlerinde geçerli oyların yüzde 34’üyle (seçmenlerin yüzde 26’sının oyuyla) milletvekilliklerinin yüzde 66’sını alarak hükümet oldular. Böylece Türkiye’de o zamana kadar ağır aksak ilerleyen ve ulus ötesi sermaye için yeterli hıza ve kapsama ulaştırılamamış olan kapitalizmin yeniden düzenlenmesine yönelik yapısal dönüşümleri hayata geçirecek aktörler belirlenmiş oldu. Bugünden o günlere bakıldığında da görülüyor ki söz konusu görevlendirme hedeflenen işleri gerçekleştiren “başarılı” bir işlem olarak tarihteki yerini alacak.
Birkaç, ancak aşılabilir pürüzün dışında neoliberal politikalar 20. yüzyıl sonunda tüm dünyada egemen hale gelmiş oldu. Bununla birlikte, Temmuz 2007’de ABD’de yaşanmaya başlayan Mortgade krizi ile birlikte, sistemin merkezinde ortaya çıkan finansal kriz, işleri karıştırdı. Bazı kaynaklara göre merkez kapitalist ülkelerin merkez bankaları tarafından toplamda yaklaşık 12,5 trilyon dolar kamu kaynağı, neredeyse herhangi bir faiz ödemesi talep edilmeden, sermaye sahiplerine aktarılmasına karşın, işler bir türlü düzelmedi. Sistem yeniden tıkandı. Ve neoliberal politikalar kapsamında yeniden yapılandırılan ekonomi, çalışma yaşamı, eğitim, bitkisel ve hayvansal tarım, enerji, sağlık, ulaşım vb. alanlardaki gelişmeler bir yandan toplumsal ve ülkeler arasındaki eşitsizlikleri ve yoksullukları daha da derinleştirirken, öte yandan o günlere kadar yaşanmamış düzeydeki doğanın talanı ve tahribatı da iklim krizini ortaya çıkardı. 21. yüzyıla girildikten sonra ortaya çıkan pek çok salgın ve afet patriyarkal neoliberal kapitalist sistemin neden olduğu “yaşamın krizi”nin bir sonucu olarak kabul edilmezken, 2019 yılı Aralık ayında ortaya çıkan COVID-19, 2020 yılının Mart ayında pandemiye dönüştü. Kısa sürede etkili aşının üretilmesine karşın, ülkeler arasındaki zenginlik farkına bağlı olarak ülke halklarının aşıya ulaşmasında da eşitsizlikler yaşandı. Fahiş fiyatlarla satılmak istenen aşıların kullanım süreleri depolardayken dolmasına karşın, gereksinimi olan ülkelere ve insanlara ulaştırılmadı. Rapor edilmiş olanlarla sınırlı olmak üzere, 15 Nisan 2023 tarihi itibarıyla, COVID-19, 685 milyon 612 bin kişiden daha fazla kişiyi hastalandırdı, 6 milyon 842 binden daha fazla sayıda kişinin de ölümüne neden oldu. Ancak sonlanmadı. Pandemi yeni yeni varyantlarla devam ediyor. Yeni depremlerin felakete dönüşme riski de.
Yukarıda da paylaşılan nedenlerden ötürü seçmen, 14 Mayıs 2023’te yalnızca AKP’nin uygulamalarını değil, beraberinde özünde bu partinin temsilcisi ve uygulayıcısı olduğu patriyarkal neoliberal kapitalizmi ve günümüzde “yaşamın krizini” de yaratmış olan politika ve uygulamalarını da “oylayacak”. O nedenle bu seçim öncekilerden çok daha önemli. O nedenle, bu gerekçenin (dünyada ve Türkiye’de son 40-50 yılda yaşananlar ve nedenleri) görünür kılınması, seçim sürecinde siyasallığı görece de olsa artan toplumla paylaşılması, böylesi bir gerekçenin 100 yıllık Cumhuriyet ya da Cumhuriyet’in ikinci yüzyılı kavramlaştırmaları arkasında görünürlüğünü yitirmemesi gerekiyor. Toplumun geniş kesimleri hem yaşadıkları olumsuzları ve onları uygulamaya koyanları hem de seçim ortamının sağladığı olanaklarla nedenini, perdenin arkasındaki(leri)ni de görebilmeli. Görebildiği zaman toplumsal eşitlik, eşit yurttaşlık ilkelerinin yapılandığı, toplum ve kişiler için var olan “yeni” bir cumhuriyet mümkün olabilecek…
Onur Hamzaoğlu kimdir?
Gülhane Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Halk Sağlığı ile Epidemiyoloji uzmanlık eğitimlerini tamamladı. 1988 yılından itibaren tabip odaları ve TTB’nin komisyon ve kollarında çalıştı. Dilovası’nda sanayinin neden olduğu çevre ve sağlık sorunlarının ortaya çıkartılması için bilimsel çalışmalar yürüttü ve Kocaeli’nde Sanayi Doğa ve İnsan kitabını hazırladı. Barış Akademisyenlerinden olduğu için Eylül 2016’da KHK ile üniversiteden çıkartıldı. Kurucuları arasında yer aldığı Kocaeli Dayanışma Akademisi (KODA) ve Karaburun Bilim Kongresi Düzenleme Kurulu üyesidir.