Ana SayfaBilim ve Teknoloji2020’nin ikinci yarısına bakış: Bilim ve teknolojide neler oldu?

2020’nin ikinci yarısına bakış: Bilim ve teknolojide neler oldu?

2020 senesinin son yazısında geçtiğimiz yılın ilk altı ayında öne çıkan bilim ve teknoloji gelişmelerini derlemiştik. 2021’in ilk yazısında 2020 Temmuz-Aralık ayları arasında haberini aldığımız gelişmeleri de derleyerek geçmiş yılın değerlendirmesini bitiriyoruz. Önümüzdeki hafta ise ilkini daha önce yayımladığımız Einstein yazı dizisinin ikinci bölümünü sizlerle paylaşmayı umuyoruz. Keyifli okumalar.


Mehmet Ali Döke*


  • Temmuz

Sürdürülebilir tarımın da ormanlık alanların tahribine ve ormansızlaşmaya yol açtığı görüldü. Sumatra ve Borneo’da sürdürülebilir tarım belgesi almış işletmelerin elimdeki alanların 1984-2020 arasında çekilmiş uydu görüntülerini inceleyen araştırmacılar ormanlık alanların yok olduğunu gözlediler. 1990’larda büyük memeli koruma alanı sayılan bölgeler daha sonrasında sürdürülebilir olduğu iddia edilen palm yağı etkinliklerine açılmıştı ve bölgede tarıma ayrılan alan giderek genişliyor. Doğal halinde yağmur ormanları barındıran bölgelerinde ilerleyen palm yağı üretimi sonucunda tahrip ya da yok edilen ormanlar soyu tükenmekte olan orangutan, gergedan, kaplan ve fillerin yaşamak için sahip olduğu az sayıda yaşam alanından biri.

Yeni geliştirilen Çokyönlü Video Kodlama (Versatile Video Coding) standardı ile aynı miktarda videoyu kodlayan veri miktarı (İng. bit rate) öndeki formatlara göre yarı yarıya düşüyor. Bu sayede çevrimiçi video izlemede 8K kalitesinin önü açılmış oluyor.

New Scientist Default Image

Harvard Üniversitesi ile Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nün ortaklaşa işlettiği Broad Enstitüsü’nde araştırmacılar ilk defa mitokondri genomunda değişiklik yapabilen bir sistem geliştirdiler. Hücre genomuna müdahalede kullanılan CRISPR benzeri teknolojiler DNA’yı keserek değiştiriyor ve mitokondri DNA’sı bu kesme işleminden sağ çıkamıyor. Dahası yine CRISPR örneğinde kılavuz bir RNA molekülünün sisteme nereyi kesmesi gerektiğini bildirmesi lazım fakat mitokondriye dışarıdan RNA sokulabilmiş değil. Bu bakımdan mitokondri DNA’sına müdahale hücre DNA’sı için şimdiye kadar geliştirilen teknolojilerle mümkün olmuyordu. Baz düzenleyici (İng. base editor) adı verilen bu yeni sistemde mitokondri DNA’sının belli bir bazında değişiklik yapabilecek proteinlerle önceden seçilmiş hedef bölgelere bağlanabilen proteinleri birbirine kaynaştıran araştırmacılar seçici bir biçimde ve istenilen yönde değişiklik elde etmeyi başardılar. Bu yeni aracın kötü yanı, CRISPR’dan farklı olarak her bir hedef için bütün protein grubunun baştan üretilmesi gerekmesi. Yine de mitokondri genomundaki mutasyonların yarattığı sağlık sorunlarına müdahale etmede ele geçen ilk teknolojinin pek çok insanın hayatını kurtarması ya da yaşam kalitesini artırması mümkün.

  • Ağustos

İnsanların en az 200 bin yıldır ottan yatak yaptığı ortaya çıktı. Güney Afrika’daki bir mağarada kazı yürüten arkeologlar yatak şeklinde düzenlenmiş bitkilerin kalıntısına erişti. Yatak yapımında kullanılan otsu bitkileri inceleyen araştırmacılar, Tarchonanthus camphoratus gibi bölgede halen böcekleri uzak tutmakta kullanılan bitki çeşitlerinin de kullanıldığını gördüler. Dahası, bitki malzemesinin arasına kül de katıldığına değinilen makaleye göre bu bulgular yatak yapımına dair tarihi önceden bildiğimizden 100 bin yıl daha eskiye çekiyor. Bu şekilde kurulan yatakların rahatlığın yanı sıra böcekler ve böceklerin taşıdığı hastalıklardan korunmaya da yaradığına inanılıyor.

200,000 years ago, humans preferred to sleep in beds

Panspermia kuramı – yaşamın gezegenden gezegene taşınmış olabileceği fikri – Uluslararası Uzay Üssü’nden gelen verilerle desteklendi. Dünya’dan alınıp uzay üssüne götürülen Deinococcus radiodurans türü bakterileri uzayın zorlu şartlarına maruz bırakan araştırmacılar 3 yılın sonunda bu hücreleri tekrar kültüre aldıklarında bakterilerin yaşama döndüklerini ve mor ötesi ışınlardan kaynaklı DNA hasarını başarılı bir şekilde onardıklarını gördüler. Özetle, uzayda dolaşan bir taş kütlesinin üzerinde kalmış olabilecek bakteri hücrelerinin başka bir gezegene ulaşıp, uygun şartları bulunca hayata dönmesi mümkün. Şimdiki bulgulara göre bakterilerin kurtarılabilir bir halde uzayda geçirebileceği sürenin iki ila sekiz yıl arası olduğu tahmin ediliyor.

Büyük Hadron Çarpıştırıcısı gibi dev yapılara gerek duymadan parçacık hızlandırıcısı kurmak mümkün. Almanya merkezli DESY araştırma merkezinde lazer-plazma hızlandırıcıları üzerine çalışan bir grubun makalesine göre ilk kez bu tip bir hızlandırıcı 24 saat boyunca çalıştırıldı ve 100 bin ardışık elektron demetinden elde edilen veriler incelendi. Alanda önemli bir mihenk taşı sayılan bu gelişme ile görece küçük ölçekli parçacık hızlandırıcıların gerçek olmasına bir adım daha yaklaşıldığı belirtiliyor.

  • Eylül

neoHome | Renewable Energy Production and the Threat to Biodiversity

Giderek artan yenilenebilir enerji yatırımlarının gerektirdiği madencilik çalışmaları doğal hayatı tehdit ediyor. Ekolojik yıkıma çözüm olarak sunulan yenilenebilir enerjinin yükselişi ile madencilik çalışmaları da hızlandı. Dünya’da madenciliğe ayrılan alan yaklaşık 50 milyon km² iken bu yüzeyin %8’i koruma alanlarına, %7’si önemli biyolojik çeşitlilik içeren alanlara ve %16’sı ise yaban hayat alanlarına denk geliyor. Maden alanlarının %82’sinden yenilenebilir enerji üretimi için gereken malzemeler çıkarılmakta. Kaş yaparken göz çıkarmak bu olsa gerek.

Memeli türlerinin yok oluşunun altında iklim değişikliği değil, insan nüfusu ve etkinlikleri yatıyor. Geçmiş 126 bin yılın yok oluş verilerini inceleyen araştırmacılar, küresel memeli yok oluşlarının ardında insan nüfusundaki artış ve belirli insan etkinliklerinin (ör. Amerika Kıtası’nın Avrupa’dan gelen işgalcilerce ele geçirilmesi ve beraberinde yaşanan ekolojik çöküş) yattığını buldular. Geçmiş yok oluşların %96’sının iklim değişikliğinden bağımsız olduğunu bulan çalışmaya göre memeli çeşitliliğindeki düşüşün hızlanarak sürmesi bekleniyor.

Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) ile Ulusal Okyanus ve Atmosfer Dairesi’nin (NOAA) incelemeleri sonucu güneş döngüsü 25 içinde olduğumuz netleşti. Aralık 2019’da asgari Güneş lekesi ve püskürtüsü etkinliği ile başladığı kesinleşen 25’inci döngünün 24’e benzer şekilde zayıf etkinlik ile geçmesi ve 2030’da sona ermesi bekleniyor. Ortalamanın altında kalsa da bu döngüde görülecek Güneş etkinliklerine hazırlıklı olmak uzay araştırmaları ve uydu temelli iletişim ağları için önem taşıyor.

  • Ekim

Nuclear vs renewable energy and the critical importance of independent research - Sussex Energy Group at SPRU

Yenilenebilir enerji karbon ayak izimizi küçültebiliyorken nükleerin böyle bir etkisi olmadığı görüldü. Son 25 yılda 123 ülkeden toplanan verileri inceleyen araştırmacılar, ulusal çapta yenilenebilir enerji yönüne kayılması ile karbon salınımının önemli miktarda düştüğünü gösterdiler. Ne var ki, kendisi karbon salmayan bir teknoloji olan nükleer elektrik üretim tesislerine ağırlık veren ülkelerde genel karbon ayak izinin küçülmediği görüldü. Dahası, nükleer teknoloji ve yenilenebilir enerji için gereken alt ve üst yapının farklılığı ve uyuşmazlığına dikkat çeken araştırmacılar nükleere yapılan yatırımın iklim değişikliği ile ilgili beklenen faydayı sağlamamanın yanında asıl etkili olan yenilenebilir enerjiye geçişi de sekteye uğratabileceğinden endişe duyuyorlar.

Enerji harcamadan kapalı alanları soğutmayı mümkün kılan bir malzeme geliştirildi. İsmini iki yüzlü mitolojik Roma tanrısı Janus’tan alan Janus Yayıcısı (İng. Janus Emitter ya da kısaca JET) değişik özelliklerde iki malzemenin birleştirilmesi ile üretildi. Bu sayede sıradan malzemelere göre çok daha hızlı bir şekilde yüzey soğutması sağlamanın yanında JET eğer kapalı bir alanın duvarlarında kullanılırsa iç mekânda biriken ısıyı da etkin bir biçimde dışarı atabilmekte. Dışarıdan enerjiye ihtiyaç duymadan ortamları soğutabilmenin hem enerji tasarrufu hem de küresel ısınma açısından önemine dikkat çeken araştırmacılar, günümüzde küresel olarak harcanan toplam enerjinin onda birinin ortam soğutmaya gittiğini ve bu durumun fosil yakıtlara olan talebi artırdığını belirtiyorlar.

Antibiyotik direnci hiç antibiyotikle karşılaşmamış bakterilere de sıçrayabiliyor. Bir bakteri popülasyonuna karşı mücadelede antibiyotiklere başvurduğumuzda içlerinden bazı bireylerin genetik yapısı onları antibiyotiğe dirençli kıldığı için bu genetik çeşit hızla seçilime uğruyor ve kısa bir süre sonra popülasyonun tamamı verilen antibiyotiğe dirençli oluyor. Bunu zaten biliyorduk. Yeni bir çalışmada ise, antibiyotik direnci olan bakterilerle daha önce antibiyotiğe maruz kalmamış bakterilerin aynı ortama girmesi halinde direnç genlerinin gruplar arasında aktarılabildiği gösterildi. Bu sayede antibiyotiğin normalde ortadan kaldırabileceği bakteri popülasyonlarının da düşük oranlarda dirençli birey barındırması ve ileride antibiyotikle karşılaştıklarında çok hızlı bir şekilde kitlesel direnç sergileyebilmeleri söz konusu.

  • Kasım
Büyük Set Resifi

800 mercan türüne ait doku ve DNA örneklerinin depolandığı bir mercan biyobankası kuruldu. Avustralya’da kurulan bu bankanın amacı artık tükenme tehlikesi altında olan mercanları gelecekte (Dünya’yı yok etmek yerine düzeltmek yönünde bir tercih yaparsak) yeniden mercan resiflerini oluşturmak için saklamak. Ekolojik yıkımda yenilgiyi kabullenip zararın neresinden dönülse kârdır mantığına yöneldik galiba.

CRISPR/Cas9 gen düzenleme teknolojisini lipit nanoparçacıklar aracılığıyla dokulara ulaştıran araştırmacılar, ilk defa bu yolla kanser tedavisinde başarı sağladılar. Tek bir uygulama ile sağ kalma oranlarında %30 artış gözlenen çalışma umut verici.

  • Aralık

Climate Change Continues its Relentless March: 2020 on Track to be one of Three Warmest Years on Record

Dünya Meteoroloji Örgütü’nün açıklamasına göre, 2020 şimdiye kadar kayda geçen en sıcak üç yıldan biri ve 2011 ile 2020 arası da kayda geçen en sıcak on yıllık dilim oldu.

Kök hücrelerden timüs üretildi. Karmaşık yapıda bir salgı organı olan timüsü üretmek için araştırmacılar insan kök hücrelerini biyomühendislikle üretilmiş bir kalıba yerleştirdiler. Üretilen organların işlevsel olduğu gösterildi.

Çin’de HL-2M tokamak füzyon reaktörü devreye girdi. ArGe aşamasında olsa da bu reaktörün umulduğu gibi çalışması halinde hem fizik bilimine eşsiz katkıları olacak hem de gelecekte çevre dostu, sınırsız ve güvenli bir enerji kaynağı olacağı düşünülen büyük çaplı füzyon reaktörlerinin işler hale gelmesinde önemli bir adım teşkil edecek.


* Puerto Rico Üniversitesi’nde doktora sonrası araştırmacı, entomolog


  2020'nin ilk yarısına bakış: Bilim ve teknolojide neler oldu?



Önceki Haber
ABD savunma bütçesi: Trump'ın veto yetkisini aşarak yasalaşan ilk tasarı
Sonraki Haber
Açlık grevleri 38'inci günde: CİSST'ten diyalog çağrısı