Ana SayfaYazarlarAbdulmelik Ş. Bekirİran-Rusya ve İsrail’in Kenan elinde çıkar ortaklığı

İran-Rusya ve İsrail’in Kenan elinde çıkar ortaklığı


Abdulmelik Ş. Bekir*


Dünyanın ve bölgenin değişmeyen savaş alanlarında biri olan Kenan’da tansiyon yine yükseldi. İnançsal, tarihsel ve kültürel geçmişi adeta başına bela olan bu coğrafyada gerginliği arttırmak hatta savaşları başlatmak artık vakayı adiyeden sayılır. Savaş düzeyinde süren son gerginliğin birçok nedeni var. Kimilerine göre son tırmanış biriken Filistinli öfkesinin yeni bir İntifada’nın başlangıcıdır ve yıllara yayılacak bir süreç olacak. Kimilerine göre ise konjonktürel bir gerilim olarak bir süre sonra daha önce defalarca olduğu gibi soğuyacak ve unutulacaktır.

Peki son tırmanışın kaynağı nedir ve ne kadar sürecek, nereye varacaktır?

Öncelikle mevcut konjonktüre bakıldığında son çatışmalarda iç dinamiklerden ziyade dış faktörlerin etkili olduğu bir tırmanış söz konusu. İsrail’de tekrar bir seçim gündemi mevcut. İki yıl içinde dört defa seçime giden ülke beşinci defa sandık başına gidecek. Bu siyasi bir sorun ve krizin göstergesi. Ülke Benjamin Netanyahu öncülüğündeki iktidar ile muhalefet arasında bölünmüş durumda. Hiçbir taraf tek başına iktidar olacak desteği halktan alamıyor. Zaman zaman koalisyon hükümetleri kurulsa da sonuç vermiyor. En ufak sorunda taraflar tek başlarına iktidara gelme hedefiyle seçime gitmeye meyil ediyor.

İsrail seçimlerinin ve dahi siyasetinin en temel ve belirleyici konusu Filistin meselesidir. Tutumlar bu mesele etrafında belirleniyor. Politikalar buna bina ediliyor. Her seçim öncesi de Yahudi milliyetçiler bu konuyu kaşımakta beis görmüyor. Zira yükseltilen milliyetçi ve dinci duygular rahatlıkla oya tahvil edilebiliyor. Gerginliğin bir nedeni seçim gündemiyle ilgili. Özellikle milliyetçi, dinci çevreler açısından gerginlikle seçimlere girmek karlı bir konudur. Bu işin iç kamuoyuyla alakalı kısmıdır. Ayrıca askeri, teknik gücü ve devlet olmaktan kaynaklı organize hali her gerginlikte kendisine kazandırmasa bile kaybettirdiği bir şey yok.

Diğer husus dış politika ve özellikle ABD’deki yönetim değişikliğinden kaynaklıdır. ABD’nin sabık Başkanı Donald Trump birçok konuda İsrail’in politikalarıyla uyumlu adımlar attı. Şu an yerinde Joe Biden var. Biden yönetimi birçok konuda Trump yönetiminden farklı düşünüyor. Bu konulardan biri de İran ile imzalanan ve Trump’ın çekildiği Nükleer Anlaşmaya geri dönme konusudur. Biden yönetimi şimdiye kadar birçok açıklamada bunun sinyalini verdi. Hem Afganistan ve Irak’tan çekilme ve askeri varlığını azaltma politikası hem de eski müttefiklerini tahkim etme stratejisi gereği gerilimin artmasını istemiyor. Kısa ve orta vadede Rusya ve İran’ın Ortadoğu’daki nüfuzunu zayıflatma ve sınırlandırma, uzun vadede de Çin’in Ortadoğu’ya nüfuz etmesini ve buradan Avrupa’ya açılmasının önünü kesmek istiyor. Bunun için Arap ülkeleri, İsrail ve Türkiye gibi geleneksel müttefiklerinin tahkimi önünde engel olan Filistin meselesinin bir çözüme kavuşmasından yana. Filistin ve İsrail arasında yaşanan gerilim İsrail ve Arap ülkeleri arasındaki normalleşmeyi etkilemesinden yana değil.

ABD Ortadoğu’da askeri gücünü azaltırken çıkarlarının bu müttefikler tarafından korunmasından emin olmak istiyor. İsrail’in güvenliğini ve çıkarlarını da hem bu aksla hem de İran ile geliştirilecek yeni bir nükleer güç anlaşmasıyla korumayı hedefliyor. Ancak anlaşma İsrail’i oldukça rahatsız ediyor. Zira etrafındaki hiçbir güce ve oluşacak müttefikliğin ne kadar süreceğinden emin değil. ABD’nin güçlü desteği olmadan Ortadoğu’daki hedeflerine ulaşamayacağının farkında olan İsrail, ne pahasına olursa olsun Washington’un İran’a karşı tutumunu yumuşatacağı politik angajmanlara girmesini engellemek istiyor. Bunu Araplarla normalleşmeden daha önemli görüyor. Dolayısıyla gerilimi arttırmakla ABD’nin bölge müttefiklerinden ilerde elde edeceği avantajları riske ediyor ama Washington’un gücünü de garantilemiş oluyor. Yani amiyane tabirle kaz gelecek yerden tavuğu esirgemiyor.

Biden iş başı yaptığından beri İsrail’in ciddi tazyiki altında. Ancak öyle anlaşılıyor ki perde arkasında istenilen sonuç tam olarak alınmadı. İran; Filistinli örgütler üzerinde, özellikle Hamas ile ilişkisini gözlere sokarak gerginliği arttırıyor. Böylece Nükleer Anlaşma üzerinden İran-ABD arasında gelişme ihtimali olan anlaşmaya düşük yaptırmaya, defacto bir durum yaratarak bir anlamda Biden yönetimine emri vaki yapıyor. Lübnan’dan Filistin’e, Suriye’den Irak’a resmi ve vekil silahlı güçleri, Yahudi karşıtı söylemi ve politikasıyla Tahran da İsrail’e yeterince malzeme veriyor. Biden yönetiminin nötr mahiyetindeki açıklamalarına bakıldığında da ABD’deki İsrail diasporası ve lobilerin son haftalardaki hareketliliğinin yarattığı tazyiki görmek mümkün. Filistin ile gerilimi arttırmanın İsrail için ciddi bir götürüsünün olmaması da İsrail’in saldırı politikalarını kolaylaştırıyor.

Kenan’da yaşanan gerilim ABD’nin İran-İsrail denklemine sıkışan politikasında ne kadar ve nasıl bir değişime yol açacağını şimdiden kestirmek zor. Ancak gerilimin sürmesi halinde ABD açısından stratejik olan Ortadoğu müttefiklerini tahkim etme politikasının ucu açık bir süre ertelenmesini gerektirebilir. Buna paralel olarak İran’la yakın bir gelecekte nükleer anlaşmaya dönme ve İran üzerindeki ambargoyu kaldırma işi de imkansız hale geliyor.

Gerginliğin diğer tarafında ise İran ve Filistinli örgütler yer alıyor. Filistin-İsrail meselesi özü itibarıyla bir toprak ve egemenlik meselesi, savaşıdır. Ancak yılların biriktirdiği bagajlar nedeniyle esasından epeyce uzaklaşmış ve deforme olmuş bir meseledir. Çok fazla aktörün içinde olmasından kaynaklı aynı zamanda hem çok bilinmeyenli, çok kullanışlı hem de sıfır bilinmeyenli bir denklem olabiliyor. Bir yandan geniş bir iktidar skalasının “ümmet davası” etiketiyle dincilik malzemesi olarak çok müdahili ve sahipleneni olan, öte yandan milliyetçi çıkarlar söz konusu olunca kolayca ulusal çıkarlara tahvil edilen, anında satılan sahipsiz bir davadır. Dinci iktidarların iç kamuoyu desteği lazımken “Ümmet davası”,  milliyetçi-ulusalcı çıkarlar devredeyken Filistin davasıdır o.

Riyakar dinci iktidarların Filistin davasını sürekli milliyetçi ajanda ve politikalarına perde etmesi, Filistin ulusal mücadelesini kötürüm hale getirmiştir. Önemli oranda parçalanan Filistinli örgütler birleşik bir mücadele stratejisi geliştirme kapasite ve basiretini uzun süre önce kaybetti. Kendi öz dinamikleriyle mücadele geliştirmekten ziyade dış desteği önceliyor. Dışarıdan gelen destekler de tersinden Filistinli örgütlerin daha fazla parçalanmasını ve çok sayıda elin Filistin mücadelesine dahil olmasına neden oluyor. Her elin ayrı bir ajandası olması birleşik mücadeleyi imkansız kıldığı gibi ülkeyi de vekalet savaşlarının yürütüldüğü bir saha haline getiriyor. Ortadoğu’nun despotik yönetimleri bazı hamlelerini Filistin davası üzerinden vererek mütemadiyen Filistin halkına travma yaşatmaya devam ediyor.

Bu anlamda yaşanan son olaylar hegemon ve bölgesel güçlerin politikalarından azade değildir. ABD’nin Rusya ve İran’ın nüfuzunu sınırlandırmaya dönük müttefik tahkimin stratejisine karşı bu iki ülkenin müttefikliği imkansız kılma politikalarının sonucudur. Biden yönetiminin önceki yönetime oranla İran’a karşı görece yumuşak söylemine rağmen ambargo altında inleyen İran’ın bu politikayı akamete uğratacak girişimde bulunmasında nasıl bir faydası olduğu yönünde haklı bir soru sorulabilir. Ancak İran da İsrail gibi bir tercih yapıyor. ABD’nin İsrail, Arap ülkeleri ve Türkiye’yi bir araya getirmesi, Filistin davasının belli bir düzeyde denetiminden çıkmasını ambargodan daha tehlikeli görüyor. Burada her tarakta bezi olan ve ABD ile müttefiklerinin bir aks oluşturmasını kendisine yönelik tehlikeli bir adım olarak gören Rusya’nın etkisini de görmek gerekir. ABD’nin son yıllarda geleneksel müttefikleriyle arasının bozulmasında ve ilişkilerinin zayıflamasından en fazla yarar sağlayan ülke Rusya’dır. Bu sürecin devamı ve ABD’nin Ortadoğu’da askeri varlığını azaltması Rusya’nın bölgenin hakimi haline gelmesinin yolunu açıyor.

Bu bağlamda son tırmanışın yeni bir intifadanın başlangıcı olarak ele alınması bir temenni olabilir ancak isabetli bir değerlendirme değildir. Savaştan bitap düşmüş Filistin halkının iç dinamiklerine dayanma yönü zayıftır. İsrail’e karşı kullanılan askeri tekniğin düzeyi ve yoğunluğu açıkça gösteriyor ki savaş ağırlıklı olarak bazı Filistinli örgütler tarafından yürütülüyor. Kuşkusuz bu Filistin halkının topyekun bir mücadele içinde olmadığı anlamına gelmiyor. Ancak geçmişte olduğu gibi örgütlü ve halk kesimlerinin belli bir düzeyde ortaklaştığı, eylem tarzı ve stratejisi olan bir intifada olma olasılığı zayıf görülüyor.

Daha ziyade hegemon ve bölgesel güçlerin çıkar çatışmasına dayanan strateji çakışmasının yine Filistin halkının başına patlamasıdır. Dolayısıyla kamuoylarının tepkisi altında bunalan kimi dinci, milliyetçi “İslam” ülkeleri kafi miktarda iç politikaya tahvil ettikten sonra önce soğumaya ardından unutulmaya bırakılacaktır. Daha önce defalarca yapıldığı gibi. Böylece Filistin halkı dışında herkesin karşı çıkacağı yeni bir film izlemiş olacağız. Ümmetçilik ve İslamcılıkla, milliyetçi ve ulusalcı suratları saklayan maskeler düşmedikçe, riyakarlıklar açığa çıkmadıkça bu filmleri daha çok izleriz. Daha önemlisi Filistinli örgütler ve mazlumlar kendi iç dinamiklerine dayanarak gerçekçi bir strateji ve birleşik mücadele geliştirmedikçe Filistin ulusal mücadelesi kan kaybetmeye, Filistin meselesi çözümsüz kalmaya devam edecektir.


* İstanbul Üniversitesi’nin İletişim Fakültesi’nde gazetecilik ve Fen Edebiyatı Fakültesi’nde ise Hititoloji okudu. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde yüksek lisans yaptı. 1999’da başladığı gazetecilik çalışmalarında Azadiya Welat, Özgür Gündem ve Dicle Haber Ajansı’nda dış politika, kültür ve dil, siyaset üzerine yazı ve analizleri yayımlandı. 2016’dan bu yana Gazete Karınca’da düzenli yazıları yayımlanmaktadır.



Önceki Haber
İki yanımda iki polis ellerim kelepçede
Sonraki Haber
Greenpeace: İngiltere'deki plastik atıkların yaklaşık yüzde 40'ı Türkiye'ye getirilip yasadışı olarak yakıldı