Ana SayfaYazarlarErcan SezginÇelik’ten Pençe’ye: Aynı suda iki kere yıkanma ısrarı

Çelik’ten Pençe’ye: Aynı suda iki kere yıkanma ısrarı


Ercan Sezgin


Türkiye’nin 1983’te Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin ile sınır güvenliği ve işbirliği anlaşması imzalamasının ardından TSK’nin Irak topraklarına rahat biçimde operasyon yapıp üs kurmasının da yolu açıldı. Aynı yıl Irak Kürdistan Bölgesi’ne ilk operasyon savaş uçaklarının bombalamasıyla başladı. Bu operasyonda sadece PKK güçleri değil aynı zamanda peşmergeler de hedef alınmıştı. 1983’ten günümüze kadar sayısız hava ve kara harekatı yapıldı. Bu harekatların amacı, hedefi ve stratejisi bölgede yaşanan gelişmelere göre şekillendi.

1983, 1984, 1986 ve 1987’de yapılan operasyonlar Saddam yönetimi ile yapılan anlaşma doğrultusunda sıcak takip şeklinde gelişiyordu. 1984’te iki bin askerle Irak topraklarından beş kilometre içeri girildi. 1986’da PKK’nin Hakkari Çukurca’daki eyleminin ardından sekiz bin asker, onlarca uçak ve helikopter desteğiyle 10 kilometre içeri girildi.

4 Mart 1987’de 30 uçak ve binlerce askerle yeniden Irak Kürdistan Bölgesi’ne girildi.

5 Ağustos 1991’de ilk defa operasyonlara isim verilmeye başlandı. ‘Süpürge Harekatı’ denilen operasyon hem havadan hem de karadan geniş kapsamlı olarak icra edildi.

1992’ye kadar yapılan harekatlar, gir-çık şeklindeydi. Ama 1992’den sonra amaç, hedef ve strateji değişti. ABD’nin Irak’a müdahalesi sonrası Irak’ın kuzeyinde Kürdistan yönetimi kuruldu. Sınırın kuzey yakasında ise PKK’nin mücadelesi ve hakimiyeti arttı. Kürtlerin iki farklı yakada başlattığı hamlenin birleşmesi ihtimali Ortadoğu’nun sınırlarını yeniden çizen küresel güçlerin işine gelmiyordu. Dolayısıyla kuzeyde PKK’nin boğulması ve tasfiye edilmesi karşılığında sınırın güney yakasındaki Kürt statüsünün tanınması yolu izlenmiş, ittifak ve anlaşmalar yapılmıştı.

1992’den sonra Irak Kürdistan Bölgesi’ne yapılan tüm harekatlar ABD, İngiltere ve İsrail’in onayı, desteği ve teşvikiyle gerçekleşti. Türkiye, KDP ve YNK ise sahadaki uygulayıcı güçler oldu. Tüm güçler ortak hareket etmekle birlikte amaçlarında kimi farklılıklar vardı. Türkiye’nin amacı 1992’de tavan yapan PKK’nin hakimiyetini tümden tasfiye etme ve Irak Kürdistan Bölgesi’ni denetim alma üzerine kuruldu.

Ekim 1992’de ‘Sandviç Operasyonu’ başlatıldı. 25 bin asker, binlerce KDP ve YNK peşmergesi, tank, top ve onlarca uçak, helikopter katıldı. Bir ay süren operasyonda Türkiye ilk defa kalıcı askeri üsler kurdu. 1995 yılının 21 Mart Newroz gününde ‘Çelik Operasyonu’ adında yine geniş kapsamlı bir operasyon düzenlendi. Bu sefer operasyona katılan asker sayısı 35 bindi. KDP ve YNK güçleri de eklendiğinde bu sayı 50 bine varıyordu. 1996’da aynı kapsamda ‘Atmaca’ ve ‘Tokat’ operasyonları yapıldı.

Mayıs 1997’ye gelindiğinde o güne kadar yapılmış en kapsamlı harekatın startı verildi. ‘Çekiç Harekatı’ adı verilen operasyona 50 bin asker katıldı.

Nisan 1998’de ise ‘Murat Operasyonu’ aynı kapsamda gerçekleştirildi. 2000 yılına kadar yapılan bunca geniş kapsamlı operasyon hedeflendiği gibi PKK’nin tasfiyesine yol açmadı. Örgüt, askeri ve siyasi gücünü belli oranda koruyarak 2000’li yıllara kadar geldi.

2000’den 2007’ye kadar, dönem dönem hava saldırıları olsa da esas geniş kapsamlı harekatlar 5 Kasım 2007’de ABD Başkanı George Bush ve Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan arasında yapılan anlaşma sonrası başladı. Bu anlaşma sonucunda ABD Türk devletine Irak Kürdistan Bölgesi’nin hava sahasını açarak, keşif ve istihbarat desteği sunacak, TSK de uçaklarla bombalayacak, böylelikle PKK bitirilecekti. Öyle ki dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, “Onlar eskisi gibi rahat hareket edemeyecek. 24 saat gözetlenecekler. Kandil BBG evi gibi olacak” diyecekti.

Bu süre içinde yapılan operasyonlar ağırlıklı olarak hava saldırısı şeklinde gelişti. 2008 Şubat ayında ‘Güneş Operasyonu’ ile karadan Zap’a girilmek istendi. Türkiye’nin büyük bir iddiayla başlattığı operasyon sert çatışmalar nedeniyle 15 gün sürmüş, 10 bin asker Zap’a ulaşamamıştı. Ardından Yaşar Büyükanıt’ın deyimiyle ‘Tereyağından kıl çeker gibi’ çekilmek zorunda kalınmıştı. Bu operasyonun ardından Ergenekon ve Balyoz adında devlet içi operasyonlar başladı. PKK’ye karşı başarısız olan generaller TSK’den tek tek tasfiye edildi.

2015 yazına gelindiğinde Demokratik Çözüm Süreci’nin sonlanmasıyla birlikte Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı hava saldırıları yapıldı. ‘Yalçın’ adı verilen harekatta 300 savaş uçağı kullanıldı. Bu harekatla birlikte çözüm süreci resmen bitmiş ve eski ‘güvenlikçi’ politikalara dümen kırılmıştı.

Kürtler, Türkiye, Suriye, Irak ve kısmen de olsa İran’da 2013’ten sonra büyük kazanımlar elde etmişti. Yine Kürtler başta olmak üzere insanlığı tehdit eden IŞİD, kademe kademe yenilgiye uğratılmıştı. Şengal, Mahmur, Erbil ve Kobani’de sergilenen büyük direniş tüm dünyanın takdirini kazanmıştı. Bu sayede Kürtler Ortadoğu’da büyük bir siyasi ve askeri güce ulaşmış, kendini kabul ettirmişti.

Tabi bu kazanımlar başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu’daki ulus devletleri tedirgin etmişti. Çünkü Kürt varlığının kabul görmesi demek kendi statükoları için tehditti. Böylece 2014’te Milli Güvenlik Kurulu’nda ‘Çöktürme Planı’ denilen proje kabul edilmişti. Önce Türkiye’de yaşayan Kürtlerin siyasi ve toplumsal direnişi kırılmak istendi, ardından da sırasıyla Irak ve Suriye’deki Kürtlere yönelimde bulunuldu.

Bu süreçte Kuzey ve Doğu Suriye’deki Afrin, Serekaniye, Gire Spi kentleri ile Irak Kürdistan Bölgesi’ne defalarca havadan ve karadan operasyon yapıldı, kimi yerlerde kalıcı olunup demografiyi değiştirme yoluna da gidildi. 27 Mayıs 2019’da Hakurk’a Pençe 1 saldırıları başlatıldı. Sonraki yılın Haziran ayında ise Mahmur ve Şengal’e Pençe Kartal denilen harekatlar düzenlendi.

Bu yıl ise 24 Nisan’da ‘Pençe Yıldırım’ ve ‘Pençe Şimşek’ adı verilen ve Zap, Avaşin ile Metina’yı hedefleyen hava-kara harekatları düzenlendi. Öyle görünüyor ki Kandil’e de benzeri bir yönelim kapıda.

11 Mart 2018’de başlayan ve ‘Pençe’ ismiyle devam eden operasyonların 1992’deki operasyonlarla benzeri ittifaklarla yönetildiği görülüyor. Yine işin içinde küresel ve bölgesel güçler bulunmakta. 92’den farklı olarak bu sefer Türkiye, Irak Kürdistan Bölgesi’ni tamamen ele geçirmek istiyor. Zaten şimdiye kadar açığa çıkan tablo da bunu ortaya koyuyor. Girdikleri yerlerden kalıcı olmanın hesabı artık saklanmıyor. Çünkü bu sınırlar Lozan Anlaşması’yla çizilmiş ve 2023’te geçerliliğini yitiriyor. Bu durumdan ve Ortadoğu’daki konjonktürel durumdan istifade edilip, Cumhuriyet’in 100’üncü yılında Kürt soykırımını gerçekleştirip, Misak-ı Milli sınırları yeniden çizilmek isteniyor. Bunun için de önce PKK’yi bertaraf etmek, ardından onun bulunduğu alanlara yerleşip tüm Irak Kürdistan Bölgesi’ni denetim altına alarak Musul-Kerkük hayallerini gerçekleştirmeyi planlıyor.

Türkiye’nin amacı ve hedefleri buyken, işler hiç de istendiği gibi gitmiyor. Şimdiye kadar bu operasyonlardan sonuç alındığı söylenemez. Operasyon bölgelerinden gelen bilgilere göre alan hakimiyeti kurulamadı, birkaç tepede hava araçlarının desteğiyle cılız üsler kuruldu. Medyada zaman zaman verilen destan hikayeleri ise iç kamuoyunu teskin etme amacı güdüyor.

Ekonomi dibe vurmuş, devlet bürokrasisi mafya ve çetelerin eline geçmiş, devlet içi çatışma ve çelişkiler ayyuka çıkmış durumda. Türkiye’nin durumu buyken Kürtlerin en büyük eksiği ise siyasal ve toplumsal reflekslerinin yetersiz olması şeklinde açığa çıkıyor. Yine Kürtlerin belki de önümüzdeki yüz yılını belirleyecek kritik bir dönemden geçilirken ortak demokratik bir tutumun geliştirilememesi de büyük handikap. Bu tutumlar ortaya konulursa hiçbir devlet kolay kolay Kürtler üzerinde hesap yapamayacak ve Türkiye’de kurumsallaşan AKP-MHP rejimi tümden çökecektir. Kürt sorununu askeri yollarla çözmeye çalışan Süpürge, Sandviç, Tokat, Çelik, Çekiç, Murat, Güneş gibi devasa operasyonların kötü birer tekrarı olan Pençe operasyonlarından da sonuç alınamayacağını kestirmek için ise herhalde kahin olmaya gerek yok.




Önceki Haber
Suruç Aileleri'nden Şenyaşar ailesine ziyaret
Sonraki Haber
Mevcut en güncel haber.