James Joyce’un en çok bilinen eseri Ulysses, Kürt şair ve yazar Kawa Nemir tarafından Kürtçeye çevrilerek geçtiğimiz ay Avesta Yayınevi tarafından yayımlandı.
“Ulysses gibi hikâyesi sade, alegorisi ihtişamlı bir eseri dışarıdan ve içeriden neredeyse yok edilmiş Kürtçeye çevirmek…” diye başlıyor 10 yıl süren çeviri serüvenini anlatmaya Nemir: “Bu dediğim bugüne değin çok konuşulup çok yazılmıştır, ben özetle diyeyim ki Ulysses’in “Stately, plump Buck Mulligan” diye başlayan ilk cümlesini ilk kez okuyup hemen kendi kendime ‘Bunu Kürtçe nasıl söyleyeceğim…’ diyerek metne daldığım zamanı hatırladığımda… kelimenin tam anlamıyla dizlerimin bağı çözülmüştü…”
Ulysses çevirisi, Nemir’in de vurguladığı gibi Kürtçe kurulan edebiyattaki anlatım teknikleri, derinlik gibi sorunların aşılmasına belli bir katkıda bulunacak: “Bu çeviri-yaratım, Kürtçede ağırlığı çok fazla hissedilen mağduriyet ve maduniyet edebiyatına bir karşı duruştur ve tavırdır.”
Kawa Nemir’le neden Kürtçeye çevirmek için Ulysses’i seçtiğini, bu süreçte onu en çok nelerin zorladığını, Kürt edebiyatının dünya edebiyatındaki yerini ve sırada hangi eserin çevirisinin olduğunu konuştuk.
Daha önce de edebiyat tarihinin okunması en zor kitaplarını çevirdiğinizi görüyoruz ki en son çevirdiğiniz Ulysses alegorilerle, analojilerle, dolaylı anlatımlarla, derin sosyal, kültürel ve edebi atıflarla dolu bir eser. Joyce da bu durumu bir söyleşide şu sözlerle ifade etmiş: “Ulysses’in içine o kadar çok bilmece, bulmaca, gizem ve muamma koydum ki, bu profesörleri yüzyıllarca meşgul tutacak ve ne demek istediğimi tartışacaklar, insanın ölümsüzlüğü garantilemesinin tek yolu da budur.” Neden özellikle bu tür eserleri tercih ediyorsunuz?
Başlarken diyeyim, manevi ve maddi varlığımın tümünün temsili olan anadilim Kürtçede yeniden anlatmaya çalıştığım dev şairlerin ve yazarların zorlu eserlerine tutkuyla bağlıyım, özellikle bu tür eserleri çevirmemin temel nedeni oldum olası budur. Tüm bunların arasında dünyayı kaplamış ve bana kalırsa insanlığın zihnini yeniden ve yeniden kurma kudretine sahip, örneğin, Shakespeare, Milton, Blake, Keats, Joyce, Yeats, Eliot, Plath ve daha birçokları, çok da uzun olamayacak ömrümü hasrettiğim edebiyat kuleleridir. Uzun zamandır bunu şuna benzetiyorum: İnsanın kendini öldüresiye Pink Floyd dinlemesi. Pek tabii, tüm bu büyük yaratıcıların arasında Shakespeare’in ve Joyce’un bendeki yeri ta lise yıllarımdan bu yana hep bambaşka oldu; büyük Kürt şairimiz ‘Ehmedê Xanî’ye paralel olarak, beni düşüre kaldıra, öldüre dirilte, 32 yıl boyunca beni ben yapan, bu iki büyük yaratıcının eserleridir. Elbet Chaucer, Dante, Cizîrî, Proust ve daha niceleri de öyle, fakat Shakespeare ve Joyce’tur bugüne kadar beni daha çok şekillendirmiş olanlar ve bu tarzda konuşturanlar. Tüm hayatım, sonsuz sevgi beslediğim bu isimlere ve onların büyük eserlerine derinden bağlı. Sayılamayacak kadar nedeni vardır bu dediğimin, ama Joyce bağlamında dersem, Joyce’un bir o “ölümsüzlüğü garantilemenin tek yolu budur”u ve bir de non serviam! diye vakti zamanında cesurca kestirip atmış olması, 1991’de İstanbul’da lisedeyken Ulysses’i ilk kez okumaya çalıştığımda, sevgili Joyce, deyim yerindeyse, kalbimi, ruhumu sonsuza kadar fethetti. Adına Kürdistan’ın hiç bitmeyen kışı dediğim, yüzyıllardır süren ve artık yer yer neredeyse kavmim tarafından bile kültürel ve siyasi olarak içselleştirilen, git gide daha da takviye ve tahkim edilen işgale, daha en başından ve anadilimle, sert bir mukabelede bulunma kararlılığımdan dolayı yazmaya ve çevirmeye başladım. Demem o ki haliyle, iyisiyle kötüsüyle, dermesiyle çatmasıyla, çeviri çalışmalarımla yükselen bu kulenin temeli olarak daha en başından tespit edip koyduğum kişisel-tarihsel siyasetimden dolayı Joyce ve benzeri yazarları ve Ulysses gibi eserleri sürekli Kürtçeye çevirmeye gayret ettim. Bu temel tercihimin anadilime kazandırdığı ve muhtemelen zamanla daha da kazandırabileceği şeyler, örneğin, yeni anlam dünyalarına, hızla bozulan sentaksımızı düzeltmeye ve onu çok daha işlek kılmaya adım adım yaklaşmak, binlerce yıldan bu yana süzüle süzüle gelmiş ve içine doğduğum bu çağda hızla kaybolmaya yüz tutmuş dilsel birikimimizi zorlu ve de gayet eğlenceli yazarların eserleriyle sınamak gibi nedenlerden dolayıdır bu tercihim.
Bana kalırsa özellikle İrlanda, İngiliz ve Amerikan edebiyatlarından bugüne kadar çevirdiğim 100’e yakın eserin çoğu, sözünü ettiğim tercihimin en saf ifadesi olan Ulysses’i çevirmeye yönelik bir nevi hazırlıktı ve bu çaba, tüm hayatımı kapladı. Yeats’ten dolayı sürekli ‘kule’ alegorisini kullanıyorum ya, işte zamanla bu çeviri kulesinden kaç tuğla sağlam kalıp da düşmez, kaçı sürekli okunur, kaçı neyi yıkıp yeniden kurar, onu bilemem, ama kullandığım bu alegori, en saf haliyle yeni kuşağa ve sonrakilere verdiğim güçlü bir mesajdır: Ruhuyla, kalbiyle ve toprağıyla, bizim yurdumuz, anadilimizdir. Evimize çökmüş, tüm varlığımıza çöreklenmiş ve bizi haysiyetimizden yoksun bırakmaya çok yaklaşmış adi işgalcileri ancak böyle yenip kovabiliriz. Bu yüzden bir kez daha vurgulayayım ki dil temelli olmayan bir ulusal mücadele, eninde sonunda çürümeye, parça parça uzuvlarını kaybetmeye ve yıkılmaya mahkumdur. Dilimiz, kimsenin sarsmaya gücünün yetemeyeceği birliğimizin yegane kurucusudur. Şiddetle uyarıyorum! HENÜZ DAĞLARIN ANAHTARINI KAYBETMEMİŞKEN bunun farkına varmalıyız, hem de bir ân önce! Ben, bunu bilir, bunu söylerim. Kavmim bu dediğimi çok sert buluyorsa, belirtmem gerekiyor ki Ulysses, tüm bu bağlamlarda, bahşettiği alegorilerle ve atıflarla, sizin sandığınızdan çok daha serttir. DÜNYA SİZDEN İBARETMİŞ GİBİ BİR YANLIŞA DÜŞMEYİN derim. Çünkü Ulysses’i yazmış olan Joyce, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi’nde kendi ruhunun demirhanesinde kendi kavminin henüz peyda olmamış bilincini ve vicdanını dövüp şekillendirmek için, ülkesi İrlanda’yı sonsuza kadar yanına alarak, büyük hayata açılmıştır. Edebi tercihlerimden dolayı baktığım yer tam da orasıdır. Bu saatten sonra bunu bir tek Müslüm Yücel anlar, derim.
İlave olarak, artık bunu söylememin zamanıdır, Ulysses’i çevirerek ben de hep ölümsüzlüğü garantilemeyi arzulamışımdır.
15. bölümde bir oyun, 13. bölümde ucuz aşk romanı, 12. bölümde tuhaf, abartılmış müdahalelerle dolu, 11.’sinde müziğe benzeme amacıyla ses öykünmesi, tekrar ve ses yinelemesi, 18.’sinde ise tamamen bilinç akışı gibi birçok farklı teknik ve içerik zorluk taşıyan Ulysses’in tüm bu güçlükleriyle Kürtçeye çevriliyor olması açısından Kürt edebiyatının dünya edebiyatında nasıl bir yer edindiğini söyleyebilirsiniz ve bu açıdan Kürt edebiyatının gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ulysses’in senin sıraladığın bölümleri ve diğer 13 bölümü, değişken ve dinamik anlatı teknikleriyle, dil içinde dillerinden doğan farklı müzikleriyle, atmosfer renkleriyle, yorucu fakat insanı sürekli merakta ve anlamak için çaba içinde tutan kelime oyunlarıyla, ileriye fırlamaları ve geriye gitmeleriyle, bence, toplamda, şaşmaz bir metin mühendisliğinin parçalarıdırlar, parlak bir zekanın ürünleridirler. Vakti zamanında, epey yeğin bir geceydi, bir dostumdan sert bir Ulysses eleştirisi dinlemiştim; o dostum, özetle, Ulysses’in tamamlanmamış ve son derece dağınık bir roman denemesi ve Joyce’un aklının her zaman karışık olduğu iddiasındaydı, ben ise onun bu iddiasına karşılık, Ulysses’in, anlattığı sıradan insanın devasa hikâyesiyle, Dublin’i adım adım tüm dünya kadar büyütmesi ve hepimize ait kılabilmesiyle, hele üzerine inşa edilen o fikrî icat, yani wandering Jew (gezgin Yahudi) kahramanımız Leopold Bloom’un kahvaltıda böbrek yedikten sonra karısı Molly’yi yatakta bırakarak evden, bir nevi İthaki’den, sabah vaktinde çıkıp iş güç, kaç saklan, gez dolaş, her ân tüm zihnini bize bahşedip günün sonunda yorgun, argın, perişan ve belki de artık dupduru bir halde eve, bir nevi İthaki’ye, karısına ve rahme dönmesi, eşsiz metinsel planıyla, sürekli genleşen dil evreniyle ve her cümlesiyle ve her sahnesiyle dikkatli okura yaşattığı bilgi ve zevk panayırıyla eşi benzeri bir daha zor yazılır bir roman olduğunu (non serviam) kestirip atarcasına belirtmiştim. İşte çoğunlukla birçok okurun ve yazarın ya çok kolayca hiçleştirmeye meylettiği (ki bence eserleriyle Joyce’u hakikaten tanısalar, çok severler) ya da bazılarının (dünyada böyle çok insan var) tüm hayatını hasredebildiği Ulysses’i sıraladığımız tüm o yönleriyle çevirmeye gayret etmek (ki bu iş, genellikle yıllar alır), hiç eğip bükmeye gerek duymadan söylüyorum, her şeyden önce sağlam bir ruha ve güçlü bir hafızaya sahip olmak demektir. Hal böyleyken, Ulysses’i bu denli ağır bir asimilasyona, yıkıma ve kırıma maruz kalagelmiş Kürtçe’ye veya benzeri durumdaki bir dile çevirmek, kat be kat sert bir dil savaşına girmek demektir. Şöyle ki tüm kaynaklarına ve kurumlarına derli toplu bir halde sahip olan bir dilin çevirmeninin pozisyonu, hazırlığı ve rahatlığıyla bir Kürt ya da diyelim ki Bask ülkesinden bir çevirmenin pozisyonu, hazırlığı ve rahatlığı, asla aynı değildir. Bana göre, ki tam Joycevari bir müdaheledir, Ulysses ya da benzeri büyük bir eseri Kürtçe’ye çevirmek, dilkırımın benim evime çökmüş faillerine, yani tüm düzenekleriyle saldıran, öldüren ve kök kurutan kolonyalizme ve bu dilkırımdan dolayı zihnen bitap düşmüş kavmimin bu kalp kırıcı haline karşı iki cepheden başlatılan ve sürdürülen bir savaştır. Derin bir sessizlik içinde ve büyük bir sabırla sürdürülen bu dili darmadağınıkla dopdolu bir atmosferden, darmaduman hayatımızdan ve var olan yazılı edebiyatımızdan derleme işinin, onu çevirinin ihtiyaçlarına göre kullanmanın ve yepyeni bir yapı oluşturmanın sonucunda meydana gelen bir Kürtçe Ulysses, açıktır ki öncelikle Kürtçe’nin hâlâ alt edilememiş (ve asla alt edilemez) kudretini önce Kürtlere ve sonra da dünyaya göstermek anlamına gelmektedir. Benim nazarımda, bu, uzun zamana yayılacak bir grassroot devrime ciddi katkılar yapabilecek derecede önemli bir çabadır. Kimse demeyeceği için, tarihe kayıt düşmek adına, peşinen ben diyeyim: Ben, ne yaptığımı biliyorum! Tamam. Hiç konuşmayıp çok çalışmak gerektiğine inanıyorum. Takdir, her zaman nadirattan dikkatli okurların olsa da şu da bir hakikat ki Kürtçe Ulysses, evimizin içinde bir hareketlenmeye neden olacak gibi görünüyor, dünyadaysa Kürtçe’ye ve Kürt Edebiyatı’na dair artık var olan ilginin ve merakın biraz daha artmasına belli bir katkıda bulunacaktır diye tahmin ediyorum. Nitekim son yıllarda bunun işaretlerini Avrupa’nın birçok ülkesindeki sohbetlerde ve buluşmalarda görmekteyim. Kürt Edebiyatı’yla ilgili bu gelişmeler, bende büyük bir heyecan yaratıyor, beni ayakta tutuyor. Yılgınlığa ve ölgünlüğe, en önemlisi de berbat Kürtçe şiire, romana, öyküye geçit vermeyelim, derim. Fırsat düştükçe vurguladığım bir şey var: Bir dilde işleyişte olan derinlikli bir çeviri dünyası, o dilin edebiyatını daha derinlikli kılar. Tüm bu çeviriler, anadilimizdeki maduniyet û mazlumiyet temelli edebiyat yapma biçimlerine karşı da bir duruş, bir tavırdır. Ben, bu karşı duruşu ve tavrı en kararlı bir biçimde temsil edenlerdenim. İkiyüzlüce sergilenen alçakgönüllüğün Ortadoğu’da derin bir yanlış anlamanın kaynağı olduğunu erkenden yaşayarak görmüş olanlardanım, o yüzden kusura bakmayın. Özetle, bu işler, bildiğiniz gibi değil.
Böyle bir eseri Kürtçeye çevirirken en çok sizi neler zorladı?
Bence en kapsamlı soru budur, ama ben örtük-kapsamlı bir yanıt vereyim ki hem yanıt verebileyim, hem de çok uzatmayayım. Ulysses’i ve bu türden epeyce eseri çevirirken, her seferinde, en çok belki de daha en başından hükmen mağlup olma duygusunun ağırlığı beni çok zorladı. Yani, Ulysses gibi hikâyesi sade, alegorisi ihtişamlı bir eseri dışarıdan ve içeriden neredeyse yok edilmiş Kürtçe’ye çevirmek… Bu dediğim bugüne değin çok konuşulup çok yazılmıştır, ben özetle diyeyim ki Ulysses’in “Stately, plump Buck Mulligan” diye başlayan ilk cümlesini ilk kez okuyup hemen kendi kendime “Bunu Kürtçe nasıl söyleyeceğim…” diyerek metne daldığım zamanı hatırladığımda… kelimenin tam anlamıyla dizlerimin bağı çözülmüştü… Bu, Kürtçe’nin durumu bağlamında, tarihsel bir sonuç maalesef. Hedefe ulaşmak için gerekli olan Kürtçe donanımı daha zengin, daha etkili ve daha vurucu kılmak yükünün inanılmaz ağırlığı; hâlâ gece gündüz süren bir çalışmadır. Şimdi aklıma geldi, çok önemlidir, unutulmasın diye burada sözünü etmem gerek, hiç unutmam, çok uzun yıllar önce, o zamanlar çok gençtim, bir gece sevgili Mehmed Uzun’la İstanbul’da, Taksim’de, Talimhane’de şarkıcı Reşo’nun çıktığı bir bara gitmiştik, sevgili Uzun, tüm gece bir ömürdür hâlâ gece gündüz nasıl Kürtçe öğrenmeye çalıştığını, romanlarını yazmak için gerekli olan dil donanımına sahip olmak için ne kadar uğraşıp didindiğini uzun uzun anlatmıştı bana, ki onunla yapılan bir söyleşide de bundan söz etmişti. Uzak ve yakın edebiyat tarihimizin muhteşem aktığı bir geceydi. O zamanlar ki henüz Jiyana Rewşen dergisinin editörüydüm, şiirlerim, öykülerim ve kapsamlı çevirilerim kitap olarak henüz basılmamışlardı, henüz bugünlere hazırlanmakla meşguldüm, yazdıklarım ve çevirdiklerim, çeşitli dergilerin ve gazetelerin sayfalarında görünüyorlardı ve sevgili Uzun, acayip sevinmiştim, benim, örneğin, William Butler Yeats’ı, T. S. Eliot’u ve Ezra Pound’u Kürtçeye çevirmemin ne kadar önemli olduğundan uzun uzun söz etmişti. (Takdir edersiniz ki Uzun’un letafet dolu bu sözleri karşısında bir yeni yetme olarak havalara uçmuştum.) Bu çok değerli hatıra ve gençlere değer veren Uzun’un o nezaket dolu cümleleri, Ulysses’te ve tüm diğer çalışmalarımda karşılaştığım tüm zorluklara karşı sürekli ve hâlâ beni her ân ayakta tutmaktadırlar. Amma neylersin… tarihsel bir sonuç olarak kavmimin kendine olan sevgisizliği hâlâ çok zorluyor, beni ve kuşağımın tüm değerli üyelerini, anlayın bu bizi çok darlamakta ve zorlamakta artık…
Bunca yıldan sonra edindiğim tecrübem tüm bunlarla baş edebilmemi mümkün kılıyor olsa da daha çevirmem gereken birçok zorlu yazarın birçok devasa metni başka ne tür zorluklar bahşeder diye merak içindeyim. Elimizde kalan tek kazanç bu artık. Demem o ki kelimesizlikten, cümlesizlikten, dilsizlikten, onca zorluktan sonra, devasa çalışma masasına daha yeni oturmuş gibiyiz ve Kürtçe’de elleri daha da yükselteceğimiz zamanlara geldik. Kürtler, kimsenin elindeki kart değildir. ‘Ehmedê Xanî’ye istinaden, mirasları sevgili Fexriye Adsay tarafından art arda Kürtçe’de yeniden kurulan Eliezer Ben-Yehuda’ya ve Golde Meir’e ve yazdıkları, çevirdikleri ve sözleri altın Rojda Yaşîk’e istinaden söylüyorum ki Kürdistan, kimsenin elindeki bir kart değildir. Kartlarımızı biz Kürtler karıyoruz artık, Ulysses’in Leopold Bloom’u aşkına.
Joyce’un, 800 yıllık İngiliz sömürgesine karşılık bastırılmış İrlanda kültürünün uyanmasına ve gelişimine büyük katkıları oldu. Özellikle böyle bir yazarın eserini seçmiş olmanızın Kürt edebiyatının da hali hazırda yaşadığı sorunlarla bir ilişkisi var mı?
Birebir, sıkı sıkıya ilişkilidir. Çünkü anadilim Kürtçe’nin bir şairi, yazarı ve çevirmeni olarak, tabii ki benim en başından beri işgalcilerimin dillerine, coğrafyalarına, kültürlerine ve devletlerine entegrasyon siyasetlerine karşı belirli bir ‘siyaset’im var, tüm yazdıklarıma ve çevirdiklerime sürekli çok derinden sızmış, hâlâ (hiç kusura bakmayın, şu saatte en az Ezra Pound kadar yüreğimi açmış bulunmaktayım) hak ettiği ölçüde okunmamış. Hadi hepsi bir tarafa, fakat benim 32 yıldır süren İrlandalı Yeats ve Joyce ısrarımı nereye koyacaklar? Bir fikir köprüsü kurma gayreti diyebiliriz buna. Bundan yaklaşık iki asır önce İrlanda’da nasıl olduysa, ben, Kürtçe’de ve Kürdistan’da, o büyük cultural revival’ı, o büyük kültürel dirilişi teşvik edenlerden ve kuranlardanım. O nedenledir ki bir araç ve ulaşılması elzem bir amaç olarak Joyce’un Ulysses’ini ve de Yeats’in yüksek şiir kulesini Kürtçede kurabilmek, hayatım boyunca benim en yüksek amaçlarım olageldiler. Gerçek kız ve erkek kardeşlerim olan İrlandaların yurdu Eire’de, İrlanda’da, yaklaşık 800 yıl hüküm sürmüş İngiliz sömürge sistemini daha en başından beri Kürdistan’ın dört parçasında hâlâ süren bu dört başlı sömürge sistemiyle karşılaştırarak vardığım bir sonuç, karar ve çeviri-edebi eyleminin adıdır, Ulysses.
Ulysses ve benzeri metinleri Kürtçede kurmak, benim için bu denli hayatî önemdedir. Bir dili kurtarma çabasından daha fazla bir şeydir, Ulysses. Bu yıpratıcı çevirilere girişmek ve buralara bakan bir şiir yazmak, benim şahsi-kavmi siyasetimdir. Ulysses’in Kürtçeye çevrilmesiyle bir dilin kurtarılmasına ciddi derecede katkıda bulunabilirsem, ne âlâ; fakat iki edebiyata, iki kültüre, birbirinden binlerce kilometre uzakta olan o iki ülke arasında kurulan fikir köprüsünün önemine bakmalıyız, derim.
Ama, özetle, Ulysses çevirisinin, Kürtçe kurulan edebiyattaki anlatım teknikleri, derinlik gibi sorunların aşılmasına belli bir katkıda bulunacağına inanıyorum. Öyle de olacak. Bu çeviri-yaratım, Kürtçede ağırlığı çok fazla hissedilen mağduriyet ve maduniyet edebiyatına bir karşı duruştur ve tavırdır.
Dünyada James Joyce, Virginia Woolf ve William Faulkner, Türkiye’de Oğuz Atay bilinç akışı tekniğini kullanan ilk isimler arasında yer alırken Kürt edebiyatında bu tekniği kullanan yazarlar var mı?
O la la, olumsuz! Ortalığı şenlendirmek adına, enfes bir soru ve tarihen olabildiğince kısa bir yanıt: Bilmeyenlere bildireyim, komodor ejderi diye devasa, çok güçlü ve müthiş bir hayvan can var ki en sonunda, mecbur kaldığında, son derece öldürücü darbesiyle savurduğu uzun ve ağır bir kuyruğa sahiptir. Oldum olası ben bu sabırlı, muhteşem, kudretli ve inanılmaz yırtıcı hayvan cana hayranlık beslemişimdir, ona atfen şiir bile yazmışımdır. İşte o muhteşem, tarih öncesi komodor ejderinin kuyruk darbesiyle, Joyceca, kesin bir yargıyla diyeyim ki 2000’lerden bu yana Kürt edebiyatında bir nevi Joyce affecti yaratmaya heves edegelen birkaç yazar olsa da ki kendileri hâlâ son derece ergence davranışlar sergilemekte olup anlamsızca tıngırdatmaktalar, Joyce çapında bir yazarımız henüz mevcut değildir. Kanımca, bu dediğimin temel bir nedeni, bu yazarlarımızın hâlâ yarı müteahhit yarı 657’ye tabi memurlar olmalarındandır, ki bu, ‘yıkıcı’ genel bir eleştirimdir modern Kürt Edebiyatı’na dair. (Çoğu çokyüzlü vasat ve vasat altı okur-yazarlardır.) Bunun böyle olamayacağını anlamaları için bunu söyleyenin ‘Ehmedê Xanî ya da Jack London olmasına gerek olmadığına inanıyorum. Dikkatli bir okur olarak diyebilirim ki Kürt ve dünya edebiyatının seyrini Joyce gibi tümden değiştirebilecek Kürt yazarlarımız henüz yok. Ama var olacaklar. Bu zibilden elbet ‘garip-güzel’ bir şey çıkar eninde sonunda.
Bir söyleşide edebiyat, dil ve düşüncenin, Shakespeare ve Joyce gibi yazarların elinden geçtiğini ve bu isimlerin dünya edebiyatının mitografyasını oluşturan isimler olduğunu, Kürt edebiyatının da kendi mitografyasını oluşturması gerektiğini ifade etmişsiniz. Şimdiye kadar Kürt edebiyatının bu anlamda nasıl bir yol izlediğini söyleyebilirsiniz ve siz bu yolun neresinde durduğunuzu düşünüyorsunuz?
Evet, sağ ol, Shakespeare ve Joyce’a istinaden, o mitografya meselesini biraz daha açıklamak isterim. Anlaşılsın deyü soy soylayıp, boy boylamak isterüm ki yok oluşu koklamış ve muhteşem bir biçimde tekrar ayağa kalkmış biz Kürtlerin 1000 yıldır ulu şairleri ve yazarları vardır Baba Tahirê Hemedanî, ‘Eliyê ‘Herîrî, ‘Ehmedê Xanî, Melayê Cizîrî, Feqiyê Teyran, Qadirê Koyî’den tutun da sevgili Arjen Arî’ye, Rojen Barnas’a, Berken Bereh’e, Evdila Peşêw’e ve Selîm Temo’ya ve daha nicelerine kadar. Bu ulu şairlerin ve yazarların her biri, kanımca, bize her zaman yol gösterecek dil ve yol işaretleri bıraktılar. Mitografya oluşturmak derken kastettiğim, tam da budur. Tam yeridir diye bahsedeyim: Ben, dünyaya doğduğum yer olan Iğdır’da adına Gamasî dedikleri, kafası boğa, vücudunun geri kalanı balık olan ve yatağı Allah’tan daha büyük Ağrı Dağı’nın karnında olan bir muhteşem ve efsanevi varlığın hikâyesiyle korka korka büyüdüm çocukluğumda, o mitografyayla, öylesine hikâyelerle büyüdüm Kürdistan’ın en kuzeyinde. Sonra, kısa kesiyorum, çok anlamlı bir biçimde, ben, Kürdistan’ın çok dışında ve uzağında, Rom ülkesi İstanbul’da Yeats’i, Oisin’i, harabe Troy şehrini, Paris’i, Helen’i, Yeats’i, Maud Gonne’u, Shakespeare’i, Joyce’u ve Berfîn’i buldum. Tüm bunlara istinaden, tembelliğe mahal vermemek adına, yazdıklarıma ve çevirdiklerime, niye yazıldılar ve niye çevrildiler diye bakmak gerek. Ben, o yolun diğer ucunda okuru beklemekteyim.
Daha önce İngiliz, Amerikan, İrlanda ve Türkiye şiirinden, öyküsünden, romanından ve tiyatrosundan birçok temel edebiyat metnini Kürtçeye çevirdiniz. Aynı zamanda birçok tiyatro eserini Kürtçeye uyarlayıp, Kürtçe şiirler yazmaktasınız. Çeviri yapmak mı yoksa Kürtçe eserler yazmak mı daha iyi hissettiriyor?
Bugüne kadar bu kadar çok çeviri yapmış olduğumdan ironik gelebilir ama aslında hiç çeviri yapmak zorunda kalmak istemezdim, sadece ve sadece, ve sadece şiir yazma imkanına sahip olmak isterdim. Şimdiye kadar bu konuda epeyce konuşmuşumdur sanırım, ama keşke ‘modern zamanlar’da etrafları çevrilmiş ve her şekilde boğulmuş ‘atalarım’ herşeye rağmen gene de elle tutulur bir şey yapabilmiş olsalardı. Bu çevirme ve yazma konusu açılınca her seferinde Kürtçe’nin ulu şairi ve çevirmeni Fêrîkê Ûsiv’dan söz ederim, anadilim Kürtçe’de bana hakiki biçimde yol gösteren nadirattan olan O büyük şair ve büyük çevirmenden, 1950’lerde Erivan’da Othello’yu Kürtçe’ye çevirmeye başlamış ve muhtemelen, bitirememiş olan. Ben, vakti zamanında Fêrîkê Ûsiv’in Kürt şiiri ve Kürtçe çeviri mirasını ileriye götürme görevini üstlendim, kendimce. Bu, çok manevi ve bana has bir mesele. Daha iyi bir şiir yazabilirsem ve Ulysses çevirisinden daha iyi bir çeviri meydana getirebilirsem, o zaman daha iyi hissedeceğim.
Keşke çevirsem dediğiniz başka bir eser var mı?
Hayatımdaki tüm keşkeleri çok uzun zaman önce çöpe attım. 90’lı yıllarda Ulysses’i okuyup anlamaya çalışırken de “keşke bunu çevirsem ya da çevirebilsem” demedim, o ân “Ez ê Ulyssesê wergerînime zimanê xwe! Lê çawa?” dedim. Birçok kalpsizin uzun yıllar boyunca bir yerleriyle bu dediğime güldüğünü hiç unutmam. Ya da milyonlarca Kürdün hiç umursamadığını hep bildim… Uzun soluklu savaşçı olmak gerek. Ne zaman aklıma düşseler, ben de onlara gülüyorum, gene de sevgiyle, işte. Evet! Ölmeden üstesinden gelmeyi arzuladığım son büyük bir challenge’ım var: Finnegans Wake. Bir yıldır üstünde çalışıyorum. Nihayet diyebiliyorum ki o kadar çeviri, Ulysses’e hazırlık içindi, meğer tüm Ulysses de Finnegans Wake’e hazırlıkmış.
Bu yüzden, yaratıcı bir ‘umutsuzlukla bakıyorum dünyaya’, hâlâ! Sadece sevgili oğlum Siyabend Arî’ye ve Kürdistan’a layık olmak için. Başka hiç kimseye borcum yok. Bu dediğimin eksiksiz anlaşılması, büyük bir arzumdur. Joyce, Ulysses’te çaktırmadan söyler: “Hiç kimseye borcum yoktur.”
Tartıya vurulsa, ben, manen, ödeyemeyeceğiniz kadar alacaklıyım. Gerisi, edebiyat tarihidir.