Ana SayfaYazarlarBahadır AltanÖldüren deprem değil

Öldüren deprem değil


Bahadır Altan*


Ege Denizi’nde Samos Adası merkezli deprem, bilindiği gibi İzmir’de hasar ve can kaybına yol açtı. Yazarken, söylerken hepimiz depremi suçluyor ve “Deprem can kaybına yol açtı!” diyoruz. Oysa ne kadar şiddetli olursa olsun deprem de yağmur gibi, rüzgar gibi bir doğa olayı. Can kaybının nedeni deprem değil. Sel yatağına, alüvyon zemine, ovalara yapılan binalar, plansız çarpık kentleşme ve rant merkezli kentsel dönüşüm can alıyor.

Nagihan Bulduk, İşçi Sözü gazetesinin Ekim 2020 sayısında yayımlanan “Afetler Doğal mı?” başlıklı yazısında, Danıştay tarafından hukuka aykırılığı tescil edilen Karadeniz Sahil Yolu’nun neden olduğu selin Giresun’da yol açtığı felaketten söz ediyor ve sellere değil yanlış yapılanmaya dikkat çekiyordu. Bu olaydan kısa bir süre sonra yine selleri, depremleri hesaba katmayan bilim ve teknikten uzak, plansız kentsel gelişmenin neden olduğu bir felaketi yaşıyoruz. Depremin merkezi Samos Adası’nda iki can kaybı olurken, 70 km uzaktaki İzmir’in Bayraklı semtinde bugün itibariyle yaşamını yitirenlerin sayısı 114, yaralı sayısı da bin 35 oldu. Kaybolan hayvanlarla ilgili ise hiçbir bilgi yok…

Bu deprem sadece yıkılan binalar, can kayıpları ve birkaç mucize kurtuluşla değil ekranlardaki tiyatroyla da hatırlanacak! Enkazın üzerine çıkmış, kurtarma ekiplerinin çalışmalarını adeta sekteye uğratan ve düşmek üzereyken kolundan tutulan Bakan’ın, elinde cep telefonuyla yıkılan bina altındaki yurttaşla konuşurken hemen kameraların karşısına geçip pozlar vermesi gözlerden kaçmadı. Bu görüntü iktidarın ve ona endeksli medyanın kafasının nasıl çalıştığının da göstergesi oldu. Gerçekler değil imaj önemliydi! Devlet hemen olay yerine gelmiş ve sadaka dağıtmaya başlamıştı!

Camdaki bu manzaranın ardında ise inşaat sektörü ve ranta dayalı sermaye birikimi tercihleri sırıtıyor. Evet tam da budur: Gevşek zeminlere, dere yataklarına dahi binalar dikmek, ne olursa olsun rantsal sermaye birikimini sağlamak AKP iktidarının tercihidir. Yitirilen canlar da aslında hesaba katılmış, öngörülmüş “doğal” zayiatlardır onlar için. Nihayetinde, yüzlerce kez imar yasasını değiştiren, ‘imar affı’ adı altında kent katliamlarından haracını alan, deprem toplanma alanlarını AVM’lerle dolduran ve her şey bir yana, 25 milyar TL’yi bulan deprem vergilerini iç edip akıbetini soranları sopayla susturanlar için böylesi “zayiatlar” ekonomik olarak gayet de tercih edilebilir “rakamlardan” ibarettir.

Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’nin Bayraklı’da enkaz altındaki bir kişiyle telefonda konuştuğu anlar

Ancak meselenin bir de siyasal sorumluluk boyutu var. İşte bu gerçeği örtbas etmek için deprem anından beri ekranlarda bir tiyatro oynanıyor. Rakamlar ve enkazdan canlı kurtarılan birkaç çocuk ile gözler boyanıyor. Uçak kazalarında da depremlerde de benzer bir hafıza silinmesi yaşanıyor. Uçak kazalarında kısa sürede bir günah keçisi bulunup suçlu ilan edilerek bir sonraki kazaya kadar unutulduğu gibi, bir sonraki depreme kadar, bu da unutturulmaya çalışılacak. Şimdi kimse Pegasus’un Sabiha Gökçen Havalimanı’nda pistten çıkan uçağında yaşamını yitirenleri konuşmuyor. Kazalar olmadan hangi tedbirleri almak gerek konuşulmuyor. Depremler de öyle, spotlar, felaketlerin gerçek nedenlerine ve tekrarlanmaması için yapılacaklara yönelmiyor. Ve ne yazık ki tarih tekerrür ederek sadece yoksulların canı yanıyor. Bunu engellemek ancak unutmamakla, suçlarını sürekli yüzlerine vurmakla mümkün.

Bakan’ın şovu kadar İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in kameralar karşısında elinde kepçeyle çorba dağıtması da tepkilere yol açtı. Muktedirler halka yardım adına yaptıkları her şeyi medya aracılığıyla gözlere batırırken ve bazı siyasi partiler de bunu tekrarlarken, maden işçileri ve mahallelerdeki duyarlı, çevreci, devrimci, sosyalist gençler sessiz sedasız halkın yardımına koştu. Manavkuyu’da işçi mahallelerinde “Dayanışma Yaşatır” pankartı altında yardımlar toplanıp ihtiyaç sahiplerine dağıtılmaya başlandı. Yıkılan iki apartmanın önüne kurulan canlı yayın kameraları, kazma kürek sallayan maden işçilerini, halka sessiz sedasız yardım eden devrimci gençleri görmedi kuşkusuz. Çünkü Türkiye’de haberciliğin abecesi “5N 1K” yerine artık BNKO (Bakanlar Nerede Kamera Oraya) –saray nerede kamera oraya da denebilir- geçerli durumda!

Her şeye rağmen bu yardım şovlarına kamuoyundan gelen tepkiler ve iki bilim insanının sözlerinden hareketle artık mızrağın çuvala sığmadığını, gerçeklerin çok daha geniş kitlelerce görülüp ifade edilmeye başladığını gözlemleyip umutlanıyoruz… 12 gün önceden depremin yeri ve şiddetini belirterek uyarı yapan Prof. Dr. Ahmet Ercan, “Enkaz altından hiç zengin birisinin çıktığını göremezsiniz, depremde zenginler değil yoksullar ölür” diyerek en yalın gerçeği ifade ediyordu. Diğer bilim insanı Prof. Naci Görür de “Bu acıyı, bu sefaleti yaşayan halk on beş gün sonra bunları unutmasın, demokratik yollarla can güvenliğini sağlamayanlardan hesap sorsun” diyerek hafızalara kazındı. Bunların canlı yayınlarda ana akım medyada ezberleri bozacak şekilde söylenmesi sistemin sinir uçlarına dokunuyor kuşkusuz. Tabi artık yandaş medyada bu iki bilim insanına rast gelmek mümkün değil! Ama sosyal medya tam bir ana muhalefet işleviyle gerçekleri hızla yayıyor.

Kurtarma operasyonlarındaki organizasyon eksiklikleri, enkazların üstündeki kalabalıklar ve kargaşa zaman zaman ekranlardan dışarı taştı. Bir çocuğun sağ kurtulmasının ardından bağırarak tekbir getirenler, kameralara görünmek için her türlü manevrayı yapanlar, yardım malzemelerini toplayıp satanlar artık bu ülkenin deprem sonrası “olağan” manzaralarıdır. Balık baştan kokmuştur.

Depremin hemen ardından kimi işyerlerinde çalışan ve depremden etkilenen aileleriyle ilgilenmek durumunda kalan işçilere patronların çalışma saatlerini dayatan mesajlar göndermeleri, hatta deprem anında korkuyla dışarı kaçtıklarında geçen süreleri hesap etmeleri ve hasar tespiti dahi yapılmamış binalarda riskle çalışmaya zorlamaları da unutulmayacak kuşkusuz. Kapitalizmin ne Covid ne deprem ne de sel dinleyen kâr hırsı, doğayı, insanları, hayvanları katletmeye devam ediyor. Ülkemizde ise bu katmerli yaşanıyor. Tek adam rejimi yerin altını da üstünü de talan etmeye kararlı. Bunu savaşlar kışkırtarak, içimizde ötekileştirmeler üreterek, tekelindeki medyayı kullanarak, yargıyı baskılayarak, muhalifleri zindanlara tıkarak yapıyor. Polisini, jandarmasını, cihatçı çetelerden devşirdiği milislerini de dahil ettiği orduyu özel kuvvetleri gibi kullanarak, hafızalarımızı silerek yapıyor. Depremden yıkılan binalar ve can kayıplarından bile beslenmeye çalışıyor. Bizlere de unutmayarak, aklımıza ve birbirimize sahip çıkarak, dayanışmak ve direnmek düşüyor…


*Hava Harp Okulu’ndan mezun oldu. Hava Kuvvetleri, Anadolu Üniversitesi SHYO, THY ve Pegasus’ta pilotluk ve öğretmenlik yaptı. 12 Eylül döneminde üsteğmen rütbesindeyken iki kez gözetim altına alındı. THY’den sendikal çalışmaları nedeniyle işten atıldı, Gökkuşağı Hareketi adıyla sendikal bürokrasiye karşı alternatif bir model kurarak mücadele etti. Çözüm Süreci ve sonrasında barış mücadelesinde aktif rol aldı. İki dönem Barış Bloğu’nun eş sözcülüğünü yürüttü. ADAM-Der üyesi. Airkule’de havacılıkla ilgili yazılar yazdı, halen İşçi Sözü ve Gazete Karınca’da yazıları yayımlanmakta.

PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Umut İlkesi üzerine (III)
Sonraki Haber
İzmir depreminin öğretemedikleri