Ana SayfaGüncelYalnızlık, güven ve arkadaşlık üzerine uzun bir hikaye: ‘İstasyon’

Yalnızlık, güven ve arkadaşlık üzerine uzun bir hikaye: ‘İstasyon’

HABER MERKEZİ – ‘Fasulyenin Bildiği’ ve ‘Hah’ kitaplarının yazarı Birgül Oğuz’un yalnızlık, güven ve arkadaşlık üzerine kaleme aldığı yeni kitabı “İstasyon”, Metis’ten çıktı. Yayınevinin erişime açtığı kitabın tadımlık bir bölümünden bazı pasajları paylaşıyoruz.

Nihal’in üç yıldır bu evde yaşadığını biliyordum. Bir istasyon eve bakmak için fazla uzun bir süreydi bu. Buraya hangi rüzgâr atmıştı onu, neden bunca zamandır buradaydı, tahmin yürütemeyecek kadar uzak düşmüştüm ondan. En son ne zaman görüştüğümüzü anımsayamıyordum bile, bir ya da iki tanesine katılma şaşkınlığını gösterdiğim şu saçma sapan mezun buluşmalarından birinde belki. Yine de Nihal’in burada kalıcı olmayı içten içe arzuladığını anlamak için odaya şöyle bir göz gezdirmem yetmişti. Her şey biricikti. Her nesne ona dair bir şey söylüyordu; onun beğenileri, onun geçmişi, ona özgü muziplik, ona özgü zevksizlik. Berjerler kırmızı, kanepe yeşil, hepsi kadifeydi, üstleri kırlent doluydu, her kolçaktan diz battaniyesi sarkıyordu. Pencere pervazında neredeyse yirmi çeşit sukulent vardı. Kitaplığın rafları yerleşik düzende güvenlik içinde yaşayan insanlar için tasarlanmış büyük ciltli sanat kitaplarıyla bel vermişti. Derin bir mevcudiyet kaygısıyla döşenmişti oda, her şey yer değiştirmemesine bağlıymış, yer değiştirmek kaybetmekle birmiş gibi.

Az sonra karşılıklı oturmuş çay içiyorduk. Lafı hemen kışı adada geçirmenin zorluklarına getirdi Nihal. Elektrik kesintilerinin sıklığı ve uzunluğundan, tipi, lodos ve sis olduğunda motor seferlerinin durduğundan söz etti. Geçen kış tam iki hafta çıkamamışlardı adadan. Bazı adalılar epey hazırlıksız yakalanmıştı. Öyle olunca da yiyecekleri paylaşmaları gerekmişti. Depoladıkları yiyecekleri başkalarından saklayanlar olmuştu. Mesele iyice hassaslaşınca elini taşın altına koymak, komşuların arasını düzeltmek zorunda hissetmişti Nihal. Sesinde memnuniyet ve hatta belli belirsiz bir gurur sezdim. Ona ilçede özellikle son yıllarda kışların çok ağır geçtiğini, buzlanma nedeniyle sık sık evlerde mahsur kaldığımızı anlattım. “İnsanları birbirine yakınlaştıran şeyler bunlar,” diyerek sözümü kesti, “hiçbir şey hiçbir zaman yeterince kötü değildir.”

Ne demek istediğini ne anladım ne anlamadım. Aniden yolun bütün yorgunluğunu üzerimde hissettim, hızlı trenle yapılan yolculuklar beni her zaman sersemletir, omuzlarımdan aşağı bastırılıyormuşum gibi bir ağırlıktı. Ona toplanmasında yardımcı olabileceğimi söyleyip fırlarcasına ayağa kalktım, aslında daha çok kendimi yukarı ittirdim. Çay bardakları hareketimin şiddetiyle devrilip düşmeden aramızdaki sehpayı iki yanından kavramayı başardı Nihal. Yorgundum gerçekten, evle ilgili bilmem gerekenleri de artık anlatabilirdi. Kaşlarını kaldırıp soğuk bir sesle iki kez “tabii” dedi.

Neyse ki fazla bir şey yoktu. Tüm faturalar otomatik ödemedeydi, kira yıllık olarak ödenmişti. Isınma doğal gazla sağlanıyordu ama elektrik kesintileri nedeniyle el altında muhakkak odun da bulunduruluyordu. İki kışa yetecek odun vardı bahçede, sobanın ebatlarına uygun biçimde kırılmış ve korunaklı bir köşede muntazaman istiflenmiş. Hemen hemen hiçbir masrafım olmayacaktı, kendi kişisel ihtiyaçlarım dışında. Ki istersem, yani gerçek bir ihtiyaç durumunda, bunlar da halledilecekti. Önemli olan evin açık kalmasıydı.

Çinili, küçük bir hole açılan yedi kapı vardı; daracık bir kiler, banyo, mutfak, iki yatak odası, sobalı oda ve evin kendi kapısı. Banyo fazlasıyla derli toplu ve sadeydi. Buna karşılık mutfakta gerekli gereksiz bir sürü eşya birikmişti; muskat değirmeni, şarap havalandırma aparatı, sprey limon sıkacağı bile vardı. Nereden bakılsa yirmi yıldır bir sürü insan geçip gitmişti bu evden, illa ki arkalarında başkalarının da kullanabileceğini düşündükleri bir şey bırakmışlardı. Bunu söylerken mutfak çekmecelerini ve dolap kapaklarını hızla açıp kapatıyordu Nihal.

Yatak odalarından biri tıpkı banyo gibi sade ve şahsiyetsizdi. Diğeri, Nihal’in üç yıldır kullandığı oda, tavşan yuvasına benziyordu; orada burada küçük parlak nesneler, lambalar, fotoğraflar, aynalar, cibinlik, bir sürü yastık, battaniye ve ağır kumaş perdeler; orman yeşili, tilki kızılı, lacivert.


PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Covid-19 pandemisinde aktif vaka sayısı 18 milyona dayandı
Sonraki Haber
Nijerya'da Boko Haram en az 110 sivili katletti