Ana SayfaManşetGündemimiz kapatma değil direniştir

Gündemimiz kapatma değil direniştir

HDP Basın Yayın ve Propaganda Komisyonundan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı, Van Milletvekili Tayip Temel, son günlerde partilerine dönük yapılan eleştirilere, AKP-MHP bloğunun yanı sıra başka kesimlerden de gelen ‘terörle aranıza mesafe koyun’ çağrılarına yanıt verdi. HDP’nin gündeminin ne olduğuna da işaret eden Temel’in Gazete Karınca için kaleme aldığı yazıyı paylaşıyoruz.


Tayip Temel


Ortadoğu’daki politikaların özelliği maddi bir gerçeklik temelinde gerçekleşiyor olması. Bugün adına küresel kapitalizm denen sistem, 20’nci yüzyılda yaşanan kapitalizmden hayati farklılıklar içerse de öz ve karakter olarak benzerdir. Eskinin kamplara bölünen, farklı alanlarda farklı hegemonik savaşlar şeklinde süren kapalılığı esas alan tarzına artık ihtiyaç duyulmuyor; sistem içi müdahale ve mücadele şeklinde bir ihtiyaç hasıl olmuş durumda. Bir piramidin içinde yer alan ve aralarında mücadele ederek basamakları atlama şeklinde ifade edebiliriz yeni süreci.

Bugün Ortadoğu’da, Suriye özelinde ABD/Rus dengesinde yaşandığı üzere, piramidin en üst basamağı için kıran kırana savaş varken, aynı zamanda aynı piramit içinde kalmaya ve birbirinden haberdar olmaya da son derece özen gösteriliyor. Kapitalist düzenin temsilcileri bugün birbirini dışlama üzerine değil, gücün kabul ettirilmesi olarak derin bir savaşı yürütüyor. Küresel tüketimin yayıldığı bu devasa alanda, ülkeler konumlarını ve güçlerini, yani piramidin içindeki basamaklarını değiştirmek için mücadele veriyor. Çin, ‘Tek kuşak, Tek yol’ projesi ile Asya ve Avrupa’da öngörülmeyen bir mekân siyaseti kurup yol alırken, bir yandan Rusya, Türkiye ve İran gibi kritik konumlara sahip müttefikler de edinmeyi başardı.

Rusya, yoğunlaştırılmış siyaset yürüttüğü yakın bölgelerinin dışında, Ortadoğu’da faal olduğu bölgeleri ABD’den uzak tutma, yeni alanlar elde etme temelinde aktifliğini korumaya devam ediyor. ABD’nin ENKS-KDP hamlesine karşı, Demokratik Suriye Meclisi-Halkın İradesi Partisi ile karşılık veren Rusya, bir yandan da Türkiye’yi Kürt sorunu bağlamında Rojava’daki gelişmeleri kışkırtıyor.

Devrimi boğma amacı güdülüyor

9 Ekim’de yayınlanan Şengal anlaşmasının da gösterdiği üzere, Başur’daki politikalar tasfiyeye dönük yeni aktörlerin de aktif olarak denkleme eklenmesi şeklindedir. Şengal’in yönetimi idari ve askeri anlamda Irak hükümetine bırakılması, Şengal Özerk Yönetimin devre dışı bırakılması, halkların iradesine ipotek politikalarının devam ettirildiği, bundan medet umulduğu ve tüm bunların sonucunda da devrimin boğulması, işlevsizleştirilmesi amacı güttüğü görülmektedir. Rusya bir yandan da son süreçte, Türkiye’yi kıskaca almış durumda. Dış siyasetini “kaos ihracatı” olarak tanımlayan ve bu siyasetin anlamsız olduğunu eleştiren yazılar yoğunca çıkmaya başladı. Bu eleştirilerin Dağlık Karabağ’da şu an güncel olan savaş sonrası yoğunlaşması elbette tesadüf değil.

Arap ülkeleriyle ayrılıklar derinleşiyor

Türkiye’nin Arap ülkeleri olan ilişkilerinin durdurulamaz düşüşü de sürüyor. Başta Suudiler tarafından ambargo uygulanan Katar gibi ülkeler dışında kimse ile görüşmeyen Türkiye, Mısır, Fas, Cezayir ve diğer önemli ülkeler ile diplomatik-soğuk savaşı sürdürüyor. Özellikle Akdeniz-Libya gündeminin yarattığı tahribat, bu ayrılıkları derinleştirmiş durumda.

Misak-ı Millî ajandası

Bu durumun somut çıktılarından biri İsrail ile olan ilişkilerdir. Çünkü İsrail, Arap dünyası ile yeniden buzları eriten adımlar attı bu süreçte. İsrail’in Arap dünyasıyla ilişkileri Türkiye’nin ABD’den aldığı desteğin de eskisi gibi olmayacağı anlamına gelecektir.

Türkiye’nin Başur ajandasına ayrıca değinmek gerek. KDP’nin dayatılan politikalara karşı dirençsizliği, en uygun tabirle onay vermesi diyelim, güncel gelişmelerin işaret ettiği gerçeklik, saldırıların Tel Afer’in bir Türkmen şehri olduğu tezi “Kerkük, Musul ve Hewler Türk şehridir” söylemi ile birleştirilmek istendiği görülüyor. Her fırsatta dillendirilen Misak-ı Millî konusunun bu bağlamda yeniden aktüel kılınması yakın dönem için olasıdır.

Tek sorumluluğumuz topluma ve tarihe karşıdır

Gazetecilikte çok temel bir kural vardır: “Tek sorumluluk okura karşıdır, devlete karşı değil” diye. Bizim açımızdan ise şöyle bir durum var: HDP’nin tek sorumluluğu topluma ve tarihe karşıdır. Bu iki olgunun sonucu olarak da özgürlüğe! Haliyle bizim ne yapıp ne yapmayacağımızı en geniş manada bu temel durum belirliyor. Bunun altını çizelim.

Çok rahat bir şekilde diyebiliriz ki: HDP’nin ne yapmak istediği ve ne yapacağı meselesi Türkiye siyasetindeki en açık konudur. Esas soru: iktidarın bizim karşımızda ne yapacağıdır!

HDP sosyolojik anlamda çok bileşenli, çok sesli ve çok kültürlü bir halklar bahçesi iken siyasal ve toplumsal bir organizasyon olarak da bir düşüncedir, yaşamdan yana tavrı net bir partidir.

Bizim ideolojik çizgimiz, tarihsel bir haklılık ve hakikate dayanır. Bugün herkesi temsil edebiliyor olması, herkesin kendini orada görebiliyor oluşu; yaşama dokunma ve yeni yaşam vaadini gösterebilme, üstlenebilme cesaretindendir. Bu anlamda bizim her zaman eylem planımız toplumun bir parçası olarak kendimizi ve tüm yapımızı bu gerçeğe göre örgütleme, sürece katma, çabalama görevidir. Aksi yöndeki her şey HDP’yi daraltır, küçültür…

Bizim mücadelemiz daraltan, tıkatan, kendini tekrar eden bir yerden çıkmıyor. Radikal demokratik mücadeleyi benimsemiş bir partiyiz, bizi bugün evrensel değerlere yaklaştıran ve diğer siyasal yapılardan farklı kılan da budur.

10-11 Ekim’de yapılan PM toplantımız ve son MYK kararlarımız da özce yukarıda çizdiğimiz çerçeveyi teyit ediyor. Yani nerede baskı varsa orada direniş olacak. Direniş de yetmez, meydan okuyoruz!

Saldırıların nedeni iktidara karşı kararlı direncimizdir

Çünkü çok iyi biliyoruz ki HDP’ye yönelik tüm saldırıların, dışlama, yaftalama, cezalandırma ve siyasi kırım girişimlerinin başlıca nedeni, partimizin iktidarın bu hedeflere ulaşmasının önündeki en kararlı direnç odağı olmasıdır.

Biz boyun eğmiyoruz. Biz haklıyız, şu hayatta belki de en emin olduğumuz şey davamızda haklı olduğumuz gerçeğidir. Başka türlü bu kıyamete katlanılmaz.

HDP bu topraklardaki en büyük mayadır. Söz ve eylem birliği sarihtir. Her şeyden önce, onurlu bir yaşam için mücadele ediyoruz. Dilimiz, kimliğimiz, kültürümüz, neye inandığımız ya da inanmadığımız, cinsiyetimiz, hayat tarzımız, giyim kuşamımız, tercihlerimiz üzerinde hiçbir baskıyı kabul etmiyoruz. Kutsal denilen devlet ve onun aygıtlarını eleştiriyoruz, tabu denilen ama milliyetçi duygularla ayakta tutulan ve tüm eşitsizliklerin kökenine yerleşmiş algıları konuşma ve ifşa etme gücü gösteriyoruz. Buna hakkımız var! Bundan ötürü işte işkenceye uğruyoruz, zindanlara atılıyoruz, korkunç cezalar alıyoruz, helikopterden atılıyoruz.

Özcesi uzun vadede eylem planımız radikal demokrasi ekseninde Kürt sorunu gibi tarihsel momente sahip hakikatlerin çözümü ile gelişecek demokratik bir Türkiye’dir. Daha kısa vadede ise somut koşulların ve içinden geçtiğimiz kırım, tasfiye, otoriter faşist rejimin inşasını durdurmaktır. Faşizmi geriletmek, demokrasi bloğunun önünü açmak ve en son önerdiğimiz siyasal formülasyon olan “anti faşist cephede” buluşmaktır.

Parti kapatma arzusu ne mesaj taşıyor

Son günlerde ısıtılan bir diğer gündem de partimiz HDP’nin kapatılacağı iddialarıdır. Öncelikle bu konuya devlet ve bizim açımızdan bakmak gerek.

Öncelikle şu esas vurguyu yapmakta fayda var. Türkiye halklarını, ezilen işçi-emekçi kesimleri, kadınları, gençleri, her inançtan, etnik ve kültürel kimlikten toplumsal kesimleri, çevre ve sistem karşıtı tüm hareketleri kapsayan demokratik, özgürlükçü bir parti olduğumuz için; saldırı ve baskı eksik olmaz, olmayacaktır.

Sonuç alınmadığı için de eni sonu parti kapatmaya gidiliyor yıllardır! Bu gerçekten yola çıkarak parti kapatma konusuna dair birkaç önemli hususun altını çizmekte yarar var.

Birincisi, Marx’ın deyimi ile, ‘Tarih tekerrür eder, ilkinde trajedi olarak sonrakilerde komedi olarak…’ Biz trajedi kısmını geçtik, gerisi traji-komedyadır. Kapatma olsun olmasın, bahsi bile böyledir.

İkincisi, bu konu siyasetsizliği örtme girişimidir. Devlet güncel siyasetin ortasında bir yarık açıyor! Olabildiğince çok fazla kişi-düşünce ve yapıyı buraya çekmek istiyor. Aslında bu gündem ile bir “arzunun” peşine düşüyor. Nedir bu arzu? HDP’ye alternatif oluşumlara mesaj vermek! Son operasyonun tarzı, zamanlaması ve refleksi dışımızdakilere net sinyaller yolluyor. Devlet aklı zora düştüğünde, boşluk yaratır; bu boşluğu sürekli işaret eder, nasıl bir şey istediğini de saldırdığı özne üzerinden tarif eder!

Göreceksiniz kısa süre sonra bazı oluşumlar kendini ilan edecek, kaçınılmaz bu! Fakat onların da düşünmesi gereken şey de tam budur: Kimin ipi ile kuyuya iniyoruz?

Üçüncüsü, HDP, şu an bu ülkedeki ceberut rejimin en büyük paradoksudur. Öcü olarak ilan edildikçe, 10 milyonlara varan destek de büyüyor. Onlar saldırdıkça küçülüyorlar, bizler büyüyoruz, büyümeye devam edeceğiz. İktidarın bunca yönelimi, bunca baskı ve sindirme girişimi bu paradoksu aşamamasındandır. Şu an iktidarın derin dehlizlerinde farklı kanatların bu konuda görüş birliğine varamadığı ortadadır.

Dördüncüsü, sürekli terör ithamı ile bizi sürekli hukuk ve hukuk dışı çizgisi arasındaki ince yerde tutmaya çalışan, aslında ‘partiyi kapatmadan ama kapatan’ bir siyaset izleyen bu kötülük rejimine karşı mücadelemiz sürüyor, sürecek. Bizim mücadelemizin özelliği ve farkı burada şudur: Sürekli genişleyen, dönen, sürekli evirilen ve yayılan bir eylemlilik yapısı var. Bunu yaparken kendi etrafında dönmüyor. Son otuz-kırk yılın özeti budur!

Beşincisi, parti kapatma iktidarlar açısından ‘mitsel’ bir dolaşım özelliği taşır. Gündemleştirme şekli her dönem aynıdır, mutlaka o dönem baskı çok yoğunlaşmıştır. Bir yandan parti kurma söylentilerini ortaya atar diğer yandan bir parti kapatmaktan bahseder! Şimdi de olan böylesi bir tablodur. Devlet HDP’yi tasfiye ederek tabanını farklı bir alana yönlendirmeye çalışmaktadır. Taban demişken, HDP’ye tasfiye girişimi, hukuksal blokaj hız kazanırken, şaşmaz şekilde her dönem, İmralı adasında da bir hareketlilik olur, baskı artar. En son Sayın Öcalan’a 6 ay ceza verilmesi, özellikle HDP’nin en geniş tabanı olan Kürtlere de mesajdır. Çünkü hepsi aynı süreçte gerçekleşti. Bilinmesi gerekir ki kapatma bizim gündemimiz değil, olamaz da.

Basit gibi gelebilir fakat çok önemlidir; 1970’lerin sonunda Batman’da ilk defa belediye kazandık. Edip Solmaz’ın yasaklanan seçim logosu bir ağaçtır. Bu ağaç 41 yıl sonra tekrar aktif. Yani bu dalların gölgesinde ve içindeyiz. Bu ağaç bizi korumaya ve gürleşmeye devam edecek. Bundan kimsenin şüphesi olmasın…

6 yıl sonra yapılan operasyonun manası

Partimize yönelik Kobani bahanesiyle 6 yıl sonra bir operasyon daha çekildi. Bu son operasyonu sıradan bir mesele/operasyon olarak okumuyoruz. Burada mevzubahis savcı sadece dipnottur. Saray açısından da en fazla “Pirus zaferidir” denilebilir.

Niye buzdolabında bekletilen bir dosyanın bugün açıldığı hikayesi aslında biraz uzun, ileride benzer şeyler de duruma ve ihtiyaca göre gelişecektir. Ancak biraz sistemin kalbine odaklanmak gerekiyor.

Bilindiği üzere 1920’lerde ılımlı demokratlar vardı, 1930’lar ve 40’lar ise faşist diktatörlerle geçti. 1950’ler ve 60’lar milliyetçi liderlerin dönemiydi. 1970’ler görece ‘deneyim’ çağı idi ve yaşlı kurtlar sahne aldı. 1980’ler ve 1990’lar kendini demokrat olarak tanımlayan ama özünde bu maske ile dolaşan otoriteryanizme eğilimli kadrolar türedi. Bugün ise aşırı sağın yükselişinde de görüldüğü üzere tekrardan diktatörlere dönüş yapmış durumdayız.

Türkiye’de ılımlı neoliberal saiklerle gelen, önceleri hümanist çerçevede bir İslamcı beyanı olan, daha sonra ivmeyi Osmanlıcığa kıran, en sonda da Türkçülük ile dümen atan totaliter-faşist bir siyasal rejim var karşımızda. Türkçü, Turancı ve Pan-İslamcı siyaset tarzı, geçen tüm zamanların ortak siyaset adlarıdır. Merkez sağda kümelenen bu ideolojik havuz, halkların kaderini de kendi aralarında çevirmektedir.

Sistem için gruplar kavga halinde

Bugün gelinen aşamada Türkiye’de siyasetin tanım olarak “nefretlerin organize edilmesi” haline geldiğini unutmamak gerek. Haliyle faşist diktatörlüklerin hiçbiri tekçi bir yapıda değildir. Homojen bir devlet, tek bir düşünce, tek lider vs. yoktur. Bugün en çok bunlar dillendiriliyor ama gerçek tam tersidir. Hiçbir diktatör tek başına ülke yönetemez. Bir koalisyonla, bir ortaklar silsilesi ile yönetir. Her diktatör lider kendini var edebilmek, partisini sürdürülebilir kılmak için onu destekleyen iş çevresine, elitlere, sanayi, ordu, bürokrasiden destek almak zorunda. Sistem kendi içinde bir “gruptur” ve bu grup hep birlikte nimetlerden faydalanmak zorundadır. İşte bugün bu grup içinde güç savaşı var. Sistemin krizi var… Bu krizin bir çözümü, HDP gibi bir güce saldırı ile konsolide oluyor. Daha da önemlisi, hukuk-yargı-medya gibi yapılarla en rahat şekilde kriminalize edilen ve diğer kesimlerin susturulabildiği alandır Kürtlük!

İkincisi, bugünkü hükümet açık bir patrimonyal hükümettir. Bu nasıl bir düzendir? Lider, otoritesini, tepesinde kendisinin olduğu bir kişisel çıkar ağı kurarak yürütür. Yani kamusal olan ile şahsi olanın arasındaki ayrımın kalktığı bir düzendir. Baştaki kişi kendi cüzdanı ile hazine arasında bir fark görmez. Siyasi açıdan da ‘egemenlik hakkı ile sahiplik hakkının farkları anlaşılmayacak kadar iç içe geçtiği, politik yetkilerin bir işyerinin sahibinin kendi işyerinde yetkilerini kullanması gibi kullanıldığı düzen‘ olarak ifade edilir.

Tam da burada, egemen-sahiplik ilişkisi bizim üzerinde tekrar düşünmemiz gereken bir konudur. Şu an baştaki kişinin cüzdanı ile hazine arasında farkın ortadan kalktığı, kamusal olanın şahsileştiği kişisel bir çıkar ağı var. Devlet açıkça artık Kürtlerin efendisi olma düşüncesine demir atmış durumda. Böyle bir yanılgısı var. Sorunu “şiddet” ile çözdüm fikri bir kesimde oturmuş durumda. Bu kesim şu an bu operasyonları da yürüten ekip.

Şimdi devlet 6 yıl sonra geliştirdiği operasyona bir “ölçü” bulamadı. Hikâye kurmak istedi kuramadı. Kuramaz çünkü siyasal düşüncede çok önemli bir gerçek şöyle der: “Son derece kompleks yapıları ve sorunları, tek bir kişinin aklına, çıkarına ilgisine, tek bir bakış açısına veya tek bir ölçüte indirgediğimizde büyük bir körlük yaşanılır.”

Bu körlüğün adı işte HDP’ye saldırıdır. Bu körlük bizi değil onları düşürür. Bizi değil onları bitirir.

HDP’ye çok yönlü saldırı meselesi

Yaşamı her alanda bölenlerin, bununla yetinmeyip baroları, odaları, sendikaları, belediyeleri bölmekle meşgul olduğu bir ortamda bize ‘bölücü’ deniyor. Sokağın kendisini, gençliği, kadınları, düşünenleri, medyayı, doğayı, ekonomiyi, demokratik siyaseti, hukuk ve sosyal yaşamı nefessiz bırakanlar, tabiri caiz ise her alanda terör estirenler bize sabah akşam terör diyor! İktidar açısından herkesi ve her şeyi rahatlıkla istediği konuda itham etmek en konforlu alan. Bu bilinen bir gerçek!
Bugün benzer bir şey ile uğraşıyoruz.

Bir örnekle bu ikiyüzlülüğü anlatmak istiyorum. Teşkilatlarımızda çalışanlarımızı veya bize destek verenleri “terör” adı altında alıyorlar. Basına böyle servis ediliyor. Hatta ahlaksız yandaş medya ‘PKK operasyonu’ etiketi ile sürekli servis ederek bir algı derdine düşüyor; fakat mahkeme veya emniyette sorulan şey “Falan gün falan yürüyüşte bulundun mu? Yapılan konuşmaya müdahale ettin mi?” şeklindedir.

Dışarıda sözde eşbaşkan deniyor, böyle bişi yok deniyor ama mahkemede onu eşbaşkanlıktan sorguluyor ve dava açıyor. Dışarıda ‘sözde’, gözaltında ‘eşbaşkan’ oluyor.

İşin bir diğer yönü şudur: Milyonların hayatını ilgilendiren, derin bir geçmişe sahip, toplumu tümden etkileyen olguları, bağlam ve tarihselliğinden kopararak anlatmaya çalıştığınız zaman, şikâyet ettiğiniz şeyi sadece büyütmüş olursunuz, sadece bir parçası olmuş olursunuz. Bu konular günübirlik siyasete malzeme edilmez. HDP, pek çok sorunun yanında, Kürt sorununu da çözmek için ortaya atılan bir çabanın 8 yıllık adıdır. Bu anlamda, sosyolojik sebep ve sonuçları doğru kurmamız gerekir. Yanlış argüman üzerinden doğru bir yere varamayız. En başta bunu net ortaya koymamız gerekir.

İçeriden gedikler açmak için özel savaş yürütülüyor

HDP’ye yönelik bir siyasal kumpas var. Bu kumpasın işletilebilmesi için içeriden gedikler açılması, buna dair özel savaş yürütülmesi gerekiyor. Bugün yaşananları öncelikle şahıslar şahsında tartışmıyoruz. Klasik liberal burjuva partileri ile karıştırmamak gerekir. HDP ve halkın değerleri, kişilerin ikbali ve söylemlerinin üzerindedir. Kişiler, kim olursa olsun, HDP’ye değil, sadece kendilerine zarar verebilir. Bizim tek bir bağımız var o da halkladır, hakikatledir. Bundan ötesine dair söylenenler inkâr ve çarpıtmadır.

Son söz niyetine!

8. yılımızı kutladık. Paris komününü hatırlayalım, orada mücadele edenler “Burası düşünenlerle acı çekenlerin birleşme yeridir; bu barikat ne taşla ne kirişle ne de demirle yapıldı; iki yığından yapıldı: Bir yığın düşünce, bir yığın da acı…” diyorlardı. Bizler de böyle yan yana geldik.

En büyük siyasetleri insanları aşağılama olan, halklara yoksulluğu yazgı, çaresizliği bir yaşam olarak dayatan bu ceberut iktidarın panzehri biziz, HDP’dir. Kendi doğrularına hayran, kendi katı sertliği ile büyülenmiş bu akıl tutulmasını bitireceğiz. Bunu hep beraber yapacağız…

Çünkü HDP, yaşam siyasetinin ve kendi öz gücüne inanmanın adıdır. Bizler kültüre, özgürlüğe ve toplumsallığa düşman bu yıkıntı tarihini bitireceğiz. Bu yıkıntının kalıntıları arasından demokrasi ve barışı kurtaracağız…


PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
HDP flamasını indirip, yerine bayrak astılar
Sonraki Haber
KPSS lisans sonuçları belli oldu