Ana SayfaBilim ve Teknolojiİnuit Çelişkisi: Sebze-meyve yemeden de sağlıklı kalmak mümkün mü?

İnuit Çelişkisi: Sebze-meyve yemeden de sağlıklı kalmak mümkün mü?

HABER MERKEZİ – Güncel bilimsel gelişmelere ve bilim tarihine mercek tuttuğumuz “Karınca’nın Gözünden Bilim”de bu hafta Arktik bölgede yaşayan İnuit halklarının sıra dışı beslenme alışkanlıklarına odaklanan Mehmet Ali Döke, sebze-meyve yemeden de sağlıklı kalınıp kalınamayacağını sorguluyor.


Mehmet Ali Döke*


Dünya halklarına ilginiz varsa muhtemelen bir zamanlar Eskimo adıyla anılan toplumlardan da haberdar olmuşsunuzdur. Beyazların onlara taktığı bu ismin insanların kendilerince aşağılayıcı bulunması üzerine daha güncel ve halklarca da kabul gören İnuit ismine geçilmiştir. Girişte okurun bağlantı kurabilmesi için eski ismi kullanmış olsak da yazının kalanında gelin biz de insanların kimliklerine saygı gösterip İnuit ismine sadık kalalım.

İnuitler, Arktika’nın günümüzde Kanada, Grönland ve Alaska (ABD) sınırları içinde kalan kısımlarında yaşamaktadır ve 4000 yıl kadar önce kuzeydoğu Sibirya’dan göçerek bu alana yerleştikleri düşünülen Aleutlar’dan (Unanganlar olarak da bilinir) gelirler. Zaten kuzeyli bir halkın torunları olan İnuitler bu yeni evlerine de çok iyi uyum sağlamış ve zorlu kutup şartlarında sağ kalmalarını sağlayacak türlü alet ve yöntemler icat etmişlerdir. Beyaz işgalcilerin Avrupa’dan beraberlerinde getirdiği türlü hastalıklar sonucu tüm kıtada yaşanan toplu ölümler İnuitlerin de nüfusunu azaltmış olsa da günümüze kadar çeşitli gelenek ve dillerini büyük ölçüde yeni nesillere aktarmayı başarmış ve pek çok yerde halen avcı toplayıcı yaşam tarzını sürdürmektedirler.

Avcılık ve toplayıcılık İnuitlerin yaşadığı coğrafyada tercihtense kaderdir denebilir. Zira kutup çemberinin görece güney kesimleri bile yılın önemli bir kısmını kar altında geçirir ve oldukça kısa yaz döneminde toprak çözülse de anlamlı miktarda tarımsal üretime yetecek kadar sıcak gün ele geçmez. Bu durumda İnuitlerin temel besinlerini avladıkları çeşitli hayvanlar oluşturur. Tabii ki yaşadıkları yer yeterince güneyde olan gruplar az miktarda doğal yetişen meyveyi de hem mevsiminde hem de kurutulmuş halde daha sonra da tüketirler. Yine de geleneksel beslenme alışkanlıklarına sağdık kalan İnuitlerin aldıkları kalorinin %75’i hayvansal yağlardan gelmekte. Geri kalan besinlerinin önemli bir kısmı ise hayvansal protein.

Eminim okurlar arasında tamamen bitkisel besin tüketenler (veganlar) ve et tüketmeyenler (vejetaryenler) olduğu gibi ağırlıklı olarak hayvansal besin tüketenler de vardır. Ama en uç örneklerin bile İnuitlerin etçil beslenme alışkanlıklarına yaklaşması bile ihtimal dahilinde değil. Tarımsal bir toplum olmanın getirisi olarak taze sebze ve meyve yemeyenlerimiz bile en azından ekmek, bulgur, pirinç, makarna gibi tahıl ve tohum temelli gıdaları sıklıkla tüketmekte. Dahası, yiyecek ve içeceklerimizin neredeyse hepsinde eklenmiş şeker ve nişasta bulunmakta. Bu nedenle, tarımsal toplumlarda en etçil beslenen bireyler bile kalorilerinin önemli bir kısmını şekerlerden (karbonhidratlardan) almakta. Bir bakıma İnuitlerin neredeyse sürekli olarak ketojenik ya da ona yakın bir beslenme düzeninde yaşadığı söylenebilir.

Aramızdan biri iç hastalıkları doktoruna gidip “Sebze-meyveyi, tahılı ve bitkisel besinlerin tamamını bırakıp karnımı üç öğün kırmızı et ve hayvansal yağ ile doyurmak istiyorum” dese, sanırım doktor bize aksi yönde telkinde bulunacaktır. Gözleri pörtlemiş bir halde eğer bitkisel besinlerden tüketmezsek nasıl temel besinlerin eksikliğini çekeceğimizi, dahası aşırı miktarda hayvansal gıda tüketmenin kalp damar sağlığımızı ne kadar sarsabileceğini, aklımızı başımıza alıp salata yememizi anlatan bir doktor geliyor gözümün önüne. Haksız da sayılmaz. Mesela bitkisel gıdalarda bolca bulunan C vitaminini etten alamıyoruz. Yine A vitamininin en güvenilir kaynağı havuç başta olmak üzere bazı sebzeler. Mesela pirinç ağırlıklı beslenen Asya ülkelerinde özellikle düşük gelirli ailelerin çocukları yeterince A vitamini alamadığından göz gelişimleri kötü yönde etkileniyor ve körlüğe kadar varabilen göz hastalıkları ortaya çıkıyor.

İnuitler binlerce yıldır o bölgede yaşadığına göre bu vitaminleri bir şekilde bulmuş olmalılardı. Konuyla en erken ilgilenmiş olan isimlerden gezgin Vilhjalmur Stefansson, yirminci yüzyılın başında kutba yaptığı seyahatler sırasında uzun sürelerle bölgedeki insanların beslenmesini taklit ederek sağlık sorunları yaşamadan hayatta kalabildi. Bunun üzerine, İnuit beslenmesinin benzerini kendi memleketi olan ABD’de iken doktor gözetimi altında da tekrarlayan Stefansson, tek kişilik deneyiyle taze ve az pişmiş hayvansal gıdalardan yeterince vitamin alınabildiğini göstermiş oldu. Ama bu soru, bilimsel araştırmalara konu ve bilim dünyasında hararetli tartışmalara da neden olmayı sürdürdü. İçine bolca ırkçılığın da girdiği bu atışmalar neyse ki bugün geride kalmış durumda. Şimdi biliyoruz ki Stefansson haklıydı, taze ve az pişmiş (ya da çiğ) hayvansal gıdaların tüketilmesi halinde sağlıklı kalmaya yetecek kadar vitamin almak mümkün. Özellikle İnuitlerin sıkça tükettiği kutup canlılarının yağ oranlarının yüksek olması hem vitaminlerin emilimini hem de bitkilerden gelen şekere erişememekten doğan kalori açığını kapatmaya yetiyor.

2002’de bugünkü Kanada sınırlarında yaşayan İnuit kadınların genelde çiğ tükettiği bazı besinlerin her birinin 100 gramında bulunan C vitaminini ölçen araştırmacılar, ren geyiği karaciğerinde 24 miligram, fok beyninde 15 miligram, kelp adı verilen yosunlarda 28 miligram, yerel olarak mattak adı verilen balina derisinde 36 miligram (portakal suyuna eş değerde) ve balık yumurtasında 50 miligram vitamin buldular. İskorbüt gibi vitamin eksikliğinden kaynaklı hastalıklardan korunmak için alınması gereken asgari C vitamini miktarı ise günlük 10 miligram. Benzer şekilde soğuk sularda gezen balıkların yağlarında ve yine kutupta yaşayan memelilerin karaciğerlerinde yüksek miktarda A vitamini mevcut. Demek ki İnuitler hiç taze meyve yemeseler de C vitamini sıkıntısı çekmemeleri doğal.

Bununla beraber, İnuit beslenmesinin de kendine göre tehlikeleri yok değil. Örneğin yüksek miktarda yağ tüketiminin kalp damar sağlığına olumsuz etkileri olacağı görüşü bugün tıp dünyasında yaygın şekilde kabul görmekte. Endüstriyel toplumlarda gitgide daha genç nüfus kolesterol seviyelerini denetim altında tutmak için birtakım ilaçlar kullanmakta. Bu ilaçların kalp damar sağlığına etkisi halen tartışmalı olmakla birlikte uzun süreli kullanımda ciddi yan etkileri de görülebildiğinden genç insanların hayatına ne etkisi olacağı da endişe yaratıyor. Gelin görün ki, İnuitlerin kalp krizi riski civarda yaşayan diğer Kanadalı ve Amerikalılarınki ile hemen hemen aynı. Dahası, İnuitlerin kalp sorunlarına bağlı ölüm riski diğer nüfusun yarısı kadar. Bu ilginç duruma “İnuit Çelişkisi” deniyor ve araştırmacıların açıklamak için kafa yorduğu konular arasında.

Bazı araştırmacılara göre İnuit beslenmesinin, hayvansal ürün ağırlıklı endüstriyel beslenme biçiminden en büyük farkı yağlar. Kanada Quebec’teki Laval Üniversitesi’nde önleyici hekimlik uzmanı Eric Dewailly’ye göre, yabanda gezen hayvanların vücutlarında biriken yağlar besi ile yetiştirilen çiftlik ya da tesis hayvanlarınınkinden farklı. Yaban hayvanlarının yağı çok daha az doymuş yağ molekülü içerirken omega-3 gibi sağlığa yararlı olduğu düşünülen moleküller bakımından zengin. Yani bir bakıma, besi hayvanlarından gelen yağ yapısal olarak tere yağı ya da margarin gibi yağlara benzerken bir balinadan ya da Kutup Denizi’nde yakalanmış balıktan gelen yağın önemli bir kısmı yapısal olarak zeytin yağı gibi bitkisel kaynaklı yağlara benziyor. Bu durum göz önüne alınınca, İnuit beslenmesinin endüstriyel etçil beslenmeden çok günümüzde çokça övülen Akdeniz Diyeti’ne benzediği ortaya çıkıyor (tabii normalde bitkilerden gelen lif içeriğini saymazsak).

Sanırım ete düşkün okurlar bu noktada hayal kırıklığına uğramışlardır. Zira bütün bilgilerimizi toplarsak hem İnuitlerin neden bize sıra dışı gelen bir beslenme biçimine karşın sağlıklı kalabildiklerini hem de neden bizim benzer şekilde beslenerek sağlıklı kalamayacağımızı anlamış oluyoruz. Okurlarımızın çoğunun ren geyiği karaciğeri, kutup balığı yumurtası ya da fok beynine erişimi olduğunu sanmıyorum. Dahası elimize bu besinlerden yeterince geçse bile her kültürün kendi ağız tadı olduğundan, çoğumuzun bunları kolaylıkla yiyebileceğinden şüpheliyim. İnuitler, imkansız gibi görünen bir coğrafyayı kendilerine ev yapmış, bu sırada da insan aklı ve becerisinin sınırlarını zorlayarak ve muhtemelen pek çok deneme yanılma sürecini – ve erken ölümleri – atlatarak kendi ortamlarında, kendi kültürlerine uygun olan sağlıklı bir beslenme biçimi geliştirmişler. Biz de bunun benzerini olduğumuz yerde yapmıştık aslında. Fakat endüstriyel, işlenmiş, rafine gıdalar her yerde olduğu gibi bizde de dayanılmaz cazibeleri ile mutfaklarımızın altını üstüne getirdi.

İnuitler’den hiç değilse şunu öğrenmek mümkün: O diyeti, bu diyeti diye uğraşmak yerine kendi kültürümüzün damak tadına sığacak şekilde temel bazı prensipleri dikkate alarak sağlıklı yaşamak mümkün. Bu prensipler sanıyorum şu kadar basit: Doymuş yağı az, doymamış yağı bol tüketmek, toplam kalorinin %30’dan azını protein olarak almak ve (çoğumuzun doğal hayvansal gıdaya erişimi olmadığını düşünürsek) bunun çoğunu ya da hepsini bitkilerden edinmek, işlenmiş gıdanın her türünden ama özellikle işlenmiş yağ (margarin gibi) ve rafine şeker içeren yiyeceklerden olabildiğince uzak durmak.

Burada çuvaldızı kendime batırarak yazıyı sonlandırıyorum, bence hepimiz şimdikinden daha iyi beslenebiliriz ve bunun için gereken bilgi zaten elimizde – ortada bir çelişki yok.


Kaynaklar
https://www.discovermagazine.com/health/the-inuit-paradox
https://www.pnas.org/content/108/51/20444
https://www.sciencedirect.com/science/article/abs/pii/S0889157502910537
https://www.sciencealert.com/what-would-happen-if-you-only-eat-meat
https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0skorb%C3%BCt
https://en.wikipedia.org/wiki/Inuit

* Puerto Rico Üniversitesi’nde doktora sonrası araştırmacı, entomolog


PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Kürt kadınların mücadelesinin nedeni geçmişlerinde yatıyor
Sonraki Haber
Boğaziçili öğrencilerden ikisine tutuklama, ikisine ev hapsi