Kaldırıma ve hatta bisiklet yoluna (!) taşmış bir kalabalık… Ellerde dosyalar, belgeler… Kar ve soğuktan morarmaya ramak kalmış parmaklar… Ara ara işitilen “Sıraya riayet edelim, sabahın köründen beri burada bekliyoruz hayret bir şey ya!” serzenişleri…
Birkaç hafta önce topallaya topallaya gittiğim ve saatlerce kuyrukta beklediğim T.C. Berlin Konsolosluğu önünden minik bir kesit. Malumunuz, yurtdışında yaşayan ve o ya da bu nedenle yaşamak zorunda bırakılan T.C. vatandaşlarının 27 Nisan – 9 Mayıs 2023 tarihlerinde oy kullanabilmesi için adres beyanında bulunma zorunlulukları var. Pek çok ülkede posta yoluyla adres beyanı yapılabilmesine karşın maalesef Almanya ya da daha spesifik bir ifadeyle Berlin eyaletinde yaşayanlar bu başvuruyu ancak yüz yüze gerçekleştirebiliyor. KHK’lilerin ve sivil ölümün dayatıldığı ya da başka siyasi sebeplerle T.C. konsoloslukları ve temsilciliklerine adım atması mümkün olmayanların, dolayısıyla adres beyanında bulunamayan ya da bulunmak istemeyenlerin seçimlerde nasıl oy kullanabileceği bir muamma.
Almanya’da yaşayan T.C. vatandaşları, sürgünler ve muhalifler rüzgârın yönüne göre zaman zaman buradaki siyasilerin ve basının gündemine giriyorlar. Yaklaşan 14 Mayıs seçimleri bu rüzgârın kuvvetle esmesine vesile olurken, burada yaşayanların kime oy vereceği ve seçim sonuçlarının Almanya ve diğer AB ülkelerini nasıl etkileyeceği bir süredir gündem başlıklarından biri. Basının yanı sıra Türkiyelilerin kurduğu örgütler, sivil toplum kuruluşları ve özellikle sürgünde yaşamlarını sürdüren Kürt diasporasının ön ayak olduğu oluşumlar, yurtdışında yaşayan seçmenlerin nasıl ve nerelerde oy kullanabileceklerine, yurtdışı seçim takvimi ve dikkat edilmesi gereken başka hususlara ilişkin bilgilendirme kampanyalarına imza atıyorlar. Çünkü Almanya’daki T.C. vatandaşları, vatandaşlık hakkını kaybetmemiş (yani mavi kartı olmayanlar) ve çifte vatandaş olanlar ancak 2014 yılından bu yana gümrük kapılarının dışında kurulan sandıklarda (yurtdışı temsilcilikleri ve konsolosluklarda) oy kullanabiliyor. Özellikle yıllarca oy kullanması mümkün olmayan yurtdışı seçmenlerinin bilgilendirilmesi ve mobilize edilmesi bu anlamda büyük bir önem taşıyor. Sosyal medya başta olmak üzere her türlü fiziki ve sanal platform seçimlere kanalize olmuş durumda.
Almanya’ya karşı Erdoğan
2014 tarihli düzenlemenin Türkiye’deki siyasetçilerin yurtdışında seçim kampanyası yürütme arzusunu ne derece körüklediğini biliyoruz.
Almanya’da yaşayan Türkiyelilerin, Almanya seçimlerinde ağırlıklı olarak yabancı düşmanlığı ve göçmen karşıtlığıyla mücadeleyi ve göçmen haklarını gündemine alan sol eğilimli partilere, Türkiye seçimlerinde ise AKP’ye oy verdikleri pek çok kez dile getirildi. Bunun önemli sebeplerinden biri elbette Almanya’da yaşadıkları dışlanma, ırkçılık ve uyum problemleri olsa da bu konuda yeteri kadar araştırma yok. Bununla birlikte Almanya’nın, son altı yıldır Türkiyeli siyasetçilerin ülkede seçim kampanyası yürütmesini yasaklaması, Erdoğan’ın sıkça Almanya’yı ve Almanya’daki kendi seçmen kitlesini hedefleyen kutuplaştırıcı sözler sarf etmesine sebep oluyor. Kerameti kendinden menkul er(k)il bir özgüvenle “Ya ben istersem gelirim. Gelirim ve kapıdan sokmadığınız zaman veya konuşturtmadığınız zaman da ben dünyayı ayağa kaldırırım,” gibi meydan okumalar, bir anda Türkiye’nin dış ilişkilerini belirleyiveriyor.
Dahası Erdoğan, 2017’de Almanya seçimlerinde oy kullanabilecek olan ‘Türkleri’, propaganda yasağı kararının alınmasında sorumlu gördüğü CDU (Almanya Hıristiyan Demokrat Birliği) ve SPD’ye (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) oy vermemek konusunda da uyarmıştı.[1]
Depremin ardından yaşananlar, AKP ve seçimler
Bilhassa Erdoğan rejiminin mali açıdan ülkeyi uçuruma sürüklediği, bilhassa yaşanan iki büyük depremin ardından depremden etkilenenlere ulaşmayan destekler ve hak ihlallerinin katı AKP seçmenini bile derinden etkilediği ve seçimlerde AKP’ye oy verip vermeyeceği Almanya basınına en sık taşınan başlıklar arasında.
Geçtiğimiz haftalarda, Federal Meclis İnsan Hakları ve İnsani Yardım Komisyonu’nda yapılan bir oturumda Almanya hükümeti ve diğer siyasi partilerin Türkiye seçimlerine dair görüş ve izlenimlerini paylaştıkları bir toplantıda ırkçı ve sağcı AfD (Alternative für Deutschland – Almanya İçin Alternatif Partisi) parlamento grubu, Şubat ayında yaşanan deprem felaketinin boyutları konusunda Türkiye Cumhurbaşkanı’nın siyasi sorumluluğunu gündeme getirirken, FDP (Frei Demokratische Partei, Hür Demokratik Parti) parlamento grubu ise deprem bölgelerindeki tüm seçmenlerin önümüzdeki seçimlerde sandığa ulaşıp ulaşamayacağı konusundaki şüphelerini dile getirdi.
Türkiye’nin kaderini belirleyecek seçim diye isimlendirilen ve sık sık Demokrat Parti’yi iktidara taşıyan 1950 seçimleriyle karşılaştırılan bu seçimde Almanya’da oy kullanabilecek seçmen sayısının yaklaşık 1 milyon 400 bin olduğu ifade ediliyor. Ancak her ne kadar Almanya’da sandığa giden Türkiyeli seçmen sayısı diğer ülkelere oranla biraz daha yüksek olsa da bir önceki seçim döneminde yurtdışında sandığa gidenlerin oranı yüzde 50’yi geçmemişti. Almanya basını bir önceki seçimlerden bu yana ekonomik ve siyasi sebeplerle Almanya’ya göç eden ve etmek zorunda bırakılan kitlenin büyük bir kesiminin sandığa gideceğini varsaysa da katılım oranı ancak seçim sonrasında belli olacak. “Yeni Dalga” diye adlandırılan bu grupta özellikle freelance (serbest zamanlı) çalışanlar, beyaz yakalı muhalifler, sağlıkçılar yer alıyor. Kısacası sosyal statüsü ve kültürel sermayesi, 1960’lardan itibaren Almanya’ya gelen “misafir işçi”lerden hayli farklı olan bu kitlenin Millet İttifakı’na oy vereceği sıklıkla gündeme taşınıyor. Katılımın önceki döneme göre daha yoğun olacağına yönelik beklenti sebebiyle Almanya’da aralarında Aachen, Dortmund ve Bremen gibi Türkiye kökenli seçmenlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde 12 ilave seçim sandığı kuruldu.
“Bizim LGBT ile işimiz yok”
Seçimlere dair analizlerin büyük bir kısmı ekonomi, enflasyon, yolsuzluk ve deprem ekseninde ilerlerken bir diğer önemli başlık ise kadın ve LGBTİ+ hakları etrafında kümeleniyor. Milliyetçi-muhafazakâr partilerle ittifaka giren AKP’nin kadın ve LGBTİ+’lara yönelik tutumu herkesin malumu. AKP’nin iktidara geldiği günden bu yana natrans kadın ve trans kadın cinayetlerinin sayısı her geçen gün katlanarak artıyor. Direne direne kazandığımız haklarımıza ve yaşamlarımıza göz diken AKP rejimi, Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesine Dair İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi. Dahası aile içi şiddete karşı ulusal yasanın kaldırılmasını talep eden Cumhur İttifakı’nın antidemokratik, kadın ve LGBTİ+ düşmanı politikaları sıklıkla seçim tartışmalarına taşınıyor. Millet İttifakı’na yönelik olarak “Gökkuşağı renklerine bürünmeye devam etsinler, bizim LGBT ile işimiz yok,” diyen Erdoğan ve AKP yandaşlarının, LGBTİ+ ve feminist kadın örgütlerine finansal ve siyasal destek sağlayan sivil toplum örgütleri ve örneğin Almanya’dan Rosa Luxemburg ve Heinrich Böll gibi vakıfları sıklıkla eleştiri tahtasına oturttuğunu biliyoruz. Hal böyleyken, Almanya’daki sivil toplum kuruluşlarının etkisiyle, Türkiye hükümetinin LGBTİ+’lara karşı nefret söylemini nasıl yoğunlaştırdığı ve kadın hakları ile toplumsal cinsiyet eşitliğini korumakta nasıl başarısız olduğu seçim tartışmaları içinde sıklıkla yer buluyor.
Almanya Federal Meclisi Türkiye’nin demokrasi karnesini tartışıyor
Geçtiğimiz haftalarda, Federal Meclis İnsan Hakları ve İnsani Yardım Komisyonu’nda yapılan bir oturumla SPD’li Olaf Scholz’un başbakanlığındaki hükümet Türkiye seçimlerine dair değerlendirmelerini paylaştı. 14 Mayıs’ta yapılacak parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ciddi bir manipülasyon olmadan gerçekleşeceğine inandıklarının ancak oylamanın adil olmasını beklemediklerinin dile getirildiği toplantıda Anayasa Mahkemesi’nin kısa süre önce HDP’nin banka hesaplarına uygulanan blokajı kaldırma kararının Türkiye demokrasisi adına umutları arttırdığını, ancak basın ve fikir özgürlüğüne ilişkin endişelerinin devam ettiği vurgulandı. Toplantıyla paralel bir çizgide Almanya basınında, özellikle muhalif ve göçmen yanlısı mecralarda büyük bir kısmını Kürt gazetecilerin oluşturduğu tutuklu gazeteciler meselesi hak ihlalleri ve nefret suçları bağlamında sıkça değinilen konulardan bir tanesi.
Toplantıda ele alınan seçimle ilintili bir diğer konu ise Türkiye’deki sivil toplum. Hükümet temsilcisi dezenformasyon yasasına ve sivil toplum üzerinde artan baskıya dikkat çekti. Sivil toplum üzerindeki baskı Özellikle Osman Kavala’nın tutukluluğunun sürmesi etrafında ele alındı. Ayrıca toplantıda farklı parlamento gruplarının üyeleri de demokratikleşme sürecine daha fazla destek verilmesi gerektiğine ve hatta muhalefet üyelerine karşı işlenmiş olası suçların Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde soruşturulmasının önemine değindiler.
Son olarak bahsetmek istediğim ve zaman zaman diğer yazılarımda da değinmiş olduğum husus, Türkiye askeri güçlerinin iki büyük depremin yaşandığı günlerde dahi Rojava ve bölgeye yönelik saldırılarına devam etmesi ve bu saldırının ne Avrupa / Almanya siyasi gündeminde ne de Türkiye basınında kendine yer bulduğu… Almanya’nın Türkiye’nin işlediği suçlara nasıl ve hangi araçlarla ortaklık ettiğine daha önce başka bir yazıda değindiğim için burada girmeyeceğim ancak bu notu düşmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Almanya ve Türkiye arasındaki silah ticaretini bir gündem maddesi olarak tartışmaya açan ve meseleyi Kürtlerin yaşam hakkı ihlali perspektifiyle ele alan belki de tek parti Die Linke / Sol Parti. Söz konusu Federal Meclis İnsan Hakları ve İnsani Yardım Komisyonu toplantısında, Sol Parti grubu seçimlere dair yorumlar yapılırken, Türk ordusunun diğer yerlerin yanı sıra Irak’taki Kürt mevzilerine düzenlediği ve mülteci kamplarını da etkileyen saldırıları da akılda tutmanın gerekliliğine vurgu yaptı.
AKP’nin hak ihlali karnesi sıklıkla seçim tartışmalarına damgasını vursa da ve bu tartışmaların yarattığı genel tutum karamsar bir tablo çiziyormuş gibi görünse de gücümüze, sözümüze, kararlılığımıza ve eylemliliğimize hiç olmadığı kadar ihtiyacımız var. Almanya’dan Türkiye seçimlerine bakınca AKP ve destekleyicilerinin faşizmi, er(k)illiği ve militarizm sevdası karşısında 8 Mart’ta meydanlarda direnen, dans eden, şarkı söyleyen kadınları, her türlü baskı ve şiddete rağmen gökkuşağı bayraklarıyla Onur Yürüyüşü’nden taviz vermeyen lubunyaları görmeye ihtiyacımız var. Yeni yaşamı kurmanın olmazsa olmazlarından biri, umudu yeşertmek.
Evet bu ‘felaketten’ birlikte kurtulacağız ve yaşamlarımızı bir aradalıklarımızı kutlayarak/haykırarak sürdüreceğiz.
[1] 2021’de Heinrich Böll Vakfı’nın internet sitesinde Ali Çelikkan’ın Almanya’daki Türkiye kökenlilerin siyasi katılımının evrimini tartıştığı yazısına göre başlangıçta marjinalize edilen Türkiye kökenliler, belediye düzeyinde siyasete katılmak için “yabancılar danışma konseyleri” tarafından temsil edilmişlerdir. Vatandaşlığa geçiş ve siyasi katılım talebinin artmasıyla birlikte, Türkiye kökenli kimselerin Alman siyasetine daha fazla dahil olduğu ve siyasi tercihleri yıllar içinde çeşitlilik göstermiş olsa da geleneksel olarak SPD’ye yakınlık duydukları ifade ediliyor. Konrad Adenauer Vakfı’nın araştırmasına yer verilen yazıda son yıllarda SPD’ye olan desteğin azaldığına ve CDU’nun popülerlik kazandığına işaret ediliyor. Bu değişim, CDU’nun SPD’nin entegrasyon vaatlerini yerine getirmesine, Türkiye kökenlilerin değişen dünya görüşü ve siyasi tercihlerine ve SPD’nin çifte vatandaşlık konusunda verdiği sözleri tutmamasına bağlanıyor. Siyasi görüşlerinden bağımsız olarak Almanya’daki Türkiye kökenli toplulukların gündelik sorunlarının oy verme biçimlerini etkilediği kuşkusuz. Örneğin, Kreuzberg gibi büyük göçmen kitlelerini barındıran bir bölgede kirli sokaklar ve mahalledeki kaos gibi sorunların yarattığı endişe, bu sorunlara eğilen CDU gibi muhafazakâr partilerin oy kazanabilmesine vesile oluyor. Bkz. https://www.boell.de/de/2021/09/28/deutsche-politik-und-die-tuerkeistaemmigen-waehlerinnen.
Tebessüm Yılmaz kimdir?
Risk altındaki öğrencilere güvenilir alanlar açılabilmesi için mücadele eden feminist aktivist-araştırmacı. Barış İçin Akademisyenler’in (BAK) “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildirisini imzaladıktan sonra doktora çalışmalarına Berlin Humboldt Üniversitesi’nde devam ediyor. Akademik çalışmalarının yanı sıra çeşitli dergi ve gazetelerde yazıları yayınlanıyor.