Ana SayfaManşetTamamlanmamış faşizm

Tamamlanmamış faşizm


Mehmet Nuri Özdemir*


Filozof E. Bloch, Umut İlkesi‘nde[1] birçok şeyin “henüz tamamlanmamış” olduğunu söyler. Her ne kadar bunu “umut” gibi olumlu kavramlar için söylese de faşizm gibi dünyayı mezbahaya çeviren ideolojiler de tamamlanmış değildir. Faşizmin özellikle son zamanlarda otoriter popülist sağın dünya siyasetini kuşatması ile birlikte yeniden hortladığını söylemek mümkün. En son ABD’de George Floyd’un ırkçı bir polis tarafından kameraların gözü önünde öldürülmesi ve MHP’lilerin HDP üzerinden Nazilerin retoriğinin[2] tıpa tıp aynısı olan ve ‘Kürt soykırımı’na gönderme yapan biyolojik dili bu yazının yazılmasına vesile oldu. MHP’lilerin açıklaması bir kez daha faşizmin bitmeyen bir ideoloji olarak takım elbiseli seçilmiş kişilerin zihniyetinin bir parçası olarak capcanlı olduğunu gösteriyor. Bu yazı ile faşizmin kısa tarihine yeniden dönerek, politik ve tarihsel olarak nasıl ortaya çıktığına odaklanacağız.

Etimolojik olarak faşizm “Fasces” sözcüğünden gelmektedir. “Fasces” Latincede “demetler” anlamına gelmektedir; ayrıca kavram eski Roma’da yargının gücünün simgesi olarak görülüyordu. Genel olarak faşizm, İtalyan faşist partinin 1922-23’te otaya çıkması ve Mussolini’nin seçilmesi ile başladığı söylenir. Avrupa çapında faşist partilerin türediği 1930’larda rüştünü ispatlayarak iki diktatörün yenilgisi ve ölümüyle birlikte 1945’in sonunda bittiği iddia edilir. Fakat 1945’ten sonra yaşanılanlar faşizmin yenildiğini fakat bitmediğini gösteriyor.

Mark Neocleous “Faşizm”[3] adlı kitabında, faşizm hakkındaki her argümanın zorunlu olarak modernitenin doğasıyla ve bunun sonucu olarak da kapitalizmin ve demokrasinin doğasıyla bir yüzleşmeyi gerektirdiğini söyler. Ona göre faşizmi 1945’te ya da o civarda sonlanmış bir tarihsel fenomen olarak görmek tehlikeli bir unutuşu cesaretlendirmektir. Neocleous için faşizm, komünizmin önlenmesi ile uğraşan, ama yine de kitlesel toplumun toplumsal güçlerine, onları agresif bir milliyetçilik ile harekete geçirerek ve modernitenin merkezi özelliklerini gerici politik hedefler için sahiplenip radikalleştirerek alternatif bir devrimci itki kazandırmaya çalışan karşı devrimci bir fenomendir.

Faşizmin teorik olarak Nietzsche, Bergson, Mosca, Robert Micheles ve Vilfredo Pareto gibi filozof ve sosyologlardan gücünü aldığı -Nietzsche için tartışmalı da olsa- söylenmektedir. Faşizm, genel olarak “rasyonel olanı kınama, rasyonel olmayanı  yüceltme” eğilimine dayanır. Faşizmin kurucularından biri olarak görülen İtalyan sosyolog W. Pareto’ya göre insanlar özünde rasyonel olmayan yaratıklardır ve akıl güçlerine değil iç güdüye, duyguya, sezgiye ve iradeye tabidirler.

Faşizme göre insanlar anlamaktan çok inanmayı önceledikleri için hangi öğretinin doğru olduğunu sorun etmezler. Öğreti yerine hangi inancın iradeyi güçlendirip kitleleri harekete geçirdiği önemlidir. Çünkü bireysel ve toplumsal dönüşümün temeli “düşünce” değil “eylemdir”. Canlılık onun hakikatidir. Teorik sistemler ise iradenin hareketini kısıtlayan hapishanelerdir. Bu nedenle faşizmin öznesi tüm enerjisiyle etkinlik içinde var olan ve yaşanılan zorlukların “erkekçe” bilincinde olan etkin insandır. Mussolini, “faşist rahat yaşama tenezzül etmez” der.

Teoriden uzak olan ve sadece anda kendisine verilenle yetinen faşizm kitlesi radikal ve gerici bir ideolojiyi doğurmuş oldu. Bu yönüyle faşizm gerici düşünce geleneğini radikal bir şekilde sürdürerek kitleleri anti-komünist ve sosyalist bir proje içinde harekete geçirmeye çalışır. Gobbels iktidara geldikleri 1933’lerde “1789 yılı böylelikle tarihten silinmiştir” diyordu. Aslında hakikatin bir kısmını ifade ederek faşizmin aydınlanmaya özel olarak da Fransız devriminin yarattığı değerlere bir tepki olduğunu ifade ediyordu. Mussolini, faşizmin Fransız devriminden kaynağını alan her şeye karşı olduğunu konuşmalarında belirtmiştir.

Faşizmde proletaryanın millileştirilmesi

Nietzscheci argümanlar, Bergsoncu dil ve Le Bon’un psikolojik labirentlerini benimseyen ve faşizmin ilk uygulayıcısı olan Mussolini, Marksist revizyondan da faydalanmıştır. Sorel’in revizyonist yorumları faşizmi doğuran fikriyata katkı sağladığı söylenir. George Sorel1 “mitin zorunluluğu ve mitin eleştirisinin zorunluluğundan” bahseder. Mussolini, 1922 Napoli konuşmasında “Mitimizi yaratmış bulunuyoruz, mit bir iman, bir tutkudur. Mitimiz ulustur, mitimiz ulusun büyüklüğüdür” der. Mussolini “ne olduğunu Sorel’e borçluyum” derken, bazıları “faşizmin entellektüel babası” olarak Sorel’i selamlamış. Bu yorumlardan hareketle rasyonel olan sınıf, tarih ve devrimin yerini faşizmde ulus, doğa ve savaş almıştır.

Mussolini’nin ulusu bir mit haline getiren yorumu faşizmin kitleleri anti-komünist bir şekilde harekete geçirerek ulusallaştırmasına neden oldu. Fakat bu geçiş için bir heyecana ihtiyaç duyulmaktadır. Teorinin öneminin reddedilerek geriye sadece pratiğin kaldığı bir heyecan. Bu pratiğin ve heyecanın adı sürekli savaş halidir. Mark Neoucleous savaş durumun faşizm için evrensel norm haline geldiğini söyledikten sonra bu durumda siyaset ve savaş arasında hiçbir gerçek ayrımın kalmadığı anlamını çıkarır. Her savaşın da bir öznesi olmak zorundadır. Bu özne, faşizmde merkezi bir yer işgal eden ulustur. Dolayısıyla “Her faşist önce milliyetçi olur”.

Faşizme göre ulusal gelişme, endüstriyel gelişme anlamına geldiğinden ve sosyalizm de olanaklı en ileri endüstriyel gelişmeye dayandığından milliyetçi ve sosyalist hedefler ulusun modernleştirilmesi içerisinde birleştirilebilirdi. Haliyle toplumsal değişim de sınıf savaşı yerine ulusların savaşı yoluyla ortaya çıkacaktı. Ulusun diğer uluslar karşısında gelişmesine duyulan talep böylece sosyalist gelişmeye duyulan talebi içerebilirdi. Faşizmin toplumsal belirlemelerine göre İtalyan halkının hedefi artık proleter bir ulus olarak burjuva uluslardan özgürleşmekti. Çünkü sosyalist enternasyonal ölmüştü ve ölüm nedenlerinden biri de ulusların problemine karşı göstermiş olduğu kayıtsızlıktı.

Mark Neocleous bu geçişi şöyle formülize eder: “Proletarya tarihin öznesi olarak yerinden edilir ve yerine kökten agresif bir tarihsel özne olarak nüfusu duygusal bağlılıkla birbirine bağlayan ulus geçirilir, faşizm böyle doğmuştur.” Britanya’nın baş faşisti Oswald Mosley “ülkenizi seviyorsanız milliyetçisinizdir ve halkınızı seviyorsanız sosyalistsinizdir. İkisini bir araya getirin ve ulusal sosyalizm karşınızda” diyerek proletaryanın millileştirilmesini selamlamaktadır. Bu geçiş Alman faşistler için de benzerdir. Hitler de politikleşmesindeki biçimlendirici etkenin milliyetçilik olduğunu söylemektedir; “önce milliyetçi oldum” der. Bu şekilde faşizm ulusun merkezine yerleştirilerek, işçi sınıfı ulusla bütünleştirildi.

Nazi faşizmi

Nazizm politik programını Weimar Cumhuriyeti’nin, Marksist ve sosyal demokrat solun, işsizliğin ve iktisadi çöküşün karşısında bir cephe olarak inşa etti. Nazizmin kendisini kapitalizm ve sosyalizm arasındaki “üçüncü yol” olarak tanımladığını söyleyen de var. Ancak Naziler faşizmi başka bir evreye taşıdılar. Onlar için devlet kavramsal olarak İtalyan faşist devlet kavramı ile zıttır. Hitler’e göre insan yaşamının en yüksek amacı bir devletin korunması olmayıp türün korunmasıdır. Almanların ırkçılıktan öğrendikleri şey biyolojik mistisizmdir. Alman İşçi Partisi programının 4. maddesi şunu ifade eder: “Ancak ulusun üyeleri devletin yurttaşları olabilirler. Yalnızca Alman kanından olanlar, inançları ne olursa olsun, ulusun üyeleri olabilirler.”

Milliyetçilik duygusu faşizmde olduğu gibi Nazizmin de itici gücü konumundadır. Naziler için ‘daha yüksek bir ırksal insanlığın varoluşunun ön koşulu devlet değil ulustur’; ancak ulusu canlı kılacak bir düşmanın inşa edilmesi neredeyse bir zorunluluktu. Mark Neocleous’a göre Naziler, Yahudilere odaklanarak bir tür “popüler düşmanlık” yaratıp Yahudileri ‘günah keçisi’ yapılmasına teşvik etmişler. İtalya’daki faşist ırkçılık ve antisemitizmin de Nazilerin basıncının sonucunda oluştuğu biliniyor. En somut örnek İtalyan faşist devletinin 1938’de karma evlilikleri yasaklayarak ve Yahudileri askerliğin ve büyük toprak sahiplerinin dışında bırakarak ırkçı yasalar getirmesiydi. Burada amaç İtalyan ulusunu bozacak ırksal açıdan karma çocukların doğumunu önlemekti.

Ulusal sosyalizmin (Nasyonalizm) icadı

Ulusal sosyalizmin nasıl icat edildiği ve hangi motivasyonla hayata geçtiğini irdelemek öğretici olacağı gibi hayati düzeyde önemlidir. Naziler işçileri millileştirerek hem kapitalizme hem de komünizme karşı bir alternatif geliştireceklerdi. Peki, bunu nasıl yapacaklardı? Teorisyen George Mosse, bunu şöyle açıklıyor: “İşçi sınıfı tehlikelidir, çünkü kapitalizmin yükselişinin bir ürünü olarak bu sınıf modern köksüzlüğü ve dinginsizliği başka herhangi bir şeyden daha fazla cisimleştirmektedir; böylelikle işçiler toplumsal düzene tehdit oluşturmaktadır. Bu sınıfa eğer halkın (volk) içinde bir yer verilirse, işçi yabancılaşmış bir proleter olma statüsünü yitirerek, yeni bir uyumlu toplumsal bütünlüğün parçası olarak geçmişin birliğini yeniden ele geçirir; bu aynı zamanda toplumsal antagonizmanın da sonu olacaktır.” Düşünür Campbell ise faşizmin birlikten anladığı şeyin ezen ve ezilen sınıfların bir tahakküm yapısı altında birlikte olmaya zorlandığı bir ulus devlet olduğudur.

Mülkiyet ilişkilerine yaklaşım proletaryanın millileşmesinde önemli bir dayanaktır. W. Benjamin faşizmin yeni oluşan proleter kitleleri millileştirirken mülkiyet ilişkilerine dokunmadan örgütlenmeye çalıştığını söyler. Çünkü faşizm kurtuluşunu, bu kitlelere hakkını vermede değil, onlara kendilerini ifade etme şansını vermesinde görerek bu politika ile kendisini özel mülkiyetin kurtarıcısı ilan etmiştir. Mesela Mussolini iktisadi bakımdan Manchesterlı bir liberal olduğunu vurgularken, Hitler mülkiyet hakkına müdahale etmenin çürümeye neden olduğunu söylüyordu.

Elbette proletaryanın komünizmden umudunu kesmesi için rıza aygıtlarının da devreye girmesi gerekmektedir. Dolayısıyla “yabancılaşma ve sömürüye getirilen çözüm ideolojik bir form üstlenmek zorundadır.” Bu durumda Naziler iş yerinin estetize edilmesi ve gündelik olanın güzelleştirilmesi gibi etkinlikleri ön plana çıkarmışlar. Örneğin Nazi Almanyası’nda boş zaman örgütlenmesi olarak “Neşenin Gücü” ve onun iş yerine yönelik çeşitli iyileştirme kampanyalarının bir dalı olarak 1933 Kasımı’nda “Emeğin Güzelliği Bürosu” kurulmuş. Başlangıçta bunlar “İyi Işık-İyi Çalışma, İşletmede Sıcak Yemek ve Temiz İşletmelerde Temiz İnsanlar” gibi kampanyalar şeklinde devam etmiş. Anson Rabinbach’ın dediği gibi emeğin güzelliği ile emek evcilleştirilerek Marksist ve Yahudi yazılarda resmedilen çalışmanın pis dünyasından oldukça uzak güzel bir etkinliğe dönüştürülüyordu.

Gerici modernizm olarak faşizm

“Geçmişi kontrol eden geleceği de kontrol eder; şimdiyi kontrol eden geçmişi de kontrol eder.” –George Orwell

Sosyolog R. Dahrendorf, Nazi liderlerinin geleneksel kırsal yaşama duydukları aşka ve moderniteye duydukları nefrete rağmen, Nazizmi “gelenekten bir kopuş ve moderniteye yönelik güçlü bir atak” olduğunu söyler. Buna karşı bazıları da faşizmin ancak geleneksel bir düzene ve mitsel geçmişe geri dönme arzusunda kavranacağını ileri sürmüşlerdir. Marc Neocleous’a göre “hem moderniteye hem de mitleştirilmiş geçmişe bağlılığı ifade eden faşizm, hem modern hem de gericidir ve faşizm gerici modernizmin bir formu olarak muhafazakar devrimin zirvesi olma rolünü açığa vurur.” Bir yüzü geriye, bir yüzü ileriye dönük duran eski Roma tanrısı János gibi, faşizm de aynı anda her iki yöne bakar.

Nostaljik açıdan geçmişi ve geçmişin imgelerini yardıma çağırmak genel olarak politik sağın ve özel olarak da faşizmin merkezi bir özelliğidir. Peki faşizmin gerici romantizme ve nostaljiye başvurmasının gerekçesi nedir? Marc Neocleous’a göre faşizmin geçmişin çağırması ulusun ve doğanın faşist teori ve pratik açısından merkeziliğini pekiştirmesine ve sağlamlaştırılmasına yaramaktadır, zira yardıma çağrılan merkezi mitler ve icat edilen gelenekler ya ulusal geleneklerdir ya da modern dünyada yeniden dolmayı hedefleyen bir tür bastırılmış doğal özle ilgilidir. Bu sebepten ötürü faşist modernite aynı zamanda bir mit dünyasıdır.

Faşizmin kapitalizmle olan ilişkisi en açık şekilde faşizmin teknolojiyi fetişleştirmesinde görülebilir. Frankfurt Okulu’nun temsilcilerinden Max Horkheimer “Her kim ki kapitalizm hakkında konuşmak istemezse, o zaman faşizm hakkında da sessiz kalmalıdır” der. Teknolojik fetişizmi kırlar boyunca üstü açık güçlü Mercedes-Benz’i ile hız yapmaya ya da uçakla dramatik bir şekilde bulutlardan süzülmeye bayılan Hitler’in politik ve felsefi tartışmalarına yansıyordu: “Makineler inşa eden ve onlara meydan okuyan yeni önde gelen bir ırk görüyorum…ki onun için makineler ölü demir olmayıp soğuk anlayışla ve sıcak kanla hükmettiği güçlü organlarıdır.” Naziler için anti-teknolojik duruş ulusal zayıflık olarak nitelendirilirdi. Faşizm bu şekilde teknolojiyi siyaseti açısından merkezileştirerek fetişleştirdi. Mark Neocleous faşizmin teknoloji arzusunu şu şekilde ifade ediyor: “Modernitenin ürettiği gerici güçler, aydınlanmacı ilerleme fikrine ve rasyonel toplum arzusuna katılmaksızın modernitenin aksesuarlarını kullanırlar. Faşizm teknolojiyi ulus ve savaş için sahiplenerek evrensel savaşın hizmetine çeker.”

Faşizm ve beden ilişkisi

Genel olarak nüfusun yönetilmesi, özelde aile ilişkileri, erkek-kadın hiyerarşisi tüm gerici siyasetlerde olduğu gibi faşizmde de programlanır. Faşizmde kadınların özel rolü çocuk yetiştirmektir, yerleri ise evdir. Erkeklerin savaşa yazgılı olduğu yerde kadınlar da anneliğe yazgılıdır. Mussolini “analık bir kadın için neyse savaş da erkek için odur” der. Kadınlar ulusun yeniden üreticileri olarak görülmektedir. Hitler’in kadınlara yönelik yorumu şaşırtıcı değildir: “Annelerden ve beşiklerden yoksun bir ulus ahlaksal, politik ve iktisadi gerilemeye mahkumdur”.

Annelerin ulus için doğuracağı evlatlar kesinlikle sapasağlam olmalıdır. Faşizmin yeni insanı sağlıklı, erkeksi, yetenekli, iradeli ve yaşam dolu bir üstün insandır. Faşizm yeni insanı yaratırken ötekileri hayvanlardan ya da bitkilerden daha aşağıda görür ve onlara ölçülecek, test edilecek, üzerinde deney yapılacak nesneler gibi davranır. Bu anlamda modern yaşamda bedenin fetişleştirilmesi, bedende fiziksel kusursuzluğun aranması ve havalı erkeklik estetiğinin faşizmle örtüştüğü rahatlıkla söylenebilir. Bedenin estetize edilmesi, değişik şekillerde “zayıf, gevşek, adi, hastalıklı, kadınsı ve zavallı” olarak betimlenmesi aynı zamanda faşist olmayan yazarların ve düşmanların kötülenmesinin temelini oluşturur. Mesela bazı devletlere “yaşlı karı”, bazı muhaliflere “sakatlar” denilmesi bu zihniyetin ürünüdür.

Sonuç: Faşizm tamamlanmayan bir ideolojidir

İtalyan faşizminin temelinde Roma hayali, Nazizmin hayalinde ise Büyük Germen hayali vardı. Her iki hayal de faşizme dönüşerek büyük katliamlara neden oldu. Bugünün Türkiyesi’nde AKP eliyle Neo-Osmanlı hayali piyasaya sürüldü. Türkçülük’ün İslamcılık ile harmanlanarak otoriter popülizm marifetiyle yeniden köpürtülen milliyetçi ve ırkçı akıldışılığın yarattığı motivasyon AKP ve MHP gibi partilerin gerçeklikten kopmasına neden oluyor. Türkiye örneğinde görüldüğü üzere iktidarın savaş ve şiddet politikaları yerli ve milli teknoloji fetişizmi ile pratikleştiriliyor; bu güncel durumlar faşist ideolojilerin ölmediğini ve zaman içinde çağın koşullarına göre kendilerini yeniden uyarlayarak başka bir form ile yaşamın içinde kendilerine yer bulduğunu gösteriyor. Faşizm, İkinci Dünya Savaşı’nda büyük bir yenilgi yaşamış olabilir, fakat faşizmin toplumsallaştığı ve bir mikrop gibi insanlığın içinde farklı karakterde yaşadığına tanık oluyoruz. Faşizme dair politik ve tarihsel unutuş faşizmi kabullenmekle eş değer olur. Onun için faşizmi ciddiye almak gerekiyor. Son sözü Mark Neocleous’a verelim: Kafayı ölümle bozmuş bir ideoloji olarak faşizmin merkezinde “Öldürüyorum, öyleyse varım. Ölüyorum, öyleyse vardım” felsefesi vardır. Faşizm cesetler yığınından oluşan bir tarihi kalıcı hale getirme derdinde olan bir ideolojidir. Dolayısıyla faşist rejimlerin çöküşü faşizmin ölümü anlamına gelmez, faşizmin bir ideoloji olarak öldüğünü söylemek olanaksızdır.

[1] Umut İlkesi, Ernst Bloch, İletişim Yayınları, Çeviri: Tanıl Bora
[2] https://t24.com.tr/haber/mhp-genel-baskan-yardimcisi-semih-yalcin-hdp-pkk-kamilen-itlafi-gereken-bir-siyasi-hasere-surusudur,920158
[3] Faşizm, Mark Neocleous, Nota Bene Yayınları, Çeviri: Doğan Barış Kılınç

*Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı zamanda sosyoloji eğitimi aldı. 29 Ekim 2016’da Diyarbakır Eğitim Sen yöneticisi iken 675 sayılı KHK ile öğretmenlik mesleğinden ihraç edildi. Yazıları Emek ve İnsan dergisi, Gazete Emek, Gazete Duvar ve Artı Gerçek’in forum sayfalarında yayımlandı. Halen Gazete Karınca’da yazmakta.


PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Covid-19: Küresel salgında vakalar 73 milyonu aştı
Sonraki Haber
Noel Baba yoksa Grinch yesinler! – Gözde Çağrı Özköse