ırkçılık - Gazete Karınca https://gazetekarinca.com Sözün yükünü taşır Mon, 13 Mar 2023 08:33:41 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.1.1 https://gazetekarinca.com/wp-content/uploads/2020/07/cropped-karincalogo-512x512-1-32x32.jpg ırkçılık - Gazete Karınca https://gazetekarinca.com 32 32 Suriyeli depremzedelere ayrımcılık: ‘Kötü muamele var, çıkarılmakla tehdit ediliyoruz’ https://gazetekarinca.com/suriyeli-depremzedelere-ayrimcilik-kotu-muamele-var-cikarilmakla-tehdit-ediliyoruz/ Mon, 13 Mar 2023 08:30:24 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=248706 Maraş’ta Recep Tayyip Erdoğan Millet Bahçesi’ne kurulan çadır kentten çıkarılmakla tehdit edilen Suriyeli aileler, polis ve diğer görevliler tarafından kötü muameleye maruz kaldıklarını anlattı. Maraş’ın Elbistan ilçesindeki Cumhuriyet Mahallesi’nde yer alan çadır kentte kalan Suriyeli mülteciler, ‘hakkınızda şikayet var’ denilerek buradan çıkarılmıştı. Bunun üzerine Recep Tayyip Erdoğan Millet Bahçesi’nde kurulan çadır kente götürülen mülteciler burada […]

The post Suriyeli depremzedelere ayrımcılık: ‘Kötü muamele var, çıkarılmakla tehdit ediliyoruz’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Maraş’ta Recep Tayyip Erdoğan Millet Bahçesi’ne kurulan çadır kentten çıkarılmakla tehdit edilen Suriyeli aileler, polis ve diğer görevliler tarafından kötü muameleye maruz kaldıklarını anlattı.

Maraş’ın Elbistan ilçesindeki Cumhuriyet Mahallesi’nde yer alan çadır kentte kalan Suriyeli mülteciler, ‘hakkınızda şikayet var’ denilerek buradan çıkarılmıştı.

Bunun üzerine Recep Tayyip Erdoğan Millet Bahçesi’nde kurulan çadır kente götürülen mülteciler burada da ayrımcılığa uğruyor.

Mezopotamya Ajansı’ndan Yüsra Batıhan’ın haberine göre ilçe merkezine uzak bir noktada bulunan çadır kentte binden fazla çadır bulunuyor. Her çadırda en az 4 kişi kalıyor. Oldukça kalabalık olan çadır kentte 5 kabinden oluşan iki erkek, iki kadın tuvaleti bulunuyor. Banyoların sayısı ise sınırlı.

Çocuklar için kurulan stantlardan şeker almak isteyen çocuklara öncelikle “Suriyeli misin? “diye sorulduğu iddia edildi.

Ajansa konuşan birçok Suriyeli, ayrımcılığa uğradığını belirtmişti. Mülteciler I.A., K.A. ve N.Z. aileleri için yemek almaya gittiklerinde kendilerine 3 veya 5 kişilik yemek verilmediğini aktarırken, Suriyeli olmayan depremzedelere 3 veya 5 kişilik yemek verildiğini söyledi.

‘Suriyelilere az yemek veriliyor’

Söz konusu ayrımcılığı yerinde görmek için yemek sırasına giren gazeteciler, anlatılanların doğru olduğunu aktardı.

Suriyeli olmayan aileler 5 kişilik yemek istediklerinde yanlarında getirdikleri kaplara ya da tabldotlarına 5 kişilik yemek doldurulurken, Suriyeli mültecilerin ise bu talebi, “Tek kişilik yemek veriyoruz” veya “Yemeği isteyen kendi gelip almalı” yanıtı ile reddediliyor.

Çadır kentte, 5 çocuğuyla birlikte kalan N.Z. isimli kadın buraya yerleştirildiği günden bu yana sadece bir kez giysi yardımı aldığını, bu esnada da kendisine kötü muamele yapıldığını söyledi.

N.Z., “Çocuk gidiyor ekmek istiyor, sadece 1 tane veriyor. Çocuk ‘anneme istiyorum’ diyor, hakarete maruz kalıyor. Odun istiyorum, büyük odun veriyorlar. Kim kesecek bunları diyorum, ‘sen keseceksin’ diyorlar” dedi.

Çadıra yerleştirildiği günden beri ekmeğe bile erişmekte zorlandığını söyleyen N.Z., erişebildiği ekmeğin de komşuları tarafından verildiğini ifade etti.

‘Polis bana hakaret edip, fenerimi aldı’

N.Z. iyi beslenemediği için sütünün kesildiğini ve bebeğini emziremediğini belirterek, “Çocuklar 3 gün yemek yemedi. Komşudan bir somun ekmek aldım. Sadece 1 tane noodle verdiler, 2 tane isteyince vermiyorlar” ifadelerini kullandı.

N.Z., arkadaşları aracılığıyla edindiği bir şarjlı feneri şarj etmek için çamaşırhaneye götürdüğünde elinden alındığını belirterek, “Polisler bana kötü davranıyor, bağırıyorlar. Bana ‘hırsız’ deyip hakaret ettiler. Fenerimi Antep’ten 200 liraya almıştım. Geri vermediler” dedi. Tuvalete gittiğinde “temizlik yapılacak” diye çıkarıldığını aktaran N.Z. sürekli çadır kentten çıkarılmakla tehdit edildiklerini belirterek, “Su vermiyorlar. 10 gündür banyo yok. Çocuklar için meyve suyu ya da bisküvi alamıyorum” şeklinde konuştu.

Ayrıca çadır kentin etrafında hiçbir önlemi alınmamış. Çadır kentte, erkekler tarafından şiddet görmüş ve uzaklaştırma kararı aldıran birçok kadın var. Ancak çadır kentin etrafında ne bir tel örgü var, ne de girişte görevliler tarafından kontrol sağlanıyor.

HABER MERKEZİ

The post Suriyeli depremzedelere ayrımcılık: ‘Kötü muamele var, çıkarılmakla tehdit ediliyoruz’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Bursasporlu Şahin küfür için özür dilerken de başkasını suçladı https://gazetekarinca.com/bursasporlu-sahin-kufur-icin-ozur-dilerken-de-baskasini-sucladi/ Tue, 07 Mar 2023 13:19:13 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=247671 Sosyal medyada Amedspor maçındaki küfür görüntüleri gündem olan Bursasporlu Enver Cenk Şahin, tepkiler sonrası özür diledi. Ancak Şahin özür dilerken, küfrün sebebi olarak Amedspor kalecisini gösterdi ve maç öncesi ile maç sonrası da süren ırkçı saldırıları yok saydı. Maç için gittiği Bursa’da Amedspor’un kaldığı otelin önünde başlayan ırkçı gösteriler, maçta da taraftarların önceden hazırlanmış pankart […]

The post Bursasporlu Şahin küfür için özür dilerken de başkasını suçladı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Sosyal medyada Amedspor maçındaki küfür görüntüleri gündem olan Bursasporlu Enver Cenk Şahin, tepkiler sonrası özür diledi. Ancak Şahin özür dilerken, küfrün sebebi olarak Amedspor kalecisini gösterdi ve maç öncesi ile maç sonrası da süren ırkçı saldırıları yok saydı.

Maç için gittiği Bursa’da Amedspor’un kaldığı otelin önünde başlayan ırkçı gösteriler, maçta da taraftarların önceden hazırlanmış pankart ve afişler eşliğinde sürerken, Bursasporlu Enver Cenk Şahin’in Amedsporlu oyunculara küfrü canlı yayına yansımıştı.

Şahin bir açıklama yaparak “Üzerine alınmaması gereken lakin alınmış olan Kürt ve Diyarbakırlı kardeşlerimden özür diliyorum” ifadesini kullandı.

Sosyal medya hesabından “Geçtiğimiz akşam yaşanan ve maalesef ki bu acılı günlerde istemediğimiz spekülasyonlara sebep olan Bursaspor-Amedspor maçı ile alakalı bir açıklama yapmam gerekiyor” diyen oyuncu Enver Cenk Şahin’ın açıklaması şöyle:

Gündeme düşen videonun, Diyarbakır ve Kürt halkları başta olmak üzere şehrimizin vatandaşları ile uzaktan yakından alakası yoktur. Karşı takımın kalecisi tarafından, bana küfredildiği için verdiğim karşılık bizzat o şahsaydı. attığımız golden sonra da aynı olay yaşandı ve yine söylüyorum, videodaki tepkim tek bir şahsa verilmiş bir tepkiydi.

Küfür ve şiddet hiçbir şeyin çözümü değildir. Buradan üzerine alınmaması gereken lakin alınmış olan Kürt ve Diyarbakırlı kardeşlerimden özür diliyorum. Tarafımdan verilen kontrolsüz tepki bir topluluğa yahut bir şehre mal edilmemeliydi. Bu ülke hepimizin.

St. Pauli’den kovulmuştu

Cenk Şahin, 2019 yılında forma giydiği Almanya’nın St. Pauli ekibinden, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeydoğusuna dönük askeri harekatına sosyal medyadan verdiği destek sonrası kadro dışı bırakılmıştı. Kulüp ayrıca, Şahin’i gönderme kararı almıştı.

St. Pauli’nin açıklamasında, “kimsenin farklı kültürlerden doğan farklı yaklaşımlar ve algıları yargılayamayacağı” belirtilirken buna karşın kulübün değer yargılarına dikkat çekilmişti.

Açıklamada, her türlü tartışmadan ve kuşkudan bağımsız olarak kulübün savaşı destekleyen bir tutumu reddettiği ve Şahin’in tutumunun kulübün değer yargıları ile bağdaşmadığı belirtilmişti.

HABER MERKEZİ
  Bursaspor taraftarını selamlayan Bahçeli’ye göre ‘Amed diye bir yer yok’
  Buldan'dan Bahçeli'ye yanıt: Amed vardır, var olmaya devam edecektir
  Amedspor’un yaşadığı şiddetin kodları…

The post Bursasporlu Şahin küfür için özür dilerken de başkasını suçladı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
İHD’den ayrımcılık bülteni: Vakaların çoğunun hedefi mülteciler https://gazetekarinca.com/ihdden-ayrimcilik-bulteni-vakalarin-cogunun-hedefi-multeciler/ Sun, 05 Mar 2023 07:15:52 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=247030 İHD, depremin ardından medyada öne çıkan ırkçılık ve ayrımcılık örneklerini göz önüne serdiği Şubat ayı bültenini yayımladı. Vakaların büyük bölümü mültecilere yönelik. Diğer örneklerde de Romanların, Arapların ve Hristiyanların hedef alındığı görülüyor. Birinde ise ayrımcı söylemin hedefi doğrudan depremzedeler. İnsan Hakları Derneği (İHD) Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon, Şubat ayı bültenini yayımladı. Bülten, Maraş merkezli […]

The post İHD’den ayrımcılık bülteni: Vakaların çoğunun hedefi mülteciler first appeared on Gazete Karınca.

]]>
İHD, depremin ardından medyada öne çıkan ırkçılık ve ayrımcılık örneklerini göz önüne serdiği Şubat ayı bültenini yayımladı. Vakaların büyük bölümü mültecilere yönelik. Diğer örneklerde de Romanların, Arapların ve Hristiyanların hedef alındığı görülüyor. Birinde ise ayrımcı söylemin hedefi doğrudan depremzedeler.

İnsan Hakları Derneği (İHD) Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon, Şubat ayı bültenini yayımladı.

Bülten, Maraş merkezli depremlerin yaşandığı geçtiğimiz ay boyunca medyaya yansıyan ırkçı söylemlerin bir kısmını içeriyor.

Bültende yer alan örneklerden bazıları şunlar:

  • 9 Şubat: Fenerbahçe’nin yardım TIR’ının, Suriyelilerce yağmalandığı yalanlandı

Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ve bazı diğer sosyal medya hesaplarından Suriyelilerin Fenerbahçe yardım TIR’ını yağmaladığı haberleri üzerine Fenerbahçe yönetimi, haberleri şu sözlerle yalanladı:

Bu haberin hiçbir şekilde doğruyu yansıtmadığını söylemek istiyorum. Biz, hem tır şoförüyle görüştük hem oradaki kontak kurduğumuz kişiyle görüştük. Zaten dağıtımın yapıldığına dair bir video da paylaştık. Bu haber kesinlikle doğru değildir. Böyle zamanlarda bile bu tarz haberler sosyal medyada bir şekilde yayılabiliyor. Lütfen itibar etmeyelim.

  • 11 Şubat: Ümit Özdağ’ın ‘Suriyeli hırsız’ diyerek tanıttığı kişinin deprem gönüllüsü olduğu ortaya çıktı

Ümit Özdağ, sosyal medya hesabından bir video yayımlayarak “Mavi yağmurluklu Suriyeli, canlı yayında itfaiye erinin telefonunu çalıyor” suçlamasında bulundu.

Ümit Özdağ’ın “Telefon çalan Suriyeli” diye hedef gösterdiği Abdulbaki Bozdağ, “Ümit Özdağ’ın yaptığı halkı iç karışıklığa sürüklemektir. Bugün bana Suriyeli hırsız demiş. Ben ne Suriyeliyim ne hırsızım. Ben Türk vatandaşıyım. Hırsız hiç değilim. Diyanet Vakfı’nda hafız biriyim. İki üç gündür Maraş’a, Hatay’a Malatya’ya yardım götürüyoruz. Bu provokatörlükten başka bir şey değil. Hukuki bütün yollara başvuracağım ve buradan gelen parayı depremzedelere bağışlayacağım” açıklamasını yapmıştı.

Abdülbaki Bozdağ’ın şikayeti üzerine Urfa Cumhuriyet Başsavcılığı, Ümit Özdağ hakkında iftira suçundan soruşturma başlattı.

  • 12 Şubat: Ümit Özdağ’ı kendi partisi yalanladı

Özdağ’ın “Suriyeliler Samandağ’da yağmalama yapıyor” iddiası Zafer Partisi Samandağ İlçe Başkanı Suphi Yıldız tarafından yapılan açıklama ile yalanlandı:

Çok fazla bilgi karmaşası oluyor. Samandağ’da Suriyeliler ellerinde bıçakla yağmalama yapmıyor arkadaşlar. Neye yetişeceğimizi şaşırdık. Suriyeliler bıçakla değil normal şekilde gezemezler Samandağ’da.

Ancak yapılan yalanlamada da Suriyelilerin Samandağ’da “normal şekilde gezemeyeceği” ifadesi dikkat çekti.

  • 17 Şubat: “Deprem bölgesinden gelenleri işe almayın”

Kocaeli Sanayi Odası Başkanı Ayhan Zeytinoğlu, Şubat ayı oda meclisi toplantısında konuştu ve “etnik yapısı zor olan bir bölge” dediği deprem bölgesinden gelenlerin işe alınmamasını istedi.

Zeytinoğlu, “Demografik yapıyı bozabilecek bir duruma çanak tutmayalım” dedi.

  • 22 Şubat: “Irkçılıkta yeni bir soluk: Tektonik Irkçılık”

Zafer Partisi Bursa İl Başkanlığı’nın sonradan sildiği tweet’te şöyle deniyordu:

Kahramanmaraş Depremi’nin sebebi, Arap Levhasının, Anadolu’yu itmesidir. Arap Levhası yaklaşık 10 milyon yıldır Anadolu Levhasını itiyor. Bir yandan Suriyeli istilacılar, bir yandan Arap Levhası. Maalesef coğrafya kaderdir.

  • 26 Şubat: Deprem yardımı alınca ‘pis çingene’ diye kovulmak

Gazeteci Yıldız Tar, deprem bölgesinde yaşayan Dom ve Abdalların karşılaştığı ırkçı söylem ve uygulamaları anlattı.

Yıldız Tar, Dom ve Abdalların afet yardım merkezlerinde defalarca “Çingeneler burayı bastı, depremzedeler yemek yiyemiyor” sözünü duyduklarını, merkezlerden bazen kibarca kovulduklarını, bazen de kovanların o kadar da kibar olmadıklarını ifade etti.

  • 28 Şubat: Hristiyanların kurduğu yardım çadırının başında video çekip hedef gösterdiler

Dünyanın ilk Katolik kilisesinin bulunduğu, Hristiyan, Yahudi, Müslüman nüfusu bir arada barındıran Hatay’da bir kilise tarafından kurulan yardım çadırı, bölgeye gelen tarikatçılar tarafından hedef gösterildi.

Bursa Uludağ Kültür Eğitim ve Yardımlaşma Derneği’ne (BUKEDDER) mensup iki tarikatçı, kilise tarafından kurulan çadırı hedef gösteren bir video yayımlayarak “Buraları boş bırakmamamız lazım” dedi.

İHD, 14 Şubat günü ırkçı ve ayrımcı nefret söylemleri nedeniyle Ümit Özdağ’ın ırkçı paylaşımları hakkında suç duyurusunda bulunduğunu açıkladı.

Depremzedeler için toplanan malzemeler içinden çıkan mülteci bir çocuğa ait not. (Kaynak: Halkların Köprüsü Derneği)
HABER MERKEZİ

The post İHD’den ayrımcılık bülteni: Vakaların çoğunun hedefi mülteciler first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Devrimciler hapsedilebilse bile devrim hapsedilemez https://gazetekarinca.com/devrimciler-hapsedilebilse-bile-devrim-hapsedilemez/ Fri, 13 Jan 2023 21:02:53 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=238363 Ava DuVernay’in 2016 tarihli belgeseli 13th: From Slave to Criminal with One Amendement/13. Madde: Bir Değişiklik ile Köleden Suçluya, ABD’de ırkçılık ve siyah karşıtlığının kökenleri ile hapishane endüstriyel kompleksinin doğuşu arasındaki bağı merkezine alıyor. Belgesel adını ABD Anayasasında yapılan ve bir kişinin köle olarak tutulmasını anayasaya aykırı hale getiren 13. Madde değişikliğinden alıyor. Köleliğin ‘yasal’ […]

The post Devrimciler hapsedilebilse bile devrim hapsedilemez first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Ava DuVernay’in 2016 tarihli belgeseli 13th: From Slave to Criminal with One Amendement/13. Madde: Bir Değişiklik ile Köleden Suçluya, ABD’de ırkçılık ve siyah karşıtlığının kökenleri ile hapishane endüstriyel kompleksinin doğuşu arasındaki bağı merkezine alıyor. Belgesel adını ABD Anayasasında yapılan ve bir kişinin köle olarak tutulmasını anayasaya aykırı hale getiren 13. Madde değişikliğinden alıyor. Köleliğin ‘yasal’ olarak kaldırılmasına rağmen yasalarda kasıtlı olarak bırakılan boşluklar, söylem, politikalar, medya ve görsel araçlar aracılığıyla sistematik bir biçimde ırksallaştırılması, ırksallaştırma yoluyla da marjinalleştirilmeleri ve nihayetinde suçlulaştırılmalarına uzanan ilişki ağlarına odaklanıyor. ABD’nin dünya nüfusunun %5’ini oluşturmasına karşılık, dünya mahkûm nüfusunun %25’ini oluşturuyor olmasına dikkat çeken belgesel, siyahlara yönelik her türlü ırkçılık ve ırkçı muameleyle modern hapishanelerin nasıl kapitalist birer endüstriye dönüştüğünü gözler önüne seriyor. Yasa önünde kaldırıldığı iddia edilen ırkçılık ve yine yasal yollarla tesis edildiği iddia edilen vatandaşlık haklarının bilhassa hapishanelerin özelleştirilmesiyle beraber format değiştirip farklı fakat bilindik yollarla inşa edildiğini gösteriyor. Her ne kadar ABD hapishanelerdeki ucuz mahkûm emeğinin Victoria’s Secret ve benzeri sınır ötesi şirketlerin zenginleşmesine sunduğu katkı biliniyor olsa da herhangi bir suç işlememiş olmasına rağmen haksız sebeplerle tutuklanan, işlemedikleri suçu zorla kabul etmeye ikna edilen, ya da kefaleti ödeyemediği için içerde kalan binlerce siyah mahkum var. Adeta rehin alınmış ve hayatlarına ipotek konulmuş siyahların oy kullanma hakkı gibi temel vatandaşlık haklarından ya da velayet, nafaka hakkı gibi medeni haklarından ömür boyu mahkûm edildiğini gösteriyor.

“Bundan sonra, ben hapse girdikten sonra, herkes hapse girdikten sonra, devrimciler hapsedilebilse bile devrimin hapsedilemeyeceğini söyleyeceğiz.” (Fred Hampton, Kaynak: 13th)

Kanımca belgelesin en önemli noktalarından biri oy hakkı başta olmak üzere siyahların vatandaşlık hakkı için verilen, onlarca yıla yayılan mücadele ve direnişin hangi yöntem ve saiklerle suçlulaştırıldığını başarılı bir biçimde ortaya koymuş olması. Özellikle 1960’lı ve 1970’li yıllara damgasını vuran Kara Panterler ve Siyah Kurtuluş Ordusu gibi grupların güç kazanmasıyla yine aynı yıllardaki ‘hapishane patlaması’, mahkumlaştırma ve tutsak etme pratikleriyle doğrudan ilişkili olduğunu anlatan 13th, arşiv görüntüleri ve belgelerinin yanı sıra, aktivistler ve araştırmacılarla yapılan görüşmeler aracılığıyla siyahlar arasında benimsenen, güç kazanan ve siyah direnişinin güçlü simgesi haline gelmiş isimlerin öldürülmesi, sürgünde yaşamak zorunda bırakılmaları, hapsedilmesi, hapishanede işkenceye maruz kalmalarının liderleri cezalandırarak hem geride kalanlara gözdağı vermek hem de bütün bir hareketi suçlulaştırıp, marjinalize ederek gözden düşürme çabası olduğunu belgeliyor. Örneğin Martin Luther King, Fred Hampton, Angela Davis gibi pek çok bilinen ve sahiplenilen isimler, FBI ve benzeri kurumların “tehlikeli ve silahlı” diyerek arama bültenlerine konulmuş ve ABD toplumuna karşı tehdit unsuru olarak tanımlanmışlardı. İnsan hakları ve sivil haklar aktivisti Malcom X, gizli görev polisleri ve sivil polisler tarafından sürekli gözetim ve tacize maruz bırakılmışken, siyahları, Amerikan yerli halklarını ve Porto Rikoluları bir araya getirmeyi başarmış Kara Panter Fred Hampton ise henüz 21 yaşında, hamile karısıyla birlikte kaldığı evinde polis tarafından sabaha karşı açılan ateş sonrası hayatını kaybetmişti.

“Kurt sürüsü”, “hayvanlar”, “caniler” ve “canavarlar”… yok edilişleri mübah olanlar…

Adım adım seçimlere yaklaştığımız ve HDP’nin kapatılması tartışmalarının sürüp gittiği bu dönemde aradaki benzerlik ve bağlantıyı görmemek mümkün değil! Uzun yıllara yayılan sistematik ve yapısal şiddetin, milliyetçi-muhafazakâr siyasetçilerin söylem ve pratikleriyle körüklenerek nasıl bir Kürt düşmanlığına dönüştüğü hepimizin malumu. Ana akım medya ve siyasiler tarafından “mikrop”, “canavar”, “mahluk” diye nitelendirip insandışılaştırılan ve dolayısıyla öldürülmesinde, “etkisiz hale getirilmesi”nde sakıncadan ziyade yararın bulunduğu Kürtlerle, belgeselde kısaca yer verilen 1915 tarihli The Birth of a Nation (Bir Ulusun Doğuşu) filminde siyahların resmediliş ve temsil ediliş biçimleri arasındaki benzerlik insanın içini ürperten türden.

Yine 1960’lardan başlayarak giderek hızını ve dozunu arttıran siyahların doğrudan suçla ilişkilendirilmeleri ve bu ilişkinin temsil edilme biçimlerinin (tecavüzcüler, hırsızlar, uyuşturucu bağımlıları, katiller, vb.) yarattığı toplumsal algının siyahların daha da izole edilmesi, hapsedilmesi, işkence görmesi, linç edilmesi (Trump’ın miting sırasında kendisini eleştiren #BlackLivesMatter / #SiyahYaşamlarDeğerlidir aktivistlerini hedef göstermesini, diğer katılımcılar tarafından itilip kakılmalarını, yumruklanışlarını, üzerlerine tükürülmelerini hatırlayalım) gibi eylemleri normalleştirdiğini ve hatta mübah kıldığını biliyoruz. Peki ya Kürtlerin mütemadiyen “terörist”, “bebek katili”, “kaçakçı” (Roboski’yi hatırlayalım), “gaspçı”, vb. resmedilmesiyle Kürtçe şarkı söylediği için ya da sokakta Kürtçe konuştuğu için dövülen, yakılan, öldürülen, mezarları bombalanan Kürtler arasındaki bağlantıyı görmek bu kadar mı zor? Ya da 17 yaşındaki silahsız Trayvon Martin’i sokak ortasında vurup öldüren polis Zimmerman ile 17 Ocak’ta Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde bozma kararı sonrası 3. Duruşması görülecek olan Kemal Kurkut’u öldüren polis Yakup Şenocak arasındaki ilişkiyi? Ya da Kemal Kurkut’un öldürülme anını fotoğraflayarak belgelemiş olan gazeteci Abdurrahman Gök’e verilen cezayı daha dün onayan Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi’nin kararını?

StadtsparkLichtenberg, Berlin, 2020 Kaynak: Kişisel Arşiv

Nasıl 2014’te polis tarafından boğazına bastırılan ve “nefes alamıyorum” diyerek ölen Eric Garner ile 2020’de benzer şekilde öldürülen George Floyd arasında ya da Berlin’de sokak ortasında polis şiddetine maruz bırakılan göçmen ve mülteciler arasında bir bağlantı varsa bu polis memurlarının “meşru müdafaa” yasalarına sığınarak ya da Türkiye’de olduğu gibi bu türden bir mazerete sığınmasına gerek dahi kalmadan cezasızlık zırhıyla kuşatılması arasında da yadsınamayacak bir ilişki var: Hangi yaşamlar yaşam olarak görülüyor, yaşanmaya değer bulunuyor ve hangileri bulunmuyor?

Röportör: Ama soru şu, oraya nasıl varılacak? Karşı koyarak mı? Şiddetle mi?

Angela Davis: Bunu mu sordunuz? (Kinayeli bir şekilde gülerek)

Röportör: Evet.

Angela Davis: Ben Birmingham, Alabama’da büyüdüm. Dört genç kız… Onlar… Bir tanesi kapı komşumdu. Bir diğerinin kardeşiyle çok iyi arkadaştım. Kız kardeşim hepsiyle arkadaştı. Annem onlardan birinin öğretmeniydi. Hepsi öldüler. Peki ne buldular? Her yana dağılmış organlar ve kafalar buldular. Çok küçük yaştan beri sokakta patlayan bombaların sesini hatırlıyorum. Evimizin sarsıldığını. Babamın sürekli silah taşımak zorunda kaldığını. Çünkü her an saldırıya uğrayabilirdik. O yüzden biri bana şiddet hakkında bir şey sorunca kulaklarıma inanamıyorum. Çünkü bu, soruyu soran kişinin Afrika kıyılarından kaçırılan ilk siyahtan buy ana bu ülkede siyahların neler çektiğinden hiç haberi olmadığı anlamına geliyor.

(Kaynak: 13th)

Judith Butler’ın ortaya attığı bu soru nasıl ki ABD’de siyahlar ve diğer beyaz olmayan halkların uzun yıllara yayılmış ırkçılık ve direniş deneyimlerine bakmak için önemliyse, Türkiye’de de başta Kürtler olmak üzere ezilen halkların deneyimlerini tarihsel ve sosyokültürel bir bağlantıya oturtarak okumak ve eşitsizlik ve ayrımcılık üzerine kurulu baskıcı rejimleri tahlil etmek için iyi bir başlangıç noktası olabilir.

The post Devrimciler hapsedilebilse bile devrim hapsedilemez first appeared on Gazete Karınca.

]]>
This is Germany: Münferit hadiseler diyarı* https://gazetekarinca.com/this-is-germany-munferit-hadiseler-diyari/ Fri, 16 Dec 2022 21:02:09 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=233705 *Tetikleyici içerik uyarısı: Nazizm, göçmen ve mülteci karşıtı imge ve sembol kullanımı. Geçtiğimiz haftalarda Shane Medows’un 2007 tarihli yapımı This is England’ı seyretme fırsatı yakaladım. Yalnızca ikamet ettiğim Berlin’de ya da Almanya’da değil, dünyanın dört bir yanında yükselişte olan ırkçılık, aşırı sağ, yabancı düşmanlığı bizlere dünyayı dar etmeye devam ederken, maalesef This is England 15 […]

The post This is Germany: Münferit hadiseler diyarı* first appeared on Gazete Karınca.

]]>
*Tetikleyici içerik uyarısı: Nazizm, göçmen ve mülteci karşıtı imge ve sembol kullanımı.

Geçtiğimiz haftalarda Shane Medows’un 2007 tarihli yapımı This is England’ı seyretme fırsatı yakaladım. Yalnızca ikamet ettiğim Berlin’de ya da Almanya’da değil, dünyanın dört bir yanında yükselişte olan ırkçılık, aşırı sağ, yabancı düşmanlığı bizlere dünyayı dar etmeye devam ederken, maalesef This is England 15 yıl sonra bile güncelliğini korumaya devam ediyor.

This is England, bizi 1983 senesine geri götürüp filmin ana karakteri 12 yaşındaki Shaun’un perspektifinden okulda deneyimlediği akran zorbalığı ve semtindeki dazlaklar tarafından sahiplenilmesi üzerinden yabancı düşmanlığı ve ırkçılığa odaklanıyor. Yönetmen Medows’un hayatından derin izler taşıyan film, Nottingham’da işçi sınıfının bir alt-kültürü olan ve 1960’ların ska, reggae, soul müziklerinden etkilenen skinhead culture (dazlak kültürü) ve dazlaklığın beyaz üstünlüğünü savunan ırkçılar tarafından nasıl sahiplenildiğini ve bunun gündelikte karşılığı hakkında derin izler sunuyor.

Çocukluk ve ergenlik yıllarını heavy metal müzik ve punk-ska kültürlerinin oldukça kuvvetli olduğu Bursa’da geçirmiş biri olarak, Berlin’e ilk geldiğimde trende, otobüste ya da sokakta karşılaştığım dazlakların punk mı yoksa neo-Nazi mi olduğu sorusu kafamı çokça meşgul etmişti. Dahası kısa bir süre içinde bu kafa karışıklığı fiziksel bütünlüğümü ve akıl sağlımı tehdit edecek boyutlara vardığında partnerimin bana Almanya’da Neo-Nazizm ve Gündelik Irkçılığa Giriş-101 dersi vermesi gerekmişti. Almanca bilmediğim için söylenenleri, daha doğrusu ırkçı ve yabancı düşmanı yorumları, sözcükleri anlayamıyor dolayısıyla tehlikeli bir durumun söz konusu olup olmadığını da kavrayamıyordum. Kısa bir süre içinde yasaklı Nazi sembollerinin, sloganlarının gündelik dile nasıl yedirildiğini, hangi sözcük kalıplarının ardına gizlenildiğini, hangi dövmenin ne anlama geldiğini ve maalesef radikal sağ, neo-Nazi ve ırkçıların sayıca dazlak-punklardan fazla olduğunu öğrenmiş oldum. Bunun da ötesinde Almanya’da iddia edilenin aksine Almanların geçmişle yüzleşmede ne kadar başarısız ve -mış gibi yapma konusunda ne kadar başarılı olduklarını da…

Avrupa ve Amerika başta olmak üzere Müslüman karşıtlığının yoğun olduğu yerlerde gerçekleşen terör saldırılarında, ihalenin saldırganın kendisinden ziyade mensup olduğu tüm ırka, dine, kültüre, vs. kaldığını, saldırganın beyaz-Batılı olduğu durumlarda ise saldırının öneminin hafifletilerek bir defalık bir istisna olduğuna dair anlatıların, güvenlik görevlilerinin görevi suistimal etmesi, gereken önlemleri almamış olması ve saldırı gerçekleştikten sonra da gerekli cezai işlemlerin yapılmaması; saldırıya maruz bırakılanların, kurban ve kurban yakınlarının suçlanmasına oldukça aşinayız. Almanya da bu “istisnai” saldırıların sıkça yaşandığı yerlerden biri.

Sticker: “Hanau Bir İstisna Değildi” Yer: Tübingen

Silvio Meier[1], Nguyễn Văn Tú[2], Eugeniu Botnari[3], Burak Bektaş[4], Luke Holland[5], Kurt Schneider[6], Ferhat Unvar, Gökhan Gültekin, Sedat Gürbüz, Fatih Saraçoğlu, Vili Viorel Păun, Kaloyan Velkov, Hamza Kurtović, Said Nesar Hashemi, Mercedes Kierpacz[7]bir çırpıda aklıma gelen “münferit” ırkçı ve neo-Nazi saldırılarda hayatını kaybedenlerin isimleri. NSU saldırılarında katledilenleri ve yakınlarını uyuşturucu ticareti vb. örgütlü suçlarla ilişkilendirmeye çalışarak mağdur suçlayıcılık yapan, saldırıları ciddiye almayan ve etkin soruşturma yürütmeyen devlet mercileri aşırı-sağ ile mücadele sözü vermeye devam ederken gerçekleşen Hanau saldırıları, kurbanların yakınlarına suçlu muamelesi yapan merciiler ve yine çuvallayan devlet…Güvenlik güçleri ve adli mercilerin sorumsuzluğu, ihmali ve görevi kötüye kullanması sebebiyle soruşturulmamış ya da cezasızlık zırhıyla kuşatılmış vakalar da malumumuz.

Hepimizin bildiği üzere ırkçılığın tek bir hedefi yok. Söz konusu ırkçı saldırı ve muameleler yalnızca doğrudan hedef alınan kişiyi ya da grubu değil; onların yakınlarını, ait oldukları grubu ve benzer grupları da hedef alıyor. Hanau saldırısının faili Tobias Rathjen ve kendisiyle benzer ırkçı görüşleri paylaşan babası Hans-Gerd Rathjen’in saldırıda katledilen Hamza Kurtović ile aynı mahallede yaşaması ve yakınların tüm ihtar ve itirazlarına rağmen Hans-Gerd Rathjen’in aynı mahallede yaşamını sürdürmeye devam etmesi örneğinde [8][9]görüldüğü gibi yakınların saldırı sonrası devlet ve güvenlik güçlerince maruz bırakıldıkları muamele kaybın ve travmanın daha da derinleşmesine sebep oluyor. Ayrıca yetkililer tarafından ciddiye alınmama, küçümseme, olayın azımsanması, örtbas etme ve mağdur suçlayıcılık yalnızca birinci dereceden mağdur yakınlarını etkilemekle kalmıyor, mensupları oldukları toplulukları (göçmen, farklı jenerasyondan misafir işçiler ve aileleri, vs.) da derinden etkiliyor. Çünkü bizler biliyoruz ki, bu saldırılar ne münferit ne de kişiye özel; benzer bir saldırı ve saldırı sonrası muameleyle karşılaşmamız an meselesi.

Mahallemizde ırkçılığa yer yok?

“Mahallemizde ırkçılığa yer yok! 19 Kasım akşamı burada, Netto’da ırkçı bir saldırı yaşandı. 2 erkek, ırkçı sözlerle saldırdıkları kadını, market çıkışında takip etti. Saldırganlardan birinin boynunda hepimizin iyi bildiği Kara Güneş dövmesi vardı. Irkçılığa müdahale et – mahal verme! Dikkatini ver! Dökümante et! Harekete geç!” Yer: Berlin -Friedrichsfelde

Bildiğimiz, duyduğumuz isimlerin dışında kayda geçmemiş, farklı sebeplerle üzerinde durulmamış ya da tıpkı yukarıdaki posterde bahsi geçen olay gibi yüzlerce hatta belki de binlerce sözlü ve fiziksel ırkçı saldırı söz konusu. Bu saldırıların failleri, saldırıları izleyen, müdahale etmeyen veya aldırış etmeyenlerin sayısı da en az bir o kadar. Benim de ikamet etmekte olduğum (ve de posterdeki saldırının gerçekleştiği) özellikle 3.Yol ve NPD gibi kendisini Nazizm ile ilişkilendirmekten çekinmeyen ya da AfD gibi sağcı bir partinin yüksek oy topladığı muhitlerde sık sık beliren “Burası Nazi mahallesi,” temalı stickerler, göçmen ve mülteci karşıtı yazılamalar ve posterler, duvarlara, sokak tabelalarına çizilen svastikalar yahut Yahudi[10], Kürt, Türk vb. işyeri sahiplerinin sürekli taciz edilmesi gibi vakalar gündelik ırkçılığın ve Nazizmin boyutlarını gözler önüne seriyor.[11]

Yer: Berlin- Lichtenberg
Sticker: “Arbeitetschneller, härterundlänger. Die Flüchtlinge verlassen sich auf euch.” Çeviri: “Daha hızlı, daha sert ve daha uzun süre çalışın. Mülteciler size güveniyor.” Yer: Berlin- Lichtenberg

Her ne kadar ırkçılığın ve yabancı düşmanlığının olduğu yerde direniş ve dayanışmanın yükseltilmesi için mücadele edenlerin hakkını da teslim etmek gerekse de düşündürücü olan yerel antifa ve/veya göçmenlerle dayanışan grupların yapıştırdığı karşıt-stickerler, posterlerin kısa bir süre içinde yırtılıyor olması (yukarıdaki poster birkaç gün içinde yırtılıp, sökülmeyerek hayatta kalmayı başaran son poster). Doğrudan (fiziksel) ırkçı bir saldırıda bulunmadığı için kendisini iyi hisseden, Holocaust’u lanetleyen “Bir daha asla!” sloganına dört elle sarılmış gibi görünen Alman komşularımızın, mahalle sakinlerinin mülteci ve Müslüman düşmanlığı yayan unsurlara müdahale etmediği halde, diğerlerine müdahale etmesinin ardındaki motivasyon üzerine düşünmemiz gerekiyor.

Dahası Almanya’daki sol cenahların da kendi içlerindeki örtük yabancı düşmanlığı ile ne kadar hesaplaşabilmiş olduğu sorusu da tazeliğini koruyor. Sosyal medyadan Hanau eylemlerine; 25 Kasım, mahalli Antifa eylemlerinden en fazla 5-10 kişinin katıldığı anma törenlerine kadar, sol grupların iliklere dek işlemiş beyaz kırılganlıklarını not düşmek gerekiyor. Büyük bir kısmı ACE ile yıkanmışçasına beyaz ve saf, ben-merkezci ve eleştiriyi kaldıramayacak kadar hassas olan bu gruplarla yola devam etmek ne ölçüde mümkün o da ayrı bir soru. Bu Irkçılığın, yabancı düşmanlığının ya da Müslüman karşıtlığının farklı formatları karşısında başvurulabilecek sivil toplum kuruluşları ya da gruplar bulunsa da yapısal ırkçılıkla mücadele için daha kökten ve sistematik, çözümü maruz bırakılanların sırtına yüklemeyen ve hayatta kalanlar için onarıcı, sağaltıcı mekanizmalara ihtiyacımız tazeliğini korumakta.


[1]Silvio Meier, 1992’de Berlin -Friedrichshain’de Naziler tarafından öldürülen Doğu Almanyalı aktivist. Friedrichshain, bugün Berlin’in en soylulaştırılmış, pahalı ve hipster mahallelerinden biri.
[2]1963 Vietnam doğumlu Nguyễn Văn Túmisafir işçi olarak geldiği Berlin’in Marzahan semtinde 1992’de öldürüldü. NguyễnVăn Tú, duvarın yıkılması ve Almanya’nın birleşmesinden sonra, radikal sağın ilk kurbanlarından biri olarak biliniyor.
[3]Eugeniu Botnari, 2016’da Berlin-Lichtenberg tren istasyonundaki Edeka market personelinin göçmen karşıtı ırkçı saldırısına maruz bırakıldı. Sigortası olmadığı için hastaneye gidemeyen Botnari, aldığı yaralar sonucunda hayatını kaybetti.
[4]Burak Bektaş, 2012’de Berlin’de Türkiyeli göçmenlerin en yoğun olarak yaşadığı semtlerden biri olan Neukölln’de vurularak hayatını kaybetti. Saldırganın kimliği hala bilinmiyor.
[5]Luke Holland, 2015’te Berlin – Neukölln’de neo-Nazi Rolf Z. tarafından vurularak öldürüldü.
[6]Kurt Schneider, 1999’da Berlin- Lichtenberg’te 4 neo-Nazi tarafından dövüldükten sonra bıçaklanarak öldürüldü.
[7]Ferhat Unvar, Gökhan Gültekin, Sedat Gürbüz, Fatih Saraçoğlu, Vili Viorel Păun, Kaloyan Velkov, Hamza Kurtović, Said Nesar Hashemi, Mercedes Kierpacz, Hanau’da neo-Nazi Tobias Rathjen tarafından katledildiler.
[8]https://www.dw.com/tr/hanau-almanyan%C4%B1n-%C4%B1rk%C3%A7%C4%B1l%C4%B1kla-m%C3%BCcadele-s%C4%B1nav%C4%B1/a-60841772 .
[9]https://perspektif.eu/2022/02/16/hanau-kurbanlarinin-yakinlari-saldirganin-babasindan-endise-duyuyor/
[10]2020 yılında Berlin-Lichtenberg’teki Morgen Wird Besser adlı bar Yahudi düşmanı bir saldırıya maruz bırakılarak kundaklandı.
[11]Corona inkarcılığıyla ileri boyuta taşınan komplo teorisyenciliği, Covid-19 önlemlerinin Nazi Almanyası ile kıyaslanması gibi unsurların da mevcut göçmen karşıtlığı ile harmanlı bir bütünlük oluşturduğunu ifade etmek mümkün.

Tebessüm Yılmaz kimdir?

Risk altındaki öğrencilere güvenilir alanlar açılabilmesi için mücadele eden feminist aktivist-araştırmacı. Barış İçin Akademisyenler’in (BAK) “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildirisini imzaladıktan sonra doktora çalışmalarına Berlin Humboldt Üniversitesi’nde devam etmekte. Akademik çalışmalarının yanı sıra çeşitli dergi ve gazetelerde yazıları yayımlandı.

The post This is Germany: Münferit hadiseler diyarı* first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Seçimler ve ırkçılık https://gazetekarinca.com/secimler-ve-irkcilik/ Wed, 28 Sep 2022 21:05:12 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=220982 Dünya genelinde eşitsizlikler derinleştikçe, yoksulluk arttıkça hükümetlerin ve sermaye sınıfının toplumlarını yönetebilmesi zorlaşıyor. Rıza araçları daha çok zora, şiddete dayalı olmaya başlıyor. Eş zamanlı olarak toplumlar, iç dinamikleri üzerinden karşıt kamplara ayrılmaya çalışılıyor. Türkiye özelinde bir çırpıda Türk/Kürt, Sünni/Alevi, terörist/yurttaş, mülteci (Suriyeli, Afrikalı, Afganlı vb.) /yurttaş, LGBTI+/heteroseksüel vb. örnekler sıralanabilir. Oluşturulan kamplar, toplumun çok büyük […]

The post Seçimler ve ırkçılık first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Dünya genelinde eşitsizlikler derinleştikçe, yoksulluk arttıkça hükümetlerin ve sermaye sınıfının toplumlarını yönetebilmesi zorlaşıyor. Rıza araçları daha çok zora, şiddete dayalı olmaya başlıyor. Eş zamanlı olarak toplumlar, iç dinamikleri üzerinden karşıt kamplara ayrılmaya çalışılıyor. Türkiye özelinde bir çırpıda Türk/Kürt, Sünni/Alevi, terörist/yurttaş, mülteci (Suriyeli, Afrikalı, Afganlı vb.) /yurttaş, LGBTI+/heteroseksüel vb. örnekler sıralanabilir. Oluşturulan kamplar, toplumun çok büyük bir çoğunluğunu yoksullaşma, eğitim ve sağlık hizmetlerine ulaşamama vb. gerekçelerle günlük yaşamın sorunları üzerinden ortaklaşıp, yan yana gelerek haklarını arayabilecekken neredeyse birbirinin boğazına sarılacak “düşmanlar” haline dönüştürebiliyor. Çok sık yaşanmasa da “Gezi-Haziran İsyanı” dönemlerinde toplum bu oyunu bozabiliyor. Ancak hem dünyada hem de Türkiye’de böylesi kitlesel farkına varışlar ve iktidara karşı ortak tutum alışlar arzu ediliyor olsa da oldukça az sayıda ve çok özel dönemlerde gerçekleşebiliyor.

COVID-19 pandemisi, Temmuz 2007’de dönemin amiral gemisi ABD’de ortaya çıkan morgate krizi ile görünür hale gelen neoliberal politikaların tükenişini ve neoliberal kapitalizmin finansal krizini hızlandırdı. Böylece, yüzyılın başında ortaya çıkan “yaşamın krizi” pandemiyle birlikte, herkesin görebildiği, hissettiği bir olgu haline geldi. Pandeminin ilk döneminde bocalayan burjuvazi ve hükümetler birkaç ay içinde söz konusu “zafiyetten” kendilerini kurtarıp sınıf bilincinin gereklerini olanakları çerçevesinde yerine getirmek için tutum almaya başladılar. Pandemi dönemindeki kayıplarını giderebilmeleri için bir yandan sömürü oranını artıran mekanizmaları hızla devreye sokarken, eş zamanlı olarak topluma “sorunun ötekinden kaynaklandığını” dikte eden ve tutum aldırabilen politikaları devreye koydular. Son bir yıl içinde genel seçimlerin yapıldığı ülkelerin neredeyse tümünde sağın, ırkçıların ve mülteci karşıtlarının oyu arttı. Artmaya devam ediyor. Benzer dönemde ortaya saçılan ABD ile Rusya-Çin arasındaki hegemonya mücadelesi de süreci hızlandırıyor. Dünya halklarının yaşamakta olduğu “ekmek sorunu”nun üzeri otoriter hükümetler eliyle “ötekilere karşı mücadele sosu”yla örtülüyor.

Irk ayrımcılığı, ırkçılık 2020 yılının ilk yarısında, COVID-19 pandemisiyle birlikte, aniden ortaya çıkmadı. Sadece ırkçılığın, her zamankinden daha fazla farkedilmesini, mücadele edilmezse yarattığı sorunların daha sonra hangi boyutlara ulaşabileceğini açık bir şekilde görünür kıldı. Örneğin; ABD Minneapolis’te George Floyd’un gözaltı işlemi sırasında, polisler tarafından boğularak öldürülmesi, New York’da COVID-19 hastalığına yakalananların, sağlık hizmetine ulaşamayanların, ölenlerin ve öldüklerinde topluca gömülenlerin, okuldan bir öğün yemek alamazlarsa o günü aç geçiren çocukların, beslenme sorununu yaşayanların kimliğindeki öne çıkan ortaklık-“siyahlık” idi. Bir diğer örnek olgu, İngiltere’de etnik azınlıkların COVID-19’a yakalanma ve ölme risklerinin çok daha fazla olmasıyla birlikte, eşitsizliklerin salgın koşullarında çarpıcı bir biçimde görünür hale gelmesidir. Hemen hemen tümü; sağlık hizmetine ulaşamayan, açlık sorunu yaşayan, evleri olmayan ötekiler. Yakın tarihte yaşanan bu olgular ırkçılık üzerindeki perdeyi düşürdü. ‘Kral çıplak kaldı.’ Öncelikle ABD’de olmak üzere, sorunun büyüklüğü ve etkisinin ne boyutta olduğu saklanamaz olurken, beraberinde dünya genelinde devasa bir öfkenin de ortaya çıkmasını tetikledi.

Dünya tarihi incelediğinde, ekonomi alanı başta olmak üzere, kriz zamanlarında ırkçılığın yükselişe geçtiği/geçirildiği, damgalanma ve ötekileştirmenin arttığı açık olarak izlenebilmektedir. Ancak, bu yaşananlarda iktidarların tutumlarına ve payına özel olarak dikkat edilmelidir. Örneğin, Kara Ölüm sırasında Yahudi mezalimi, AIDS/HIV’in tanımlanması ve yaygınlığının artması sırasında LGBTI+ gruplara, Ebola salgını sırasında batı Afrika kökenli insanlara ve çok daha yakın tarihte COVID-19 salgınının başlangıcında uzak doğululara bütün bunlar yoğun ve sistematik olarak uygulandı, yaşatıldı. Kapitalizmin her geçen gün derinleşen yapısal krizinin günümüzde de ırkçılığın hükümetler tarafından “rıza üreten” politikaların üst sıralarına yerleştirildiğine ve seçimlerde de “meyvesinin toplandığına” tanık oluyoruz.

“Irk” kavramının Avrupalıların, 15. yüzyılda bilmedikleri coğrafyaları keşfe çıkıp, ulaştıkları toprakları sömürgeleştirmeye başlamasıyla birlikte, insanlığın kelime dağarcığına girdiği tahmin ediliyor. Böylece, insanları birkaç grup altında toplayabilmek ve bu kavram üzerinden yaratılan grupları hiyerarşik olarak dizmek gibi bir olanağı elde ettiler. Bu sayede, ekonomik, hukuksal ve sosyal eşitsizliklerin kaynağını biyolojik bir temele dayandırarak, sömürgeleştirmeyi ve sömürüyü meşrulaştırabilmenin önü açılmaya çalışılmıştır. Özetle, ırk kavramı, emperyalizmin ideolojik bir ürünü olarak ortaya çıkarılmıştır. O dönemde bu yeni kategoriler için en uygun kriterlerin morfolojik-fiziki özellikler olması nedeniyle, bedensel karakterlerdeki farklılıkların tercih edilmiş olduğunu söylemek mümkün. Zaman içinde ırk kavramı fiziki özelliklerden çok, genetik özellikler üzerinden açıklanmak, tanımlanmak istenmiş olsa da bugün için tüm insanlığın genetik farklılığının binde ikinin de altında olduğunun ortaya konduğunu da akılda tutmak gerekiyor. Son dönemlerde kan grupları üzerinden konuyu gündeme getirenlerin sayısı hiç de az sayılmaz. Ancak unutulmamalıdır ki ırk, biyolojik değil, sosyal bir meseledir.

Toplum bilim alanının sözlüklerinde, ırk, iklim koşulları, yaşama biçimi ve kalıtım nedeniyle değişik özellikler kazanmış, beden biçimleri ve görünüşlerine göre ayrılan insan topluluğu olarak tanımlanıyor. İnsanlar arasında, fiziksel özelliklerine bakılarak, ekonomik, siyasal ve hukuksal haklar açısından ayrım yapılması, ırk ayrımı olarak; ırka, renge, soya, ulusal ya da etnik kökene dayanarak, temel insan haklarının herkese eşit koşullarda uygulanmaması gerektiğini ileri süren inanç ve ideoloji, ırk ayrımcılığı; varsayılan kimi toplumsal, zihinsel ya da bedensel özellikleriyle ilişkilendirerek, belli bir ırka yönelik ayrımcılığı haklı gösteren belirlenimci düşünüş ve eylemler de ırkçılık olarak tanımlanıyor. Pek çok bilimsel çalışmada da ortaya konduğu gibi, ırkçılık eşitsizliklerin meşrulaştırılmasının araçlarından birisi olarak ortaya çıkmış, yine bilimsel olarak çürütülmüş olmasına karşın, egemen sınıflar için kullanışlı olma özelliğini koruduğundan, her seferinde “insanlığı yeniden öldürme” pahasına gündemleştirilmekten çekinilmiyor.

Günümüz toplumlarında, etnik kökene göre yaşamın tüm olanaklarına ulaşmada yaşanmakta olan eşitsizliklerin yanı sıra, meslek grupları arasında ve meslek grupları içinde de ücret ve kariyer olarak eşitsizlikler yoğun olarak yaşanmaktadır. Yanı sıra, bazı insanlar etnik kimliklerinden dolayı, neredeyse düzenli olarak tacizle karşı karşıyalar. Ve bunun yarattığı korku kültürünü edinmek zorunda kalmışlardır. Irkçılık, eşitsizlikleri artırıyor. Artan eşitsizlikler, bedensel, zihinsel ve sosyal sağlığı bozuyor. Irkçılığa maruz kalanlar bu döngünün içinde daha çok hastalanıyor, sakat kalıyor ve ölüyor. Irkçılık, nihayetinde doğrudan ya da dolaylı olarak öldürüyor. Hem insanları ve hem de insanlığı öldürdüğü için “ırkçılık bir halk sağlığı sorunudur”. Bu nedenle geleneksel algılarımıza uymayan ırk, etnik kimlik, cinsel yönelim, cinsiyet, engellilik ya da diğer kimlikleri ve özellikleri öteki yapmamalı, aksine farklılık ve çeşitlilik içinde bir apartman, mahalle, kent, ülke ve dünya yaşantısı için kendimizden, ailemizden, çalışma ortamımızdan başlayarak mücadele edebilmeli, mücadelenin toplumsallaşabilmesi için öncelikli ve yoğun bir çaba içinde olabilmeliyiz. Yoksa, yine çok geç olacak.

Seçim sürecine girmiş Türkiye’de konunun toplumsallaştırılması hem iktidara kaybettirecek hem de geleceğin inşasında önemli bir araç olabilecektir. O nedenle sandık kurulduğunda, sol, sosyalist muhalefetin ve ittifaklarının AKP-MHP iktidarını tarihin tozlu sayfalarına gönderebilmesi ve demokratik, eşitlikçi özgür ve barış içinde bir ülkeyi inşa edebilmesi için ırkçılık, ötekileştirme karşıtı politik hedefler büyük önem taşıyor.


 

Onur Hamzaoğlu kimdir?

Gülhane Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Halk Sağlığı ile Epidemiyoloji uzmanlık eğitimlerini tamamladı. 1988 yılından itibaren tabip odaları ve TTB’nin komisyon ve kollarında çalıştı. 2001-2003 yıllarında soL Meclis, 2011-2016 yıllarında HDK yürütme kurulu üyeliği ile 2016-2019 yıllarında da HDK eş sözcülüğü yaptı. Toplum ve Hekim Dergisi’nde yayın kurulu, araştırma danışma kurulu üyesi olarak çalıştı ve bir süredir editör olarak görev yapıyor. Sağlık hizmetlerinin politik iktisadı kapsamındaki konularda yazıyor ve sağlık hakkı mücadelesi yürütüyor. Sosyalist Türkiye İçin Sağlık Tezi, Sosyalist Türkiye’de Sağlık, Sosyal Güvenliğin Gaspı, Neoliberal Dönüşüm Sürecinde Üniversiteler, Bologna Süreci Sorgulanıyor, Metalaşma ve İktidarın Baskısındaki Üniversite ile 50 Soruda Bilim ve Bilimsel Yöntem başlıklı kitapların yazarlarından ve Sağlık Sosyolojisi Sözlüğü’nün editörlerindendir. Dilovası’nda sanayinin neden olduğu çevre ve sağlık sorunlarının ortaya çıkartılması için bilimsel çalışmalar yürüttü ve Kocaeli’nde Sanayi Doğa ve İnsan kitabını hazırladı. Barış Akademisyenlerinden olduğu için Eylül 2016’da KHK ile üniversiteden çıkartıldı. Kurucuları arasında yer aldığı Kocaeli Dayanışma Akademisi (KODA) ve Karaburun Bilim Kongresi Düzenleme Kurulu üyesidir.

The post Seçimler ve ırkçılık first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Ankara’da Somalililerin restoran açılışında gerilim: Polis, tabelayı zorla beyaza boyattı https://gazetekarinca.com/ankarada-somalililerin-restoran-acilisinda-gerilim-polis-tabelayi-zorla-beyaza-boyatti/ Fri, 17 Jun 2022 19:40:48 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=213493 Polis, daha önce “Sizi burada istemiyoruz” diyerek baskın düzenlediği Somalili Mohamed Isse Abdullahı’nın Ankara – Kızılay’da işlettiği Saab Restoran’ın tabela açılışına da müdahale etti. Müdahaleye itiraz eden Deva Partisi Mustafa Yeneroğlu ile polis arasında gerginlik yaşandı. Yaklaşık üç yıldır polis baskınlarına maruz bırakılan Mohamed Isse Abdullahı’nın Ankara Kızılay’daki Saab Restoran’ına tabela asılmasına yine polis müdahale […]

The post Ankara’da Somalililerin restoran açılışında gerilim: Polis, tabelayı zorla beyaza boyattı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Polis, daha önce “Sizi burada istemiyoruz” diyerek baskın düzenlediği Somalili Mohamed Isse Abdullahı’nın Ankara – Kızılay’da işlettiği Saab Restoran’ın tabela açılışına da müdahale etti. Müdahaleye itiraz eden Deva Partisi Mustafa Yeneroğlu ile polis arasında gerginlik yaşandı.

Yaklaşık üç yıldır polis baskınlarına maruz bırakılan Mohamed Isse Abdullahı’nın Ankara Kızılay’daki Saab Restoran’ına tabela asılmasına yine polis müdahale etti. Planlanan açılış saatinden kısa süre önce dükkana gelen polisler açılışı engellemeye çalışırken dükkan önüne gelen Deva Partisi İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu ile bir polis arasında gerginlik yaşandı. Polis, gazetecilerin görüntü almasını da engellemeye çalıştı.

‘Haddinizi bileceksiniz’

medyascope’nin haberine göre, 2019’dan beri yaşadığı baskıları, “Dükkanımız şimdiye kadar 30 kere boşaltıldı. Haftada üç dört kere gelip ‘Dükkanı kapatıyorsunuz’ diyorlar. Türkçe olmasına rağmen tabelaları söktürüyorlar” diyerek anlatan Abdullahı’nın işlettiği dükkanı bugün de polis bastı. Polisin müdahalesine karşı çıkan Mustafa Yeneroğlu bir polis ile tartıştı. “Kızılay’ın göbeğinde ırkçılık yapıyorsunuz, hukuksuz talimatları uygulamayacaksınız, haddinizi bileceksiniz” diyen Yeneroğlu’na polis, “Haddini sen bileceksin, o parmağını sallamayacaksın” diyerek cevap verdi.

‘Irkçı motivasyonlu baskılar yapılıyor’

Tartışma sonrası gazetecilere açıklamalarda bulunan Yeneroğlu, “Polisin ırkçı motivasyonlu baskınlar yapması ve ‘Sizi burada görmek istemiyoruz’ yaklaşımı içinde bulunması hukuksuz uygulamalardır” dedi.

Mohammed Abdullahi ise yeni tabelanın gönüllüler tarafından yapıldığını belirterek, “Şimdiye kadar hiçbir sorun yokken polisler geldi, gerginlik yaşandı. ‘Açmayacaksınız bu tabelayı’ ve ‘Tekrar sökeceksiniz’’ dediler. Bu sorunun çözülmesini bekliyoruz” dedi.

‘Benim derimin rengi suç mu?’

Mesenet Karakaya isimli yurttaş polis müdahalesine tepki gösterdi. Karakaya, “Ben sadece çalışmak istiyorum. Benim bunu yapmak istemem suç mu? Suçsa çocuklarımı alıp gideyim. Neden böyle oluyor? Benim bu derimin rengi suç mu?” dedi.

Tabelanın renkli yerleri zorla beyaza boyatıldı

Polis, Mustafa Yeneroğlu’nun ayrılmasından sonra hiçbir resmi belge göstermeden “Renkleri rahatsız edici” diyerek tabelanın renkli yerlerini zorla beyaza boyattı. Boyama sırasında çalışanların başında duran polis, “Boyanmadığı takdirde buradan ayrılmayacağız” dedi. Avukatlar ise konuyla ilgili tutanak tutarak şikayetçi olacaklarını açıkladı.

Ne olmuştu?

Polis, Somalili Mohamed Isse Abdullahı’nın Ankara’da 2019’dan bu yana işlettiği Saab Restoran’ına , ‘Sizi burada istemiyoruz, sınır dışı edeceğiz, dükkanınızı kapatacağız’ diyerek baskın yapmıştı. Medyascope’un görüştüğü Abdullahı, 2019 yılı Ağustos ayından beri haftada birkaç kez yapılan baskınlarda müşterilerin de gözaltına alındığını söylemişti. İşletmenin sahibinin Türk, kendisinin de işletmenin ortağı olduğunu belirten Abdullahı, bütün resmi izinlerin tam olmasına rağmen Somalili oldukları için özellikle Kızılay bölgesinde “mülteci görünümlü yabancı” istenmediğinin kendilerine sözlü olarak iletildiğini ancak resmi bir belge tebliğ edilmediğini anlatmıştı.

Kaynak:medyascope.tv

The post Ankara’da Somalililerin restoran açılışında gerilim: Polis, tabelayı zorla beyaza boyattı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Sığınmacılar üzerinden seçim hamlesi! https://gazetekarinca.com/siginmacilar-uzerinden-secim-hamlesi/ Tue, 10 May 2022 06:42:56 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=209511 Geçen hafta çok ayrıntısına girmeden sığınmacılar üzerinden yürütülen çok planlı, puslu bir nefret ve ırkçılık dalgasının yürütülmekte olduğunu ve olası bir koas ortamıyla önümüzdeki seçime girileceğini kısa bir yazı ile anlatmaya çalışmıştım. Göçmen ve sığınmacı sorunun en önemli aktörlerinden olan iktidar ve çevresinin yarattığı sağ milliyetçi kulvardan CHP ve içinde yer aldığı Millet İttifakı’nın da […]

The post Sığınmacılar üzerinden seçim hamlesi! first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Geçen hafta çok ayrıntısına girmeden sığınmacılar üzerinden yürütülen çok planlı, puslu bir nefret ve ırkçılık dalgasının yürütülmekte olduğunu ve olası bir koas ortamıyla önümüzdeki seçime girileceğini kısa bir yazı ile anlatmaya çalışmıştım. Göçmen ve sığınmacı sorunun en önemli aktörlerinden olan iktidar ve çevresinin yarattığı sağ milliyetçi kulvardan CHP ve içinde yer aldığı Millet İttifakı’nın da takılıp gitmemesi gerektiğini dilim döndükçe anlatmaya çalıştım. Çünkü ırkçı, nefret politik söylem ve uygulamaların demokratik toplum düzeninde yaşamak isteyen tüm kesimleri bumerang gibi vuracağını da tekrar tekrar yazıp dillendirdik.

Hele ki; göç, sığınmacı sorunlarının tespiti ve çözümleri için CHP’nin 2016 yılında hazırladığı ayrıntılı raporu kamuoyunun bilgisine açıkça sunmuşken (Raporu buradan ulaşabilirsiniz) kalkıp raporu güncelleyip somut çözüm önerileri sunmak yerine MHP ve Ümit Özdağ’ın peşine takılmak hangi aklın fikri olsa gerekti?

Hal böyleyken konu hakkında kendisine sorulan soruya partisinin raporu ve evrensel insan hakları hukuka uygun beyanda bulunan CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu neredeyse özellikle kendi partilerince linç edilecekti. O yetmezmiş gibi Kaftancıoğlu’nun beyanını basın toplantısında kendisine yöneltilerek ne düşünüldüğü sorulan parti sözcüsü Faik Öztrak üzerinde durmaya bile değer görmedi. Yazık ki ne yazık!

Konuya dair uzun zamandır özel çalışmaları bilinen EMEP’in ve Genel Başkanı Ercüment Akdeniz’’in kamuoyuna açıklamaları ise tam tersi tutarlı ve önemliydi. Hatırlanacağı üzere EMEP geçen yıl 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü vesilesiyle “Göç Konferansı” gerçekleştirmiş. Konferansı başlığını da Suriye savaşı ve dolayısıyla göçünün 10’uncu yılına tekabül ettiği için “Suriye Savaşının 10. Yılında Göçün Dünü, Bugünü ve Yarını” olarak belirlemişlerdi.

Yine geçtiğimiz hafta konunun hassasiyeti nedeniyle diğer partilerden de önemli açıklamalar birbiri ardına gelmeye devam etti. EHP, göçmen sorununu “eşitlik ve kardeşlikle çözeceğiz” başlığıyla yaptığı açıklamada sorunun tespit çözüm önerilerini sunarken.

TKP “Göçmenleri göndereceğiz diyerek Akp’yi kurtarıyorlar” açıklamasıyla iktidar karşısında kümelenerek iktidara aday tüm kesimlere yönelik açıklamada bulundu.

Ardından Sol Parti Genel Başkanı Alper Taş sosyal medya hesabı twiterdan; “Sol dünyanın her yerinde sığınmacıların, mültecilerin, göçmenlerin dostudur. Onlara karşı mücadele etmez. Sığınmacılığı, göçmenliği, mülteciliği yaratan Emperyalist-kapitalist düzenin kendisine karşı mücadele eder.” mesajını paylaşımından ardından yine uzun yıllardır göçmenler konusunda çalışmalarıyla bilinen DSİP’in Irkçı Saldırıların Durdurulması konusundaki açıklaması izledi.

8 Mayıs 2022 tarihinde sosyal medya hesabı twitterdan Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu da; sığınmacılara yönelik nefret söylemlerin durdurulması, sorunun ana kaynağı ve çözümü üzerine açıklamalarda bulundu. (Konuyla ilgili habere buradan ulaşabilirsiniz.)

Tabi bunlar içinde en önemli yazılı açıklamaların biri de dün itibariye hapishanede rehin tutulan HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’tan geldi. Neden daha önemli? Suriye ve Irak’ta IŞİD vahşetine dünya sessizken partisinin yöneticileri ile birlikte bu vahşete karşı durmuş oluşları ve bu nedenle tutuklu “yargılanıyor” olmalarıydı.

Bildiğiniz gibi (HDP) eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş ile birlikte Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyelerinin de aralarında bulunduğu 21’i tutuklu 108 partili Kobani Davası’ndan yargılanmaktalar. Kobani Davasının gerçek arka planı IŞİD’in Kobani saldırısı karşısında, IŞİD vahşetinin durdurulması için parti MYK’sının aldığı karar ve çağrısı üzerine halkın yoğun katılımlı, etkili protestoları. Bu protestolarda öldürülenler hakkında ise HDP’li yöneticiler sorumlu tutuluyor. Halbuki öldürülenlerin bir çoğu ya HDP üyesi veya çevresinden kişilerden oluşmakta! Bu ölümlerinin araştırılması için HDP’nin TBMM’ye vermiş olduğu birden fazla araştırma önergeleri ret edildiği gibi , bu davada aleyhe tanıklık yaptırılanlar da tanıklıklarının gerçek olmadığını açıklamışlardır (Demirtaş’ın ilgili yazısını buradan okuyabilirsiniz.)

IŞİD vahşeti yalnızca Irak ve Suriye için değil dünya toplumları için büyük bir yıkımdı. Durdurulması ise en hayati meseleydi. Durdurmaya kalkanlar desteklenecek yerde cezalandırılıyorlardı. Dünya halkları için bugün çok yetersiz bir kurum haline gelmiş olsa da BM tarafından bile IŞİD’in yapıp ettikleri soykırım ve insanlığa karşı suçlar olarak tanımlanmış, yardım ve destek verenlerin de sorumlu tutulması gerektiğinin altı çizilmiştir.

Böyle bir vahşetin yarattığı göç ve sığınmacı dalgasının iyi yönetilmesi, sınırların kevgire döndürülmesinin önlenmesi, bölgenin acilen barış ve huzura kavuşturularak geri dönüşlere ortam hazırlanması, vatandaşlığa kabulün keyfilikle değil yasalardaki koşullara uygunlukla yapılması, sığınmacı sıfatıyla ülkeye girmeye çalışan veya giren IŞİD, El Kaidecilere karşı etkin önlemlerin alınması, sığınmacıların Batı karşısında siyasi ve ekonomik pazarlık kozu yapılmadan ülkelerine ya geri dönüş ortamının hazırlanması ya da gidemeyeceklerinin sığınmacı ve mülteci hukukuna göre ülkeye entegrasyonu için çözümlere etkin biçimde yönelinmesi için yıllardır çok yazıldı, yazdık ve yazılıyor. Bu konuda hiç çaba sarf etmemişlerin yarattığı göçmen nefreti ve ırkçılığının en çok ülkeye ve halka vereceği telafisi imkansız zarar ve yıkımın idraki içinde değiller. Hele ki bu nefret ve ırkçılığı en çok köpürtenlerin her zaman ki gibi pusuda derin hesaplar peşindeki Irkçı ve şoven örgütler olduğu düşünüldüğünde bu yıkımın sınırı yoktur! Bunların peşlerine “vatanseverlik” sakiyle takılıp sürüklenmekse ayrı bir “eğitimli kentli şuursuzluğudur’. Çünkü fırsatını bulsalar ilk fırsatta ülkeyi terki diyar edecek yine bu “kentliler” olacak. Her zaman yaptıkları üzere ülkenin girdiği ekonomik kriz ve derin yoksulluk ve hukuksuzluğunun sorumlusunu gerçek aktörlerine değil en sorumsuza en zayıfına yüklemekte geçmiş zamandan da bilindiği üzere pek muzafferler. Yine her seferinde yaptıkları üzere ülkenin kangren olmuş asırlık meselelerini bir kaç mevzuya indirgemeyi de çok severler. Ya bilinçsizce ya da organize bir kötücülüğün parçası olarak bilinçlice. Bunları yapıp ederken de aynı zamanda meselenin maddi, hukuki, siyasal, sosyal özü ve çözümüne dikkati çekenlere karşı nefret kusmakla kalmayıp hedef göstererek ortalığı bulundurmakta da ellerinden geleni yapmayı esirgemezler.

Bu güruha belki pek anlamı ol(a)mayacak ama şunu hatırlatmakta yine kendimi mesul görürüm! Eşit yurttaşlık temelinde hep beraber demokratik, sosyal bir hukuk devleti için mücadele edersek ekonomik refaha da kavuşuruz huzur ve güvene de! Tabii ki gerçek manada laik bir idareye de. Ve bunu başarmak için göründüğümüzden fazlayız.. Yeter ki isteyelim!

The post Sığınmacılar üzerinden seçim hamlesi! first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Polis zoruyla Türkçeleştirme: Somali Sofrası, Güzelyurt Sofrası oldu https://gazetekarinca.com/polis-zoruyla-turkcelestirme-somali-sofrasi-guzelyurt-sofrasi-oldu/ Mon, 21 Feb 2022 07:22:58 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=198787 Ankara Kızılay’da Somalili esnaflara polisin “Tabelanız Türkçe olacak” baskısında bulunduğu öğrenildi. Esnaflar polislerin kendilerine “Sizi ten renginizden ayırt ediyoruz” dediklerini aktardı. Ankara’nın Kızılay semtinde bulunan Somalili esnaf A.K. ve M.S., geçen yılın Ağustos ayından beri polislerin baskı ve tehditlerine maruz kaldıklarını belirttiler. Mezopotamya Ajansı’na konuşan iki mülteci, polis baskısı nedeniyle isimlerinin açık yazılmasından çekindi. Polislerin […]

The post Polis zoruyla Türkçeleştirme: Somali Sofrası, Güzelyurt Sofrası oldu first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Ankara Kızılay’da Somalili esnaflara polisin “Tabelanız Türkçe olacak” baskısında bulunduğu öğrenildi. Esnaflar polislerin kendilerine “Sizi ten renginizden ayırt ediyoruz” dediklerini aktardı.

Ankara’nın Kızılay semtinde bulunan Somalili esnaf A.K. ve M.S., geçen yılın Ağustos ayından beri polislerin baskı ve tehditlerine maruz kaldıklarını belirttiler.

Mezopotamya Ajansı’na konuşan iki mülteci, polis baskısı nedeniyle isimlerinin açık yazılmasından çekindi.

Polislerin 26 Kasım’da ev yemekleri yaptıkları işyerine gelerek tabelayı söktüklerini belirten A.K., iş yerine Türkçe isim koyulması konusunda baskıya uğradıklarını ifade etti.

İş yerinin tabelası söküldükten bir hafta sonra sokaktaki diğer iş yerlerine ait tabelaların da söküldüğünü kaydeden A.K., diğer iş yerlerin Türkçe isimler koyduklarını söyledi. A.K., tabela değiştirildikten sonra da esnafa yönelik baskının sürdüğünü belirterek, müşterilerinde bu durumdan rahatsız olduğunu dile getirdi.

Esnaflar baskı yüzünden “Somali Sofası” olan lokantanın ismini “Güzelyurt Sofrası yapmak zorunda kaldı.

Esnaf: Zorla işyerine girdiler

A.K., polislerin günde 2-3 defa iş yerine gelerek ruhsatlarına baktığını, ruhsatların eksiksiz olduğunu görünce kendilerine hakaret ettiklerini belirtti. Ağustos ayından bu yana her gün gelmeye başladıklarını ifade eden A.K., “Geçen hafta geldiklerinde ben artık bağırmaya başladım ve zorla girmeye çalıştılar. Sürekli kapıda durup bizi izliyorlar. Sözlü olarak taciz ediyorlar. Rengimizden ve kıyafetimizden dolayı ‘Sen ne biçimsin, neden böyle geziyorsun’ diye aşağılıyorlar. Hatta bir sivil polis bir kere bana ‘Sizin yüzünüzden kendi memleketimizde mülteci olduk’ diyerek sözlü taciz etti” şeklinde anlattı.

e-posta ile tehdit

Türkiye’de 11 yıldır yaşadığını aktaran A.K., iş yerini açtığından bu yana komşu oldukları esnaflarla hiçbir sorun yaşamadığını ifade etti. Polis baskınları başladığından bu yana birçok yere başvurduğunu söyleyen A.K., “Valiliğe, Somali Büyükelçiliğine, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve birçok yere başvurdum, hiçbirinden yanıt gelmedi. Valilik benim bilgilerimi ilçe emniyete vermiş. Sürekli dükkâna gelip hakaret eden polis bana e-postadan da yazdı. ‘Biz size ayrımcılık yapmıyoruz, sadece işimizi yapıyoruz, yapmaya devam edeceğiz’ şeklinde mesaj atıldı” diye aktardı.

Müşterilere gözaltı 

Olaylardan sonra birçok Somalilinin iş yerlerine Türkçe isim vermesine rağmen baskıların devam ettiğini kaydeden A.K., “Birçok Somalili arkadaşım dükkanını Türklere devredip ülkesine döndü. Bizde ne yapacağımızı bilmiyoruz, kimseyle uğraşmak istemiyoruz. Burada yasal bir şekilde yaşıyoruz. Her gün polis işyerine gelip beni ve müşterileri rahatsız ediyor. Polis bir kere dükkâna geldiğinde bu isimleri değiştirin Türkçe isimler koyun, ‘Türk yemekleri satın’ diye tehdit etti. Bizi Türkleştirmek istiyorlar. Dükkâna geldiklerine müşterileri de kimlik kontrolü yaptıktan sonra gözaltına alıyorlar” diye konuştu.

Aylardır sonuç alamadı

Sokakta da sürekli rahatsız edildiklerini ve polisin kimlik kontrolü yaptığını belirten A.K., şunları söyledi:

Beni sokak ortasında gözaltına alıyorlar. Tabelalarımız söküldüğünde itiraz ettiğim için polisler üstüme yürüdü, beni döveceklerdi. Sanki suç işlemişim gibi. Bu baskılardan dolayı dükkanımı Türk birine devrettim, baskılar devam ederse, ülkeden gitmek zorunda kalacağım. Bir yere kadar dayanabiliyorum. Aylardır uğraşıyorum sonuç alamadım.”

‘Burası Türkiye’

Ten renklerinden dolayı tehdit ve hakaretlere maruz kaldıklarını ifade eden M.S. ise “Bize neden bu şekilde davranıyorsunuz’ diye sorduğumda, ‘sadece sizi ayırt edebiliyoruz, diğerler mültecileri seçemiyoruz’ dedi bir polis. Dükkâna gelen bir polis, ‘Burası Türkiye. Kızılay bizim kalbimiz. Kalbimizde mülteci istemiyoruz, Türkleşeceksiniz’ dedi. Kızılay’da rahat gezemiyoruz, zaten her sokakta polis durduruyor bizi, tutuyorlar, kimliğimizle beraber tutup götürüyorlar. Açık açık bize burayı kapatıp gideceksiniz dediler” şeklinde konuştu.

M.S., şunları ekledi:

Etrafımızdaki Türk esnaflara böyle bir durum söz konusu değil. Bir keresinde zorla dükkâna girmeye çalıştıklarında, izin kâğıdı istediğimi söyledim. Polisin biri kulağıma eğilip ‘benim her yerden iznim var, git istediğin yere şikâyet et’ şeklinde tehdit etti. Şikâyet etsem ne olacak ki, hepsi aynı kimi kime şikâyet edeceğim.

Çevrede konuştuğumuz esnaflar ise Somalili esnaflarla iyi anlaştıklarını ve kimseye zararlarının olmadığını ifade etti.

HABER MERKEZİ

The post Polis zoruyla Türkçeleştirme: Somali Sofrası, Güzelyurt Sofrası oldu first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Belirsizliğin tercihi! https://gazetekarinca.com/belirsizligin-tercihi/ Tue, 15 Feb 2022 07:02:01 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=198156 Erdal Doğan Geleceğe dair belirsizlik ülkemizin en can yakıcı gündemi. Bu gündeme sürekli eşlik eden başlıksa derin yoksulluk ve ağır hukuksuzluk. Bu iki başlık her geçen gün diğerlerinden daha fazla dip arayışında olmasına rağmen bir türlü dibi bulamamasıyla da ilk sıradalar! Diğerlerini vurgulamaya dahi gerek duymadan tüm bu manzaraya karşın yine de karamsarlığa düşme lüksümüzün […]

The post Belirsizliğin tercihi! first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Erdal Doğan

Geleceğe dair belirsizlik ülkemizin en can yakıcı gündemi. Bu gündeme sürekli eşlik eden başlıksa derin yoksulluk ve ağır hukuksuzluk. Bu iki başlık her geçen gün diğerlerinden daha fazla dip arayışında olmasına rağmen bir türlü dibi bulamamasıyla da ilk sıradalar! Diğerlerini vurgulamaya dahi gerek duymadan tüm bu manzaraya karşın yine de karamsarlığa düşme lüksümüzün olmadığını düşünüyorum. Yok çünkü önceki kuşaklardan omuzlarımıza yüklenen sorumluluklarımız çok. Yok çünkü bu sorumluluklarımıza ek olarak gelecek kuşaklara giderek daha çok borçlu yaşıyoruz. Ne geçmişe sırtımızı dönüp bana ne diyebiliriz ne de gelecek kuşaklara böyle bir dünyayı umursamazlıkla bırakabiliriz. Geçmiş kuşakların omuzlarımıza yüklediği sorunlar nedeniyle zaman zaman kaderimize isyan etsek de yaşam sevincimiz ve umudumuzu gelecek belirliyor. Bu umudu kaybetmemekse her şeye karşın çok kıymetli. Kıymetli çünkü yılmayarak geleceğe ilişkin umutlarını ısrarla taşıyıp mücadele eden milyonlarca yurttaş var. Çoğu da aktif seçmen. Yalnız oy kullanmakla kalmayan sivil toplum örgütlerinde ve siyasi partilerde şeffaflık, yardımlaşma ve dayanışma ağı içinde demokratik toplum mücadelesi de veriyorlar.

Bu kıymete rağmen çok zaman nefeslerini kesip geleceği karartarak umutsuzluk bulutlarını boca edip, en çok can acıtan ve hayattan usandıranlar bazı zamanlar İktidar ve mevcut yargı değil! Çoğunun oy verdiği ya da içlerinde çalıştığı muhalefet partileri. O umutlu ve mücadeleci toplum iradesini bir anda hiçleştirip günü kurtararak müesses nizamın devamı için bir çivi daha çakan muhalefet partileri ve yöneticileri..

Düşünün ki, halk sürreal bir yaşamdan geçerken bu “muhalefet çıtası” sürdürülüyor! Halkın ekonomik algılarında uygun fiyat nedir ve pahalılık kavramı nedirin çoktan yitirerek her şeyin pahalıya geldiği bir yaşamda yargıya da güvenin giderek sıfırlandığı, düşünce ve ifade özgürlüğünün yalnızca ırkçılık, nefret, hedef gösterme ve yalan dolanda serbest olduğu günlerden geçerken muhalefet 100 yıllık kırmızı çizgilerinin ötesine geçmemeye yemin etmiş gidiyor. Asırlık kangren sorunlarının yarattığı ortamı siyaseten ve hukuken çözeceğine dair ne bir tutarlı ne bir yapıcılık ne de bir dönüştürücü hamlesi var ne de aktivasyonu. Halen İktidarın belirlediği gündem ve gölgesinde yine kaybedecekleri bir seçime kilitlenmiş olmaları.

Oysaki ülkedeki her vahim tablonun evrensel insan hakları ölçeğinde ele alıp ve çözüm ürettiğinde, hatta bu çözümü henüz iktidar olmadan muhalefette dahi çözebileceklerini rüşt etseler halk da umudu da mücadeleyi de kuvvetlendirecekler. Onun yerine sorunları ya genelde görmezden gelerek ya da bir kaç tepkisel çıkışla geçiştirivermekle iktidar için halen elverişli partnerler. Bu haliyle muhalefet ülkenin geleceğinin demokratik hukuki teamüllerle inşası için halen etkin ve yeterli çözüm üretme ve donanım kapasitesini göstermede ne bir sinerji oluşturmakta ne de küçük bir etki dalgası yaratmaktadır. Tüm bu acı gerçeklik çoğu muhalefet seçmenin yine çoğu parti yöneticisi ve temsilcisinden mücadele ve çözüm üretmede daha donanımlı olması karşısında gerçekleşiyor.

Bu acı gerçekler ülke yakıcı sorunu iken bunun bir iktidar sorunu haline getiremeyen muhalefet her zaman şikayetçi olduğu mevcut iktidarın payandası olmaktan kurtulamayacaktır. İşte bu güç ve ivmeyle bir İktidar vekili kalkıp elektrik, doğalgaz ve diğer zamların müsebbibi olarak muhalefet ve ana muhalefet partisini görmekte ve bu absürt söylem bile karşılık bulur.

Mesela şu acı gerçekler ülke ve dünyanın yakıcı sorunu iken bunun bir iktidar sorunu haline getiremeyen muhalefet geçen haftaki yazıda belirttiğim çözüm üretmek yerine Suriyelilere ve Araplara karşı geliştirilen, yükseltilen nefret, ırkçılık, linçe koro halinde katılmaya devam etmekte. Bu nefret ve ırkçılığın sonunda sıralı cinayet ve katliamlara dönüştüğü, faillerinin cezasızlıkla ödüllendirilmesi de umurunda değil.

2021 Kasım ayında İzmir Güzelbahçe’de; Memun En Nebhan (23), Ahmet El Ali (21), Muhammed El Hüseyin El Abdo El Biş (17) adlı üç Suriyeli gencin bir arada yakılarak katledilmesinden bir ay sonra İstanbul Bayrampaşa’da 8 Suriyeli sığınmacının yaşadığı apartman dairesini basan kişiler 19 yaşındaki Nail Alnaif’i da uykusunda göğsünden bıçaklayarak öldürmüşlerdi, ardından Arapların yoğun yaşadığı Mersin’de gamalı haçlarla şehri Araplara o mezar yapılacağına dair duvar yazılamaları yapılmıştı. Tüm bu olup bitenden henüz bir hafta geçmeden İstanbul Güngören’de bir tekstil atölyesinde kayıtsız çalıştırılan Suriye ve İranlı işçiler yangın çıktığında kilitlendikleri iş yeri tuvaletinde yangının çıkardığı gazdan dolayı ölmüş ve bu durum aynı yerde çalışan Suriyeli Bessam Muhammed Abdullah saatler sonra polise verdiği ifade ile ortaya çıkmıştı. İş yeri tuvaletinde yaşamını yitiren Jasim Waka, Uday Vehid, Majid Elseydi (Suriyeli) ve Ahmed’den (İranlı) bir gün sonra da yine bir Suriye’li işçinin daha cansız bedenine ulaşılmıştı.

Bu bir katliam, hesabını soramayan da iktidarından muhalefetine nefret ve ayrımcılık dilini kullananlar.

Mesela bir kaç yıl öncesinden bir kaç örnek vermek gerekirse bu vakaların 4 -5 yıl öncesinden fitilinin başladığı görülecektir.

İstanbul’da 2017 yılında öldürülen Suriyeli eşcinsel sığınmacı Wisam Sankari’nin failinin yargılandığı İstanbul 19. Ağır Ceza Mahkemesi sanık B.A. hakkında hem haksız tahrik hem de iyi hal indirimi uygulayarak 15 yıl hapis cezası vermişti. Yine aynı yıl yani 2017 yılında Sakarya’nın Kaynarca ilçesinde Suriyeli bir kadın ile 10 aylık oğlu vahşice katledilmişti.

18 yaşındaki tekstil işçisi Suriyeli sığınmacı Ali el Hemdan ise 27 Nisan 2020’de Adana’da polis tarafından öldürülmüştü ve Hemdan’ı vuran polis memuru, başlatılan soruşturma kapsamında olaydan bir gün sonra Adana Sulh Ceza Hakim’liğindeki ifadesinde, “yorgun olduğu için sendeleyip yere düştüğünü”, “düşerken silahının ateş aldığını”, “öldürmek gibi bir niyetinin olmadığını” söylemişti.

Bursa Gürsu pazarında 15 Temmuz 2020 tarihinde 17 yaşındaki Suriyeli sığınmacı Hamza Acan’ı döverek öldüren 4 kardeşin, Bursa 16’ıncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davasında kardeşlerden en büyüğü olan sanık Mustafa Saltan’a “Taksirle ölüme neden olmak” suçundan 3 yıl 4 ceza verilirken ve tutuklanmazken diğer kardeşler İ.S, M.S, ve R.S delil yetersizliği nedeniyle beraat etmişlerdi. Bunlar Google taramasından bile rahatlıkla ulaşılabilecek birkaç vahim sonuç.

Ne kişiler ne de toplum belirsizliği ne severler ne isterler. Belirsizlik nedeniyle tercihleri yeniye doğru yönelmez aksine eskiyi devam ettirirler. Çünkü belirsizlik hem bugüne tutunamaz hem de gelecekte yer edinemez.

Yalnızca bu meselelerde değil vahimlikte sınır tanımayan diğer meselelerde de muhalefetin söylemi ve önermeleri evrensel insan hakları nosyonuyla iktidardan ayrılmadıkça ve kalıcı çözüm önerileri üretmedikçe niye vardır ki?

The post Belirsizliğin tercihi! first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Utanç ve mahcubiyet! https://gazetekarinca.com/utanc-ve-mahcubiyet/ Tue, 08 Feb 2022 07:12:21 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=197408 Erdal Doğan Bazen bir iyilik karşısında mahcup olur da utanırsınız ya bazen de bir gönül kırdığınızda. İyiliğe iyilikle karşılık vererek o utancı ve mahcubiyeti gidermek kolay olsa da, bir insanı veya herhangi bir canlıyı kasten olmasa dahi yanlışlıkla üzmüş ve canını acıtmışsanız o utanç ve mahcubiyetten arınmak pek de öyle kolay olmaz. Bazen binlerce kez […]

The post Utanç ve mahcubiyet! first appeared on Gazete Karınca.

]]>

Erdal Doğan

Bazen bir iyilik karşısında mahcup olur da utanırsınız ya bazen de bir gönül kırdığınızda. İyiliğe iyilikle karşılık vererek o utancı ve mahcubiyeti gidermek kolay olsa da, bir insanı veya herhangi bir canlıyı kasten olmasa dahi yanlışlıkla üzmüş ve canını acıtmışsanız o utanç ve mahcubiyetten arınmak pek de öyle kolay olmaz. Bazen binlerce kez özür dahi o mahcubiyet ve utancın omuzlara yüklediği yükü hafifletmeye yetmez. Tabi tüm bu hissetmeler kısasa kısastan kendisine yaşam kılavuzu edinmişlerden değil, “İncinsen de incitme” düsturu ile nefes alıp yaşayanlar için böyledir. İşte onlar için bir kalp
istemeden de olsa incitildiğine mahcupluk ve utanç içlerinde alev olur yakar tutuşturur. Ta ki incinen canın onu affetmesine değin. Bu insanları bilerek ve isteyerek kırıp mağdur etmek ise onları sizden derin kopuşlarını doğurur.

Bu hassasiyetle yaşayan eminim ki çokça insan var ülkede ve dünyada. İyi ki varlar. Ve daha çok var olsunlar.

Çünkü bu insanlar yalnızca yakınındakilere hassas davranmazlar. Gitmedikleri, görmedikleri, dokunmadıkları, tanımadıkları tüm canlılara aynı hassasiyetle davranıp özen gösterirler.

Çok zaman da saf ve budala olarak adlandırırlar. Adlandırılmakla yetinilmezler bir noktadan sonra kendi varlıkları için tehlikeli görülüp yok sayılmaya o da yetmezse yok edilmeye çalışırlar. Hem kendileri dışındaki canlıların varlığı için yanıp tutuşan hem de bu özelliklerinden dolayı tehlikeli görülünce canları yanan hep bu insanlar oluyor.

Bir de yer ve ülke Türkiye olunca bu insanların çektiği ıstırabı düşünelim..

Yaşamanın bile tek başına çekilmez kılındığı bu ülkede, güzellikten ve yarından umudunu kesmeyip sürekli yeni bir acı eşiğinden geçip geleceğe tutunmaya çalışmasını da.

Her geçen gün arkada bırakılan zamanda bile insanın gerçekleştirebileceği her türlü kötülükle karşı karışı kalınıp da sonra unutulup gidilenin en iyi örneklerinin verildiği ülkemizde. Abartıyoruz mu? Bir kaç örnek mi istiyorsunuz? Verelim;

Son yıllarda Suriyelilere ve Araplara karşı geliştirilen ve yükseltilen nefret, ırkçılık, linçin sonunda sıralı cinayetlere ve katliamlara dönüşmeye başlamasından verelim mesela. Mesela; geride bıraktığımız yılın son ayında İzmir Güzelbahçe’de; Memun En Nebhan (23), Ahmet El Ali (21), Muhammed El Hüseyin El Abdo El Biş (17) adlı üç Suriyeli gencin bir arada yakılarak katledilmesinden bir ay sonra İstanbul Bayrampaşa’da 8 Suriyeli sığınmacının yaşadığı apartman dairesini basan kişilerin 19 yaşındaki Nail Alnaif’i da uykusunda göğsünden bıçaklayarak öldürmesinden. Bizler utanıyoruz ama ırkçılığı ve katliamı halen teşvik edenler utanmıyorlar! Utanmadıkları gibi organize yapılardan aldıkları cesaretle Arapların yoğun yaşadığı Mersin’de gamalı haçlarla şehri onlara mezar yapacaklarını yazmaya devam ediyorlar.

Ki hatırlatmakta tekrar yarar var. Suriye’de 2011 yılında başlayan savaşta, bugüne kadar 600.000’e yakın sivil katledildi. Altı milyondan fazla Suriyeli ülke içinde yerlerinden edilirken, 5 milyondan fazlası da güvenlik endişesi ile ülke dışına göç̧ etti. Suriye’deki hak ihlalleri ve islenen suçlarla ilgili BM İnsan Hakları Soruşturma Komisyonu (UN Human Rights Council’s Commission of Inguiry) bugüne kadar çok sayıda rapor ve basın açıklaması yayımladı. Aynı zamanda BM Suriye’de halen etkin varlığını sürdüren IŞİD’in Şengal’de Ezidilere yönelik katliamlarını soykırım olarak adlandırmasına rağmen IŞİD halen var ve halen varlığını koruyor. Hem BM tarafından hem bazı yargılamalar sonrası IŞİD tartışmasız biçimde insanlığa karşı suç işleyen bir yapılanma olarak kabul edildi. BM bu yapıyı evrensel insan hakları hukukuna göre bu netlikte tanımlaması sonrası dahi, bu yapının tanımlamasıyla ilgili yorum ve söylemlerdeki siyasetçi, yazar ve gazeteciler için bir nirengi noktası olmasına rağmen halen olmadı ve olamıyor maalesef. IŞİD/DAİŞ’i bir çete, üyelerini de birer çete üyesi olarak tanımlanmaya devam edildi ve ediliyor. Ayrıca bu vahşet yapılanması ve destekçileri teşhir edilecek yerde onlardan kaçan sığınmacılar hedef yapılıp duruldu! Bu pratiği sürekli Türkiye’de sergileyenler bu durumu normalize etmeye devam ediyorlar. Çünkü ülkenin merkezi idaresinden en küçük mahallesine kadar nefret sarmalını dalga dalga sıcak tutup ve organize destekli katletme dinamiğini sürekli harlamak, fail ve geri planını yargılamayarak, faili bellileri sürekli faili meçhul bırakmak müesses nizamın devamı için hep öncelikli oldu.

Öte yandan mevcut cezaevleri ve içlerine doldurulan siyasi mahpuslar yetmezmiş gibi daha çok yeni cezaevi yapımını ekonomik ve siyasi kalkınmak olarak görmek de “fail meçhul sistemin” olmazsa olmaz dişlisi olarak zorla kabul ettirilmeye devam ettiriliyor. Mahpusların giderek artan insan hakları ihlali yanında Aysel Tuğluk gibi yüzlerce mahpusun ölüme terk edilmeye çalışılması da bu anlayışın sonucu. Ve tüm bunlar cezaevi dışındaki milyonlarca insanın temel yaşam ve barınma ihtiyaçlarına ulaşımının giderek zorlaştığı ve hayatın çekilmez kılındığı zaman diliminde gerçekleşmesi de zamansal bir tesadüfe denk gelmiyor. Aksine zamanın ruhuna uygun. Aynen en son Erzurum’da kuran kurslarında cinsel saldırıya maruz kalan çocukların yaşadıklarının daha önceki vakıf veya dini yurtlardaki çocukların yaşadıklarının akibeti gibi üzeri örtülmeye devam edilmesi gibi… Aynen vicdanı olan insanların utanması, ama utanması gerekenler utanmaması gibi…

Aynen Ankara Barosu yönetiminin işkence mağdurları için düzenlediği işkence raporunu, mağdurların siyasi yönelimleri gereği yayınlanmayacağını duyururken, raporu hazırlayan ya da baronun insan hakları merkezinde görevli avukatların avukatlık yeminine saygısı gereği hukukçuluğundan utanıp istifa ederken yine utanmamanın varlığını bu kez baro yönetiminde görmemiz gibi.

Çokça örnekler arasından bir son örnek de; 19 Aralık 2000 tarihinde “Hayata Dönüş” ismi altında mahpusları bugünün cezaevlerinde ayrı cezaevine yani hücrelere sokan tecrit operasyonunda “Diri diri yakarak” gerçekleştirenlerin halen dokunulmazlıkları sürüp, yargılanmadığı ve hiç bir utanmalarına, mahcubiyetlerine tanık olmazken, yanık bedeniyle 22 yıl hayata ve umuda tutunmaya çalışan Birsen Kars’ın o insanlık trajedisinde geçen gün yaşama gözünü yumması gibi. Mahpuslara yapılan bu insanlık dışı eylemlerden Eyüp Asliye Ceza Mahkemesi’nde başlatılan o yargılamalarda Birsen Karslı ve biz avukatlar utanırken ne bu yargılamayı yapanların ne de bu vahşeti icra edenlerin utanmadığı gibi.. Aynen bugün yaşam için hayatlarını riske atan tabiplerin özlük hakları için çığlığına kulak asmayanlar gibi.

The post Utanç ve mahcubiyet! first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Akkuyu Nükleer Santrali’nde ‘Kürt işçilerin kartları iptal edildi’ iddiası https://gazetekarinca.com/akkuyu-nukleer-santralinde-kurt-iscilerin-kartlari-iptal-edildi-iddiasi/ Thu, 03 Feb 2022 09:55:49 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=196948 Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin inşaatında çalışan çok sayıda Kürt işçinin giriş kartları, “güvenlik soruşturması” adı altında iptal edildi. Dün mesaiye giden 26 Kürt işçi kapıda geri çevrilerek, işlerine son verildiği iletildi. Ekosisteme vereceği zararlar ve yaratacağı çevresel sorunlar yanı sıra sık sık kötü çalışma koşullarıyla gündeme gelen Mersin Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin inşaatında çalışan Kürt […]

The post Akkuyu Nükleer Santrali’nde ‘Kürt işçilerin kartları iptal edildi’ iddiası first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin inşaatında çalışan çok sayıda Kürt işçinin giriş kartları, “güvenlik soruşturması” adı altında iptal edildi. Dün mesaiye giden 26 Kürt işçi kapıda geri çevrilerek, işlerine son verildiği iletildi.

Ekosisteme vereceği zararlar ve yaratacağı çevresel sorunlar yanı sıra sık sık kötü çalışma koşullarıyla gündeme gelen Mersin Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin inşaatında çalışan Kürt işçilerin giriş katları iptal ediliyor.

Mezopotamya Ajansı’nın santralde çalışanlardan aldığı bilgilere göre, dün 26 Kürt işçinin “güvenlik soruşturması” kapsamında giriş kartları iptal edildi.

Santralde çalışan ve güvenlik kaygısı nedeniyle isminin açıklanmasını istemeyen bir çalışanın verdiği bilgilere göre, İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan “güvenlik soruşturması” neticesinde santralde çalışan Kürt işçilerin kartları peyderpey iptal ediliyor.

Çalışan ayrıca, Kürt işçilerin kartlarının iptal edilme sürecinin AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 17 Eylül 2021 yılında Mersin’de gerçekleştirdiği toplu açılış töreni sonrasında başladığını ve peyderpey devam ettiğini vurguladı.

‘İşçiler kapı girişinden öğreniyor’

“Şimdiye kadar yaklaşık 250 civarında Kürt işçinin kartı iptal oldu” bilgisini veren çalışan, Kürt işçilerin sayısının gittikçe azaldığını kaydetti.

Sabah mesaiye giden işçiler, güvenlikler tarafından “Giriş kartınız iptal edilmiş, giremezsiniz” cevabıyla karşılaşıyor.

İşçilere başka hiçbir şekilde açıklama yapılmadan geri çevrildikleri belirtildi. İşçiler, ne İçişleri Bakanlığı ne de başka bir kurum tarafından kendilerine ulaşan herhangi bir belgenin olmadığını, kendilerine sadece “güvenlik soruşturması” adı altında giriş kartlarının iptal edildiğinin bildirildiğini söyledi.

HABER MERKEZİ

The post Akkuyu Nükleer Santrali’nde ‘Kürt işçilerin kartları iptal edildi’ iddiası first appeared on Gazete Karınca.

]]>
MEB sorumlusundan ırkçı müdüre sahiplenme ve tehdit https://gazetekarinca.com/meb-sorumlusundan-irkci-mudure-sahiplenme-ve-tehdit/ Tue, 25 Jan 2022 07:10:52 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=195795 Kürt öğrencilere “kanı bozuk vatan hainleri” diyen okul müdürü Ö.Ç.’nin soruşturmasını yürüten Batman Milli Eğitim Şube Müdürü Abdussamet Oral, şikayetçi olan 2 müdür yardımcısını ‘Sizi kimse kurtaramaz’ diye tehdit etti. Batman merkeze bağlı Petrol Mahallesi’nde bulunan Petrol Anadolu Lisesi Müdürü Ö.Ç. hakkında öğrencilere ırkçı söylemlerde bulunduğu için idari soruşturma başlatıldı. Daha önce MHP’nin Ülkü Ocakları’na […]

The post MEB sorumlusundan ırkçı müdüre sahiplenme ve tehdit first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Kürt öğrencilere “kanı bozuk vatan hainleri” diyen okul müdürü Ö.Ç.’nin soruşturmasını yürüten Batman Milli Eğitim Şube Müdürü Abdussamet Oral, şikayetçi olan 2 müdür yardımcısını ‘Sizi kimse kurtaramaz’ diye tehdit etti.

Batman merkeze bağlı Petrol Mahallesi’nde bulunan Petrol Anadolu Lisesi Müdürü Ö.Ç. hakkında öğrencilere ırkçı söylemlerde bulunduğu için idari soruşturma başlatıldı.

Daha önce MHP’nin Ülkü Ocakları’na üye olduğu belirtilen ve şu an Türk Eğitim Sen Şubesi Başkan Yardımcısı olan Müdür Ö.Ç., İstiklal Marşı’nın okunmasına eşlik etmediği iddiasıyla öğrencilere “Kanı bozuklar” diye hareket etti. Ö.Ç., daha sonra “Vatan hainleri” diyerek, öğrencileri saatlerce soğuk havada bekletti.

Ö.Ç.’nin ayrıca okulda kaloriferleri açmadığı, okul tuvaletlerini kapattığı ve sık sık öğrencileri azarladığı kaydedildi. Bunun üzerine öğrenci velilileri, Ö.Ç.’yle görüştü. Ö.Ç.’nin söz konusu görüşmede velileri “Okulu başınıza yıkarım” tehdidinde bulundu.

Velilerin şikayet edeceklerini belirtmesi üzerine “Vali benim arkadaşım” yanıtı veren Ö.Ç.’nin ayrıca bazı öğrencileri farklı gerekçelerle okuldan uzaklaştırdığı vurgulandı.

Başka yerde görevlendirildi

Öğrenci velileri ile iki okul müdür yardımcısının şikayeti doğrultusunda Batman Milli Eğitim İl Müdürlüğü, Ö.Ç. hakkında idari soruşturma başlatıldı. Açılan soruşturma devam ederken Ö.Ç. Beşiri ilçesinde bulunan bir liseye geçici görevle müdür olarak atandı.

Ö.Ç.’nin görev yeri değiştirilirken, hakkında şikayette bulunan okul müdür yardımcıları ise Hasankeyf ve Kozluk ilçelerine gönderildi.

Görev yerleri değiştirilen müdür yardımcıları A. I. ile M. S. Petrol Lisesi’nde görevlerine devam ettikleri esnada okula gelen Eğitimciler Birliği Sendikası (Eğitim Bir Sen) üyesi, Milli Eğitim Bakanlığı Batman Şube Müdürü Abdussamet Oral iki öğretmeni tehdit etti.

‘Seni kimse kurtaramaz’

Kendini hükümetin “siyasi komiseri” olarak tanıtan Oral, şikayetçi müdür yardımcılarını şöyle tehdit etti:

Ben buraya resmi bir sıfatla gelmedim. Gayri resmi olarak buradayım, İl Milli Eğitim sorumlusu benim, neyin ne olacağına ben karar veririm. Soruları soracağım ve neşteri vuracağım. Siz kim oluyorsunuz da dilekçe veriyorsunuz. Dilekçe vermeden benim yanıma geleceksiniz. Bana bir bilgi vereceksiniz. Zaten arkadaşım hakkında bir yanlış yaptın. Benim kara listemdesin. Seni kimse kurtaramaz.

Şikayet edildi

Oral’ın tehditleri üzerine iki okul müdür yardımcısı hem savcılık hem de İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne şikayette bulundu. Yaşananlara tepki gösteren Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) Batman Şubesi Başkanı Nurettin Şimşek, tehdit edilen iki okul müdür yardımcısıyla dayanışma içinde olduklarını belirtti.

 

Kaynak: Mezopotamya Ajansı

The post MEB sorumlusundan ırkçı müdüre sahiplenme ve tehdit first appeared on Gazete Karınca.

]]>
‘Hedef göstermen yeter Reis!’ https://gazetekarinca.com/hedef-gostermen-yeter-reis/ Mon, 17 Jan 2022 07:05:19 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=195005 Bahadır Altan Yakaladığı sokak köpeğini sopa şeklindeki tasmayla hunharca sürüklediği görüntüleri Twitter hesabından paylaşan adam, belediye görevlilerine yardım ettiğini gururla yazmış! En altta da “Hedef göstermen yeter Reis!” yazıyor. Elinde silahla poz verip daha “önemli işler” yapmaya hevesli olanlar, hatta bunu eyleme dönüştürenlerin yanında masum bile sanılabilir ama iktidarın sıradanlaşan kötülüğünün en çarpıcı dışa vurumu […]

The post ‘Hedef göstermen yeter Reis!’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Bahadır Altan

Yakaladığı sokak köpeğini sopa şeklindeki tasmayla hunharca sürüklediği görüntüleri Twitter hesabından paylaşan adam, belediye görevlilerine yardım ettiğini gururla yazmış! En altta da “Hedef göstermen yeter Reis!” yazıyor. Elinde silahla poz verip daha “önemli işler” yapmaya hevesli olanlar, hatta bunu eyleme dönüştürenlerin yanında masum bile sanılabilir ama iktidarın sıradanlaşan kötülüğünün en çarpıcı dışa vurumu bu.

Hemen eklemeliyim ki; bu davranış biçimi veya bozukluğu son zamanlarda fazla görünür olsa da toplumda, hiç de Reis’in arzuladığı oranda değil. Toplumun (hatta erkeklerin bile!) ezici çoğunluğu bir şeyh veya liderin taraftarı dahi olsa, onun robotlaşmış emir kulu gibi görünmeyi onur kırıcı sayıyor hala.

AKP’nin kongre vb. kitlesel toplantılarının sonunda artık gelenekselleşen ritüeli hatırlayalım. Reislerinin komutuyla rabia işareti yaparken bile zorlandıklarını, çocuk yaştaki bir grup katılımcı dışında yemin eder gibi tekrarladıkları sözcüklerin ağızlardan zor döküldüğünü ve daha da önemlisi “reisin” katılmadığı toplantılarda başkaca hiçbir konuşmacının bu ritüele tenezzül dahi etmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Kuşkusuz bu gerçek, yapılan kötülükleri önemsememek anlamına gelmiyor. Tam tersi toplumda suç oranının arttığı alanların hepsinde bu “hedef göstermenin” rolü var.

Hırsızlık, dolandırıcılık, gasp gibi adli suçlardaki artışların da altında “balık baştan kokar” etkisi görülebilir ama biz politik suçlara bakarsak durum hiç de iç açıcı değil.

Başta, son dokuz yılda %289 artan kadın cinayetleri geliyor. Bir kadına silah çeken erkek, “cezası az olacak nasıl olsa” diye düşünerek cinayet işlemiyor elbet! Ama bunu aklına getirdiğinde onu ürpertecek bir yaptırım hatırlanmadığı kesin. Hele, el kaldırmanın, şiddetin karşılığı hiç yok. İstanbul Sözleşmesinin “Ailenin birliğini bozduğu” gerekçesiyle feshinden sonraki artış ise çok dikkat çekici.(İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasının ardından en az 130 kadın öldürüldü, 106 kadın şüpheli şekilde hayatını kaybetti)

Habercilikten, adalet sistemine kadar her aşamada kadına yönelik şiddet ve tacizde erkeği koruyan bir anlayışın kaçınılmaz sonucu bu. Çalışma hayatında daha ucuz emek ve mahallelerde kapı kapı dolaşacak kadınlara ihtiyaçları olmasa AKP anlayışının kadınları tümüyle eve kapatıp erkeğinin dizinin dibine oturtmaya çalıştığı sır değil. Üstelik bu çaba 20 yıldır sürüyor ve meyveleri artan bir seyirle şimdi ortalığa saçılıyor.

İktidar erkeklere doğrudan “öldürün size itaat etmeyen bu dik başlıları” diyerek hedef göstermiyor elbet. Bunu açıkça söyleyenler de var aslında ama burada hedef gösterme anlamındaki en net tavır, kadın cinayetleri protestolarında, 8 martlarda devletin polisinin kadınlara uyguladığı şiddettir. Erkeklere bundan daha net bir hedef gösterme, yol, yöntem öğretme olabilir mi?

Zindanlardaki siyasi tutsaklara, özellikle hasta tutsaklara yapılan işkence, tecrit yoluyla intihara sürükleme, tedavisine izin vermeme gibi zulümler açıkça hedef gösterme sonucudur. Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesinin defnedildiği mezarlıkta toplanan güruhun tehditleriyle topraktan çıkarılmak zorunda kalınması en bilinen örnektir. İşte bu saldırının kendisi cenazenin güvenliğini sağlayamayan daha doğrusu sağlamayan İçişleri Bakanlığının sadece bir zafiyeti değil, açıkça hedef göstermesidir. Yine Kandıra’da cinsel saldırıya uğrayan ve tek kişilik hücresinde yaşamını yitiren Garibe Gezer’in avukatlarının tespit ettiği ihlaller çoğu ülkede hükümlünün yaşamından sorumlu olan Adalet Bakanının istifa etmesine yetecek vahimlikteyken bizdeki kayıtsızlık tam da bir hedef göstermedir. Gardiyanlara bundan daha açık “devam edin” denebilir mi? Son haftalarda durumdan vazife çıkaran gardiyanların olumsuz davranışlarında da bu yüzden artış var. Leyla Güven’i aşı için götürüldüğü hastanede tehdit eden gardiyan İsmail bunun son örneğidir.

Gençler, tarikat yurdunda intihara sürüklenen Enes Kara için 14 Ocak akşamı Beyoğlu Caddesi’nde eylem yaptı. (Fotoğraf: Zeynep Kuray)

Tarikat yurtlarındaki taciz, tecavüz dini baskılar ve bunların sonucundaki intiharlar da aynı kanaldan besleniyor. Devlet yurtları kapatılıp bu yurtlara akıtılan kaynaklar, teşvikler ve denetimsizlik, onlara yol vermenin ilk adımı. Ensar gibi vakıflardaki tecavüzcülerin yargıda cezasız bırakılması veya hafifletici sebeplerle suçluların bir gün bile yatmaması, hatta dosyalara konulan gizlilik kararlarıyla afişe edilmelerinin engellenmesinden daha net bir azmettirme olabilir mi? Enes Kara’nın bu perdeyi yırtıp hepimizin yüzüne çarparak yaşamına son vermesinin ardından Beyoğlu’nda basın açıklaması yapmak için toplanan yürekli gençlere polisin saldırısı da bu çerçevede katillerin, tecavüzcülerin önünü açmaktan, teşvik etmekten başka nedir ki?

Erdoğan’ın TTB şahsında hekimleri hedef alan hakaretlerinin yayınlandığı gün 3 hekimin görev başında fiili saldırıya uğraması da tesadüf değil kuşkusuz. “Yerli Aşı” konusunda bilimsel ölçüleri hatırlatarak araştırma sonuçlarının açıklanmamasını eleştiren TTB’ye, yüzüne yansıyan nefret ve öfkeyle “sahtekar yalancı!” diye hakaret edebilen bir Cumhur Başkanı olunca, bu mesajı alan birileri de çıkacaktı elbet!

Mültecilere yönelik ırkçı saldırı artışlarındaki hedef göstermelerde ise Reis yalnız değil! Bolu Belediye Başkanından, Leman Sam’a kadar uzanan geniş bir yelpaze görev başında! Burada tuhaf olan şey mültecileri hedef gösterenlerin büyük çoğunluğu tweet ve benzeri açıklamalarındaki buram buram ırkçılığı kabul etmiyor!

Aynı körlük CHP ve İYİ Parti’nin en kritik anlarda iktidarın yanında saf tutmalarında görülüyor. Daha önce Akşener ve Kılıçdaroğlu’na yönelik benzeri teşviklerle saldırılar olmasına rağmen, bunları unutmaya ve hemen Yenikapı’ya koşmaya hazır bir duruşları var. Kazakistan’da Nazarbayev’in damatları, akrabalarıyla kurduğu diktaya, yolsuzluklara, zamlara karşı halkın haklı isyanında da hemen hazırola geçtiler. AKP ve MHP’nin Kazak Devletinin yabancı silahlı kuvvetler desteğiyle halka karşı kullandığı orantısız güce tek laf etmeden destek veren açıklamaya imza attılar. Bu tutum, CHP ve İYİ Parti “muhalefetinin,” her türlü baskıya rağmen ülkemizde sokağa çıkma cesaretini gösteren halkı hedef göstermesi değilse nedir?

Faşizme karşı duruşun keskin bir sınır çizgisi var. Ya karşısında konumlanırsınız ya da Yenikapı’da!

 

The post ‘Hedef göstermen yeter Reis!’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Suriyeli kiracısına saldıran ev sahibi serbest bırakıldı https://gazetekarinca.com/suriyeli-kiracisina-saldiran-ev-sahibi-serbest-birakildi/ Fri, 14 Jan 2022 13:39:50 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=194824 Bayrampaşa’da evinden çıkarmak istediği Suriyeli kiracısının kapısını kırarak eşyalara zarar veren saldırgan ev sahibi Naim A. ile oğlu İhsan A., serbest bırakıldı. İstanbul Bayrampaşa’da ev sahibi Naim A. ile oğlu İhsan A., fahiş kira artışını kabul etmeyen Suriyeli aileye saldırdı. 12 Ocak saat 23.00 sıralarında, Bayrampaşa Yıldırım Mahallesi Burç Sokak’ta bulunan üç katlı binada meydana […]

The post Suriyeli kiracısına saldıran ev sahibi serbest bırakıldı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Bayrampaşa’da evinden çıkarmak istediği Suriyeli kiracısının kapısını kırarak eşyalara zarar veren saldırgan ev sahibi Naim A. ile oğlu İhsan A., serbest bırakıldı.

İstanbul Bayrampaşa’da ev sahibi Naim A. ile oğlu İhsan A., fahiş kira artışını kabul etmeyen Suriyeli aileye saldırdı. 12 Ocak saat 23.00 sıralarında, Bayrampaşa Yıldırım Mahallesi Burç Sokak’ta bulunan üç katlı binada meydana gelen olayda, iki yıldır kiracıları olduğu Suriyeli aileyi evinden çıkarmak isteyen 92 yaşındaki ev sahibi Naim A., bin 200 lira olan kirayı 3 bin liraya çıkardı.

Kiracılarının kendilerine ev bulamaması ve kira zammını da kabul etmemeleri üzerine ev sahibi, kesici aletle ailenin kapısına dayandı. Aile uyuduğu sırada dairenin dış kapısını kıran Naim A., içeriye girerek etrafa zarar vermeye ve evin tüm kapılarını kırmaya başladı.

Ailenin yardım istemesinin ardından sesleri duyan komşuların gelmesi üzerine ev sahibi Naim A., daireyi terk etti. Aile durumu polis ekiplerine bildirirken, Naim A. olayın ardından kiracılarının suyunu ve doğalgazını kesti.

Olay yerine gelerek incelemede bulunan polis ekipleri, ev sahibi Naim A. ile oğlu İhsan A.’yı gözaltına aldı.

Serbest bırakıldılar

Gözaltına alınan baba ve oğul, polis merkezindeki işlemlerinin ardından “konut dokunulmazlığının ihlali” ve “mala zarar verme” suçundan İstanbul Sulh Ceza Hakimliği’ne sevk edildi. Naim A. ile oğlu İhsan A., adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.

Kiracı oldukları evde annesi, eniştesi ve dört kız kardeşi ile yaşayan Esma Ş., “Savaş nedeniyle ailemle birlikte Suriye’den geldik. Babam 3 yıl önce vefat etti. Ben ve dört kardeşim okuyoruz. Kira zammını kabul etmediğimiz için baltayla gelmiş. İçeriye girip kapıları kırdı. Çok korktuk, polisi aradık. Titreyeme başladık. Sanki Suriye’de, savaştayım sandım” dedi.

HABER MERKEZİ

The post Suriyeli kiracısına saldıran ev sahibi serbest bırakıldı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Soylu Leman’ın ırkçı duvarı https://gazetekarinca.com/soylu-lemanin-irkci-duvari/ Thu, 13 Jan 2022 07:47:58 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=194716 Cuma Daş Sıkı bir çevreci ve hayvan dostu olduğunu söylemek, birkaç yoğun duygusal aşk şarkısı, içine toplumcu gerçekçi cümleler serpiştirilmiş birkaç beste yapmak, insan hak ve özgürlükleri savunucusu ve cevval bir yurtsever görüntüsü vermek… Bütün bunlar kulağa hoş gelse de, gerçek olsa da günün sonunda ırkçılık duvarına tosladığında bir dakikada tuzla buz olabiliyor. Leman Sam’ın […]

The post Soylu Leman’ın ırkçı duvarı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Cuma Daş

Sıkı bir çevreci ve hayvan dostu olduğunu söylemek, birkaç yoğun duygusal aşk şarkısı, içine toplumcu gerçekçi cümleler serpiştirilmiş birkaç beste yapmak, insan hak ve özgürlükleri savunucusu ve cevval bir yurtsever görüntüsü vermek… Bütün bunlar kulağa hoş gelse de, gerçek olsa da günün sonunda ırkçılık duvarına tosladığında bir dakikada tuzla buz olabiliyor.

Leman Sam’ın büründüğü bu kimlikler parıltılı ve aydınlık gibi gelse de tosladığı, aşamadığı o ırkçılık duvarı o kadar yüksek ki o parıltının ve aydınlığın ışığı dışarıya yansımıyor. Siz onun böyle biri olduğuna inanmak istemedikçe yeni sürprizlerle çıkıveriyor karşınıza. Ya dini bir günde, uygulanan ritüelleri küçümserken görüyorsunuz, ya da ‘vatan elden gidiyor’ diye feveran ederken.

Her seferinde değişik ve üstten bir bakışla çıkıyor hayat sahnesine. Son olarak da Araplarla ilgili kullandığı ifadelerle boy gösteriyor. Ülkedeki mültecilerden rahatsızlığını şu sözlerle dile getiriyor: “Yıllar önce bu soysuz Araplara tepkili olduğum içi uzun süreli lince maruz kalmıştım, şimdi herkes ne mal olduklarını anladı. Daha bunlar iyi günler, ekmeğe ortak yakında toprağa da ortak olacaklar. Bıçaklamalar, tecavüzler, sonu yağmadır bunun. Hiç şikayet etmeyin, göz göre göre geldi”

Öyle ucuz, öyle anlamsız bir paranoya ki, “ekmeğimizi aldılar, sıra toprağımızda” paranoyası. Her gün mültecilerin iş yerlerine saldırıp yağmayan, onları uykuda yakan, bıçaklayan güruhtan farkı olmayan bir bakış.

Leman Sam’ın gerçekten mültecilerden mi rahatsız olması gerekiyor yoksa sebep oldukları halde doğru düzgün bir çözüm politikası geliştirmeyen müsebbipler mi? Soruyoruz bunu, çok sevgili vatansever, hayvansever, doğasever ve insansever sanatçımıza, bu kadar kolay mı bir topluma, bir halka, bir gruba hakaretler etmek, nefretle söz etmek?

Daha farklı yollar denese nasıl olur mesela Leman Sam? Bir sanatçı gibi mesela. Penceresinin perdesini havalandıran rüzgara karşı otursa bir gün ve ‘soysuz’ dediği insanların yaşadığı coğrafyaya konan masada en önce gözden çıkarılanlar olduğunu anlatan bir beste yapsa. Nefretle baktığı o insanların burada olma sebebinin bir sonuç olduğunu anlatan bir şiir yazsa. İstihkakından aldıklarını düşündüğü o insanların daha önce de bir hayatlarının olduğu ve mal değil insan olduklarını anlatan bir resim çizse. Hasılı kelam Leman Sam bütün bunları yapabilir ama o en kolay olanı seçiyor; ötekileştirmeyi, hedef göstermeyi, hakaret etmeyi seçiyor. Sanatçı olmanın, aydın olmanın bunlardan da önemlisi insan olmanın bu olmadığını biliyor aslında, sadece cesaret edemiyor.

İşin en can alıcı kısmına gelince, yani ‘soy’ meselesine. Leman Sam’ın Araplara olan kini ve nefreti yeni değil, aslına bakarsanız ırkçılığı da yeni değil daha önce de buna benzer açıklamaları olmuş. Leman Sam’ın soysuz deyip aşağıladığı Arap halkının da Sam’a bir çift sözü olacaktır muhtemelen. Zira soyadı Arapça Leman Sam’ın. Kim bilir, belki kısa sürede soyadını değiştirir. Ya da Araplar kalkıp, bizim dilimizde olan bir kelimeyi soyadın olarak kullanamazsın dese nasıl olur? Kendi soyunun nereden geldiğini, bu topraklara nerelerden geldiğini sorsalar ne der Leman Sam.

The post Soylu Leman’ın ırkçı duvarı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
İzmir’de Suriyeli mültecilerin ev ve iş yerlerine saldırı https://gazetekarinca.com/izmirde-suriyeli-multecilerin-ev-ve-is-yerlerine-saldiri/ Thu, 30 Sep 2021 16:46:05 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=184351 İzmir Torbalı’da bir grup, Suriyeli mültecilere ait ev ve iş yerlerine saldırı, bir evi ateşe verdi. Ankara Altındağ’da mültecilere yönelik gerçekleştirilen saldırının ardından bu kez de İzmir’in Torbalı ilçesinde benzer bir saldırı yaşandı. Dün gece (29 Eylül) iki grup arasında çıkan bir kavgada bir genç öldürüldü. Ardından bir grup, Suriyeli mültecilere ait ev ve iş […]

The post İzmir’de Suriyeli mültecilerin ev ve iş yerlerine saldırı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
İzmir Torbalı’da bir grup, Suriyeli mültecilere ait ev ve iş yerlerine saldırı, bir evi ateşe verdi.

Ankara Altındağ’da mültecilere yönelik gerçekleştirilen saldırının ardından bu kez de İzmir’in Torbalı ilçesinde benzer bir saldırı yaşandı.

Dün gece (29 Eylül) iki grup arasında çıkan bir kavgada bir genç öldürüldü.

Ardından bir grup, Suriyeli mültecilere ait ev ve iş yerlerine saldırdı.

Bir evi ateşe veren grubun saldırıları bugün akşama kadar sürdü.

Altındağ’da ne olmuştu?

Ankara’nın Altındağ ilçesine bağlı Battalgazi Mahallesi’nde bulunan bir parkta iki grup arasında çıkan kavgada Emirhan Yalçın’ın yaşamını yitirmesinden sonra, kimi gruplar Suriyelilerin ev ve işyerlerine saldırmıştı.

Saldırılarda çok sayıda kişi yaralanmış, ev ve iş yerleri zarar görmüştü.


Video: Mülteci Medyası

The post İzmir’de Suriyeli mültecilerin ev ve iş yerlerine saldırı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Hamile olan mülteci kadına “Bu ülkeden gidin” diyerek saldırdılar https://gazetekarinca.com/hamile-olan-multeci-kadina-bu-ulkeden-gidin-diyerek-saldirdilar/ Thu, 05 Mar 2020 06:12:22 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=176297 HABER MERKEZİ – Samsun’un Canik ilçesinde Iraklı 8 aylık hamile bir kadın yolda “Bu ülkeden gidin” diyen kimliği belirsiz bir kişi tarafından saldırıya uğradı. Samsun’un Canik ilçesinde yaşayan mülteci bir kadın saldırıya uğradı. Samsun Haber’in haberine göre 8 aylık hamile olan Iraklı kadına, yolda giderken kimliği belirsiz bir kişi “Bu ülkeden gidin” dedi. Ardından bu […]

The post Hamile olan mülteci kadına “Bu ülkeden gidin” diyerek saldırdılar first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – Samsun’un Canik ilçesinde Iraklı 8 aylık hamile bir kadın yolda “Bu ülkeden gidin” diyen kimliği belirsiz bir kişi tarafından saldırıya uğradı.

Samsun’un Canik ilçesinde yaşayan mülteci bir kadın saldırıya uğradı.

Samsun Haber’in haberine göre 8 aylık hamile olan Iraklı kadına, yolda giderken kimliği belirsiz bir kişi “Bu ülkeden gidin” dedi.

Ardından bu kişi kadına saldırıp, darp etti.

Şiddet sonrası yaralanıp yere düşen 34 yaşındaki kadın Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırıldı.

Saldırıya ilişkin soruşturma başlatıldı.

Mültecilere saldırılar

27 Şubat’ta İdlib’de düzenlenen hava saldırısında 34 Türk askerinin hayatını kaybetmesi sonrası Türkiye, Avrupa’ya gitmek isteyen mülteciler için sınır kapılarını açmıştı.

Binlerce mülteci sınır kapılarına giderken, başta Maraş’ın Elbistan ilçesinde olmak üzere pek çok kentte mültecilere yönelik ırkçı saldırılar gerçekleşmişti.

Samsun da bu saldırıların gerçekleştiği illerden biriydi.

Konu Meclis gündemine de taşınmıştı. HDP Van Milletvekili Tayip Temel, “Türkiye’de milyonlarca mültecinin bulunduğu göz önünde bulundurulduğunda bu ırkçı saldırıların Türkiye toplumunu derin bir çatışmaya sürükleme gibi ciddi bir tehlike ile karşı karşıya bırakmaktadır” diye uyarıda bulunmuştu.

The post Hamile olan mülteci kadına “Bu ülkeden gidin” diyerek saldırdılar first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Irkçılık hastalık değil ahlaksızlıktır, insanlık suçudur https://gazetekarinca.com/irkcilik-hastalik-degil-ahlaksizliktir-insanlik-sucudur/ Mon, 24 Feb 2020 07:38:35 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=174694 Cengizhan Kaptan Hepimizi acı ve üzüntüye boğan bir katliamdı 19 Şubat gecesi Hanau, Almanya’da yaşanan. 43 yaşındaki neonazi Tobias Rathjen, iki nargile kafeye saldırıp 9 insanı öldürdükten sonra, evine gidip annesini ve kendisini de öldürdü. Yaşananlardan hemen sonra Alman medyası ‘ırkçı motiflerle işlenen bir cinayet olabileceğini’ açıkladı. Saldırganın ruhsal anlamda dengesiz biri olduğu ve saldırının […]

The post Irkçılık hastalık değil ahlaksızlıktır, insanlık suçudur first appeared on Gazete Karınca.

]]>


Cengizhan Kaptan


Hepimizi acı ve üzüntüye boğan bir katliamdı 19 Şubat gecesi Hanau, Almanya’da yaşanan. 43 yaşındaki neonazi Tobias Rathjen, iki nargile kafeye saldırıp 9 insanı öldürdükten sonra, evine gidip annesini ve kendisini de öldürdü.

Yaşananlardan hemen sonra Alman medyası ‘ırkçı motiflerle işlenen bir cinayet olabileceğini’ açıkladı. Saldırganın ruhsal anlamda dengesiz biri olduğu ve saldırının bireysel olduğu ağız birliği edilmişçesine servis edildi. Bu tarz bireysel bir çılgınlık olması, arkada bir şebeke/örgüt olmaksızın bu katliamın yapıldığını gösterme çabasıdır oysa.

Katliamda Kürt ve Türk gençlerin yanı sıra daha başka uluslardan gelen canları da yitirdi insanlık. Nargile kafeleri Türkiye’deki bazı insanların bilememesi normal olan. İlginç bir yapısı vardır Almanya’da ve diğer ‘öteki’leştiren ülkelerde.

Yabancı gençlerin güvenli, dostane limanıdır nargile kafeler. Barlarda, diskolarda istenmedikleri, saldırılara maruz kaldıkları için nargile kafeye gitme oranı yüksektir yabancı gençler arasında. Saldırganın neden sıradan bir lokanta ya da eğlence ya da alışveriş merkezini değil de nargile kafeleri seçtiğini bu şekilde de değerlendirmek mümkündür.

Saldırıdan sonra sosyal medyada, basın açıklamalarında rastladığım kınama ve protestolarda, özellikle anti-faşist çevrelerin ‘ırkçılık bir hastalıktır’ temalı paylaşım ve söylemleri oldu. Irkçılık gerçekten bir hastalık mıdır?

Almanya’daki katliamın sorumlusunun ruhsal sağlık sorunu olduğunu söyleyebiliriz. Hazırladığı ve paylaştığı videoda, gizli servisler tarafından izlendiğini ifade eden, 43 yaşında ailesi ile yaşayan (başka sebepleri olabilir bunun; tam hüküm vermemek lazım) bir insanın, söylemleri de dikkate alındığında ağır bir travma geçirmiş ve ruhsal sağlığı bozulmuş bir birey olduğunu düşündürecek epey malzeme var. Ancak, hasta bir bireyin ırkçı olması ile ırkçılığın bir hastalık olması arasındaki korelasyon 1, yani yüzde 100 değildir; aksine zayıf olsa gerektir.

Tam tersinden okumak lazım: ırkçılık ve faşizm, ruh sağlığı bozuk bireyleri şiddete yönlendirebilir, yönlendirmektedir ama bu yönlendirmeyi yapanlar oldukça eğitimli ve donanımlı kurumlar ve insanlardır. Medyadır, politikacıdır, okuldur, ailedir, hatta “aydın” diye nitelendirilendir bazen.

Pekala, ırkçılık derken nasıl bir ırkçılıktan bahsediyoruz? Sosyal psikoloji literatüründen bazı örnekler verelim:

Tarihsel planda Afrika’dan ABD’ye köle olarak getirilen insanlara karşı yapılan zulüm ve ırkçılık, literatürdeki adıyla ‘anti-black’ (siyaha karşı) zulum, ırkçılığa ait araştırmaların ağırlığını oluşturur. Klasik ırkçılık olarak nitelendirilen bu ırkçılıkta, beyazlar, siyahlara olan kalıplaşmış (stereotyped) anlayışları ile siyahların kırsal, el emeği yapan, modernleş(e)memiş insanlar olduğu kanısına sahiptir (örnek: LeVine ve Campbell [1972], Plous ve Williams [1996]). Klişe, siyahların gelişmemiş, cahil bir topluluk olduğunu dokur zihinlere. Patricia Devine ve Andrew Elliott’un 1995’deki araştırma neticelerine göre de beyazların yüzde 45 gibi önemli bir bölümü, siyahları ‘tembel’ olarak görmektedir. Bir ulus veya topluluk hakkında ‘tembel’, ‘iş var, iş beğenmiyorlar’, ‘oyun oynayıp halay çekerler ancak’ vesaire söylemlerdeki bayağılık, ırkçılığın içşelleştirilmiş halidir ve bu söylemlerde bulunanlar, çoğu zaman ırkçılık yaptıklarının dahi farkında değildirler. Ruh hastası vesaire olmadıkları gibi, beyaz yakalı pozisyonlarda olanları bolcadır.

Günümüzde ise “yeni ırkçılık” diye tabir edilen ırkçılık, neoliberal dönemin, teknolojik gelişmelerin, modernitenin (kimilerine göre post-modernitenin) ürünü bir kurgudur. Kurgu diyorum, çünkü değişseler de özü aynı kalan üretim ilişkilerine göre faşist ve ırkçı kafa, ‘öteki’nin cahil, yetersiz ve donanımsız olduğundan hareketle bu ideolojik maskeyi giymeye teşvik eder, imrendirir. Maskeyi takanlar, maskenin cazibesi ile kendilerini aslında gayet değersiz bulmakta olan efendilerinin otoriteye eklemlediği unsurlar haline gelirler ve tetikçi durumuna terfi ederek(!), kendilerini otoritenin bir bileşeni hatta temsilcisi zannederler. Resmi ya da gayrıresmi (paramiliter vs) köleliğin temelinde, efendiye duyulan arzu ve onunla bütünleşme dürtüsü mevcuttur. Arzular, gerçekte erişilmez olandır; aslında tam da bu yüzden köleler, efendilerine hem ulaşmayı arzuladıkları hem de asla ulaşamayacakları için, ışığın etrafında dönen pervane misali asılı kalırlar köleliklerinde. Velhasıl, ırkçılık ve faşizm, ruh hastalığı olmak bir yana, çeşitli teknolojik gelişmeler ve tekniklerle bezenen, ve gayet akıllı ve bilgili kurum ve kuruluşların yaydıkları ve gerektiğinde ruhsal sağlığı bozulmuş insanlar üzerinden hegemonyayı devam ettirmeyi sağlama amacı güden oldukça bilinçli ve bilgili kurumların eserleridirler. Bu kurumların de facto işlevi, toplumun ahlak yapısını bozmak, ahlaksızca yapılan tavırları cennete giden bir kutsallık olarak empoze etmek ve bu şekilde insanlığa karşı suç işlemektir.

Bu mekanizmaları iyi işlemeden, günümüzdeki ırkçılık ve faşizmin ulus-devlet ideolojisine ait olduğunu ortaya koymadan, ırkçılık ve faşizmin teknolojik gelişmeler ve üretimden ilişkileri ile olan ve dinamik yeniden oluşumlarını belirlemeden ırkçılığı hepimiz lanetlesek de kitlelerin ruh hastası değil, nasıl ahlaksızlıştırıldıklarını ve suç makinesi haline getirildiklerini işlemek doğru olan metoddur.

Irkçılığın ideoloji maskesi epey geniş ölçekli perakende satış mağazalarından temin edilebilir: okullar, çoğu ibadet yerleri, kutsal aile, eğitim(!) kitapları ve daha birçok perakende satış mağazası mevcuttur. Sapolsky, liberallerin çocukları ile ırk üzerine konuşma yapmayı sevmediklerini yazar. Ebeveynin, çocuğa ‘biz herkesi severiz’ dediğini nakleder örneğin. Hepimiz kardeşizdir zaten; evrensel masaldır bu. Pettigrew, 1997’de ABD’deki birçok Güneylinin kendisine bir itirafta bulunduğunu: sözde siyahlara karşı kötü bir duyguları olmadıklarını söyleseler de özde tokalaşmadan kaçındıklarını yazmıştı (Hogg & Vaughan, 2018). Gizli ırkçılık en tehlikeli tür belki de; ölçme çabaları olsa da (örnek: Implicit Association Test – IAT bazlı) içte tutulanın tam ne olduğu, nasıl alev alacağı bilinemez. Gizli ırkçılığın en önemli özellikleri, ırklar (ve uluslar) üzerinde konuşmadan kaçınmak, ırkçılığın var olduğunu reddetmek, önyargılı olabileceğini kabul etmemek, daha çok ihtiyacı olana sağlanacak avantaj ve yardımları reddetmek gibi düşünce ve tavırlarda mevcut olması ve çözümlemesinin daha zor formlar içermesidir. ‘Ne yardıma ihtiyacı varmış Suriyelilerin? Beğenmiyorlarsa gitsinler’ ve bir çok örnek verilebilir bu tür güncel ırkçılığa. Almanya, Avusturya gibi ülkelerde de ırkçı zihin, yabancıların kayırıldığını ve kendisinin dışlandığını düşündürtür kitlelere. Eh tabi, kimisi de Afgan bayraklı mülteciye küfredip, tokat atıp, bir de bunu kaydederek kendini kahraman sayar ve gizli ırkçı formundan kurtulur(!).

Bir nüve halinde, tohum gibi ekilir beyinlere ırkçılık; günü gelince pala kuşanılsın, tetik çekilsin diye. Kimi zaman Alevi öldürmenin Hicaz’a gitmekten daha evla olduğu, kimi zaman küffarın dini yıkmak için Sivas ellerindeki Madımak Oteli’ne geldiği haykırılır. Ders kitaplarında solcu anne ahlaksız bir şeytan, başörtülüler iyi insan olarak sunulur mesela. Günü gelip de gaza çattığında artık hazırdır kıtalar; tohum, zehirli sarmaşığınki kadar bereketlidir! Bu kitleler ruh hastası değil, küçük yaşlardan beri insani ve ahlaki değerleri manipüle edilmiş, ahlaksızlaştırılmış ve gerektiğinde suç işlemeleri için hazır hale getirilmiş düzeneklerdir. Ruh hastası olsalardı daha iyi olabilirdi! Kim bir şizofrenin düzen tarafından yönlendirebileceğini iddia edebilir ki?

Son söz: Adorno, Baumann, haykırıp durdular ırkçılığın, faşizmin olduğu yerde saydığını, saklandığını, geçmişte kalmadığını. Emperyal hayalleri, yüzlerine çarpan gerçekle yerle bir olan devlet ve uluslarda ırkçılık ve faşizm her an patlamaya hazır bir bomba gibidir. Ulus-devletin ve bunların dağıtım kanallarının ürünü olan ırkçılık da ruh hastalığı değildir; utanç verici bir nefret suçu ve büyük bir ahlaksızlıktır. Irkçılık ve faşizmi ruh hastası olarak değil, ahlaksızlık ve insanlığa (ve doğaya) karşı suç olarak ortaya koymak ve yargılamak gerekir.

Selam ve saygı ile.


Kaynaklar
Devine, P. G., & Elliott, A. (1995). Are racial stereotypes really fading? The Princeton trilogy revisited. Personality and Social Psychology Bulletin, 21, 1139-1150.
Hogg, M.A.. & Vaughan, G. M. (2018). Social Psychology. Pearson.
LeVine, R. A., & Campbell, D. T. (1972). Ethnocentrism: Theories of conflict, ethnic attitudes and group behavior. New York: Wiley.
Plous, S., & Williams, T. (1995). Racial stereotypes from the days of American slavery: A continuing legacy. Journal of Applied Social Psychology, 25, 795-817.
Sapolsky, R. (2018). Behave. Penguin Random House: UK.

The post Irkçılık hastalık değil ahlaksızlıktır, insanlık suçudur first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Hanau Katliamı üzerine: Holocaust’un parçalı dikimi https://gazetekarinca.com/hanau-katliami-uzerine-holocaustun-parcali-dikimi/ Mon, 24 Feb 2020 06:47:00 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=174680 Nice Yıldız Zygmunt Bauman Modernite ve Holocaust eserinde “Şimdi rahatlayabiliriz, çünkü Holocaust’un üzerinden yarım yüzyıl geçti ve onun o andaki yıkımı artık tarihe mal oldu. Onun yıkıcılığını yaşamış kuşağın tamamının neredeyse hepsi öldüler, geride pek tanığımız da kalmadı. Oysa bilmemiz gereken (şu ki), uygarlığımızın Holocaust’un kapılarını açan özellikleri hala yaşamımızın ayrılmaz bütünü ve parçaları. Onlar […]

The post Hanau Katliamı üzerine: Holocaust’un parçalı dikimi first appeared on Gazete Karınca.

]]>


Nice Yıldız


Zygmunt Bauman Modernite ve Holocaust eserinde “Şimdi rahatlayabiliriz, çünkü Holocaust’un üzerinden yarım yüzyıl geçti ve onun o andaki yıkımı artık tarihe mal oldu. Onun yıkıcılığını yaşamış kuşağın tamamının neredeyse hepsi öldüler, geride pek tanığımız da kalmadı. Oysa bilmemiz gereken (şu ki), uygarlığımızın Holocaust’un kapılarını açan özellikleri hala yaşamımızın ayrılmaz bütünü ve parçaları. Onlar çekip gitmedi ve Holocaust hala kapımızda asılı durmakta. Holocaust, kökü tümüyle kurutulmamış modernlik öncesi bar­barlık kalıntılarının akıldışı bir taşma olayı değildir. O, modernlik evinin meşru bir sakinidir; o bir başka evi, yuvası olarak kabul ede­mez. Her zaman güvenli evi ona mutlaka yeni kurbanlar sunacaktır” der.

Ve Holocaust deneyimi bugün yeni kurbanlarını ararken, gerçekçi olmak gerekirse çok uzağa gitmesine gerek kalmadan, hemen yakınında, kendi gövdesinin sinirleri içerisinde bulacak o kurbanları…

Holocaust göçmenlerin üzerine kayarak kendini hatırlatmak için pusuya yatmış bekliyor. Batı ülkelerinde ekonomik üstünlüğün kırılganlığı başladığı anda ya da devletin toplumsal yönetimi tekrar devir alacağını hissettiği anda Holocaust kendi köşesinden çıkıp gelecektir.

Bauman, Holocaust deneyiminin ancak modern bir toplumun içerisinden çıkabileceğini, çünkü ırkçılığın ancak modern bilim, modern teknoloji ve devlet gücünün modern biçimleri olmadan varolamayacağını belirterek, ırkçılığın modernizmin ürünü olduğunu savunur. Yine Bauman, Holocaust için sadece modernizmin yetmeyeceğini ve modernizme sonsuz inandırılmış kitlelerin olması gerekliliğini de söyler. Bu yüzden Holocaust ilk tetik anı için sadece Almanya’da çıkabilirdi ve onu takip etmekten yorulmayan örnekleri kendi Holocaust’larını yaratabilirdi (örneğin Avusturya ve Türkiye).

Almanya ve Avusturya’da, Nazilerin iktidara yükselmesinden önce, hatta Naziler iktidara yerleştikten epey süre sonra bile Almanya’da mevcut anti-semitizm, çağdaşı olan ülkelere nazaran çok düşük orandaydı. Uluslararası Yahudilik tarafından, Almanya dinsel, ulusal eşitlik ve hoşgörü bakımından adeta cennet olarak görülüyordu. Çağdaşı Amerika ve Britanya’ya nazaran çok daha fazla akademisyen ve meslek sahibi Yahudiye ev sahipliği yapmakta, halkta Yahudilere karşı öfke ve ayrımcılık bulunmamaktaydı. Fransa’da artan anti-semit baskılardan dolayı birçok Fransız Yahudisi, kurtuluşu Almanya’da yaşamakta görüyordu.

Günümüzde göçmenlerin görece rahat yaşadıkları ülkelerin başında Almanya gelirken, gerçekte bu ülkedeki durum, bütün sahne dekorlarıyla beraber Holocaust öncesine fazlasıyla benzemekte.

Holocaust öncesi Almanya, olumlu gözle değerlendirilirken, aslında 1. Dünya Savaşı’yla kaybetmiş olduğu modernizm ve devlet gücünü toparlamaya hazırlanıyor, yeniden Avrupa’nın en büyük gücü olabilmek için 1815’te gerici Avusturya’ya karşı Almanya birliğini sağlayan Prusya’nın yapay liberal havasını teneffüs ederek devlet-ulus birlikteliğini arıyordu.

Diğer yandan 1807’den itibaren, Ficthe’nin meşhur “Alman ulusunun insan ırkının en yüce temsilcisi olmak için seçilmiş ulus olduğu”na inanan söylevleriyle büyütülmüş itaatkarlığın ve kabalığın dünyasına teslim olmuş kitleler, kendilerini gerçekleştirebileceklerini sandıkları anın gelebilmesi için sabırsızca bekliyordu.

Bürokrasi ve ulusun müthiş uyumuyla modernizm el ele verince Holocaust kendi gerçekliğini yaşamak ve yaşatmak için uygun zemini kazanmış olabiliyordu.

Bugün Batı ittifakıyla kuşatılmış ve çevrelenmiş Almanya, kendine özgü deneyimine dönebilmek için Avrupa’nın bütün sefaletini görmeye hazır bir bürokrasinin ruhunda yaşıyor. Hanau katliamını düzenleyen şahsın Amerikan toplumuna seslenerek ayağa kalkmalarını istemesi, Batı ittifakıyla (özellikle Amerika ile) kuşatılmışlığını kırmaya çalışan Almanya bürokrasisinin arzusunun ve bu arzuyla hemen bütünleşecek “ulus” ruhunun korkunç yıkımı için kapı aralanması demektir.

Fotoğraf: ANF

Bakunin, Alman halkından diğer uluslara gelecek tehlikenin farkında olarak “Beyinlerini ezberle, midelerini fıçı fıçı bira ile dolduran bu halk, her koşulda yasal otoriteye gözü kapalı itaat, güçlü olan karşısında teslimiyetçi bir köle, zayıf olana karşıysa sistematik tahakküm ve baskıyla egemenlik kurmanın fetihçi içgüdüsüyle ayakta” kalabilir diyordu. Bakunin’e göre “Bütün bir Alman tarihi, sınıfsal kökeni ne olursa olsun, her Alman’ın otoriteye itaat etme özelliğini kanıtlayan bir dizi süreçten ibarettir. Ulus-devlet oluşumu ile birlikte Almanların benliğinde devlet iktidarını yücelten, gitgide bürokratik bir teori ve pratiği yaratan bir tapınma gelişti. Alman üniversitelerinde okutulan siyasetin ilmine sadece bu kaynaklık etmektedir” diyordu.

Ve o üniversitelerin yarattığı insanın karşılığını yıllar sonra Holocaust tarihi üzerine araştırmaların büyük ismi Raul Hilberg’in bu izdüşümden yola çıkarak sorduğu şu soruda bulabiliyoruz: “Holocaust cellatlarının deli olduğunu size gösterebilseydim sevinmez miydiniz?”

Yine Hilberg acı bir gerçekliği tüm detaylarıyla ortaya sererek “Hayır, ne yazık ki hayır. Hiçbiri deli değildi; aksine onlar toplumun en iyi eğitimli, toplumsal kurumlarımızı, bürokratik yapımızı ve teknolojik işleyişimizi en iyi yürüten, seçkin gruplarına mensup bireyleriydi” diyerek cevapliyordu.

Evet, Hanau katliamıyla birlikte, bir kez daha şunu anlamamız gerekmekte: “Bütün bilimsel, toplumsal ve sosyal” gelişmelerimizin yanında bizi sinsice gözleyen, yok edici canavarımız yanı başımızda soluyup durmaktadır.

Bu gerçekliği dikkate almayıp, Holocaust’u unutulmaya yüz tutmuş ve sadece geçmişe ait kötü bir anı olarak imgelersek, kendisine imkan sunulunca her şeyi yutacak devasa canavarımızla çok uzak bir zamanda olmamak üzere tekrar karşı karşıya kalacağız.

Ve yine unutmamak gerekir ki, Leo Kuper’in saptadığı gibi: “Egemen devletler, yönetimleri altındaki halklara, gruplara soykırım uygulama ya da kitle­sel katliamlar yapma hakkını egemenliğinin ayrılmaz bir parçası olarak savunuyor ve Birleşmiş Milletler sırf pratik amaçları için bu hakkı koruyor; buna karşılık kurbanları koruyacak hiç bir uluslararası yaptırım gücü yok”.

Hanau katliamında yaşamını yitiren bütün insanların anısına…

The post Hanau Katliamı üzerine: Holocaust’un parçalı dikimi first appeared on Gazete Karınca.

]]>