Ana SayfaYazarlarHasan KılıçDemokratik İttifak ile siyaseti toplumsallaştırmak

Demokratik İttifak ile siyaseti toplumsallaştırmak


Hasan Kılıç*


Susan Buck-Morss Hegel’in köle-efendi diyalektiğine ve sömürge toplumlarına karşı tavrına dair eleştiriyi merkeze alan “Hegel, Haiti ve Evrensel Tarih” adlı eserinde şöyle der: “Manchester’daki ilk fabrikaları, artık anavatanı işgal etmekte olan koloni sisteminin bir uzantısı olarak görmek yanıltıcı olmaz.[1]

Bu tespitin sömüren-sömürülen arasında işaret ettiği diyalektik, halklar açısından defalarca deneyimlenmiştir. Sömürünün devam ettiği günümüzde sömürülen toplum üzerinde uygulanan yönetim stratejileri gittikçe “anakara”yı kapsayacak şekilde genişliyor. Özellikle 2008 küresel kapitalist krizden sonra sermayenin yükselen itirazlara karşı çözüm olarak “göreve çağırdığı” sağ otoriter popülist liderler çağında bu genişleme hem hızlı hem de sert şekilde gerçekleşiyor.

Bu zamansal aralıkta, Buck-Morss’un tespitini doğrulayan en iyi örneklerden biri kuşkusuz ki bir AKP’li temsilciye ait: “Cizre’ye nasıl girildi, Silopi’ye nasıl girildi. ODTÜ’ye de öyle girilir.[2] AKP’li temsilci ablukalarda Cizre ve Silopi’ye karşı uygulanan şiddetin aynısını ODTÜ öğrencileri için devreye konacağını, yani şiddet uygulamasının Cizre ve Silopi’den ODTÜ’ye genişleyebileceğini söylüyordu. Ne de olsa önemli olan “yönetim stratejisi” idi, şiddet araç olarak devredeydi.

Bu yönetim stratejisi esasında siyasal bir karara dayanır ve iktidar açısından siyasal olanın bilgisini edinmemizi sağlar. Bu bilgiye göre etnik hak ve kültürel tartışmalarda hüküm verme momenti iktidarın zamanına sıkıştırılır. Siyasal alana tahvil edilir ve “mazlumluk” ile “egemenlik” aynı anda tek öznede (iktidarda) toplanmaya çalışılır. Cizre, Silopi veya ODTÜ fark etmeksizin iktidarın şiddeti ilahileştirilir, “haklılaştırılır”. “Haklılaştırılmış” şiddet düşüncesine biçilen değerin üstüne yerleşen iktidar, “kutsal bir dava” ile donanarak hukuku yeniden kurar. Bu kurucu hukuk sınır, hat ve hudut gözetmeksizin iktidarın pespaye söyleminde sürekli yeniden üretilir. Böylece iktidar, muhalifinin kimliğinden bağımsız olarak sömürülen toplum üzerinde uygulanan “yönetim stratejisi” genişletilip kutsallaştırılarak “herkes”e uygulanabilir hale getirilir.

Kayyım uygulamasının genişlemesi

Yönetim stratejisinin genişlemesine dair çarpıcı örnek kayyım atamalarıdır. Kürt sorununda demokratik çözümün terk edilmesi, sistemin devlet ve Türklük krizine işaret ediyordu. Bir yandan hegemonyanın yeniden inşasını zorunlu kılan bu krizleri aşma isteği diğer yandan Kürt siyasi hareketinin hegemonyasını kırma isteğiyle birleşiyordu.

Kayyım uygulaması tam bu birleşme noktasında anlam buluyordu. İktidar krizini aşmak için yeni bir siyaset tarzı geliştirerek Kürt sorununda çözümü ve demokratikleşme sorununu inkâr etmeyi öncülüne alıyordu. Bu şekilde devlet ve Türklük krizine ağrı kesici enjekte ediyordu. Bu ağrı kesiciye aşırı militarize edilen siyasal iklim, vitamin katkısı sağlıyordu. Öte yandan ise demokratik belediyecilik pratiği ile kurulan sivil alandan doğru hegemonyanın damarları kesilerek karşı hegemonya bozguna uğratılmak isteniyordu. Bu kapsamda toplumun örgütlü gücünü var eden kadın kurumlarının ve kültürel yapıların ilk hedefler olması tesadüf değildir.

Kayyımlar belediyelerde tahakkümlerine devam ederken Türkiye siyaseti TBMM’ye gelen bir yasa teklifi ile tekrar “kayyım” tartışması yürütmeye başladı. AKP tarafından sunulan “Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun Teklifi”ne dair hem dernekler hem de muhalefet partileri söyleminin merkezine “derneklere kayyım atanacağı”nı aldı.[3] Muhalefetin “kayyım atanacağı”na dair itirazların gerçeğe işaret ettiği söz konusu kanun teklifinde net olarak bulunuyor. Dolayısıyla muhalefetin itirazlarına dair bir tartışma yok, buradaki esas tartışma bir yönetim stratejisi olarak “kayyım” atamasının 2016 yılı itibariyle HDP belediyelerine atanarak başlamasından sonra AKP’nin bazı belediyelerine uzanması ve şimdi de derneklere doğru genişlemesidir. Dolayısıyla Susan Buck-Morss’un bahsettiği diyalektik 2020 yılı sonu itibariyle AKP iktidarında devam ediyor. Çünkü yönetim stratejisi kendini yeniden üreterek tahakkümü süreklileştiriyor.

Mutlak tecrit ve ablukaların genişlemesi

Kuşkusuz ki, yönetim stratejisinin bir uzantı olarak devamlılığının Türkiye’nin güncel siyasetindeki en kriztalize örneği ablukalar ve mutlak tecrittir. 2016 yılında başlayan şiddet ortamıyla Cizre, Sur, Nusaybin, Silvan başta olmak üzere çok sayıda kent ablukaya alındı. Bu ablukada gerçekleşen insan hak ihlalleri tarihe not düşse de bu ablukalardaki mantık gözetleme, denetleme ve kontrol altına alma üçgeninde yürüyordu. Bu üçgenin sonucu olarak biat ettirme, diz çöktürme esas alınıyordu. Ve şiddet kutsallaştırılarak bir yandan bölge halklarına neo-kolonizasyon dayatılıyor, diğer yandan ise “anakara” insanına re-kolonizasyon dayatılıyordu.

Ablukalardan önce başlayacak şekilde Abdullah Öcalan üzerinde uygulamaya konan mutlak tecrit, iktidarın “yeni siyaset aksına” yönelik çerçeveyi gösteriyordu. İktidar Öcalan özelinde dış dünyayla bağı kesme, söz ile işiten arasındaki bağlantıyı koparma, fikrin gücünü kapatma pratikleri ile anlamsız kılma gibi stratejileri bir yönetim kompleksi etrafında hayata geçirmeye başladı. Bu kompleks de “hukuktan önce siyasal olan vardı” yargısına uygun şekilde mevcut hukuku askıya alan siyasal karar kapsamında gerçekleşiyordu. Yani Öcalan’ın var edebileceği siyasetin potansiyellerini ortadan kaldırma adına bir tür siyasetsizliği hukuku askıya almak suretiyle örgütledi.

Ablukalar ve özellikle mutlak tecritle uygulanan kompleks yönetim stratejisindeki mantık, OHAL’de ve Covid-19 sürecinde görüldü. OHAL sürecinin darbe girişimi gerekçesini aşarak toplumsal, siyasal ve iktisadi alanı yeniden düzenleme şeklinde genişleme rotasına oturması çokça tartışıldı. OHAL’in yanı sıra aynı mantığın Covid-19 kapsamında süreklileştirildiği de görülüyor. Pandeminin olumsuz etkilerine karşı halka güvence veremeyen iktidar, bunun yerine pandeminin etki sınırını aşan gözetleme, denetleme ve kapatma taktiklerini devreye koydu.

Yılbaşında evlere baskın yapılacağının duyurulması başta olmak üzere yaşam biçimlerine müdahale anlamına gelecek çokça “tedbir” söz konusu yönetim stratejisi kapsamında işler hale getirildi. Pandemi döneminde miting düzenlemekte beis görmeyen iktidar, insanların birbirine temas etmesini pandemi sınırlarını aşacak şekilde genişletti. Dolayısıyla mutlak tecrit ve ablukalara karşı sunulan siyasi gerekçe ve kutsal şiddet, pandemi döneminde sağlık ve yaşam şeklinde ikame edilerek yönetim stratejisini işler hale getiren araçlar kutsallaştırıldı, dokunulmaz kılındı.

Otoriter rejime karşı koymanın çerçevesi

İktidarın Kürt coğrafyası üzerinde başlattığı ve genişlettiği kompleks yönetim stratejisi gittikçe otoriter örüntünün ağlarını örmeye devam ediyor. Özellikle sağ otoriter popülizmin yükselişinden sonra dünyada demokrasiyi korumak ve otoriter politikalara karşı koymakla ilgili kapsamlı bir külliyat doğdu ve birikmeye devam ediyor.

Otoriter örüntüleri yerinden etmek ve kompleks yönetim stratejisine karşı koymak için bir çerçeve oluşturma ve belki de tartışmaya çağırma anlamında demokratik ittifak çağrısını ele almak gerekir. Çünkü bu çağrı sunduğu çerçeve itibariyle otoriter rejimden toplumu savunarak çıkış sağlamanın imkânlarına ve potansiyellerine işaret ediyor.

Demokratik İttifak aktör bazlı değil, olay ve süreç bazlıdır. Toplumsal ve siyasal talep merkeze konur, aktörler bu zincirin etrafında cem eder. Temsili demokrasinin “seçim zaferine” odaklanan yaklaşımına teslim olmayı değil, siyasal olarak kurucu fikri ve kudreti toplumu temel alarak inşa etmeyi öncülüne alır. Böylece kompleks bir yönetim stratejisine karşı hayatın her alanını esas alan ve toplumsal-siyasal-ekonomik sorunlar etrafında buluşan kompleks bir karşı koyuşu örgütler.

Bu haliyle siyaseti toplumsallaştırarak var eder. Güncel siyasetin akımına değil, siyasetin tarihsel derinliği ve akışına bağlı olarak politik hatlar ve mücadele alanları belirler. Demokratik İttifak kavramının mimarı olan Abdullah Öcalan’ın güncel siyasi gelişmeyi yorumlarken belirttiği gibi “demokratik ittifak anlayışının güncel seçim tartışmalarına taraf ve payanda yapılmaması gerektiğine” ve “toplumsal uzlaşıya”[4] işaret eder.

Nihayetinde otoriter rejimin ve kompleks yönetim stratejisinin karşısına güçlü bir direniş ve hatta direnişi inşaya dönüştürecek tabandan örgütlenen demokratik siyaset çerçevesi sunar. Siyaseti hak ettiği kıymete ulaştırmanın yolu kuşkusuz ki ona tarihsel derinliği ile muamele etmek ve toplumsallaştırmaktır.


[1]Susan Buck Morss, Hegel, Haiti ve Evrensel Tarih, Çev. Erkan Ünal, Metis Yayınları, 2012, sf. 114.
[2]https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/akpli-vekil-tehdit-etti-cizreye-nasil-girildi-odtuye-de-oyle-girilir-453439
[3]https://www.evrensel.net/haber/421410/akpden-kanun-teklifi-stklere-kayyum-cumhurbaskanina-malvarligini-dondurma-yetkisi, https://www.evrensel.net/haber/421565/kimyasal-silah-duzenlemesi-muhalefetin-itirazlarina-ragmen-komisyondan-gecti
[4]https://gazetekarinca.com/2019/06/avukatlari-gorusmenin-detaylarini-ve-ocalanin-mesajini-paylasti/

*Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde lisans ve yüksek lisans öğrenimini tamamladı. Hacettepe Üniversitesi Siyaset Bilimi Ana Bilim Dalı’nda doktora çalışmalarına devam ediyor. Daha önce birçok dergi, gazete ve internet sitesinde yazısı yayımlandı. Gazete Karınca’da düzenli yazıları yayımlanıyor.


PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Sight & Sound’a göre 2020’nin en iyi 20 dizisi
Sonraki Haber
2020'nin ilk yarısına bakış: Bilim ve teknolojide neler oldu?