Ana SayfaManşetİki yanımda iki polis ellerim kelepçede

İki yanımda iki polis ellerim kelepçede


Reyhan Hacıoğlu


Bitirmem gereken işler olduğu için evden erken çıktım o sabah. Annem uyanmasın diye ayakucuma basmama rağmen uyandığını fark ediyorum. O toparlanıp gelmeden çıkmak için alelacele askıdan evin anahtarını alamadan çıkıyorum.

Köşeyi dönmeden eve bakıyorum uzun uzun. Babam yıllarca didinip, hamallık yaparak kendi elleriyle yapmış. Çok güzel değil ama annem, ablam ve kardeşimle bana öyle kocaman ki o vefat ettiğinden beri. Sıvaları dökülmüş, çatısı kırılmış iyi bir iş çıkarsa belki bu sene yaptırırız. Okul da biter hem. Bakalım şu eylem bir aradan çıksın da günlerdir buna hazırlanıyoruz.

Kaç zamandır arkamdakileri de fark ediyorum ama yapacak çok bir şey yok gibi. Bütün gün peşimdeler, okul, iş, bakkal, mahalle. Evi bilmesinler isterdim ama.

O sabaha yine öyle olur sandım. Ben koştur koştur otobüse yetişeceğim, önce çevirileri bırakırım kitapevine, sonra okula, sonra işe. Oradan da akşam üstü kiraz mevsimi, ki annem çok sever, biraz alıp eve geçerim. Onlar da dolanıp durur arkamda.

Ama. Ama öyle olmadı… Köşeyi döner dönmez fark ettim aslında ama kaçmak istemedim. İlerlemeye ve onlara bakmamaya çalıştım. Ama bir ses duymamla birinin kolumu kavraması bir oluyor. Ve sonra sert bir darbe, gözlerim karardı.

Günlerce mi yol gittik, aylarca mı bilmiyorum. Uyandığımda başımda şiddetli bir ağrı vardı, ellerim, gözlerim, ağzım ve ayaklarım bağlı. Kıpırdatmaya çalışıyorum ama küfürler eşliğinde darbeler geliyor peş peşe.

Acaba kaç gün tutarlar. Siyasi şube olmalı. Sık sık taciz ediyorlardı zaten. Bari eylemden önce bıraksalar. Annem de endişe eder şimdi. Zaten diken üstünde. Ne diyecekler acaba.

Bedenimin acıları gittikçe artsa da bir süre sonra alışıyorum. Uzun bir yolculuktan sonra seslerden uzak, çok uzak bir yere geldiğimizi anlıyorum. Tek bir ses bile yok. Çekiştire çekiştire bir yere getiriyorlar. Kapı sesleri ve her girilen yerde farklı bir esinti ve koku ile bir kaç oda değiştirdiğimizi anlıyorum. “At şuraya” diyen sesin ardından yere itiliyorum.

Yıllar gibi işkence ile geçen günler sonra bir gün kuş sesi duyuyorum. Ve işte o zaman işkence bir insanlık suçudur dediğimiz eylemler geliyor aklıma anne. Ama biz bunu yapanların da nihayetinde insan olduğunu düşünüyorduk! Detayları seni incitecek o kadar şey yaptılar ki anne…

Kalan tek gözümü kısarak ışık almaya ve sesi duymaya çalışıyorum. Keşke şu an şurada ölsem, “Beni bul, beni bul anne” dediğim o kadar çok an yaşadım ki bu cehennemde.

Pişman mı? Değilim elbette, olmam da. Kimse bunları yaşamasın diye başlamadık mı? Dün akşam ki sanırım akşamdı, zaman kavramları bir haylidir geçişken ve değişken çünkü; “İyi dayandın it” diye dalga geçti verdiği elektriğin voltajını yükselten. Sahi iyi dayandım değil mi anne… Canım acımadı desem yalan olur; Kırılmadık bir kemik, ellemedik insan onuru bırakmadılar ama yine de bir ah demedim…

Keşke anneme mektup yazma şansım olsaydı diyorum. Kardeşlerim, yoldaşlarım, beni tanıyan herkes için taşıyacakları bir fotoğraf olmak, yüreklerinde bir “kayba” dönüşmek istemezdim… Ve eğer o gün son günümse şayet anneme sarılmak isterdim evden çıkmadan. Bir haftadır hiç görmemiştim afişti, bildiriydi, toplantıydı derken…

Olacakları o kadar iyi biliyorum ki. Akşam beni bekleyecek annem, şayet kimse görmediyse alındığımı. Gelmeme saatler kala cama çıkacak. Sonra saat geldiğime on geçe yüreği sıkışacak, gözlerini telaş alacak, elleri titreyecek. Anahtarı alıp bir koşu alt sokakta Ali’yi bulacak ve “Birlikte değil miydiniz” diyecek… “Görmedim” diyen Ali’nin son sözleri olacak duydukları, göğü kararacak, nefesi tükenecek… Ahh be annem!

Karakoldu, okuldu, işti her yere koşacak ablamla. Murat daha küçük, komşulara bırakıp çalmadık kapı bırakmayacak. Bir telefon sesi, kapı çalması onu yerinden uçuracak ama her seferinde daha kederli oturacak o cama. “Bizde değil” diyecekler o zamanlar bana işkence edenler. Saatler, günler, haftalar ve aylar geçecek. Evimiz sessizleşecek, annemin, ki çoktu beyazları artacak, gözleri kederden ışığını kaybedecek, elleri daha sık titreyecek.

Kardeşi de öyle olmuş zira… Bilir o yüzden nasıl ölünür zamanla azar azar… Sesi çıkmaz olacak, konuşsa sanırsın birilerini incitecek ama şimdi birilerinin incittiği annem susacak bir ömür. Sesi ki, güzeldir, biz duymayalım diye, kısık kısık ağıt yakardı. Şimdi ise çığlık çığlığa ama sessizce, yüreğinin tüm dağlarını yerle bir ederek içine içine yakacak o ağıtları. Ahh be annem!

Odam o sabah nasıl bıraktıysam öyle kalacak. Dokunmayacak kimse aceleden düşürdüğüm cep aynama bile. Annem kimse yokken en çok orda olacak. Dokunup dokunup ağlayacak, konuşacak ve sıkça sarılacak kalanlara… Bir süre evin her tarafında adım yankılanacak, sabah ben akşam ben öğlen ben ve hep ben. Annem gidenin gelme ihtimali ile birer taziye evine dönüşen hayatları bildiği için bir gün, bir sabah uyanıp adımı anmayacak bir daha. Ya da herkes öyle bilecek… Çünkü artık evinde iki çocuğu ve iki “kaybı” olacak. Herkes bilecek ama kimse bir şey demeyecek. Ve o gizli gizli tutacak kalan çocukları için yasımı, ahh be annem!

Ablam, kardeşim ah sevgili çok sevdiklerim…  Biliyorum herkes kendi içinde yaşayacak “kaybını”. Ablam sevdiğim yemekleri yapmayacak bir daha, bir daha kimseyle kavga da etmeyecek, ya kavgalı olursak ve bir daha görmezsem diye… Ki kırgın da değilim, ah ne çok bilsin isterdim…

Kardeşim büyüyecek ve belki bu hikâyenin en talihsizi o olacak. Evde iki “kayıp”, iki “yaralı” ve bir ölü ile yaşayacak. Ve o götürecek her Cumartesi annemi… Ve benim güzel annem yol boyuna beni arayacak, gerçi hep arayacak ya. Kiminin ayakkabısını benimkine benzetecek, kiminin saçını. Bazı bazı sesimi duyduğunu sanacak ve dışarı her çıktığında bana benzerleri takip edecek. Kokumu duyacak ve her sevdiğim şeyi gördüğünde derin derin dalacak. Gözlerimi, en çok gözlerimi özleyecek sevgiyle baktığı ve ablamın oğlu bana benzediği için en çok onu sevecek ve kimse bunu bilmeyecek…

Ve annem bir Cumartesi Annesi olacak… İlk zamanlar hayli zorlanacak “Ben kemik değil oğlum için geliyorum, biliyorum gelecek” diyecek ama zamanla öfkesi öyle büyüyecek ki, almışlar ya en sevdiğini, ne engel ne yasak ne saldırı ne gözaltı durduracak onu… Annem cumartesi olacak, annem Barış Annesi olacak, annem “kayıp” yakını olacak ve annem acısı derin verdiği bedeli ağır olan milyonlarca kadına karışacak…

Hep ama hep bir umut olacak içinde ve her kapı açıldığında “Anne ben geldim” sesi duyacak, yer yer, sık sık. O almadığım anahtar var ya o sabah evden çıkarken, o annemin en büyük yarası olacak ve bu yüzden geceleri hiç yatmayacak, gelirsem kapıda kalmayayım diye… Ahh be güzel annem!

Zaman geçecek, yıllar çoğalacak, annemin yanına yeni anneler oturacak ve belki annem… Ama gençler de olacak benim gibi, bizim gibi “kayıpların” akıbetini soran. Adları duyulacak annelerin, birer sembole dönüşecekler ve sadece “kayıp yakınları” değil binlerce, milyonlarca insan omuz verecek. Bu sadece bizim davamız değil çünkü. Çünkü bu insanca, onurluca yaşamak isteyen milyonların hikâyesi bu güzel annem… Ben gitsem de binlerin, milyonların olacak artık, yaz kış, her saldırıda yanında. Üzülme artık demek isterdim ama biliyorum… Ahh be annem!

Senden ayrılalı böyle böyle bir hayli “kayıp” yıl oldu… O sabah, o kuş seslerini duyduğum sabah işte o asıl son günmüş anne. Bir ormana götürdüler, her tarafım kırık olduğu için sürüklediler yerlerde. Takatim olsaydı ayağa kalkmak isterdim ne pişman ne korkuyordum çünkü. Ama öyle takatim yoktu ki sadece kuş sesine odaklanacak kadar gücüm vardı.

Bir, iki ve sanırım üç kişiler. Bir ağaca yaslıyor “itin biri”, diğeri ayağımı tekmeleyip topluyor. Karşıma geçecek kadar bile cesaretleri yok, yandan geliyor o yüzden silah sesleri…

Ve bir bahar sabahı sanırım, hafif bir rüzgâr esiyor yüzümde. Ne kadar güzel kokuyor her yer. Kanat sesleri duyuluyor çokça, korktularsa şayet… Ve o huzur veren kuş sesi de kesiliyor.

İHD tarafından 1995’ten beri 17-31 Mayıs tarihleri arası “Kayıplar Haftası” olarak anılıyor. Binlerce kişinin katledildiği, “kaybedildiği bir ülkede anlatılan hepimizin, herkesin hikâyesi ve bugün birçok anne sarılacak bir mezar, dokunacak bir “kemik” bulamadan hayatını kaybetse de onlar adına da ne unutuyor ne affediyoruz. Hakikat ortaya çıkana kadar direnmeye ve onların yanında olmaya devam edeceğiz.




Önceki Haber
Cezaevinde Corona’dan bir haftada beşinci ölüm
Sonraki Haber
İran-Rusya ve İsrail’in Kenan elinde çıkar ortaklığı