Ana SayfaYazarlarKemal Taylan AbatanNeo-liberalizmin felsefi temelleri üzerine (IV): Serbest piyasa

Neo-liberalizmin felsefi temelleri üzerine (IV): Serbest piyasa


Kemal Taylan Abatan*


Serbest piyasa, neo-liberal düşüncenin en önemli odak noktalarından birini oluşturur. Serbest piyasanın temeline konulan bireycilik, özel mülkiyet, rekabet ve tüm bunları düzenleyen “görünmez el” düzenin işlerliği açısından önemlidir. Daha önceki yazılarda belirttiğimiz üzere, serbest piyasa da kendiliğinden doğan ve büyüyen bir düzen olarak tanımlanır. Bunun sosyal, iktisadi ve siyasi boyutları, özgürlük, özel mülkiyet ve sınırlandırılarak piyasanın işletmecisi haline gelen devleti tanımlar.

Neo-liberal düşüncenin, dolayısıyla serbest piyasa düşüncesinin teorisyeni olan Friedrich A. Hayek tarafından ekonomi ve piyasa kavramları arasında bir ayrım yapılır. Ekonomi müstakil bir şekilde işleyen bir düzeni tanımlarken, piyasa ise müstakil şekilde işleyen ekonomilerin iç içe geçerek işlediği durumu ortaya çıkartır. Antikçağ’daki “katallaxia” kavramını esas alan Hayek’e göre, bu kavramın “topluluğa girmek” ve “düşmandan dosta dönüşmek” anlamına geldiği iddia edilir. Müstakil ekonomilerin bir araya gelmesiyle girişimci bireyler topluluğa girdikleri gibi, birbirleriyle fiyatlar aracılığıyla iletişim kurarak hem bilgi aktarırlar hem de piyasada birer oyuncu haline gelerek özel mülkiyetlerini geliştirirler. Dolayısıyla bu düzen, bireylerin bir araya gelerek serbest piyasanın soyut ve kendiliğinden gelişen kurallarına göre hareket ettikleri zenginlik yaratan bir oyundur aynı zamanda.[i]

Hayek’e göre serbest piyasa, fiyatlar aracılığıyla aktarılan bilgi sayesinde rekabet düzenini yaratır. Girişimci bireyler iş kollarına göre en kaliteli hizmeti sunmak için birbirleriyle rekabet ederler. Burada rekabetçi düzen ile düzenlenmiş rekabet arasında ayrım yapan Hayek’e göre, düzenlenen rekabet dışarıdan bir müdahaleyi, yani devlet müdahalesini gerektirdiği için kabul edilmemelidir. Ancak diğer yandan rekabetçi düzende ise girişimci bireyler kendi kararları ve müşterilerinin arzularına-ihtiyaçlarına göre ürün arzını gerçekleştirir. Böylece en kaliteli ürünü sunan ve ürününe en fazla rağbeti sağlayan girişimci fiyatları belirleyebilir. Bu fiyatlara göre uyarıyı alan diğer girişimciler piyasada kaybetmemek için daha kaliteli hizmet sunmak amacıyla kendilerini düzenleyecek biçimde adımlar atarlar.

Düzen bu şekilde işlerken, bireyler serbest piyasa sayesinde arzularını-ihtiyaçlarını gidermelerinin yanında fiyatlar aracılığıyla iletilen bilgiye de sahip olacakları için aynı zamanda bilgi ihtiyaçlarını da karşılayabilirler. Böylelikle neo-liberaller açısından değiş-tokuş ilişkilerinin serbestleştirilmesi ve mülkiyet araçlarının özelleştirilmesi serbest piyasa düşüncesi bireylerin yaşamlarını sürdürebilmeleri açısından gerekliliktir.

Devletin buradaki rolü ise bireylerin dahil oldukları serbest piyasayı soyut ve genel kurallar çerçevesinde işletmektir. Dolayısıyla devlet, hiçbir bireyi niyet etmedikleri sonuçlara yöneltmemelidir. Bireyler sadece kendi çıkarlarının peşinde, kendi istekleri ve arzuları doğrultusunda koşmalıdır. Bu açıdan bakıldığında sosyal adalet ve insan hakları kavramlarının gerektirdikleri de neo-liberaller açısından reddedilir. Sosyal adalet kavramının, sosyalizmden türetildiğini öne süren Hayek’e göre, serbest piyasa içerisinde kazanç sağlayan bireyler, kayba uğrayan bireylerin sorumluluğunu üstlenmemelidir. Yani sosyal olarak bir adalet sağlanması ve insanların haklar bakımından eşit hale gelmesi gereksizdir. Çünkü bireyler, bireysel özgürlük düşüncesinin gerektirdiği biçimde kendi özgür iradeleriyle serbest piyasaya katılım sağlar. Bu gönüllü katılım sayesinde bireyler kayba uğramış olsalar dahi kuralları kabul etmiş demektir. Üstelik serbest piyasa içerisinde bilgi dahil tüm ihtiyaçlarına erişebilirler. Yine bireysel özgürlük düşüncesi açısından baktığımızda serbest piyasa içerisinde birey kayba uğramış olsa bile kendi kararıyla hareket ettiği için yoksullaşsa da özgürdür. Tekrar oyuna dahil olabilir ve zenginleşebilir.

Bu düşünceden hareket ettiğimizde şunu söylemek mümkündür: neo-liberaller açısından her ne kadar eşitlik ilkesinin benimsendiği söylenmiş olsa dahi hiçbir birey haklar bakımından eşit değildir; ancak fırsatlar bakımından eşit olabilir. Bu tür bir fırsat eşitliğindeyse ailesinden miras yoluyla özel mülkiyete sahip olan bir bireyin veya serbest piyasada başarılı olarak mülkiyetini geliştirmiş bireylerin avantajlı olduğunu söylemek mümkündür. Arz edilen ürün bellidir ancak buna herkesin ulaşması mümkün değildir. Bu da anlaşılacağı üzere birilerinin avantajlı konumunu korumasına imkan sunarken, diğer yandan bir başkasının dezavantajlı konuma düşeceğini hatta bu durumun bireyler arasında zenginleşenlerin arttığı ölçütte yoksullaşanların çoğalabileceğini gösterir. En azından günümüz açısından insanlığın evrensel nüfusuna bakıldığı takdirde küçük bir azınlığın zenginleşirken, büyük bir çoğunluğunsa yoksullaştığını söyleyebiliriz. Çünkü gerek sosyal anlamda doğal seleksiyon, gerekse de serbest piyasada girişimci bireyler açısından kayba uğrayanların yoksullaşması ve zamanla yok olmaları kaçınılmaz hale gelir.

Bireyin yok olmamak için yapması gereken nedir? En iyi ihtimalle kendisine yabancılaşma pahasına insanlık dışı koşullarda saatlerce çalışarak emeğini satar hale gelmesi gerekir. Bu bağlamda, piyasaya bağımlı hale gelen insanın hizmet ürettiği müddetçe ve patronunu zengin kıldığı ölçütte kendi değerini kaybettiğini, kendisine yabancılaştığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Karl Marx’ın da vurgu yaptığı biçimde, insanın piyasanın ana kaynağı haline gelerek işçileşmesi sonucu ürettiği şeyin fiyat değeri arttıkça kendisi değersizleşmektedir.[ii] Değersizleşen insan kendisine yabancılaştığı ölçütte köleleşir. Aslında tam olarak, neo-liberaller her ne kadar aksini iddia etse de tasvir ettikleri düzen insanları köleleşmiş hale getirir. Bu bağlamda bir farkı da ortaya koymak gerekir: üretici olarak insanın emeğinin fiyatlandırılmasıyla, insanın değeri farklı şeylerdir. İnsanın değeri onun tür olarak diğer canlılarla olan farkına işaret eder.[iii] Oysa değer, iktisat teorileri açısından bir şeyin değerini tanımlar. Burada kapitalizmin yarattığı düzenin korkunç boyutu ortaya çıkar; değer, insanın değeri değil, ürettiği şeyin fiyatı, yani bir anlamda kendisinin fiyatı haline gelmiştir.[iv]

Kontrolsüz bir şekilde özelleşmeyle ve buna bağlı olarak gelişen şirketleşmeyle günümüzde plazalar, dünün Sanayi Devrimi’nin fabrikalarına benzer hale gelmektedir. Bugün fabrikalarda emeğini sattığı ölçütte yaşama tutunmak zorunda bırakılan mavi yakalıyla, psikolojik olarak mobbinge maruz kalan bir beyaz yakalının sömüren açısından çok bir farkı yoktur. Her ikisi de yaşamını sürdürebilmek adına insanlık dışı koşullarda çalışmaya maruz bırakılmış birer işçidir. Burada işçinin içerisine düştüğü yanılsama, biraz daha fazla kazanabildiği, daha iyi ürün kullanabildiği veya biraz daha geniş bir evde oturabildiği için sınıf atladığına inandırılan hayal alemidir.

Şüphesiz ki böylesi bir düzende, yani serbest piyasa düzeninde, insana dair olan her şeyin alınır-satılır şeylere dönüşmesi kaçınılmazdır. Her biri birer girişimciye dönüşmüş olan insanların kendileriyle birlikte herkesle geliştirdikleri ilişki bir değiş-tokuş ilişkisi biçiminde şekillenir. Onu ahlâken ayakta tutan şey, zihin dünyasına reklamlarla, kampanyalarla, büyük ve gösterişli merak uyandırıcı şeylerle sürekli olarak taarruz etmeye çalışan bir düzende nasıl ayakta kalabileceğini düşünmek olur. Yani günlük düşünür, insan olarak değeri, onuruyla yaşama ideası elinden alınmıştır. Dolayısıyla kendisi için istediği şeyi herkes için isteyemez hale gelir. Onun için esas alınması gereken çıkardır ve diğer insanlarla gireceği iletişim, kendisi açısından çıkarının peşinde koşması gerekeceği için bir savaştır. Bir başkasına üstünlük kurabildiği zaman hayatta kalabileceğine inandırılmıştır. Böylece yaşam, tam olarak televizyonlarda izlediğimiz biçimde bir Survivor haline gelir. Bunun herkes açısından böyle geliştiğini ve en azından buna teşvik edildiğini düşündüğümüz takdirde, soyut ve karmaşık olan serbest piyasa düzeninde herkesin hem ahlâki hem de maddi olarak birer oyuncu haline gelebileceği sonucuna ulaşmak çok da zor olmaz.


[i]Friedrich A. Hayek, Hukuk Yasama ve Özgürlük-II: Sosyal Adalet Serabı, Çev. Mustafa Erdoğan
[ii] Karl Marx, 1844 El Yazmaları, Çev. Kenan Somer
[iii]İoanna Kuçuradi, İnsan ve Değerleri
[iv] Değer ile değerler arasındaki ayrım günümüz insanının özelliği ve karşılaştığı krizler açısından üzerine gitmemiz gereken bir konudur. Burada kısaca girişini yaptığımız bu konuya bir başka yazıda geniş bir şekilde değinmeye çalışacağız.

  Neo-liberalizmin felsefi temelleri üzerine (I): Giriş
  Neo-liberalizmin felsefi temelleri üzerine (II): Düzen
  Neo-liberalizmin felsefi temelleri üzerine (III): Bireysel özgürlük

* Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tarih Bölümü’nde lisans eğitimini, Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Anabilim Dalı’nda ise yüksek lisans eğitimini tamamladı. Yakın dönem Ortadoğu ve dünya tarihi, Türkiye iç ve dış siyaseti, siyaset kuramları ve insan haklarının kuramsal çerçevesi üzerine bağımsız araştırmalar yürütmektedir.

PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Devrimci Partili avukat Sinan Varlık gözaltına alındı
Sonraki Haber
Ayrıldığı kadını darp ve tehdit eden erkek serbest bırakıldı