Ana SayfaYazarlarKemal Taylan AbatanNeo-liberalizmin felsefi temelleri üzerine (I): Giriş

Neo-liberalizmin felsefi temelleri üzerine (I): Giriş


Kemal Taylan Abatan*


Neo-liberalizm kavramı ve tanımladığı sosyal, iktisadi ve siyasi düşünce biçimi son 30-40 yıldır insanlığın gündemini meşgul etmektedir. Bu kavrama bağlı olarak gelişen sürecin yarattıkları açısından yazılmış, tartışılmış onlarca metin bulunmaktadır. Ancak sıklıkla iktisadi bir düzlemde ele alınan bu kavramın yarattığı insan tipine dönük olan tartışmalar bir nebzeye kadar kabul edilmelidir. Oysa, sosyo-ekonomik ve siyasal süreçlerin nihai olarak yarattığı bir insan tipi bulunduğu gerçeği herkesin kabulüdür. Bu bağlamda, çağın ahlâki normlar bütünü olarak karşımıza çıkan neo-liberalizmin özelliklerine ve bunun kuramsal içeriğine odaklanmak gerekmektedir. Bu yazı dizisinde, bir düşünce biçimi olarak neo-liberalizm kavramının tanımladığı sosyal, iktisadi ve siyasi düzenin içeriğine bakılacaktır.

20. yüzyılın başı insanlık açısından korkunç bir sürecin gelişeceğine dair emareler gösteriyordu. 19. yüzyıldan miras alınan ulus-devletlerin yarattığı kaos, gelişimini yeni bir tip sömürgecilik biçimiyle daimi kılmaya çalıştı. Birinci Dünya Savaşı bu sömürgecilik biçiminin gelişimindeki mihenk taşlarından biriydi. İki kutba bölünen dünyada mutlak monarşilerle, demokrasilere geçmiş veya geçmekte olan devletlerin büyük savaşıyla yeni bir ivme kazandı. Savaşın sonucunda gelişen yeni paylaşım ise sömürgeciliğin yeni biçimini pekiştirdi. Monarşik imparatorlukların sömürgeleri, demokratik imparatorluklar tarafından kendi aralarında paylaşıldı. Paylaşım yaşanırken yapılan anlaşmalarla yenilen devletlere dayatılanlar ise yeni bir savaşın pek de uzakta olmadığını gösteriyordu. Nitekim öyle de oldu.

Birinci savaştan yaklaşık 20 yıl sonra dünya yeniden kutuplara ayrıldı ve akabinde ilkinden daha sert bir ikinci büyük savaş patlak verdi. Bu savaşta milyonlarca insan hayatını kaybetti, şehirler harap oldu. İlk savaşla, ikinci savaş arasındaki silahlanmanın hızı ve gelişen silah teknolojisi ve akabinde ikinci savaşta gösterilen pervasızlık dünya açısından yeni tehlikeleri de beraberinde getiriyordu. Savaştan galip çıkan ve aynı cephede bulunan liberal Avrupa ve ABD’yle, komünist SSCB ve Çin’in -her ne kadar SSCB ve Çin arasındaki çelişkiler komünistlerin gündemini ciddi şekilde işgal etse de, bu ikili, liberal dünya açısından ortak düşman olarak görülüyordu- müttefikleri arasında yer yer sıcak çatışmalara dönüşse de, genel olarak nükleer bir savaşın sınırlarında gezinen ancak hiçbir zaman büyük bir savaşa dönüşmeyen, çoğunlukla diplomatik hamlelerle sınırlı kalan ve adına Soğuk Savaş denilen bir süreç yaşandı. 70’li ve 80’li yıllar gerek bu soğuk savaşın, gerekse de insanlığın geleceğini ilgilendirmesi açısından belirleyiciydi.

Liberal demokrasilerde anti-komünizmin şiddetle yükselmesi, sosyal-demokrasi dahil kendisini sol olarak tanımlayan geniş bir kesime karşı ilan edilen savaşı beraberinde getirdi. İşçi sınıfının kazandığı hakların liberal demokrasilerin ve piyasanın üzerinde yük oluşturduğunu düşünen bir grup akademisyen, işçi sınıfının haklarına dönük olarak yürütülecek savaşın kuramsal altyapısı üzerine çalışıyordu. Bu kuramsal çalışmanın pratik olarak hayat bulması ise, SSCB’nin dağılmaya yüz tuttuğu süreçte ilmek ilmek görüldü. Nihayetinde, SSCB’nin çökmesi ve Çin’de Mao’nun yaşamını yitirmesiyle ÇKP’nin sapma yaşaması işçi sınıfını savunmasız bırakmasıyla birlikte, neo-liberallerin amaçlarını pratiğe dökmeleri için eşsiz bir fırsatı da beraberinde getiriyordu.

Friedrich A. Hayek ve Milton Friedman’ın öncülük ettiği bu akademisyen grubu çalışmalarını uygulayıp, geliştirebilecekleri ilk imkanı Şili’de buldular. Şili’deki sosyalist Salvador Allende’ye karşı gelişen darbe sonrasında Chicago Boys adı verilen bu akademisyen grubu, görünen yüzü diktatör Pinochet olan cunta rejiminin iktisadi dümeninin başına geçti. Daha sonrasında İngiltere’de Margaret Thatcher, ABD’de Ronald Reagan gibi aktörlere ilham verdi. Türkiye’de ise 24 Ocak Kararları’nın mimarı olan Turgut Özal’ın “Türkiye’yi dışa açma” projesinin 12 Eylül Darbesi’yle uygulanabilmesinin önü açıldı. Darbeyle birlikte Türkiye Devrimci Hareketi ciddi bir yara aldı ve tasfiye edildi. Devamında Turgut Özal’ı cumhurbaşkanlığına kadar yükselten bu siyaset biçimi, Türkiye Tarihi’nin belki de en önemli süreçlerinden biriydi.

Günümüzde AKP olarak karşımıza çıkan bu siyaset biçimi, kontrolsüz bir şekilde özelleştirilen yaşamın ve buna karşı gelişecek muhalefetlerin zor yoluyla bastırılmasının temellerini attı. Yani neo-liberalizm, gelişmiş ülkelerde demokrasiyle, geri kalmış veya gelişmekte olan ülkelerde ise zor yoluyla uygulanabilecek bir siyaset biçiminde düşünülmüştü. Ortaya koydukları düşünce gereği, kolektif her türlü girişimi, otoriteryen olarak tanımlayan, kesinlikle ortadan kaldırılmasını savunan ve ilhamını klasik liberal düşünürlerden aldığını söyleyen bu akademisyen grubu kendilerini “neo-liberaller” olarak tanımlıyordu. Liberal sosyal, iktisadi ve siyasi düşüncede muhafazakar olmayı önceleyen bu grubun temel doktrinini hayatın her anına yayılan ve sürekli olarak büyüyen özelleşme olarak tanımlamak mümkün.

Bu yazıyla girişini yaptığımız dizinin daha sonraki yazılarında da irdeleyeceğimiz üzere bu özelleşme biçimi, her türlü insan hakkına dönük tamamen ortadan kaldırılmasını hedefleyen, bireyi toplumsallığından kopartmayı amaçlayan bir sürecin başlangıcını tanımlıyordu. Kendiliğinden doğan, gelişen ve büyüyen olarak tanımlanan bu düzenle, sosyal olarak bireysel özgürlüğe, iktisadi olarak özel mülkiyete ve serbest piyasaya, siyasi olaraksa serbest piyasa karşısında sınırlandırılmış ve adeta şirket işletmecisine dönüşmüş bir devlet düzenine geçileceğinin haberi veriliyordu.


* Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tarih Bölümü’nde lisans eğitimini, Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Anabilim Dalı’nda ise yüksek lisans eğitimini tamamladı. Yakın dönem Ortadoğu ve dünya tarihi, Türkiye iç ve dış siyaseti, siyaset kuramları ve insan haklarının kuramsal çerçevesi üzerine bağımsız araştırmalar yürütmektedir.

PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Şili'de yeni anayasaya 'evet'
Sonraki Haber
Trump kalırsa ne olur, Biden kazanırsa neler değişir?