Ana SayfaYazarlarBircan DeğirmenciKuro Musaaa! – Bircan Değirmenci

Kuro Musaaa! – Bircan Değirmenci

HABER MERKEZİ – Kürt bilgesi Musa Anter nam-ı diğer Apê Musa, tam 28 yıl önce bugün katledildi. Bircan Değirmenci’nin mikrofonunu uzattığı kızı Rahşan Anter, “O sadece benim babam değildi. Topluma mal olmuş biriydi” diyor ve babasının mezarı başında duyduğu, 28 yıldır kulaklarından gitmeyen Kürtçe kelamı anımsatıyor: “Kuro Musaaa!”


Bircan Değirmenci


Yazdan kalma son kavurucu sıcakların devam ettiği bir Eylül sabahı. Zwinge köyündeki mezarlıkta henüz soğumamış toprak kütlesinin başında oturan yaşlı adam kasketini saygıyla çıkartıp, mendiliyle terini sildi önce. Sonra kulakları sağır eden pervaneleriyle helikopterlerin uçuştuğu gökyüzüne öfkeyle bakıp, “Kuro Musaaa!” diye seslendi avazı çıktığı kadar. Ardından arka arkaya Kürtçe kelam döküldü dilinden. Hem bir ağıt, hem serzenişti söyledikleri:

Musa niye gittin? Senin ölmeye hakkın yoktu. Biz seninle aynı yaştaydık. Sen okudun ben çobanlık yaptım, tarlaya gittim. Sen bizim dilimiz, sözümüz oldun. Sen bizim her şeyimizdin. Benim oğlumu kepçeyle getirdiler, torunumun kafasını kapımın önüne koydular, kız torunumu telgraf direğine bağlayıp tecavüz ettiler. Senin bizi bırakıp gitmeye hakkın yoktu.”

Yıllarca süregelen Kürt meselesinin adeta özeti olan bu sözler karşısında donup kalmıştı. 28 yıl boyunca tek kelimesi bile aklından çıkmayacak ve beyninin her zerresinde yankılanıp duracaktı.

Benim son yolculuğuna uğurlayamadığım babamın mezarı başında aklımda kalan, sadece babamla yaşıt olan bu adamın sözleri oldu” diyor, babasının biriciği Rahşan Anter.

Bircan Değirmenci ile Rahşan Anter

35 yıl yaşadığı İsveç’ten dönerek yerleştiği İzmir’in Özdere beldesindeki taş evde önce köpekleri ve kedileri karşılıyor bizi. Ardından ışıl ışıl gözleri ve gülümsemesiyle Rahşan Anter buyur ediyor içeri. Sanki yıllardır gelip gittiğimiz bir yer gibi hiç yabancılık çektirmiyor. Hayvan dostlarıyla birlikte kaldığı evde yalnız değil. Orada oturduğunu duyan genç-yaşlı pek çok kişi ziyaretine gelip gidiyor.

Onlarca genç geliyor buraya sırf beni dinlemek için. Benim bir fonksiyonum yok burada. Musa Anter’in kızı burada oturuyormuş onu ziyaret edelim demekle adeta babamı ziyaret ediyorlar aslında. ‘Acaba kızından onun hakkında ne öğrenebiliriz’ diye geliyorlar ama daha sonra böyle konuşup anlattıkça birdenbire hepsinin annesi oluverdim. Çünkü eğer bana bir şey sorulursa acımı da sevincimi de içten paylaşırım. Babam da öyleydi söyleyeceği bir şey varsa söylerdi. Onunla benzer taraflarımız çoktur. Annem bana kızdığı zamanlarda ‘babasının kızı’ derdi.”

Tatlı tatlı konuşurken, sürekli duygu durumu değişiyor. Babasının ölümüyle yaşadığı boşluğu anlattığında gözlerinden yaşlar dökülürken, her insanın hayatına dokunduğundan, Kürt davasına olan tutkusundan bahsederken gururlanıp, nüktedan hatıralarından söz ederken kahkahayla gülüyor.

Babam iyi ki hayata gelmiş, bölgesinin, halkının dili olabilmiş. O sadece benim babam değildi. Topluma mal olmuş biriydi. Babamın neyini anlatayım? Benim babam şöyleydi, böyleydi diyemem, zaten onu tanıyan herkes biliyor. Doğayla çok barışıktı. Kimi zaman keşke şimdi yaşasaydı, bu denizi, bu kedileri, köpekleri görseydi, biraz rahat etseydi diyorum. Öte taraftan da iyi ki de bu günleri, bu yaşanan ahlaksızlığı görmüyor diyorum.”

Babasının 1945 yılından beri halkına hizmet ettiğini anlatan Rahşan, Dicle Talebe Yurdu’nda gençleri okumaya teşvik ettiğini, Beyazıt Üniversitesi’nde işlettiği kantinde Kürt illerinden gelen gençlere ucuz yemek verdiğini hatırlatıyor.

Kürt gençlerini getirip, bilinçlendirip Türkiye’yi bölmekle suçlanıyor. Bölücülük lafı buradan geliyor. Gençlerin okumasına yardımcı olarak bölücülük yapıyor. O zaman Koç ve Sabancı için ne diyeceğiz?”

Babamın kızı olmak eğlenceliydi

Herkesin babasından farklı bir babaya sahip olmanın çok eğlenceli olduğuna dikkat çekiyor Rahşan Anter:

Babamın profesyonel bir mesleği olmadı. Ticaretle uğraşırdı. İlkokuldayken öğretmenimiz ‘babanız ne iş yapıyor?’ diye sormuştu. Herkes tek tek kalkıp bir şeyler söylüyor. Bana sıra gelmeden zil çalmıştı. Eve koşup babama anlattım. O da, ‘Babam horoz dövüşlerinde yan hakem dersin’ demişti.

Ben hiçbir zaman babamdan emir kipiyle edilen bir cümle duymadım. Şunu giy ya da giyme, ceketimi tut, su getir vb. hiçbir şey istemezdi benden. Benim kızım ne yaptığını bilir, o kendini taşır diye sana öyle bir vazife yüklüyor ki sen altından kalkamıyorsun, pek de yanlış yapma şansın olmuyor. Birkaç sorunumuz dışında çok iyi anlaşırdık. Farkındalığı olan, yanlışını gören ve pişman olmayı da bilen biriydi.

Benim arkadaşlarımın çoğunluğu Bulgar göçmeni, Selanik göçmeni, Türk, Ermeni, Rum, Yahudiydi. İsveç’e döndükten sonra arkadaşlarım beni arayarak, ‘Rahşan babana gittik derlerdi. Suadiye’den Dragos’a öğrenmek ve eğlenmek için giderlerdi. Engin bir tarih ve felsefe bilgisine sahipti. Kara mizahta üzerine yoktu. Nükte kabiliyeti olduğu için en hoşunuza gitmeyen bir şeyi bile mesela İran mitolojisinden örnek vererek anlatırdı. Az lafla çok şey anlatırdı. Çeşitli gazetelere yazdığı yazılarında da öyleydi. 4 satırla o günün değerlendirmesini yapardı. İnce ince insanın canına okuma kabiliyeti vardı.”

Babasının teorik ve pratik olarak ona hayatı öğrettiğini söylüyor Rahşan:

Babam artık tarihe mal olmuş bir insan. Benden çok daha fazla onunla hayatı paylaşmış insanlar var. Ben 35 yıl İsveç’teydim. Birlikteyken kaliteli zaman geçirirdik. Ben üniversite okumadım ama babam sayesinde çok geniş bilgiye sahip oldum. Ben dinlemesini severdim. Bana anlattıkları, okuttukları, öğrettikleri, felsefeyi anlatması hep hafızama kazındı.”

Babasıyla olan bu yakın ilişkiyi annesiyle yakalayamamış Rahşan. Bedirhan Paşa ailesine mensup; Avusturya Koleji’nde yatılı okumuş, bisiklet kullanan, kürek çeken, iyi yüzen bir burjuva olarak tanımlıyor annesi Hale Anter’i.

Annemle ilişkim çok iyi değildi. Bedirhani ailesinin kadınlarının çoğunda olduğu gibi annem de dominant bir yapıya sahipti. Dominant bir kadındı. Anneannem Cumhuriyet’in ilk öğretmenlerinden. Çankırı’da öğretmenlik yapmış, kızlarını da o şekilde yetiştirmiş.”

Çeşitli aralıklarla 11 yıl cezaevinde yatan Apê Musa’ya annesinin her zaman destek olduğunu anlatıyor:

Başarılı erkeğin arkasındaki sağlam kadın tanımı tam da ona uyuyordu. Arkasında çok dik duruyordu. Babama serzenişte bulunuyordu ama öte yandan da hapishanedeki gençlerin çamaşırlarını getirir, kaynatır, ütülerdi. Gidecek yeri olmayanlar bize gelirdi. Evlenecek olanlara annem memur maaşıyla taksitle eşyalarını alırdı.

Kimseyi tabulaştırmam, babamın da zaafları vardı. Annemi hiç üzmedi ama çok yordu. Çünkü olaylar büyüktü. Bu büyük olayların altında annemi bırakmasına kızıyorum. Çocuk olarak baktığımda babamın, kadın olarak baktığımda annemin yanında buluyorum kendimi. Onun ne kadar yorulduğunu görüyorum, annem babamı çok şık taşıdı. Onun cesareti ve ayakta duruşu olmasaydı babam da bu yerde olamazdı belki de. Evini, çoluğunu, çocuğunu, dostlarını, arkadaşlarını anneme emanet edip cezaevine giriyordu.”

Annem Kürtlüğünü iyi taşıdı

Bedirhan paşa ve Kürt Musa Anter olmasaydı annem de bu kadar geldiği yerin bilincinde olamazdı” diyor. Bedirhani ailesinin Apê Musa’ya çok saygı duyduklarını anımsatarak, “Dolayısıyla anneme de saygı duyarlar. Annem kalkıp da bir iş adamı ya da müteahhitle evlenseydi Kürt meselesi Bedirhani ailesinde bu kadar büyümeyecekti. Musa Anter birçok insanın Kürtlüğünü de ortaya çıkarttı. Annem hem babası hem kocası tarafından olan Kürtlüğünü çok iyi taşıdı. Karakter olarak annemle uyuşamazdık. Mükemmeliyetçi bir kadındı. Kağıt peçete kullanmak ayıptır mesela mutlaka kolalı peçeteler kullanırdı. Babam da güzel uyum sağladı. Çok zarif bir adamdı” diyor.

Veda…

Rahşan, Apê Musa’nın ölümünden önceki Haziran ayında Dragos’taki evinde eşi Şenol’la birlikte ziyaret eder babasını.

Babam sanki içine doğmuş gibi çok enteresan davranmıştı. Benimle son kez vedalaşıyor gibiydi. Bir sürü konuyla ilgili sohbet etmiştik. ‘Kızım bunu da götür, şunu da götür, kuşları götür, çiçekleri götür. Bu saksıda gördüğünüz fulya çiçeği babamdan hatıradır. Baba ben İsveç’e gidiyorum. Niçin bunları bana veriyorsun? Köy peyniri, çeşitli yiyecekler, aklına ne gelirse bana yükledi. Taksi çağırdık ağzına kadar doldurduk arabayı.”

Taksi ilerlediğinde el sallayan babasına bakan Rahşan, onu son görüşü olduğunu nereden bilebilirdi ki.

Apê Musa’nın katledildiği 20 Eylül 1992 günü İsveç’te annesiyle birlikte heykeltraş bir arkadaşının sergisine katılır Rahşan. Annesini eve bıraktıktan sonra kendi evine geçer. Saat 21.00 itibariyle İsveç’te ev kapıları otomatikman kapanırdı. Balkon camına atılan bir taş sesiyle irkilir. Camdan baktığında kardeşi Dicle’yi görür. 45 kilometre uzaklıktaki başka bir şehirden habersiz geldiğine göre pek de hayra alamet değildir bu durum.

Hemen aşağıya inip kapıyı açtım. Meğer telefonlarım kilitlendiği için bana ulaşamamış. ‘Abla babamı kaybettik’ dedi. Cumhuriyet gazetesi önce Şenol’u arayıp ‘Musa beyi kaybettik’ diye haber vermiş. Şenol da bana ulaşamayınca Dicle’yi aramış. Dicle ve Anter’le ayrı şehirlerde oturuyorduk. Anneme de telefonda nasıl söyleyeceğini bilemiyor. Yaşadığım şoku atlatamadan annemin evinde aldık soluğu. Daha yeni kalp ameliyatı olduğu için çok dikkatli söylememiz gerekiyordu. Annem beti benzi atmış bir biçimde bize sarılarak ‘çocuklar başınız sağ olsun’ dedi. Meğer bizden önce haberi almış.”

Ertesi sabah üç bilet ayarlayıp İstanbul’a yola çıkarlar. Uçakta ölüm haberinden daha çok canını yakan haberi öğrenince çılgına döner. “Ben onu son kez görmek için giderken meğerse babamı apar topar gömmüşler. Bir tek benim haberim yoktu bundan.”

Öğle vakti vardıkları İstanbul’da Avukat Medet Serhad’ın evine giderler.

Akşam uçağıyla da Diyarbakır’a gideceğimizi düşünürken, Medet abi ‘annen hasta, bu gece dinlensin’ diye Salı gününe aldık bileti dedi. Ben yine kızdım. Çünkü bir an önce Diyarbakır’a gitmek istiyorum. Turgut Özal’ın doktoru İsmet Toğman babamın da arkadaşıydı. Hemen onu arayıp bize bilet ayarlamasını rica ettim. O zaman uçak bileti bulmak şimdiki gibi kolay değildi. Aktarmalı uçuşlar falan. İsmet abi bize ayarladı ve Diyarbakır’a gittik.”

Diyarbakır’a gider gitmez önce Devlet Hastanesi’ne giderler. Sessizliğe gömülmüştür hastane. Kayıt defterine baktırırlar gece kimler getirilmiş diye ama babasının adı kayıtlarda yoktur. Kime soruyorlarsa kapı duvar. Yanlarına yaklaşan bir çaycı etrafı kolaçan ederek usulca “Apê Musa dün gece buraya getirildi ve sabah erkenden Zwinge’ye götürüldü” der. Bu bilgiyi aldıktan sonra Apê Musa ile birlikte kurşunların hedefi olan Orhan Miroğlu’nun kaldığı üst kattaki hastane odasına giderler.

O da tabi hala şoktaydı belki. Babası kapıdaydı. Annem ‘oğlum geçmiş olsun, nasıl olup bitti?’ diye sordu. Epey kurşun yemiş ağır yaralıydı, ölebilirdi de. ‘Ben pek bir şey hatırlamıyorum, gittik, arkadan vurdular’ dedi. Detay falan vermedi ama yaşadığı şokun etkisi olsa gerek dedik.”

Ardından sabah erkenden Zwinge’ye giderler.

Girişi kapatmışlar, kafamızda helikopter falan uçuşuyor. Beş on kişi falan yumurta satmaya gidiyorum, yoğurt götürüyorum gibi bahanelerle babamın mezarını ziyarete gelmişler. O sözleri kulağımdan gitmeyen amcayı da o gün gördüm. Babam inançlı bir insan olmamasına rağmen acaba başında biri dua okudu mu, askerler mi gömmüş? Kafamda yığınla cevapsız sorular. HEP milletvekilleri gelecek dediler. ‘İzin alınır cenazeyi çıkartmak için. Hemen çıkartıp vasiyet ettiği Akarsu’ya defnederiz’ diyorum. Maalesef fazla fantastik düşünüyormuşum. Düşündüğüm gibi olmadı hiçbir şey.”

Bir yıl boyunca annesinin yoğun bürokratik başvuruları sonucunda mezar açılarak Akarsu’ya taşınır. Sadece tabutun taşınması için dört kişiye izin verilir. Hafızalara kazınan dört kişinin taşıdığı o sessiz cenaze fotoğrafı da bu şekilde vücut bulur.

Babasını öldükten sonra göremediği ve gömme hakkının elinden alındığı için uzun süre girdiği depresyondan çıkamaz.

Çok derin bir boşluk yaşıyorum. Yalnız ve kimsesiz hissediyorum kendimi. Somut olarak onu göremediğim için her şey flu. Tırnaklarını kesemedim, saçına dokunamadım, ellerini öpemedim. İlaçlarla ayakta duruyorum. Halen iyileştiğimi söyleyemem ve hala o amcanın sesi kulağımda: ‘Kuro Musaaa! sen bizi bırakıp nereye gittin?’”


Bu yazı Yeni Özgür Politika gazetesinde de yayımlanmıştır.



Önceki Haber
Covid-19 pandemisi: Vaka sayısı 31 milyona yaklaşıyor
Sonraki Haber
Demokratik politikanın hakikati ve işlevselliği