Ana SayfaYazarlarAbdulmelik Ş. BekirBir yalan hikaye: Libya’nın fethinden darbe girişimine

Bir yalan hikaye: Libya’nın fethinden darbe girişimine


Abdulmelik Ş. Bekir


Dünyanın en külfetli işi kuşkusuz yalan söylemektir. Zira bir yalanın yarattığı handikapları gizlemenin yolu daha fazla yalan söylemektir. Mitoz bölünme misali çığ gibi büyüyor ve önünde sonunda içinde çıkılmaz bir girdaba dönüşüyor. Bu nedenle biraz aklı olan yalancılar genellikle uzun vadeli yalanlar söylerler. Böylece yalan trafiğini yönetme şansları daha fazla olur. Akılsız yalancılar ise herhangi bir işte paçayı kurtarayım derken gelişi güzel, özensiz ve hemen ortaya çıkacak yalanları ortalığa boca ederler. Yalanları ortaya çıktıkça da maalesef işi pişkinliğe vurarak nafile bir çıkış yolu seçer.

AKP-MHP iktidar bloğunun son yıllarda içeride ve dışarıda izlediği siyaset ya da daha doğru tabirle siyasetsizlik tam da kısa vadeli yalancının durumu. Yaşanan krizin atlatılması için sürekli bir başarı hikayesi anlatılmakta ve bu hikayenin gerçekliğinin ortaya çıkmaması için yeni hikayeler uydurulmaktadır.

Irak, Suriye, Libya, Doğu Akdeniz gibi alanlarda adeta bir yalan hikaye sarmalı yaşanıyor. Birkaç ay önce tam bir ‘fetih hikayesi’ anlatılıyordu. Ordu ve istihbarat birimleri Libya anakarasına yerleşmiş, fırkateynler Trablus önlerine demir atmıştı. Libya fethedilmiş ve olması gerektiği gibi ‘Sultan’ına kavuşmuştu. Üstelik fetihle Doğu Akdeniz tekrar ‘bir Türk denizi’ haline geliyordu.

Yeni taze vatan haline getirilen Libya’nın ahvalini şimdilerde soran eden yok. Zira işler yolunda değil. Hatta sarpa sarmış vaziyette. Siyasal, sosyal, tarihsel ve kültürel olarak zerre kadar tanımadıkları Libya’ya zafer naralarıyla dalan AKP-MHP iktidarı kelimenin tam anlamıyla duvara tosladı. Nasıl bir bataklığa girdikleri ya da girmek üzere olduklarının farkında olup olmadıkları belirsiz. Ancak bu politika gözden geçirilmezse kısa süre sonra farkına varsalar da faydası olmayacaktır.

Kitlelere büyük bir şaşaa ile sunulan Libya’nın fethinde işler yolunda gitmiyor. Son haftalarda ciddi gelişmeler var. AKP-MHP iktidarı derin bir sessizliğe gömülerek haber vermek istemese de biz nelerin olduğuna bakalım. Bir yalan fetih hikayesinde işlerin nereye geldiğini biraz irdeleyelim. Türkiye’nin varını yoğunu yatırdığı Libya Ulusal Uyum Hükümeti (UMH) ve denetiminde bulunan bölgede ciddi bir ekonomik kriz var. Libya’nın ekonomisi petrole dayalıdır. Gelirlerinin yüzde 90’ından fazlası yer altı kaynaklarından sağlanıyor.

2019 baharında Tobruk yönetimi Sirte ve çevresinin kontrolünü sağlayarak petrol üretim ve dağıtım ağına hakim oldu. Petrol vanalarının kapatılmasıyla Türkiye’nin desteklediği UMH’nin ekonomik olarak adeta nefes boruları kesilmiş oldu. On yıla yakındır iç savaşta olan Libya halkının geçim kaynakları giderek tükendi. AKP-MHP iktidarı petrol vanalarının açılması için Sirte ve Cufra bölgelerine yönelik Türkiye’nin askeri gücünü de kullanarak bir hamle yaptı. Her ne kadar bazı bölgeler alınsa da Sirte ve Cufra’da Rusya, Fransa ve Arap ülkelerinin kırmızı çizgilerine takıldı.

Özellikle Mısır’ın karşı askeri adımlar atma hazırlığı ve kararlılığı Türkiye’nin vanaları açma planlarını boşa çıkardı. Kendisi krizle boğuşan ve Libya petrollerinden medet uman Türkiye bir anda Libya nüfusunun yarısı ve UMH’nin savaş giderlerini de karşılama zorunluluğuyla yüz yüze kaldı. AKP-MHP iktidarının engin fetih politikası kısa sürede ekonomik nedenlerle çıkmaza girdi. Tam bir Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma hali.

Oysa Libya’da başarılı olmak, hele hele ülkeyi fethetmenin önündeki en küçük engel ekonomi olmalıydı. Zira Libya’nın bir türlü devlet haline gelmemesinin nedeni hiçbir zaman ekonomik kaynak yoksunluğu olmadı. Daha çok sosyolojik, tarihsel ve kültürel yapısı ile bölgesel ve uluslararası dengelerle alakalı. Devlet dışı yaşam, kültür ve bunun organizasyonu olan aşiret varlığının en güçlü olduğu bölgelerin başında geliyor.

Libya’nın sosyolojik yapısını az biraz bilen bir akıl öyle hamasi söylemlerle Libya’yı fethetmekten ve ona hakim olmaktan bahsetmez. Ülkenin bir kısmında kontrolü sağlamakla Libya’ya hüküm etmek bir yana tamamını kontrol etme de fayda etmez. Ek olarak hegemon güçlerin buralara yönelik nüfuz ve politikaları da gözetildiğinde Libya’nın birkaç bin asker ve bir o kadarı El Kaide ve DAİŞ gibi örgütlerden devşirilmiş milisle fethedilemeyeceği gün gibi ortadaydı.

Elbette Neo Osmanlıcılık hamasetiyle yayılmacı politikaların peşinden koşan AKP-MHP iktidarının bunu bilmesi beklenemezdi. Arap halklarının ‘Türk Sultan’ı beklediğine yönelik Arap coğrafyasının tarihsel, toplumsal ve kültürel gerçekliğiyle ilgisi olmayan uydurma tarihe kendilerini inandırarak bataklıktan bataklığa koştular. Ancak milliyetçi hamasete dayalı hayallerin gerçeklikler karşısında hiç şansı yoktur.

AKP-MHP iktidarının ‘taze vatan Libya’da yaşanan son gelişmeler karşısında suskunluğunun nedeni bu gerçekliktir. Tobruk hükümetinin vanaları kapatmasıyla bir süredir petrolden gelen paralar kesilince iç savaşta kıvrılan halkın huzursuzluğunun kuvveden eyleme geçmesine neden oldu. Trablus başta olmak üzere birçok yerleşim yerinde halk sokaklara çıkarak protesto düzenledi. Halk ekonomik sorunların çözümü ve AKP-MHP iktidarı tarafından buralara taşınan çete gruplarının talan ve saldırılarının durdurulması ve bu grupların ülkeden çıkarılmasını istiyor.

AKP-MHP iktidarı halkın taleplerini dinlemek yerine kendisine bağlı grupları halkın üzerine saldı. Böylece Trablus Hükümeti’ne bağlı askeri birimler ile Türkiye’ye bağlı gruplar arasında bir süredir devam eden gerginlik su yüzüne çıktı. Elbette bu işin görünen yüzü. Gösterilerin ardındaki asıl gerçek ise UMH içindeki bir kesim ile Türkiye arasındaki bilek güreşidir. UMH’nin içinde İhvan’ın önemli bir gücü olsa da homojen bir yapı değil. Önemli ağırlığı olan birçok aşiret ve farklı grup mevcut.

Türkiye ile UMH’nin içindeki birçok grubun ajandası uyuşmuyor. Politik öncelikleri farklı. Son dönemde Libya’da yaşanan gelişmeler ve halk protestolarının bir ayağı da bu politik farklılıklardır. Türkiye, Libya’yı kendi bölgesel ve Neo Osmanlıcı politikaları için bir kaldıraç yapmak istiyor. Türkiye ile karşı karşıya gelen Arap ve Avrupa ülkelerine karşı tavır almaya zorluyor. UMH içindeki bir kesim ise Türkiye’nin bu politikasından rahatsız. Libya gerçeklik ve çıkarlarına uygun Arap ve Avrupa devletleriyle daha uyumlu ve uzlaşmacı bir politika istiyor.

İtalya, Fransa, Mısır gibi ülkelerin de bunda payı ve etkisi var. UMH Başbakanı Fayez el Sarrac’ın Tobruk Meclisi’yle ateşkese varması ve hemen akabinde Fransa ziyareti bu sürecin bir sonucu. ABD başta olmak üzere Arap ve Avrupa ülkeleri ateşkese destek verdi. Alanda bulunan Türkiye ve Rusya ise sessiz kaldı. Ancak ardından Trablus’ta yaşanan gelişmeler Türkiye’nin gayri resmi olarak bu ateşkesten oldukça rahatsız olduğu ve gayri resmi yollarla hükümette bazı değişiklikler yapmak harekete geçtiği ortaya çıktı.

Yerel kaynaklara göre Türkiye ateşkesi engellemek için Sarrac’a baskı uyguladı ancak başarılı olmadı. Ardından Sarrac’a yönelik bir darbe hazırlığı olduğu haberleri basına yansıdı. UMH’ye yönelik bir darbeden en çok zararı görecek olan Türkiye. Zira Türkiye’nin sarıldığı tek dayanak, “resmi hükümetin çağrısı üzerine” Libya’da olduğudur. Olası bir darbeyle başa gelecek yeni hükümetin kabul görmesi ve BM tarafından tanınması imkansız.

Erdoğan’la görüşmenin Sarrac tarafından iptal edilmesi testinin kırıldığı anlamına geliyor. Sarrac yaptığı görevden alma ve yeni atamalarla darbe girişimine karşı aldığı önlemlere yenilerini eklemesi de beklenebilir. Elbette bu aynı zamanda Türkiye’nin UMH’deki etkisinin de zayıflaması demek.

Bu bağlamda Türkiye’nin girişimleri UMH’den ziyade Sarrac’a yönelik. Mevcut hükümetin meşruiyetini koruyarak hükümet içinde kimi değişiklikler istiyor. UMH’nin İçişleri Bakanı Fethi Başağa’yı Türkiye’ye çağırması ve Başbakan Sarrac’ın Türkiye’de bulunan Başağa’yı işarete ederek, “Bazılarının seçim meselesini bozmak için siyasi bir diyaloga ve yeni başkanlık oluşumuna girmesinden korkuyorum” demesi darbe girişimini teyit etmiş oldu.

Böylece Sarrac, Türkiye’de darbe karşıtlığını bayraklaştıran AKP-MHP iktidarını Libya’da darbeye girişmekle suçlamış oldu. Sarrac bununla kalmayarak 10 gün Türkiye’de kalan ve Savunma Bakanı Hulusi Akar başta olmak üzere birçok yetkiliyle görüşen Başağa’yı görevden aldı. Hemen ardından Savunma Bakanı ile Genelkurmay Başkanı’nı da görevden alarak yerlerine yeni isimler atadı.

Erdoğan’la görüşmenin Sarrac tarafından iptal edilmesi testinin kırıldığı anlamına geliyor. Sarrac yaptığı görevden alma ve yeni atamalarla darbe girişimine karşı aldığı önlemlere yenilerini eklemesi de beklenebilir. Elbette bu aynı zamanda Türkiye’nin UMH’deki etkisinin de zayıflaması demek. Libya fethinden şimdilik elde kalan Münhasır Ekonomik Bölge anlaşması. Tobruk’ta bulunan meclis anlaşmayı onaylamayı reddettiği için onun da uluslararası hukukta bir anlamı yok.

İç ve dış politikayı birbirine meze eden Neo Osmanlıcılar attıkları her adımda halklarla karşı karşıya geliyor. Türkiye’de darbeye karşı destan yazma hikayelerini anlatırken Libya’da bilhassa darbe düzenlemeye kalkıyor. Hasılı kelam çağımıza uygun olmayan Neo Osmanlıcılık girdiği her yerde bataklığa saplanmaya mahkumdur. Libya’da olan da budur. Suriye yalanını Libya’yla, ‘taze vatan Libya’ hikayesini ‘mavi vatan’ Doğu Akdeniz ile Doğu Akdeniz’i Ayasofya, doğalgaz ve petrol hikayeleriyle perdeleyip duruyor. Ancak yukarıda da ifade ettiğimiz üzere yalan dünyanın en külfetli işidir. Sonu yalancının itibarsızlığı, sefaleti ve toplumsal tecrittir. Akılsız yalancının sonu ise akşamı sabaha çıkarmamasıdır.

AKP-MHP iktidarı Libya’da önümüzdeki dönemde yeni girişimlerde bulunacaktır. Amiyane tabirle elindeki tüm kozları kullanmayı deneyecek. Ancak atılan her adım bir az daha bataklığa saplanmaktan başta sonuç vermeyecektir.


PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
HDP “Barışa Çağrı Deklarasyonu”nu açıkladı: Savaş ve çatışmayı sonlandırabiliriz
Sonraki Haber
Gardiyan cinayet işleyip trafik kazası süsü verdi