Kadın hareketinin kendi adaylarını kendilerinin belirlemesi gerektiğini söyleyen Avukat Şenal Sarıhan, seçimden sonra buna dair adımlar atılması gerektiğine dikkat çekti. Sarıhan, “Kadın hareketinden uzak olan adaylar üzerinde farkındalık yaratarak onların parlamentoda kadının insan haklarını savunmalarını sağlama çabası içindeyiz” dedi.
Meclis’te kadın kotasından eğitime, istihdamdan fırsat eşitliğine, uluslararası sözleşmelerin uygulanmasına kadar bir dizi sorun tartışılmaya devam ediyor. Meclis’e girecek kadın milletvekilleri ne tür çalışmalar yürütecek? Hangi yasal düzenlemelere ihtiyaç var? Konuya dair uzun yıllardır insan hakları mücadelesi veren olan Avukat Şenal Sarıhan sorularımızı yanıtladı.
14 Mayıs seçimine sayılı günler kaldı. Kadınların siyasetten beklentisi nedir? Siyasette eşitlik nasıl sağlanacak?
Kadınlar ve kadın örgütleri olarak siyasete damgamızı vurmak istiyoruz. Kadın hakları mücadelesi Türkiye’de yıllardır adım adım gelişerek, birbirimizden öğrenerek ve öğreterek gelişen bir mücadele. Fakat bu mücadeleye karşın siyasi mekanizmalarda ve siyaset kurumunda kadınları var edemiyoruz. Kadın hareketinden uzak olan adaylar üzerinde farkındalık yaratarak onların parlamentoda kadının insan haklarını savunmalarını, bu hakların gelişmesi konusunda adım atılmasına öncülük etmelerini sağlama çabasındayız.
Bazı kadın arkadaşlar, kadın sorununa hala siyasi olay olarak bakmıyor. Kadın sorunu, baştan sona siyasi bir olaydır. Kadın cinsi, ezilen ve eşitlikten nasibini alamamış gibi görünen bütün mücadelesine rağmen bir kesimi oluşturuyor. Kadın insandır ve eşittir. Bu eşitliğin sağlanması ancak bir demokrasi meselesidir. Demokratik bir mücadele içinde laiklik vurgusunun altını çizerek, kadınlara daha çok hak tanınması gerekir.
Kadınlar bazen bir meslek sahibi olmuş olmalarıyla, kadının insan hakları konusunun çözüldüğünü sanıyorlar ama yaşamın içinde böyle çözülmediğini görüyorlar. Meclis’e hazırlıksız gelen vekiller oluyor. Bu vekiller parlamentoda bir şeyler öğreniyorlar. Kadın hareketinin ve kadınların onlara ulaşması ile öğreniyorlar. Yıllarını insan hakları mücadelesine adamış biri olarak benim düşüncem, bütün demokratik kitle örgütlerinin parlamentoya kendi adaylarını, kendi ideolojilerini benimsemiş ve bunu savunabilecek adayları göndermeleriyle başarılmış olacak.
Kadınlar hala parlamentoda vitrin malzemesi durumundadırlar bu kötü bir örnek ancak bu mantıktan vazgeçmek gerekiyor. Hak eden ve kadının insan haklarını savunan ama eşit şekilde orada var olabilen parlamento ihtiyacıyla siyasette var olmayı öneriyoruz.
Kadınların mücadelesinde ilk öncellikler olarak neler ele alınmalı, hangi sorunların üzerine gidilmeli?
Kadınların genel anlamda eşitlik mücadelesi var. Bu eşitlik mücadelesinin son dönemde birinci sırasını kadının şiddetten korunması konusundaki güvence istemleri oldu. Türkiye’de geçmişte de çok sayıda kadın cinayeti gerçekleşiyordu. Daha çok “namus” cinayeti gibi bir gerekçe üzerinden ortaya çıkıyordu. “Namus” cinayetlerinin ağırlaşmış cezalarla karşılanması konusunda kadın hareketinin ciddi bir çalışması gerçekleşti. Bu konu önemli ölçüde cinayetlerin gerekçesi olmaktan çıktı. Ancak öyle bir durum ortaya çıktı ki, böyle bir gerekçeyi de kullanmakla beraber esas olarak herhangi bir biçimde bir gerekçe dahi ifade etmeksiniz çok sayıda kadın cinayetinin neredeyse bir güne dört cinayet gibi bir sayıyla basında yer aldığını gördük. Bu, kadının giderek bir varlık olarak, insan olarak tanınmamasından, kadının kendi haklarını savunma noktasında olanaklara sahip olamayışından karşılaştığı şiddeti yakınma konusunda geri durmasından kaynaklandı. Çünkü daha çok kadın ‘suçlu’ görüldü. Her türlü şiddetin kaynağında kadının erkekle eşit sayılmamasından kaynaklı olarak genel olarak feodal anlayışların, ataerkil bir toplum olmaya devam etmemizin kadını ikincilleştirmesi sebebiyle, bir bilinç değişikliği de olmadığından kadın daha çok şiddet mağduru oldu, yaşamını yitirdi. Bu konu birincil gündem haline geldi. Özellikle son on yıla baktığımız zaman egemen olan iktidarın da anlayışlarının etkisi bunda çok fazla.
Şiddet meselesinin çözümü noktasında iş ve eğitim hayatındaki eşitsizlikler gibi kadınların hak sahibi olamayışları, kadınların siyasette, yasa koyucu, düzenleyici, uygulanmasını denetleme yetkisine sahip güç olamayışının da önemli etkileri oldu.
Kadının parlamentoda temsili neden önemli? Kota mı, eşit temsil mi?
Kadın mücadelesinin örgütlenme ve örgütlü biçimde sürdürülmesi noktasında son 50 yılda ciddi gelişmeler oldu. 2002’lere doğru baktığımızda, medeni yasanın yeniden yazılması, Türk ceza yasasının kadınlar lehine görece daha eşitlikçi şekilde düzenlenmesi gibi. Kadın örgütleri, doğal bir federasyon gibi kendi aralarında platformlar oluşturdular. Örneğin EŞİK’te 300’e yakın örgüt ve sayısız kadın arkadaşımız da bireysel olarak yer alıyor. Güçleri birleştirerek örgütlü biçimde mücadele geleneği yükseldi, buna yönelik olarak kazanımlar da yükseldi.
Aynı şekilde son 10 yılda edinilmiş olan kazanımların siyasette var olamamış olmaları, iktidar olan gücün de kadınlar lehine, insan hakları bilincine sahip bir yapıda gelişmemiş olması, içinde kadın üyelerin olmasına rağmen kadınların haklarının sağlanması konusundaki kapıları açamadı. Aksine İstanbul Sözleşmesi’nde karşılaştığımız gibi bir gecede tek adamın dudağının arasından çıkan iki sözcükle feshedildi. Biz bu feshi kabul etmiyoruz, yürürlükte olduğunu söylüyoruz ama fiili bir durum da var. Buna dair de biliyorsunuz Danıştay’a başvurduk.
Bugün seçime giderken kadınların eşit temsilinin kotalarla olmasından söz etmiyoruz. Bir dönem kota savunduk çünkü bazı kazanımlar adım adım olur. Örneğin bir dönem benim de siyaset yürüttüğüm CHP, yüzde 33 gibi bir kota koydu. ‘Bunu bile sağlayamıyorsunuz, bizim talebimiz yüzde 50’ demiştik.
Kadınlar artık kota demiyor, yüzde 50 diyor. Bunu yüzde 50 yapmak için yasaya mı gerek var? Fiili durumda partiler bunu içselleştirerek kendi erkek mantıklarından vazgeçerek, eşitlikçi bir anlayışla bunu yapabilirler.
Şu an Yeşil Sol Parti ve TİP dışındakiler yüzde 50’ye ulaşma imkanına nail olmadılar. Bu partiler dahi 50’ye ulaşmadı. Örneğin yüzde 40 kadın temsiliyeti nasıl olabilir? Kadınların seçilebilecek yerlere konulmasıyla mümkün olabilir. Bu da olmadı. En son rakamlara bakalım. AKP’de birinci sırada 4 kadın, CHP’de 11, İYİ Parti’de 6, Yeşil Sol’da 30, TİP’de 28 kadın var. 81 vilayette bu kadar az sayıda kadın aday gösterildi. Bu anlamda ilk sıralar önemli. Kadının insan haklarını savunacak güçteki kadınları temsil noktasına koymuş ya da koyabilecek olan partilerin böyle bir özen içinde olmadığını görüyoruz.
Sayının yanı sıra Meclis’e giren kadın milletvekillerinin hak savunuculuğu yapabilme yetkinliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kadınların sayı olarak çoğalmasını da savunmuyoruz. Kadının insan hakları mücadelesine katkı koyma kararlılığında olan kadınların, bunu gören, kendi haklarının da ihlal edildiğini gören, kadın hakları mücadelesini temsilen orada olmak isteyen kadınlara yer verilmesini istiyoruz.
Meclis’e gidecek kadınların nitelik diye ifade edebilirim; mutlaka feminist bakış açısına, insan hakları bilincine sahip olabilmesi ve kadının insan olduğunun bilincine sahip olabilmesi gerekiyor. Partiler bu noktadan kadınları temsil noktasına taşırsa ancak bir başarı kazanılabilir.
AKP iktidarının gerici düşünceleriyle bir dolu kadını meclise koydular. Ama susan, itaat eden, söz almayan, talep etmeyen kadınlarla karşılaştık. O kürsülerde hiçbir kadın meselesini savunmadılar hatta aksini savundular. İstanbul Sözleşmesi’nin feshini, nafaka hakkının geri alınmasını savundular. Bu noktaya çekiliyor hayatımız ama kadınlar buna izin vermeyecek. En büyük muhalif güç kadınlar. Dünya’da da böyledir.
Kadın hareketinin kendi adaylarını kendilerinin belirlemesi gerekiyor. Kadınların kendi sorunlarını bilerek ve nasıl çözüleceği konusunda örgütlü ve akıl birliğiyle oluşturdukları çözümleri parlamentoya taşımaları ancak yasalardan başlayarak değişikliği yasalar ölçüsünde de zihniyetin değişikliği konusunda çok önemli bir adımın atılmasına sebep olur.
Bunun için seçim yasalarında değişikliğe mi ihtiyaç var? Bunu yapmadan da siyasi partilerin bunu kabul eden bir uygulamaya geçmeleri gerekiyor. Bir kadın derneği olarak kendi adayımı önerebilmeliyim. Tüm adayları yan yana koyup bizi en iyi temsil edebilecek arkadaşları çok iyi biliriz. ‘Kadın kadının yurdudur’ anlayışına doğru gelişen bir ortaklığımız ve bilincimiz var. Bu bilinçle birlikte adaylarımızı saptarız, öneririz. O adaylar da seçilebilir yerlerde birçok kadın hareketini temsil etmek üzere, yasalarla birlikte gösterilmesi sağlanabilir. Elbette yasalarla birlikte kafaları da değiştirmek gerekiyor. Bu seçimden sonra bunu oturup konuşmak, nasıl bir yöntemle onaracağımız konusunu geliştirmemiz gerekiyor.
Demokratik kitle örgütleri, barolar ve meslek gruplarının kendi adaylarını gönderme gibi bir talebimiz var. O alanın sorununu en iyi o alanda çalışan insanlar biliyorlar. Ben bir tabibin sorununa vakıf değilim. Avukat olarak ve kadın olarak kendi sorunlarıma vakıfım. Her alanın sorunları o alanın sahipleri tarafından savunulmalı. Sadece TBMM değil tabii ki yerelde de aynısı geçerli. Belediye başkanlıklarından, kurum başkanlıklarına, barolara kadar…
Meclise bolca avukat gidiyor ama kendi meslek örgütüne henüz birlik başkanı götüremedi kadınlar. Seçim şu an güncel ve birkaç gün sonra ya muştu ya kederle karşılaşacağız elbette ama buralara da bakmak gerekiyor.
Kadının aile ve çocuk kavramları ile ele alındığını görüyoruz. Muhalefet de dahil olmak üzere kadını aile içine hapseden ve birlikte değerlendiren anlayışa dair düşünceleriniz nelerdir?
Kadın hakları meselesini hep birlikte öğrenmeye ihtiyacımız var. Annelik meselesi kadına yapıştırılmış bir görev gibi görülüyor. Bu sadece biyolojik bir olgudur. Anne ya da baba kim olursa olsun eğer aile birliği söz konusuysa eşit olarak hakların ve görevlerin paylaşıldığı bilincinde olmak gerekiyor. ‘O erkeği de anne yetiştirdi, o zaman anneleri eğitelim’ düşüncesi olamaz. Bütün bir toplumu eğitmek gerekiyor. Kadın-erkek eşitliği; ailede, işte, sokakta her nerdeyse ortak bir eğitimle sağlanabilir. Bu kadının suçu değil. Yaşamın içindeki tüm sorumluluklar ortak sorumluluklarımız. Birlikte öğrenip, paylaşıp, geliştireceğiz.
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki okulların alfabe görüntüsünü düşünün. Kadın ve erkek bir koltukta oturmuş, biri kitap diğeri gazete okuyor. Çocuklar birlikte bir şeyler oynuyorlar. Giderek o fotoğrafları değiştiriyoruz. Kadına önlük koyuyoruz. Kız çocuğa bebek, erkek çocuğun eline tabanca koyuyoruz. Erkeğin eline de gazete. Bu durumda düşünen kim oluyor? Erkek. İş yapan, sömürülen de kadın oluyor. Çok verilmiş ama temsili bir örnektir. Türkiye nasıl geriye doğru gitti? Birlikte kazanılmış bir kurtuluş mücadelesinin, kadının ve erkeğin ortak mücadelesi olduğu bağımsızlık mücadelesinde eşit roller oynadıklarını hatta bir de işgal edilmiş kadın olarak ne kadar büyük mücadeleyle karşı karşıya kaldığı yok ederek, erkeklerin kazandığı bir cumhuriyet gibi değerlendiriliyor. Sonra lütfedilmiş gibi davranılması da hala birçok eğitimli kadının dilinde, ‘bize verildi’ deniliyor. Hayır, ne kazandıysak biz kazandık. Bu hepimizin ortak emeğidir.
Bugün kendini en demokrat diye ifade eden partilerin bile hala Aile Bakanlığından söz etmeleri, Kadın Bakanlığının yanına bir de aile kelimesi koymaları dahi henüz zihniyet değişimi olmadığını gösteriyor. Alanlarda ‘ailenin korunması’ üzerine konuşuluyor, hayır aile değil kadın. Kadının kendi hakları var. Kadın, insan olarak her türlü hakkın sahibi. Kadını aileye kapattığınız zaman oradan herhangi bir eşitlik penceresi açmanız mümkün değil. Aile kuruyorsa insanlar, aile birliği içinde ortak düzenlemeleri kendileri için yaparlar, yasalar buna göre düzenlenebilir ama bu ikisini yan yana koyduğunuz zaman sadece kadın için aile yasaları çıkarıyorsunuz demektir. Hak, hukuk ve eşitlik ilkesini görmüyorsunuz demektir. Bugünkü ittifakın başarılı olması konusunda çok istekliyim ama gelişerek, ilerleyerek, daha iyisini yaparak olabilir. Yarın bir gün tekrar uzlaşma göreceksek ve gerici ittifakla karşılaşacaksak emeklerimize yazık olacak. Ancak kadınlara güveniyorum, kadınların kendi yollarını açacağı inancındayım.
Anadil meselesi bu ülkede ciddi bir sorun. Kürtçe tercüman ‘bulunmadığı’ gerekçesiyle kendini ifade edemeyen ve sonucunda katledilen Fatma Altınmakas örneğini biliyoruz. Meclise girecek kadın milletvekili adayları bu konu da dahil olmak üzere kadınların taleplerine çözüm üretebilecek mi?
Anadilde eğitim sorunu aynı zamanda bir kadın sorunudur. Anadil kadının doğum hakkıyla ortaya çıkardığı bir dil. Çocuğun da o anadan doğmasıyla ilgili bir hak. Analık meselesi burada kaynak anlamına geliyor, sizin vücudunuzdan dünyaya gelmiş bir çocuk var ortada. Bebeklikten itibaren ikinizin teması o dille oluyor. Bu hak engellendiği zaman kadının gelişimi de çocuğunun gelişimi de engelleniyor. Öğrenmeyi, öğretmeyi, insanları bir arada tutmayı ve örgütlü olmayı engelliyor.
Her şeyi birlikte konuşabiliriz, bunu teşvik etmemiz gerekiyor. Birlikte konuşmaz ve kendimizi kapatırsak zaten yol alamayız. Türkiye’de Kürt sorunu var mı, var. Kürtçenin Türkiye’nin her yerinde serbest şekilde konuşulamadığı gerçeği de var. Bu sorunu çözmek için mutlaka adım atmak ve yasal olanakları geliştirmek gerekiyor. İstiyorlarsa anadilinde eğitim almalarını sağlamak geliyor.
Ufak tefek birliktelikler yine bizim kazanımlarımız ve diretmelerimiz. Bu dönemde EŞİK, kadın parlamenterleri önemli ölçüde etkiledi. Toplantılar yapmak durumunda kaldılar. Kadın meselesine tamamen uzak olanların biraz kulaklarının pası gitti. Bizim adımıza bir şeyler söylediler bu onların da bizim de önümüzü açar.
Kadın adayları desteklemek üzere devam edeceğiz. Fikri destek ve taleplerimiz konusunda. Sokakta, iş yerinde, parlamentoda her yerde olacağız. Alanlar bizi bekliyor, en güçlü ses alanlardan giden sestir.
Parlamentonun besleneceği kaynak ise demokratik kitle örgütleridir. Sorunu en ince ayrıntısıyla bilen ve çözümlerini de öneren sivil toplum örgütleridir. Alan ayırt etmeksizin bütün partilerin, sivil toplumla sıkı bir temasa ihtiyacı var.