Ana SayfaManşetYeni çözüm süreci mi, yeni Kürt meselesi mi?

Yeni çözüm süreci mi, yeni Kürt meselesi mi?


Mehmet Nuri Özdemir*


Öldürmenin pek çok yolu vardır: Karnına bıçak saplamak, ekmeğini elinden almak, hastalığını iyileştirmemek, kötü koşullarda yaşatmak, ölesiye çalıştırmak, intihara sürüklemek, savaşa yollamak vs. Devletimizde bunların pek azı yasaktır.” – B. Brecht

Kürtlerin politik ve kültürel sorunları dört ülkede çözülmedikçe sorun, öncelikle bu ülkelerin iktidarlarını sonra da siyasi rejimlerini doğrudan etkileyecek boyutlara ulaştı. Zira 21. yüzyılda bölgesel olarak ‘genişleyen ve bulaşan’ bir Kürt meselesi var. Türkiye bunun en somut ve güncel örneği.

Kürtler, 1980 darbesinden sonra ülke bekasının yeni gerekçesi haline getirildi. Bu nedenle Kürt meselesi komünizmden sonra Türkiye’de seksenli yıllardan beri “milli fayda üreten bir işlev” gördü. Fakat meselenin bu işlevselliği her zaman aynı sonuçları doğurmadı. Sorun çözülmedikçe zamanla – sözüm ona devlete fayda sağlayan sorun- yerel ve küresel aktörlerin şahsi ve ailevi çıkarlarına hizmet etmeye başladı. Son zamanlarda aktüel siyasette tanık olduğumuz sivil aktörlerin güç gösterileri ve onur-gurur savaşları Kürt meselesinin değişen ve dönüşen karakteri ile ilişkilidir.

AKP yeni bir Kürt meselesi üretti

Peki, yeni Kürt meselesi nedir ve nasıl üretildi? kısaca izahını yapmaya çalışayım. Kürt siyaseti giderek toplumsallaşınca devletin onun karşısına koyduğu siyasi rakip olarak AKP de yetersiz kalmaya başladı ve demokratik Kürt siyasetindeki büyümeyi önleyemedi. Dolayısıyla devlet AKP’yi öne sürerek toplumsallaşan ve kitleselleşen politik Kürt nüfusunu toplu bir şekilde cezaya tabi tutma yoluna gitti.

Bu konseptle Kürtlerin kamusal alanları iktidar karşıtı pratikler ve devletin geleneksel yok sayma fiillerine karşıt muhalif politikalar ürettiği için iktidar tarafından direk “suç alanları” olarak kodlandı. Bu hedeflerin ortadan kaldırılması için de yargı-kolluk-medya ağları devreye konularak uzun sürelere yayılacak şekilde çeşitli operasyonlarla takvimlendirildi. Bu planlamaların her birisi iktidarın politik yatırımlarına katkı sunabilecek şekilde organize edildi.

Kürt kamusal alanının tamamen “hukuksallaştırılmasını” (Kürtlerin parlamento, belediye ve STK temsiliyetinin yargılanma nesnesine dönüştürülmesi) ve akabinde uygulanan “formülleri” (kayyım rejimi ve Kürtlerin kültürel temsiliyetlerinden arındırılmış yapay kurumsallıkların inşası) cezalandırma biçimlerinin temel parametreleri olarak görmek mümkün. Bu temelde AKP’nin Kürtlere yönelik devletten farklı olarak hayata geçirmek istediği yeni konsept doğrultusunda 2009’dan bu yana Kürt illerinde inşa edilen süper hapishaneler siyasi rehinelerin tutulduğu kamplara, şehirler devasa hapishanelere, ikamet edilen evler ise sürekli operasyonların yapılabileceği ve kontrol altında tutulan hapishane hücrelerine dönüştü!

Cezalandırma salt yargı ve kolluk ile sınırlı kalmadı. Daha zengin yöntemlerle yaşam alanlarının tümü hedef alındı. Her türlü seçilmişe yönelik başlatılan irade gaspı (mahalle muhtarından parlamenterlere, belediye meclis üyesinden STK temsilcisine kadar), kamusal alanda çalışan Kürtlerin işlerinden atılması, birçok şehrin mahallelerinin kentsel dönüşüm ve savaş bahane edilerek iş makineleriyle dümdüz edilmesi, dil ve kültür kurumlarının kapatılması, Kürt coğrafyasının bir taraftan bombardımanlarla diğer taraftan orman yangınları, barajlar ve maden ocaklarıyla tahrip edilmesi, toplumun üzerindeki gözetim, denetim ve kontrolün en gelişmiş tekniklerle 24 saat boyunca aktif olması ve bu şekilde disipline edilmeye çalışılan sinik bir toplum arzusu… Tüm bu pratikler AKP hükümetleri döneminde ortak bir strateji etrafında hayata geçirildi.

Gelinen eşikte Kürt meselesi, daha önce kışlanın siyaset ve toplum üzerinde yürüttüğü vesayet enstrümanı iken, bugün otoriter iktidarın tüm toplumu tabi tuttuğu vesayete dönüşmüş durumda. Son beş yılda yaşananların Evren darbesinden temel farkı o yıllarda hapishanelerle sınırlı tutulan disiplin ve baskı biçimlerinin AKP iktidarında tüm nüfus üzerinde geniş kapsamlı bir biçimde uygulanmaya başlanmasıdır. Kitleselleşen harekete karşı kitlesel kapatmalar, kitleselleşen sokaklara karşı tüm kitlelerin gözetim ve kontrol altında tutulması, kitlelerin devasa eylemlerini devasa kolluk hareketleri ile tehdit edilmesi, büyük cesarete karşı büyük korku senaryolarına başvurulması…

AKP Kürtsüz yapamaz

Yukarıda kabaca özetlenen ve Kürtlere kitlesel olarak dayatılan yeni biat rejimi, aynı zamanda yeni Kürt meselesinin de tarihidir. Bu tarih AKP’yi kuruluş sürecinden bugüne kadar ayakta tutan sağlam bir protez görevi gördü. AKP, Kürt gündemine tutundukça ayakta kaldı, ayakta kaldıkça hem sorunu hem çözümsüzlüğü yeniden üretti. Modernitenin bileşenlerini de (devlet, ulus, teknoloji ve askeri sanayi) koçbaşı olarak kullanmaktan hiç geri durmayan AKP’li aktörler, Kürt halkının sorunlarını kendi menfaatleri açısından araçsallaştırmaktan hiç sakınmadı. AKP bu konuda ölçü ve sınır tanımadığı için hem Kürtlerin hem Türklerin duygu ve zihin dünyalarını istismar eden en pragmatist yapı haline geldi. Kimi zaman barış kimi zaman savaş ile ama her zaman seçimleri bu işin temel aparatı haline getirerek…

AKP nereye varmaya çalışıyor?

AKP’nin yarattığı yeni Kürt meselesi “içeride ve dışarıda” her aktörü daha tehlikeli olan bir diğer aktörle ilişki kurmaya zorluyor ve kurulan her ittifak iyilik ve dostluk değil kötülük ve düşmanlık üzerine inşa ediliyor. Yeni üretilen Kürt meselesi yaşamın tümünü pazarlık alanlarına, tüm ilişkileri pazarlık nesnesine çeviriyor. Başarısızlık arttıkça kalan ne varsa vitrine çıkarılmaya devam ediliyor.

Mevcut durumu hala AKP’nin temel stratejisi olarak değil de taktiği gibi görmek isteyenlerin büyük bir yanılgı içinde olduğunu saptamak gerekiyor. Mevcut gidişat taktiksel bir durum (çözüm sürecinin buzdolabına kaldırma metaforu) olmaktan çoktan çıktı ve bu realite Kürt meselesini stratejik olarak yönetilemez hale getirdi. Bu akılla devam edilmesi halinde ülkenin önümüzdeki 20-30 yılı kaybedilir ve gerici bir otoritenin hakimiyetine rıza gösterilmiş olur. Yakın tarihe bakıldığında çözümsüzlük politikasının ülkenin bağışıklık sistemini nasıl çökerttiğini net bir şekilde görebiliriz. Aklı başında olan herkes Kürtlerle gerilimi sürdürmenin “tedricen” kendi altını oymak ile eşdeğer olduğunu söylüyor.

Hukuksal inkar

Türkiye Tanzimat’tan beri norm ile ütopya arasında mekik dokuyan bir ülke. Bir taraftan yüzünü Batı’nın aydınlanmacı ütopyalarına çevirip hukukun, demokrasinin ve evrensel yurttaşlık haklarının egemen olduğu bir rejimi hayal ederken, diğer taraftan geleneksel Türklük normlarını aşmakta zorlanıyor. Haliyle kurumsallaşmış demokratik yapılar ve bunları güvence altına alan hukuksal formlar olmayınca kişilerin durumsal ve konjonktürel davranış biçimleri ön plana çıkıyor. Ayakları havada gezen bu durum devletin ve geçici iktidarların Kürt meselesine yönelik pratiklerine yerel ve evrensel hukukun ihlal edildiği çeşitli keyfiyetler ve imtiyazlar sağlıyor.

Bu bağlamda Türkiye’de Kürtlerin hukukunun hala muğlak olması yaşanılanların temel nedenidir. Kürtler ne eşit ve özgür yurttaşlar olarak yaşayabiliyor ne de etnik bir yapı olarak herhangi bir hukuki statüye sahipler. Dolayısıyla sorunlu olan bu “hukuksal inkar”, sorunlu bir ilişkiye süreklilik katmakla sınırlı kalmayıp bu eşitsiz ilişkiyi bir bütün olarak tüm ülkenin sosyal, kültürel, politik, diplomatik ve ekonomik ilişkilerine de bulaştırmış oluyor.

Özetle Türkiye’nin bir türlü kurumsallaşamayan demokrasisi ile Kürt meselesinin sürekli üretilen karakteri karşılıklı olarak hukuksuzluğu ve dolayısıyla kurumsallaşamayan ve birçok kez müdahalelerle kesintiye uğrayan çarpık rejimi besliyor.

Sonuç

Sonuç olarak AKP’nin yeni bir çözüm süreci değil yeni bir Kürt sorunu ürettiğini görmek gerekiyor. Son beş-on yılda yaşananlara kabaca “çözümsüzlük politikası” denilse de mevcut durum çözümsüzlüğü aşmış ve yeni bir sorun üreten aşamaya gelmiştir. Gelinen aşamada Kürtlere reva görülen baskı rejimi tüm topluma yayılmış durumda. “Her kötülük önce Kürtlere sonra herkese” oluyor. Olası riskleri bertaraf etmek için elbette herkes Kürtleri ve Kürt meselesinin çözümünü talep etmek zorunda değil; ama en azından her türlü demokratik hakkın ve kazanılmış evrensel hukuk ilkelerinin ayaklar altına alınmasını bari kabul etme güzel kardeşim!


*Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı zamanda sosyoloji eğitimi aldı. 29 Ekim 2016’da Diyarbakır Eğitim Sen yöneticisi iken 675 sayılı KHK ile öğretmenlik mesleğinden ihraç edildi. Yazıları Emek ve İnsan dergisi, Gazete Emek, Gazete Duvar ve Artı Gerçek’in forum sayfalarında yayımlandı. Halen Gazete Karınca’da yazmakta.


PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Ankara'da deprem: Bazı evlerde çatlaklar oluştu
Sonraki Haber
Kırgızistan’ın yeni cumhurbaşkanı Japarov