Hatay Samandağ’da deprem molozlarının yaşam alanlarına dökülmesini durdurmak için başlatılan ‘Yaşam Nöbeti’ devam ediyor. Polen Ekoloji Kolektifi’nden Çise Yıldız, eylemlerini ve Samandağ’daki durumu anlattı: Halk, çalışan her aracın önüne dikilmek için çok kararlı.
Uzmanlar 6 Şubat’taki depremler sonucu oluşan enkaz ve moloz yığınlarının kaldırılma koşullarına dikkat çekerek vatandaşların ve doğanın olumsuz yönde etkilenebileceğini söylüyor. Hafriyatın uygun şekilde bertaraf edilmesi, yeraltı ve yüzey sularını kirletecek alanlara taşınmaması konusunda uyarılar yapılıyorlar.
Depremde büyük yıkım yaşayan Hatay ve ilçelerinde de molozlar çevre ve insanlar için büyük tehlike taşıyor. Daha önce, gelen tepkiler üzerine molozların Mileyha Kuş Cenneti’ne taşınmasına son verilmişti. Ancak hafriyat son günlerde yine benzer yaşam alanlarına dökülüyor.
Samandağ’da moloz yığınlarını durdurmak için 10 gün önce başlatılan ‘Yaşam Nöbeti’ne geçtiğimiz günlerde müdahale edilmiş, eylemciler gözaltına alınmıştı.
Samandağ’da iki noktada başlatılan ‘Yaşam Nöbeti’ devam ediyor. Polen Ekoloji Kolektifi’nden Çise Yıldız, eylemlerini ve Samandağ’daki son durumu Gazete Karınca’ya anlattı.
Ne zamandan beri Hatay’dasınız?
Yaklaşık bir buçuk aydır kesintili olarak Hatay’dayım. Daha önce Defne’deydim. Beş gündür Samandağ’da bulunuyorum.
Samandağ’da molozların dökülmesine karşı ‘Yaşam Nöbeti’ başlatıldı, kaç noktada bu nöbetler sürüyor ve insanlar tam olarak neye itiraz ediyor?
Samandağ halkının şu an üç yerde molozlara karşı direnişi var. İlk defa Yaşam Nöbeti’nin başladığı nokta Deniz Mahallesi oldu. Oradaki moloz döküm alanı daha önce yansımıştı medyaya. Molozlar Mileyha Kuş Cenneti’nin çok yakınında bir yere dökülüyordu. O alan aynı zamanda denize ve çadır kente çok yakın. Hem Mileyha gibi göçmen kuşların durağı olan önemli bir noktaya yakın olması hem de çadır kentin yanı başına dökülüyor olması tepkilere sebep oldu. Bu alana yakın yaşayanlar eylem yaparak iş makinelerinin çalışmasını engellemiş ve moloz dökümünü durdurmuştu. O süreçte yetkililerle görüşülerek moloz dökümü yapılmayacağına dair söz alınmıştı. Buna rağmen Deniz Mahallesi’nde moloz çalışmaları sürdürüldü.
Bir diğer nokta, Samandağ’ın Uzunbağ Mahallesi. Burada moloz döküm alanı olarak seçilen yer de insanların depremden sonra yerleştikleri bir alan. Moloz dökülen alanın hemen arkasında bir akarsu var. Dolayısıyla buraya dökülen çeşitli kimyasal maddelerin suya karışması söz konusu. Yine molozların döküldüğü alanın çok yakınında büyük ve verimli tarım alanları, zeytinlikler var.
Üçüncü nokta Yeşilköy Mahallesi. Burada da döküm alanı olarak belirlenen yer, insanların depremden sonra kendi imkânlarıyla yerleştikleri çadır bölgesinin çok yakınında.
Bu üç noktadan Deniz Mahallesi ve Uzunbağ Mahallesi’nde Yaşam Nöbeti başladı ve eylemler sürdürülüyor.
Yeşilköy Mahallesi’nde ise şirketler ısrarla çalışmayı sürdürmek istediği için halk moloz araçları geldiğinde tepki gösteriyor ve kimi zaman araçların çalışmasını engelleyebiliyor. Fakat kalabalık dağıldıktan birkaç saat sonra veya ertesi gün araçlar tekrar çalışmaya başlıyor. Yeşilköy’de daha önce insanlar valiliğe bu durumu bildirmişler. Tepki üzerine valilik, ‘bundan sonraki tüm çalışmalarda halkın refahı gözetilecektir’ gibi yazılı olmayan bir söz verilmiş fakat bu söze uyulmuyor.
Yaşam Nöbeti eylemleri ne zamandan beri devam ediyor?
Deniz Mahallesi’nde tam tarihinden emin olmamakla birlikte yaklaşık iki hafta önce başladı. Daha önce yol kesme eylemi oldu. Fakat dört gün önce Yaşam Nöbeti’ne döndürdük. Uzunbağ Mahallesi’nde de dört gün önce nöbet başlatıldı. Bu iki noktada da hem halkın taleplerine hem de risklere dair açıklamalar yapılıyor. Kamuoyuna ve yetkililere sesleniliyor. Ayrıca moloz dökümüne fiili olarak da engel olmaya çalışıyoruz.
Moloz alanları çadır kentlere ne kadar yakın? İnsanların moloz yığınlarıyla fiziksel olarak temas ettiği mesafede mi?
Çadırlardan moloz alanını görebiliyorsunuz. Ama bu durumu şöyle açıklamam gerekiyor: Asbestten bahsediyoruz mesela. Çok küçük lifler olduğu için bunlar havaya karıştığında rüzgârla solunması kilometrelerce ötede bile olsa risk oluşturuyor. Çok yaklaşmasanız bile esen rüzgârla molozlardan kalkan toz saçlarınıza, gözlerinize doluyor. Kirpiklerinizin toz topladığını çok rahat görebiliyorsunuz. Eğer maskeniz yoksa solurken, konuşurken ağzınızda toz biriktiğini hissedebiliyorsunuz. Moloz çalışmasının yoğunlaştığı anlarda toza fiziksel olarak maruz kalıyorsunuz. Fakat öbür yandan molozlar uzaksa bile rüzgâr o zararlı maddeyi taşıyarak getiriyor.
Yetkililer, kimyasal maddelerden yayılan zararları azaltmak için çadır kentlerde herhangi bir önlem alıyor mu? Nasıl önlemler alınabilir?
Devletin kendisi usulsüz bir şekilde çalışmaları sürdürüyor, haliyle alandaki insanların korunmasına dair bir çalışması yok. Bilinçli halk ya da gönüllüler maske dağıtımı yapıyor ama çok yetersiz kalıyor. Maske tek dağıtımla giderilecek bir ihtiyaç değil. İnsanların zaten bu durumda kalmamaları gerekirdi. Yani yaşam alanına moloz dökülsün, maske takıp önlem alalım gibi bir bakış açısı olamaz. Maske kullanımı gibi çabalar ancak maruz kalınan bu usulsüz durumda kendini biraz olsun koruyabilmek için insanların yapabileceği şeyler. Zaten burada hijyen olanakları çok kısıtlı. Duş almak, el yüz veya kıyafet yıkamak, bunlar çok zor. İnsanlar ciltlerine sinen asbestli tozu üzerlerinde taşımaya devam ediyorlar.
Uzunbağ Mahallesi’ndeki nöbete polis müdahalesi oldu ve 20’ye yakın kişi gözaltına alındı. Depremzedeler zaten acılı ve zor durumda, buna rağmen neden öylesi sert bir müdahale yapıldı sizce?
Şu açık ki acele etmelerinin sebebi bir an önce buraları ranta açmak istemeleridir. Çok büyük bir yıkım var, bir şehir neredeyse yerle bir oldu, sağlam hiçbir bina yok. Haliyle hızlı şekilde bir çalışma başlatmak mümkün olmasa gerek. Ciddi planlamaların olması ve hazırlık sürecinde yerel halkın koşullarının iyileştirilmesi gerekiyor. Halk sağlığını ve ekolojiyi gözeten uygulamalar tasarlamaya zaman ayırmak gerekiyor. Tek dertleri bu bölgeleri bir an önce temizleyip şirketlere bir kâr alanı hazırlamak. Moloz çalışmaları bile başlı başına bir kazanç alanı.
O gün askerler çalışan moloz araçlarının önünde barikat kurarak onları koruyorlardı. Bizi değil moloz çalışması yapan şirketleri koruyorlardı. Örneğin ilk günlerde Yaşam Nöbeti’ne katılanlar 50 kişiyse onların karşısında duran iki yüz jandarma. Bu sayı her gün artıyor ve kolluk güçleri orantısız bir şekilde oraya yığılıyor.
Yeşilköy’deki eylemleri marjinalize etme çabası da söz konusu. Örneğin Sabah Gazetesi’nin bir haberinde oradaki durum ‘provokatif’ olarak adlandırılmıştı. Oysa insanlar doğup büyüdükleri mahalleyi korumaya çalışıyor.
Müdahale sırasında görüntülere yansımayanlar var. Yere düşenler, fenalaşan depremzedeler, gerilim nedeniyle ağlayanlar oldu. Yakınını, evini kaybeden insanlar zaten kötü durumdayken yaşanan arbededen ve askerin, polisin saldırısından dolayı zarar gördüler. Gözaltıları insanları döverek, saçlarından çekiştirerek yaptılar. Aslında işkenceyle gözaltılar yapıldı denilebilir. Nefretle saldırdılar, gözdağı vermek istediler. Çünkü halk çok kararlı, insanlar için üç günlük bir konu değil bu. Her gün oraya gitmek ve çalışan her aracın önüne dikilmek için çok kararlılar.
Moloz döküm alanı olarak neden bu bölgeler seçiliyor?
Doğrudan insanların yaşam alanlarının, tarım arazilerinin seçildiğini görüyoruz. Yani geçindikleri kaynakların üzerine molozların dökülmesi buranın esas sahiplerini bölgeden uzaklaştıracak, onlar için yaşanmaz kılacak hamleler. Dolayısıyla mülksüzleştirme süreci de işliyor. Göç politikasına dair çok şey söyleniyor.
Depremzedelerin en çok öfkeli oldukları konu, devletin sürecin başından beri arama kurtarma için sahaya müdahale etmeyip, insanların temel ihtiyaçlarını sağlamak için bir çalışma yapmayıp, geride kalanları da ölümcül hastalık riskiyle yaşamaya mahkum ederek rant peşine düşmüş olması.
Yaşam Nöbeti tutarken insanlar sağlıklarını olduğu kadar topraklarını, buranın doğasını, kültürünü ve hafızasını da korumak istiyor. Burada yasayanların seslerini duyan, taleplerini dikkate alan bir yönetim anlayışı istiyorlar. Ama karşılarında böyle bir devlet yok. Durmayan moloz araçlarının ve jandarmanın karsısında bir Samandağlının tepkisi şuydu: “Ülke şirketlerin emrinde!”
Halk, moloz dökümü konusunda kamu idaresiyle görüşüp taleplerini iletti mi bu süreçte?
Daha önce asbest tehlikesi ve moloz döküm konusunda üç kez vali ile görüşülmüş ama oyalamaya yönelik cevaplar alınmış. Deniz Mahallesi için ‘Nisan sonunda çalışmaları bitireceğiz’ denmiş. Yeşilköy Mahallesi için ‘sadece saat 4’ten sonra kısıtlı sayıda kamyon gelecek’ denmiş. Ama bunlara dahi uyulmamış.
En son Uzunbağ Mahallesi için ise ‘biz çalışmayı yapıyoruz, gücünüz yetiyorsa durdurun’ seklinde bir yaklaşım sergilenmiş. Moloz çalışmaları bu nedenle çok sayıda jandarma ile sürdürülüyor.
Enkazın kaldırılması ile yeniden inşa sürecinin de başladığından bahsedebilir miyiz? Sizce bölgede devlet nasıl bir yeniden inşa planı tasarlıyor?
OHAL (Olağanüstü Hal) ve 126 No’lu kararname ile başlayan istimlak uygulamaları büyük bir problem. Devlet, yeniden inşadan bahsederken muhatapların dışarıda bırakıldığı bir süreç işletmek istiyor. Şimdiden tarlasına bu şekilde el koyulan çok sayıda depremzede olduğunu biliyoruz. Bugün de Antakya kent merkezinin riskli alan ilan edilmiş olduğunu öğrendik. Büyük ihtimalle kent merkezi ticarileşmeye açılacak. Burada yaşayan, şehrin dokusunu ve kültürünü üreten insanlar ise kent yaşamının dışına itilecek. Bu, depremden sonra insanların önce mülksüzleştirileceği, merkeze uzak kent çeperlerinde inşa edilen TOKİ’lere (Toplu Konut İdaresi) yerleşmek zorunda bırakılacağı, satın aldığı evlerin parasını ödemek için borçlandırılacağı anlamına geliyor. Yeniden inşa sürecinin farklı alanlardan uzmanların görüşlerini ve burada yaşayanların isteklerini dışarıda bırakarak ilerlemesi kabul edilemez.
Depremin üstünden iki ay geçti, Türkiye ve dünyadan çevre örgütleri bu konuya ne kadar duyarlı?
Kentin yeniden inşası, doğanın ve insan sağlığının korunması konusunda ciddi problemlerle yüz yüzeyiz. Eminim ki insanlar takip ediyor ama buradaki en büyük mücadeleyi yerel halk gösteriyor. Bu mücadele sadece yerel halkın itirazı ve protestosuyla yürütülecek bir mücadele değil. Daha programlı bir şekilde buradaki sürece dahil olmak, ekoloji örgütlerinin tek seferde gelip bölgede üç dört gün toplantı, görüşme yapması değil. Uzun soluklu bir çalışma olmayınca etkisi çok zayıf olacaktır. Dayanışma noktasında bir zayıflama var. Farklı uzmanlık alanlarından insanların buradaki harekete daha planlı çalışmalarla dâhil olmaları ve halkın taleplerini önceleyerek ortak koordinasyon sağlamaları gerekiyor. Bu anlamda ekolojistlerin yeterli bir katılımını göremiyorum.
POLEN Ekoloji, şirketlere ve hükümetlere karşı verilen mücadelede emektarlık yapmak, ekoloji hareketinde ve sosyalist harekette Marksist ekoloji bilincinin gelişimine katkıda bulunmak için yola çıktı. Mücadelenin ihtiyaçları doğrultusunda yeni örgütlenmelerin, platformların geliştirilmesini, kır ve kent emekçilerinin ve ezilenlerin, özellikle kadınların ve gençlerin öznesi/önderi olduğu bir ekoloji hareketinin yaratılmasını hedefliyor. |