Ana SayfaGüncelElçi cinayeti davası: Sanık polisler tutuklanmadı

Elçi cinayeti davası: Sanık polisler tutuklanmadı

HABER MERKEZİ – Tahir Elçi’nin öldürülmesine ilişkin Diyarbakır’da görülen davanın ikinci duruşması sanık polislerin savunmasıyla sürdü. “Bizim arkamızda ne devlet gücü ne devlerin gücü ne de sırtımızı yaslayacağımız duvarlarımız var. Bizimle sürekli beraber yürüyen ölülerin sesleri var, hepsi o kadar” diyen Elçi’nin eşi Türkan Elçi ile ağabeyleri Mehmet ve Ömer Elçi’nin davaya katılma talepleri kabul edildi. Duruşmada polislerin tutuklanma talebini reddeden mahkeme, sanıklara adli kontrol tedbiri olarak yurt dışına çıkış yasağı getirdi. Davanın bir sonraki duruşması 14 Temmuz’da.

Diyarbakır Barosu’nun eski başkanı Tahir Elçi’nin 28 Kasım 2015 tarihinde Suriçi’ndeki tarihi Dört Ayaklı Minare önünde öldürülmesine ilişkin davanın ikinci duruşması Diyarbakır 10’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılıyor.

Biri ihraç edilmiş üç polis “bilinçli taksirle ölüme sebebiyet vermek”ten, PKK’li Uğur Yakışır ise “Elçi’yi olası kastla öldürmek, iki polisi öldürmek, ülke birliğini ve bütünlüğünü bozmak”tan yargılanıyor.

Elçi ailesinin avukatlarının hazır bulunduğu duruşmaya, sanık polisler de bulundukları kentlerden SEGBİS’le katılıyor.

DBP Eş Genel Başkanı Saliha Aydeniz, HDP milletvekilleri Semra Güzel, Mahmut Toğrul ve Dersim Dağ, CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, CHP milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu ve Alpay Antmen ile insan hakları savunucuları da duruşmayı takip ediyor.

Mahkeme heyeti Covid-19 tedbirleri gerekçesiyle duruşma salonuna 84 kişinin alınmasına karar verirken, adliye önü ve mahkemenin bulunduğu koridora çok sayıda polisin konuşlandırılması dikkat çekti.

Kimlik tespitiyle başlayan duruşmada müşteki olarak davaya katılma talebinde bulunan Türkan Elçi’nin beyanı şöyle:

Bilindiği üzere yüz otuz iki gün önce bu salonda uzun yılların ardından açılan bir cinayet dosyasının adalet arayışının ilk adımları atılacaktı, umutluyduk. Beş yılı aşkın bir zaman da geçmiş olsa umutluyduk. Toplumda yaşadığımız genel atmosfer düşünüldüğünde ‘umut’ sözcüğü çoğu insan için inandırıcılığını yitirmiş olabilir, fakat gerçek bir mağdur hiçbir zaman umut etmekten vazgeçmez vazgeçemez, çünkü umut onların yaşam dayanağıdır. Çoğu kayıp yakınından dinlediğim hikayelerde gidenlerin günün birinde kapıdan içeriye gireceklerine, geri döneceklerine inandıkları gibi ben de adaletin tecelli etmesi gerektiğine hep inandım.

Yüz otuz iki gün önce ‘adalet dağıtıcısı olarak addedilen makamınıza saygımız var, çünkü mağdur vekili olarak yapılan haksızlıkların adaletle buluşması için hukuka inanan bir insanın ruhunun mahkeme duvarlarında izi var’ şeklinde meramımızı anlatacaktık, fakat saygı duyduğumuz makam bizi dışarıya atmakla tehdit etti. Makamınıza birilerini salondan atma olanağı tanındığını bilebilecek durumdayız, fakat bir yetki vicdani ve empati gibi değerlerden uzaklaştığında ortada iletişimi koparacak ve güveni sarsacak bir güç kalır. Oysa hukuk düzeni, güven duygusu içinde bir yaşamı vadeden bulunmaz bir nimettir.

Benim gibi bir mağduru dışarıya atmakla tehdit ekmek oldukça kolay bir davranıştır, çünkü arkanızda bir mülkün devasa gücü var. Bizim arkamızda ne devlet gücü ne devlerin gücü ne de sırtımızı yaslayacağımız duvarlarımız var. Bizimle sürekli beraber yürüyen ölülerin sesleri var, hepsi o kadar. Fakat bu da bilinmelidir ki bir mülk ancak ve ancak adaletle güçlenir, adaletle ayakta kalabilir. İnsan evladı var olalı peşine düşüp bulmaya çalıştığı en önemli ortak değerlerin başında ‘adaletin’ geldiği de unutulmamalıdır. Albert Camus’nun anlatımıyla ‘İnsanlar, herkeste herkesçe benimsenen ortak değere dayanamıyorlarsa, insan için insan anlaşılmaz kalıyor demektir.’

Adaletin gerçekleşme olanağı bu salondadır, onu gerçekleştirme yükümlülüğü de bu makama düşmektedir. Aynı zamanda bu makamın, yükümlülüğünü yerine getirirken objektif olduğu kanısını uyandırmak zorunluluğu vardır. İlk duruşmada usul tartışması hususunda gösterilen direnç sanıkların salonda hazır bulundurulması konusunda da gösterilmiş olsaydı, yargılamanın sıhhatle yapılmasının olanakları yaratılsaydı, taraflara objektif yaklaşıldığına, adaletin tecellisi için gayret edildiğine kanaat getirilecekti. Zımni de olsa bir yargıç, taraflara meylini hissettirdiğinde eşitlik ilkesinin varlığından söz etmek ne derece doğru olacaktır? Bir yargı makamı kendini adaletin hizmetinde değil de devletin bir memuru olarak görüyor ve sanık sandalyesinde devletin menfaati için çalıştığını iddia eden polisleri yargılama hususunda hassas davrandığını hissettiriyorsa bunun keyfi bir yaklaşım olduğu, keyfiliğin vicdanları yaraladığı da bilinmelidir.

Bir yargıcın meylini hissettirme konusunda Hz. Ömer, Ebu Musa’ya gönderdiği mektupta ‘Duruşma salonundaki yerlerinde ve duruşma anındaki bakışlarında taraflara eşit muamele et ki onlardan zengin olanlar adaletsizlik yapacağı zannını hissetmesinler, zayıf olanlar da adaletsizliğe uğrayacaklarını hatırlarına getirmesinler.’ Yargıcın tarafsız olması kadar tarafsız görünmesinin hissettirilmesi de önem arz eder ve bu nedenledir ki İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 10. maddesinde ‘Herkesin hak ve yükümlülükleri belirlenirken ve kendisine suç yüklenirken tam bir şekilde davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından hakça ve açık olarak görülmesini istemeye hakkı vardır.’

Yargı makamından tarafsız, objektif, bağımsız ve başkalarından farklı tutulmamayı istemek de biz vatandaşların en doğal hakkıdır ve adil yargılanma hakkımızın temelini oluşturmaktadır.

Bugün bizi bu salonda bir araya getiren cinayet dosyasında maktul olarak yer alan, koca bir şehrin baro başkanı, ömrünü cezasızlıkla mücadeleye adamış Tahir Elçi; toplumun kaosa sürüklendiği, sokaklarda bombaların patlatıldığı, silahların gece gündüz susmak nedir bilmediği, masum insanların zarar gördüğü bir gidişata hiç kimsenin cesaret edip dur diyemediği bir anda sadece kendi insani duygularının etkisiyle ve savaşa karşı durmak gerektiğine olan inancıyla son sözlerini dile getirdiği anda katledildi.

Ölümler karşısında kendini sorumlu hissetmesi bana Karl Jaspers’ın bu sözlerini hatırlatır.’ İnsanlar arasında insan olmalarından gelen bir dayanışma vardır ve bundan ötürü herkes dünyadaki her adaletsizliğe ve yapılan her yanlışa karşı sorumludur, bilhassa da kişinin tanıklığında işlenen yahut bilmiyor olamayacağı suçlara karşı. Bunları önlemek için elimden geleni yapmıyorsam ben de suç ortağıyım demektir. Diğer insanların öldürülmesini önlemek için hayatımı tehlikeye atmamışsam, sessiz kalmışsam, kendimi hukuken, siyaseten ve ahlaken hiçbir şekilde anlaşılamayacak bir biçimde suçlu hissederim, tüm bunların ardından hala yaşıyor oluşum bana kefareti ödenemez bir suçluluk yükler.’

Bugün ben de bu salonda bunu içtenlikle dile getirmek isterim ki; bir insan olarak insanların ölümünden duyulan mahcubiyeti yüreğinde hisseden bir baro başkanını katledenlerin cezalandırılması yönünde mücadele etmememiz de bize kefareti ödenemez bir suçluluk yükleyecektir. Bu talep bir eşin talebi olduğu kadar, bir suçun cezasız kalmaması için sıradan bir vatandaşın insani bir talebi olarak da kabul edebilirsiniz.

Yaşanan insanlık dramının karşısında kendini sorumlu hisseden birinin, kaosa mahal verecek şiddet dilini reddederek savaşa karşı olduğunu, savaşın taraflarından çekinmeden samimiyet ve cesaretle dile getirdiği esnada katledilmesi toplumda yankı bulmuş, ölümü esefle karşılanmıştır.

Bugün bizi bu salonda bir araya getiren cinayetin acısını dile getirip faillerin cezalandırılmasını talep ettiğim kadar bu menfur cinayetin, toplumun üzerindeki tezahürünün de göz ardı edilmemesi gerektiği hususuna dikkat çekerek adaletin tecelli edeceği beklentisinin toplumun umudu haline geldiğini de belirtmek isterim.

Sonu bir mabedin ayakları altında dramla biten bir senaryonun yazarlarının bulunup cezalandırılması huzur ve güven içinde bir ülkede yaşamamız açısından elzemdir. O daracık sokakta başrolleriyle, figüranlarıyla oynanan oyunun senaristinin, yönetmeninin, kurşunu sıkanın bilinemeyeceği veya işlenen suçun taksiren olduğu inandırıcı değildir. Hukuk devleti ilkesi gereği, yaşadığımız mağduriyetin hukuksal çözümünü yargı mekanizmasına bırakmayı gerektirir. Yetkililerin yaşanan mağduriyet karşısında sessiz kalması, olanakların adaletin tecellisi için kullanılmaması, hukuka ve makamlara olan güveni zedeler. İşlenen cinayetle kanayan yaranın onarılma görevinin yargıya düştüğü, kamu düzeninde karşılaşılan her türlü haksızlığın yargı makamlarınca çözülebileceği, adaleti tesis edebilme rolüyle toplumsal barışın ve huzurun sağlanacağı unutulmamalıdır, yargı toplumsal yaraları adaletle onarma işleviyle mükelleftir. Yargı makamlarının adalet dağıtıcısı olarak tanrısallaştırılmış işlevini yerine getirmemesi, suçluların cezalandırılmaması neticesinde yargı hanesinde tarih boyunca hatırlanacak bir leke olarak yerini alacaktır. Maktul Tahir Elçi’nin eşi olarak suçtan zarar görmem ve yukarıda izah edilen sebepler ile davaya katılmama karar verilmesini saygı ile talep ederim.

Elçi’nin ağabeyleri Ömer Elçi ve Mehmet Elçi de şikayetçi sıfatıyla davaya katılma talebinde bulundu.

“Elçi’nin öldürülmesine giden yolun başına gitmeliyiz”

Aile avukatlardan Benan Molu ise “Bu dava Tahir Elçi mücadele ettiği davalar gibi cezasız bırakılmak isteniyor” dedi ve ekledi:

Tahir Elçi’nin öldürülmesine giden yolun başına gitmeliyiz. CNN Türk yayına katılmasının ardından hedef haline gelerek, ölüm tehditleri aldı. Hakarete uğradı. Dünyanın en hızlı iddianamesi hazırlanarak hakkında örgüt propagandasından dava açıldı. Ve Elçi 2015 yılında öldürüldü.

“5 yıl sonra sanıklarla birlikte buradayız. Bu davada çok sayıda ihmal ve eksikliklerle karşı karşıyayız” diyen Molu, şöyle devam etti:

Bu eksiklikler ve gözden kaçırılan şeyler olmasaydı Tahir Elçi bu gün yaşıyor olabilirdi. Tahir Elçi’ye koruma tahsis edilseydi belki bugün Tahir Elçi yaşıyor olacaktı. Dinlenen, takip edilen örgüt üyelerinin yakalanmasına ilişkin uygun operasyon olsaydı, Tahir Elçi yaşayabilirdi. Operasyonunun ciddiyetle gerçekleşmediği açıktır. Cinayeti ortaya çıkaracak esas şeyler yapılmadı. Görevi ihmal ve kötüye kullanıldığı bize gösteriyor. ATK’nin adli tıp raporu çürütüldü. Olay yerindeki inceleme güvenlik gerekçesiyle yapılmadı ancak olay yeri halka açıldığını medyaya yansıyan fotoğraflardan gördük. Deliller eksik ve hiç toplanmamıştı. 4 yol 2 ay boyunca dosyadaki tek şüpheli şoför Ahmet Sanlı’ydı. Kamera kayıtları ya yok edildi ya silindi. Dosyada hiçbir zaman kısıtlılık kararı olmadan avukatlardan fiili olarak saklandı. Cinayetin üstünden 3 yıl 1 ay geçtikten sonra polislerin şüpheli sıfatıyla ifadesi alındı. Londra Üniversitesi Adli Mimarlık Bölümü Forensic Architecture raporu üzerine iddianame hazırlandı. Bu eksiklerle ve isteksizle başka bir iddianame ve davanın açılmadı mümkün değil. Biz bunu değiştirmek için buradayız. Tahir Elçi cinayetinin cezasız kalmaması için katılma talebinde bulunuyoruz.

“Bu dava yüzleşme davasıdır”

Diyarbakır Baro Başkanı Cihan Aydın da “Bu dava yüzleşme davasıdır. Tahir Elçi’yi ölüme götüren bir açıklamaydı. Ve hemen ardından hakkında soruşturma açıldı. İfadesi alındıktan 8 gün sonra cinayet işlendi. Bu yönteme Hrant Dink’ten tanığız. Bu sadece Tahir Elçi cinayeti değil, insan hakları cinayeti olduğu için davaya katılmak istiyoruz” diye konuştu.

Akabinde Tahir Elçi Vakfı adına avukat Neşet Girasun ile Antep, Van, Urfa, Şırnak baro başkanları, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği Eş Genel Başkanı Bünyamin Şeker ve Çağdaş Hukukçular Derneği davaya katılma talebinde bulundu.

Katılma talebine karşı savcı, Türkan Elçi, Ömer ve Mehmet Elçi ile Diyarbakır Barosu’nun suçtan zarar görme ihtimallerine binaen katılma taleplerinin kabul edilmesini, diğer kurumların ise katılma taleplerinin reddedilmesini istedi.

Mahkeme heyeti, katılma taleplerinin değerlendirilmesi ve sanıkların sorgulanmasına geçilmek üzere duruşmaya ara verdi.

Elçi ailesinin davaya katılma talebi kabul edildi

Duruşmanın öğleden sonraki oturumu başladı.

Mahkeme heyeti, Tahir Elçi’nin eşi Türkan Elçi, ağabeyleri Mehmet Elçi ve Ömer Elçi ile Diyarbakır Barosu’nun davaya katılma talebini kabul etti. Diğer talepler ise reddedildi.

“Yoğun silah sesi vardı”

Ardından Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) üzerinden duruşmaya katılan sanık polislerin savunmalarına geçildi.

Hakkındaki iddialara ilişkin savunma yapan sanık polis S. T., şunları söyledi:

Olay günü haber merkezinin anonsuyla Dört Ayaklı Minare’de görev aldım. 25 metre mesafede postane ile cami girişi önünde görev aldım. Meydanda silah sesi gelince cami girişinde silahımı doldurarak beklemeye  başladım. İlk şahsa iki el ateş sonra gelene 4 atış yaptım. İkinci koşan 4-5 metre sonra bana ateş etti yaralandım. Bulunduğum yere çöktüm. Görüntülerde net gözüküyor önümde zırhlı araç ve bir kornet araç vardı. Dört Ayaklı Minare görülmüyordu. Yakın mesafede ve hedef gözeterek örgüt üyesine atış yaptım. Diğer sanıklarla aynı şubede çalışıyorduk. Hiçbir istihbari bilgi gelmedi. Şikayetçiyim. Davaya katılma talebim yoktur.

Ardından çapraz sorguya alınan sanık S. T., mahkeme başkanının, “Londra Üniversitesi raporuna göre şüphelisiniz bu konuda bir söyleyeceğin var mı?” sorusuna, “Raporun gösterdiği yerde olsaydım diğer polisler de beni görürdü. Kornet aracı görüşümü engelliyordu. M. S.’yi hiç görmedim. Kornetin arkasında olduğum için görmedim” yanıtını verdi.

Mahkeme başkanının, “kaçan örgüt üyeleri ve sokakta bulunan polisler dışında silah kullanan oldu mu, uzun namlulu silah kullanıldı mı?” sorusuna S. T., “Görmedim. Yoğun silah sesi vardı. Uzun namlulu silah sesini yaralandıktan kısa süre sonra duydum. Kısa sürede önümden geçtikleri için arkasında polis var mıydı göremedim. Kontrol etmedim. Bizim görevimiz sadece basın açıklamasını tutanak altına alıp sunmaktır. Görüntülerde net gözüküyor örgüt üyesinin önünde ve arkasında kimse yoktu” diye yanıt verdi.

S. T.’nin  avukatı ise müvekkilinin beyanlarına katıldığını belirterek, “Müvekkil sanık değil mağdurdur. Müvekkilim orda sadece sınırlı bir güvenlik sağlamak için oradadır. Merhumun ölümünden sorumlu tutulacağı anlamına gelmez. Hayati derecede yaralanan müvekkilin sanık olması üzücüdür. Londra laboratuvarından gelen taraflı raporla müvekkilin sanık durumuna düşmesi üzücüdür. Müvekkilim yaralandığı için şikayetçiyiz. Davaya katılma talebinde bulunuyoruz” dedi.

“Tahir Elçi’nin vurulma anını görmedim”

Hakkındaki iddialara ilişkin savunma yapan Kanun Hükmünde Kararnameyle (KHK) ile ihraç edilen ve o dönem polis olan sanık M. S., ise şunları söyledi:

Olay günü ekip amir vekili F. T. görevli olduğumuzu söyledi. Dört Ayaklı Minare’ye gittik. Görevimiz basın açıklamasını kayıt altına almaktı. Basın açıklaması bitti. Yaşlı bir adam Tahir Elçi’nin yanına geldi, konuşma bitmeden silah sesi geldi. Benim Tahir Elçi ile aramdaki mesafe 1 buçuk metreydi. Balıkçılar Başı istikametine baktığımda iki kişinin geldiğini gördüm. İlkinde silah yoktu, ikincisinin elinde silah vardı. Ben de ayaklarına doğru atış ettim. Tahir Elçi tam arkamdaydı. Sanık duvara doğru kaçarken ben 3 el atış yaptım. Atış açısıyla başkan arasında 5 metre vardı. Yan atış pozisyonda atış yapıyorduk.

Malum raporun aksine biz yatay açısıyla atış yapıyorduk. Güvenlik alma gibi bir görevimiz yok. Sadece şahsın sokağa girdiği anı gördük. Biz de telsiz olmadığı için anons yapıldı mı bilmiyorum. Tahir Elçi’nin vurulma anını görmedim. Mermim bittiğinde bir kişinin yerde olduğunu gördüm. Şarjörüm bitti, başka şarjör istedim. Kimse gidip rahmetli başkana müdahale etmedi. Sadece silah ve ambulans istiyorduk. Diğer sanıklara aynı şubede görev yapıyorduk.

Mahkeme başkanının Londra Üniversitesi’nin raporuna göre açık bir şekilde Tahir Elçi’e atış yapabileceğini belirtmesi üzerine M. S., “Tahir Elçi’nin vücudunun yüzde 30’u minarenin arkasına düşüyor. Sanki başkan sokağın içinde ve minarenin önünde vurulduğu söylüyor. Tek bir tanık var gazeteci Mehmet Türk. Yüzü dört ayaklı minareye dönük bir şekilde hendeklere yöneldiği sırada yere düştü diyor. Ve minarenin arkasındaydı diyor. Çok sayıda silah sesi geldiği için uzun namlulu silah sesi var mıydı fark edemedik. Sokak 7 metre benimle başkan arasında hemen arkamda 2 metre var. Modellemede tutarsızlık var” yanıtını verdi.

“Kaç el ateş ettiğimi hatırlamıyorum”

Hakkındaki iddialara ilişkin savunma yapan sanık polis Fuat T. ise şunları belirtti:

Olay günü 10.30’da Diyarbakır Barosu’nun Dört Ayaklı Minare önünde açıklama yapacağı komiser tarafından bana iletildi. Güvenlik Şube olarak orda görev aldık. Gittik orda konum aldık. Ben ve M.S., Dört Ayaklı Minare önüne geldik. Gazetecilerin beklenmesi üzerine 10.40’ta basın açıklaması yapıldı. Açıklamaya katılanlar dağılırken, bir yaşlı adam Tahir Elçi ile konuştu. O sırada iki şahıs bizim bulunduğumuz yöne ateş ederek koşmaya başladı. Bize doğru gelirken ateş etmeye başladı. Ben de korner aracın önündeydim. Şahsa doğru hedef gözeterek atış yaptım. Kaç el atış yaptığımı hatırlamıyorum. O alanda canlı olarak kimse yoktu. Vedat Komiserimin ambulans istediğini gördüm. Takviye ekipler geldi.

Benim olduğum yerde Tahir Elçi’yi görmedim. Bir şahsın yerde yüzüstü olduğunu gördüm. Daha sonra Tahir Elçi olduğunu fark ettim. Dört Ayaklı Minare bizim Tahir Elçi’yi görmemizi engelliyordu. Benim olduğu yerden Tahir Elçi görme imkanı sıfır. Yaşlı adamla konuşurken onu gördüm daha sonra görmedim. Şahısların sokağa girmesiyle birlikte silah sesleri çoğaldı. Hangi silahtan hangi ses geldiğini ayırt edemezdik. Londra’dan gelen yanlı bir rapor Tahir Elçi’yi vurma imkanımız yok.

Sanık F. T.’nin avukatı, olay yerinde keşif yapılmasını talep etti.

Verilen aranın ardından mahkeme heyeti, talepleri aldı.

Cumhuriyet Savcısı, biri gizli tanık olmak üzere beş tanığın gelecek celsede dinlenmesi için talimat yazısı yazılmasını talep etti.

Avukat Aynur Tuncer Yazgan, gelecek celsede sanıkların duruşmada hazır edilmesini, gizli tanığın dinlenmesinde kendilerinin de doğrudan soru sormalarına olanak tanınmasını talep etti.

Diyarbakır Barosu Başkanı avukat Cihan Aydın ise, sanıkların kaçma şüphesi ve suçun mahiyeti göz önünde bulundurularak sanıkların tutuklanmasını talep etti.

Tutuklanma talebi reddedildi

Polislerin tutuklanma talebini reddeden mahkeme, sanıklara adli kontrol tedbiri olarak yurt dışı çıkış yasağı getirdi.

Mahkeme heyeti gelecek celsede, dinlenecek gizli tanığın sesinin değiştirilerek mahkeme huzurunda dinlenmesine, sanık polis S. T.’nin suçtan zarar gören olarak kabulüne hükmetti.

Mahkeme ayrıca, sanık avukatların keşif talebinin daha sonra değerlendirilmesine, beş tanığın gelecek celsede dinlenmesine, sanıkların mahkemeye bizzat katılma talebinin reddine karar verdi.

Davanın bir sonraki duruşması 14 Temmuz’a ertelendi.

İlk duruşmada ne olmuştu?

Tahir Elçi’nin öldürülmesine ilişkin açılan davanın ilk duruşması, cinayetten 5 yıl sonra, 21 Ekim 2020 tarihinde yoğun güvenlik önlemleri altında Diyarbakır’da yapılmıştı.

Elçi ailesi avukatlarının tüm taleplerini reddeden mahkeme, sanık polislerin bulundukları yerden SEGBİS’le dinlenmesine karar vermişti.

Duruşmada söz almak isteyen Türkan Elçi “Bugün buraya gelirken adalete güvenim vardı” dedi, ancak mahkeme Elçi’nin talebini dinlememişti.

Elçi ailesi avukatları tarafından sunulan reddi hakim talebi karşısında mahkeme, Diyarbakır 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nce karar verilmek üzere duruşmayı 3 Mart 2021 tarihine ertelemişti.

  Cinayetten 5 yıl sonra: Elçi davasında taraflar dinlenmedi, duruşma ertelendi
  Elçi cinayeti davasında reddi hakim talebine ret
  Londra Üniversitesi’nden Elçi iddianamesine itiraz: PKK’liler ateş açmadı
Fotoğraf: Tahir Elçi Vakfı

Tahir Elçi, Diyarbakır’da sokağa çıkma yasaklarının olduğu 28 Kasım 2015’te Sur ilçesinin ve Dört Ayaklı Minare’nin çatışmalar sırasında gördüğü tahribata karşı yaptığı açıklama ardından öldürüldü.

Olay yeri incelmesi Elçi cinayetinden 4 ay sonra, 17 Mart 2016’da yapıldı. Daha önce tespit edilen 83 delilden sadece 43’ü toplandı.

En önemli delilerden sayılan Elçi’yi öldüren mermi çekirdeği bulunmadı.

Elçi’nin vurulma anının da olduğu polis kamerası görüntülerinde 13 saniyelik, aynı sokakta bulunan PTT Şubesi’ne ait 5 no’lu güvenlik kamerası kayıtlarında ise 17 dakikalık görüntü kesintisi olduğu ortaya çıktı.

Başka bir işyerine ait dört kameradan üçü çalışırken, cinayet mahallini gören dördüncü kameranın ise çalışmadığı öne sürüldü.

Etkin soruşturma yapılmadığını açıklayan Diyarbakır Barosu, gazetecilerin çektiği olay yerine ait görüntüleri Londra Üniversitesi Adli Mimarlık Bölümü’ne (Forensic Architecture) gönderdi.

Forensic Architecture’ın hazırladığı raporda, fail olarak tespit ettiği üç polisten birini ‘kesin fail’ olarak işaret etti. Ancak savcılık bu raporu dikkate almayarak, Adli Tıp Kurumu’ndan (ATK) rapor istese de ATK rapor hazırlamadı.

2020 yılının Ocak ayında ise Londra’da hazırlanan raporda olası fail olarak tespit edilen üç polisin “şüpheli” sıfatıyla ifadeleri alındı. Böylece dört yıldan sonra ilk kez dosyada şüpheliler yer almış oldu.

Soruşturma da cinayetten 4 buçuk yıl sonra tamamlandı.

Diyarbakır 10’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’nce kabul edilen iddianameyle tutuksuz yargılanan sanık polisler S.T., F.T. ve M.S.’nin ‘bilinçli taksirle ölüme sebebiyet vermekten’ 2 yıldan 6 yıla kadar hapsi isteniyor.

Diğer firari sanık Uğur Yakışır hakkında ise hem Elçi hem de aynı gün öldürülen polisler Cengiz Erdur ve Ahmet Çiftaslan cinayetleri suçlamasıyla üç kez ağırlaştırılmış müebbet ve 45 yıla kadar hapis cezası talep ediliyor.

Ayrıca sanık Yakışır hakkında 15 Eylül 2020’de hazırlandığı ve dava dosyasına son dakikada konulduğu ortaya çıkan yeni iddianameyle de “devletin birliğini bozmak” ve “kasten öldürmek” suçlarından cezalandırılması isteniyor.

Yeni eklenen iddianamede, bu konuya ilişkin olarak sadece, bir gizli tanığın, “Bu örgüt mensubunu haki XIZGİNAS kod olarak biliyorum. Bu örgüt mensubu Tahir Elçi’yi öldüren, 2 polis memurunu şehit eden şahıstır” ifadesi kanıt olarak gösteriliyor.


Karınca, Mezopotamya Ajansı

PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Berberoğlu dahil sekiz milletvekilinin dokunulmazlık fezlekeleri Meclis'te
Sonraki Haber
Son 10 yılda bin 42 işçi madenlerde hayatını kaybetti