Ana SayfaYazarlarHasan KılıçKürt sorununu konuşmak: Yeniden ama nereden?

Kürt sorununu konuşmak: Yeniden ama nereden?


Hasan Kılıç


5 Nisan 2015 tarihinde İmralı’da Abdullah Öcalan ile devlet ve HDP heyetlerinin yer aldığı toplantı, AKP’nin siyaset ve devlet ortaklıklarında aksını değiştirmesi ile Çözüm Sürecinde alınan son toplantı oldu.

Son toplantı öncesindeki bir yılda AKP’nin içerisinde yer aldığı koalisyonun hazırladığı çöktürme planları devreye kondu. 7 Haziran’ın yarattığı coşku ile çoğu zaman analize dahil edilmese de 5 Nisan-7 Haziran arasında HDP’nin çalışmaları engellendi. Amed Mitingi bombalandı. İl Başkanlıklarına bombalı saldırı girişimleri oldu. Bingöl’ün Karlıova ilçesinde HDP çalışanı Hamdullah Öğe öldürüldü. Kürt Sorununda demokratik çözümü dışlayan aklın devreye girdiği tarih, 7 Haziran sonrası değil, 5 Nisan 2015 tarihi itibariyle işler hale geldi. Bu tarihsel aralığı gözden kaçırdığımız anda Kürt Sorununa devlet yaklaşımını ve kaderini seçim sonuçlarına, Kürt Sorununda çözümü sadece sandığa indirgeme hatasına havale edebiliriz. Bu hata ise özneyi, sorunu ve yaklaşımları doğru okumama hakikatini ortaya çıkarır.

Cep çözümlerin devreye girmesi

5 Nisan 2015 tarihi itibariyle başlayan saldırılar, “istikşafi görüşmelerin” yarattığı toz duman arasında Ağrı Diyadin Provokasyonu, Suruç Katliamı, ablukalar, kayyımlar, tutuklamalar, ihraçlar şeklinde sürdü. Bu karanlık dönemde yaşanan tüm gelişmeler siyasi aklın öngördüğü üç aşamaya işaret ediyordu.

Birincisi baskı için zemin yaratacak provokasyonları yaparken her türlü şiddeti ve ölümü göze almak. Devlet soğukluğu denen şeyin somut hali provokasyonlarda, şiddette ve ölümlerde yaşandı. Siyasi akıl zemini yarattıktan sonra yalnız bırakma aşamasını devreye koydu. Bu aşamayı anlamak için Suruç Katliamına bakmak kâfi. ‘Kürt’le dayanışma içerisinde olan herkes şiddetin muhatabıdır’ mesajının en kanlı örneği sergilendi. Zemin yaratma ve yalnız bırakma hamlesinden sonra teslim alma aşaması devredeydi. Örneğin ablukalardaki duvar yazıları “gözleri kararmış düşmanlıkla” yazılan karalamalar değil, içerisinde tarihsel, siyasal, psikolojik unsurlar barındıran ve siyasi amaca hizmet eden mesajlardı.

Diğer taraftan kayyım atamaları da devletin yüz yıllık “zor” refleksi olarak okumak apolitik bir duruma işaret ediyordu. Oysa ki, Kürt halkının siyasi iradesi ile mücadele söz konusu ise devlet aklının siyasi mahareti rastgele yaklaşım yerine ince elenmiş, sık dokunulmuş hamleleri yapmasıdır. Kayyım atamalarını da bu şekilde okumak gerekir. Kayyımlar yazınsal emekte eski devlet aklına havale edilen “zor” politikaları “gözü kararmış düşmanlıklar” kapsamında değil, Kürt halkını teslim almak için derinlikli düşünülmüş entegre politikalar ve hamleler olarak görmek gerekir.

Erdoğan’a en yakın isimlerden biri olan Ali İhsan Arslan’ın 2017 yılının Nisan ayında kaleme aldığı yazı şöyle başlıyordu: “Eski yaklaşımlara tekrar bel bağlamak yerine, tecrübeler ışığında, Kürt meselesinde yeni yaklaşımlar benimseyip cep çözümlere odaklanmanın zamanı geldi.” Arslan yazısında “eski” dediği yaklaşımların çözüm getirmediğini ifade etmesine rağmen “eski” yaklaşımların anti-demokrasi açısından özünü taşıyan “cep çözümler”den bahsediyor. Kayyımların sadece belediyelere el koyma amacını değil, Kürt siyasetinin hegemonyasının kırılması anlamında siyasal olduğu kadar sosyal ve iktisadi ağların birbirinden koparılması amacına da işaret ediyordu.

Sessiz mutabakattan derin çıkmazlara

AKP yeni ittifakları ile birlikte hazırladığı “zemin yaratma, yalnız bırakma, teslim alma” aşamalarından oluşan yaklaşımı devreye koyduğunda, CHP ve bir kısım sol partiler dahil sistem partileri Kürt Sorununu inkâr etmese bile konuşmamaya, köklü-tarihsel Türklük imtiyazının kanatları altında görmeme, duymama, hissetmeme tavrına girdi. Dolayısıyla Kürt iradesi ile AKP-MHP ittifakı arasındaki mücadelenin düğümlerinden biri “Kürt Sorununu konuşturmak-konuşturmamak” arasında atıldı.

Bu düğüm dar anlamda askeri olarak değil, şiddeti de içine alacak şekilde geniş anlamda siyasal olarak Kürt Sorununda çözümü konuş(tur)mamayı, Kürt iradesini gör(dür)memeyi, Kürt halkına yönelik şiddet araçlarının devreye konmasının sonuçlarını hisset(tir)memeyi içeriyordu. Kıyının karşı tarafında ise bu mutabakata karşı sürekli güçlü duramasa da iman etmiş duru bir iradenin her daim devrede olması gereken bir duruşa ihtiyaç vardı. Ötesi, zemin-yalnızlaştırma-teslim alma hamlelerine karşı duracak siyasi aklı üretecek bir iradeye ihtiyaç vardı.

5 Nisan 2015 tarihinden itibaren başlayan süreçte, her iki tarafın hamle ve duruşu zamana bağlıydı. Politik aks değişimlerinin belli-belirsiz aralıklarla değişmesine dair zorunlu “yasa” her uzamda işler haldedir. Toplumun, ihtiyaçların, yaklaşımların, bakış açılarının değişim ve dönüşüme dair katı kuralı siyasetin ve siyasi öznenin değişimini de zorunlu kılıyor. Dolayısıyla iktidarın politika tercihlerinde “fayda-maliyet” düzleminin zamana bağlı olduğu bariz. Politik hamleler belli bir zaman dilimi içerisinde gerçekleştiği ölçüde fayda-maliyet testinden geçebilir. Fayda da maliyet de zamana bağlıdır. Devlet içerisindeki koalisyon ortakları ile birlikte AKP-MHP ittifakının bu testten geçemediği açık. Çünkü bastırılan Kürt Sorununun kamusal alanda konuşulması ve görünür olması, siyasi denklemlerin değişmesini ve değişimin de iktidara iflas getirmesine şartlanmış durumda.

Bu iflasta sadece Kürt Sorunu bağlamı değil, Kürt Sorununun inkarının yarattığı politik sonuçların tüm Türkiye’ye yayılması var. Ekonomik göstergelerin batışa ışık tutması bunun en bariz örneği. AKP-MHP ittifakı ve koalisyondaki devlet aklının Kürt Sorununu hayati bir tehdit olarak görmesi ve buraya yoğunlaşması Türkiye sathında gerilemesine sebep oldu. Ekonomik kriz baş gösterdi; dış politikada “oyun bozarım” iddiası, “oyun dışında kalan aktör” pozisyonuna sürükledi. Tahribatı görünmez kılmak için Ayasofya’nın açılışı gerçekleşti ama umduğunu bulamadı. “Mavi Vatan” cilası ile dış politika çıkmazı derinleştirildi. AKP-MHP ittifakı pandemi yönetim sürecini eline yüzüne bulaştırdı. Liste böyle uzayıp gider fakat esas önemli olan noktalardan biri artık AKP-MHP ittifakının siyasetin meşru kavramları ile değil, siyasetin kriminal kavramları ile açıklanacak düzeyde, demokratik siyaset dışında görülmeye başlanmasıdır.

Yeniden ama nereden?”

2015 yılından 2020 yılına gelindiğinde AKP-MHP ittifakı ve devlet katındaki ortakları, Kürt halkını ve iradesini “en hayati tehdit” olarak algılamasının ve devlet-siyaset-şiddet mimarisini bu “tehdit” ile yeniden organize etmesinin “maliyetlerini” hem Kürt coğrafyası hem de Türkiye sathında yükleniyor. Bu yük artık ağır gelmeye başladı ve bu ittifak hikayesini kaybetti, topluma şoklar uygulasa da toplumsal bünye rıza vererek tepki göstermiyor. İktidar yaklaşımının tıkanması ile yeni arayışların büyümesi arasındaki ilişki işler hale gelmeye başladı ve Kürt Sorununun kamusal alanda tartışılması ile demokratik çözüm yollarının aranmaya başlaması art arda geldi.

Bu vaziyette Kürt Sorununun demokratik çözümü yeniden konuşuluyor. 2015 yılında AKP-MHP ittifakının Kürt Sorunu üzerinden kurduğu “zemin yaratma-yalnızlaştırma-teslim alma” üçgenindeki tüm açılar dağıldı. Yeni kurulan partiler ve yeni siyasi iddiaların da dahil olması ile HDP üzerinden gerçekleşen söylemsel yalnızlaştırma, aradan beş yıl geçmiş iken AKP-MHP ittifakını “Kürt Sorununu inkâr eden ittifak” haline getirdi. Gerek Millet İttifakı gerekse de yeni kurulan partiler ve yeni siyasi iddialar utangaç bir tavırla olsa da Kürt Sorununu kamusal tartışmanın en önemli başlıklarından biri haline getirdi. HDP zaten pozisyonunu koruyor ve Kürt Sorununa dair tartışmaların merkezinde yer alıyor.

Fakat iş burada sonuçlanmıyor. Somut etkilerini orta vadede göreceğimiz üzere bugün Kürt Sorununun demokratik çözümünün kamusallaşmaya başlaması yeni bir mücadele evresine işaret ediyor. Bu noktada soru beliriyor: “Yeniden ama nereden?”

Kürt Sorununun demokratik çözümünün konuşulmasını dar-kısa vadeli siyasi çıkarlara kurban etmeden herkesi bu konuda sözünü söyleme hususunda cesaretlendirmek lazım. Nihayetinde siyaset sadece öznelerin değil, iddiaların ve fikirlerin de alanıdır. Dolayısıyla bir yandan Kürt Sorununda demokratik çözümün konuşulmasına dair kılcal damarları bile açacak şekilde söylemsel tertipleri kurmak öte yandan “sıfır” noktasından başlamanın önüne geçmek için Kürt Sorununun tarihsel, siyasal, iktisadi ve sosyolojik boyutlarına yaraşır şekilde “yeniden” konuşmak, konuşturmak gerekiyor. İçerik açısından yeniden konuşmaya başlarken Kürt Sorununun çözümünü beş yıl önceki jeo-politik çizgide ve beş yıl öncesinde donmuş bir toplum ve beş yıl önceki gücünde olan aktörler arasındaymış gibi değil, bilakis her yönüyle bu andan itibaren beş yıl sonrasına doğru konuşmak ve planlamak gerekiyor.

Son olarak yeniden konuşmaya başlarken unutulmaması gereken noktayı da vurgulayalım. AKP-MHP ittifakı Kürt Sorununun kamusal tartışılmasında “yalnız” kalmış olsa da beş yıldır topluma uyguladıkları şok dalgalarının tahribatlarını gidermek ve hafızayı yeniden çağırmak da “yeniden” konuşmanın bir parçası. Bu yönüyle masa-muhatap-çözüm denklemi bir kez daha hatırlanarak aktörleri bu denklemde tutmak önümüzdeki siyasi sürecin başarı skalası olacak gibi görünüyor.


PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Yılmaz Güney'siz 36 yıl
Sonraki Haber
Hatay'daki orman yangını 5. gününde kontrol altına alındı