Ana SayfaYazarlarHasan KılıçKürt sorunu: Kim, hangi konumda?

Kürt sorunu: Kim, hangi konumda?


Hasan Kılıç


Kürt Sorununda çözüme mesafeyi ölçebilmek ve siyasal iklimi okuyabilmek adına “nereden ve nasıl yapılmalı” sorularının ardından gelecek soru, “kim” ve “kimler” ya da “kimlerle” Kürt Sorununda çözüm mümkün olur sorusudur.

AKP-MHP ittifakı, 2015 yılında kuruldu. 2013-2015 yılları arasında gerçekleşen Çözüm Süreci, Kürtlerin varlık mücadelesini hak ve hakikat mücadelesine dönüştürerek kamusallaştırdı. İki yıllık zaman zarfında Cumhuriyetin kurucu fay hattı olan Kürtlerle ilişkiler dönüşüme uğradı ve resmi bilme-hissetme biçimleri yapı söküme uğratıldı. Böylece Devlet-Türklük mefhumlarının eş zamanlı krizi ortaya çıktı. Tarih boyunca bu fay hattını Kürtlerin inkârı ve/veya tanınarak dışlanması gibi esnek-dönemsel politikalara terk eden devlet aklı, Çözüm Süreci ve Ortadoğu’daki gelişmelerle ya yapısal çözüm politikalarını ya da Devlet-Türklük eş zamanlı krizini aşmanın yolu olarak “eski yöntemleri” devreye koyacaktı. Hepimizin bildiği üzere, AKP-MHP ve devlet katındaki ittifakları Kürtlerle demokratik çözümü inkâr etti; krizini demokratik çözüm yerine beka gibi nosyonları koyarak aşmaya çalıştı.

Türklük ve devlet krizi

Nitekim aradan geçen sürede, AKP-MHP ittifakı krizleri aşacak hamleler yapsa da murat ettiği gerçekleşmedi. En son eski HDP MYK üyelerine yapılan siyasi operasyonları da bu kapsamda okumak gerek. Elbette sadece Devlet-Türklük krizlerini aşmak değil, aynı zamanda Demokrasi İttifakını imkânsız kılmak, muhalefeti bölerek yönetmek, HDP’yi pasifize ederek Türkiye’nin en dinamik ve mobilize muhalif grubunu bertaraf etmek operasyonun sebeplerindendir. Yanı sıra siyasalın kurucu motifi açısından esas önemli nokta, söz konusu operasyonun bir süredir devam eden ve onarılamayan Devlet-Türklük krizlerini aşmaya yönelik yeni bir hamle sürecinin başlaması ve bu hamlenin de Kürtler ve HDP üzerinden yapılmasıdır.

MYK üyelerine yönelik operasyonun Türkiye’de kurucu siyaset başlıkları ve momentlerinin esas konuşulduğu yer olan MGK toplantısının akabinde yapılması, AYM’nin İçişleri Bakanı Soylu tarafından hedef alınması gibi birçok olayı zincire bağlayarak operasyonun zamanlaması ve manasına dair çıkarımlarda bulunabiliriz. Buna rağmen gerçek şu ki, 2014 MGK’sından bugüne geçen sürede Kürt Sorunu siyasi partilerce konuşulmaya ve hatta kimi rapor hazırlıkları yapılmaya başlandı. Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’da Kürt dinamiği kısmen “geriletilmiş” olsa da bu kısmilik Devlet-Türklük krizlerini aşmaya yetmedi. Son operasyon ile birlikte bir kez daha anlaşıldı ki, AKP-MHP ittifakı söz konusu Kürt Sorunu ve Kürtler olunca MGK çizgisinde gönüllü ve ısrarcı kalıyor. Temel fikri de krizi otoriterliğe sevk ederek aşmak üzerinden şekilleniyor. Dolayısıyla bu ittifak, Kürt Sorununun demokratik çözümünde muhataplar dairesinin dışında kalıyor.

İdeolojik köktencilik yerine güç ilişkileri

AKP-MHP ittifakının Kürt Sorununun çözüm(süzlüğ)ünde bulunduğu konumu ifade etmişken, Türkiye’deki mevcut siyasal iklimin tam da Devlet-Türklük krizleri ekseninde yürüdüğünü ifade edebiliriz. Dolayısıyla yazının bundan sonraki kısmı da söz konusu siyasal iklime dahildir. Bu iklime sadece krizler değil, aynı zamanda Kürt Sorununda demokratik çözümün -sol bir iktidarla çözümü daha güçlü olabilse de- Türkiye siyasal hayatındaki partilerin büyük çoğunluğu ile gerçekleştirilebileceği fikrini de ekleyelim. Şöyle ki; Kürt Sorununun çözümündeki en büyük sorun siyasi partilerin ideolojileri değil kurumsal ayrımcılık, resmi tarih anlayışı, bilme-hissetme biçimleridir. Çözüm için “ideoloji”yi her şeye hâkim gören köktenci bir anlayış değil, güç dengelerindeki salınımlara işaret eden analizlere ihtiyaç var. Nihayetinde Kürt Sorunun esasında egemenliğin nasıl yeniden tanımlanacağı ve kurulacağı “toplumsal sözleşme”nin içeriği ve paylaşımı sorunudur.

Partilerin konumları ve Kürtler

Türkiye siyasetinde iddia sahibi olan siyasi partilerin bulunduğu spektrum çok geniş olsa da Kürt Sorununun demokratik çözümünde partiler arası mesafelerin birbirine yakınlaşabildiğini veya uzaklaşabildiğini tecrübe ettik. Bu kıymetli tecrübe bizlere partilerin Kürt Sorununun demokratik çözümüne yönelik gerçekleştirdikleri konumlanmaların ne denli önemli olduğunu öğretti.

CHP’yi ele alırsak; görünen o ki, CHP 31 Mart ve 23 Haziran 2019 seçimlerinde elde ettiği tarihi başarıları tekrarlamak istemesine rağmen Kürt Sorununun demokratik çözümünde sığ ve indirgemeci bir yaklaşıma daha yakın duruyor. Çünkü “seçim” merkezli düşünmekten kendini alamıyor, Kürt Sorununun demokratik çözümünün toplumdan doğru inşa edilebileceğini ve böylesi bir inşa sürecinin başarısının AKP-MHP ittifakının başarısızlığını getireceğini göremiyor. Dolayısıyla bir paylaşım, anayasa ve haklar sorunu olarak Kürt Sorununa yaklaşımını geri dönüş talep ettiği parlamenter sistem içerisinde net bir şekilde tarif etmekten geri duruyor, iktidar olmayı önceliyor ve böylece heybesindeki boşlukları ele veriyor. Bu tutumuna rağmen CHP’nin Kürt Sorununun demokratik çözümüne mesafesi kamusal tartışmalar, siyasi hamleler ve gelişmelere göre kısalma potansiyelini beraberinde taşıyor. Çünkü realize olmuş ve özgürlükle birlikte düşünülen bir laiklik anlayışı ve yerel demokrasinin önemini görmesi itibariyle CHP tabanı ve eliti Kürt Sorunun demokratik çözümü açısından en önemli iki momentte epeyce deneyim sahibi olmuş durumda.

Kürt Sorununun demokratik çözümüne dair söz üreten ve kamusal hale getiren ikinci parti Deva Partisidir. AKP’den kopan Ali Babacan’ın kurduğu parti, Kürt Sorununu liberal temel haklar felsefesi ve orta sınıfa dayanarak çözmeye yatkın. Nitekim böylesi bir yatkınlık çözüm ihtimali her doğduğunda Deva Partisinin karşı karşıya kalacağı birkaç gerilimi bağrında taşıyor. Bunlardan ilki Kürtlerin bir topluluk-halk olarak kabul edilerek kolektif haklarının tanınması ile Kürtlerin ferdi olarak sorunlarının çözülmesi arasındaki gerilimdir. İkincisi sömürü düzeninden ötürü iktisadi olarak geri bıraktırılmış bir halk gerçekliğine karşın liberal ve orta sınıfa dayanan “çözüm paketleri”nin reel siyaset ve toplumla arasında yaşayacağı gerilim. Deva Partisi açısından bu gerilimi yönetmek zor olsa da çözüme gitmek bir kat daha zor. Çünkü bu gerilimin aşılması için Deva Partisi’nin temel siyaset kodlarından çokça ödün vermesi gerekecek. Tüm bu temel açılar, Deva Partisi ile Kürt Sorununun demokratik çözümü arasına uzunca bir mesafe koyuyor. Nitekim çözümün ortak bir alan ve bitişik sınırlar yaratma işi olduğu göz önüne alınırsa, Deva Partisi zorlu engellere rağmen çözüme katkı sunabilecek çoklu taraflarından biri olabilir.

Üçüncü aktör olarak eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun liderliğini yaptığı Gelecek Partisi’ne bakmak gerek. Davutoğlu figürü ve fikrinin mutlak hâkim olduğu Gelecek Partisi’nin Kürt Sorunu gibi tarihsel, sosyal, siyasal ve iktisadi olarak bütüncül bir soruna bakış açısı Davutoğlu fikrinden çokça etkilenecek. Davutoğlu’nun Neo-Osmanlıcı denilen fikrine baktığımızda Osmanlı milletler sisteminden etkilendiği ve “millet-i hâkime/millet-i mahkume” gibi hiyerarşik kategorileri güncele yorumladığını görmek zor olmasa gerek. Kuşkusuz ki böylesi hiyerarşik bir kategoride millet-i hâkime “Türk”, millet-i mahkume “Kürt” olacaktır. Böylesi bir ayrım Davutoğlu’nu Kürtlerle konuşma değil, Kürtler adına konuşma yoluna götürecektir. ,

Ki bu yol, Gelecek Partisi’nin Kürt Sorununun demokratik çözümünde taraf olması önündeki en büyük engel olarak duruyor. Çünkü Kürtleri politik aktör olarak görmek yerine, himayecilik-maliklik ile karşılayan Neo Osmanlıcı fantezinin gerçekleşebilmesinin koşulları Kürtlerin politik mücadeleleri sayesinde çoktandır reel zeminini kaybetti. Bu zemini tekrar çağırmak nafile. Dolayısıyla Gelecek Partisi’nin Kürt Sorununun demokratik çözümüne katkı sunmasının yolu Davutoğlu’nun -belli ki tapınma derecesinde beğendiği- şahsi fikriyatından vazgeçmesi ve yeniden soyutlamalar yapmasını gerektiriyor. Bu durumun gerçekleşmesi Gelecek Partisi’ni de Kürt Sorununun demokratik çözümünde katkı sunabilecekler listesine yazabilir.

Siyaset ve çözüm

Türkiye’deki siyasi partilerin Kürt Sorununda demokratik çözüme olan mesafelerine bakış açısı karamsarlık-iyimserlik denkleminden çıkarılmak durumundadır. Çünkü bu tür bir denklem kurulduğu anda a-politiklik dairesine girilmiş olacaktır. Bu a-politik yaklaşıma teslim olmak yerine siyasetin ne’liği üzerine bir kez daha düşünmek gerekir. Siyaset bir konsensüs alanı değil, dis-konsensüs alanıdır. Böylelikle siyasal çözüm de farklı yaklaşımlar ve mesafeler arasındaki ilişkilerle belirlenir.

Bu mesafenin belirleyeni güç ilişkileri ise de mesafelerin kat edilmesinin yolu da kamusal tartışmalarda öznelerin birbirlerine temaslarının ortaya çıkaracağı yol haritalarıdır. Bunun aksi bir yol ve yöntem, Kürt Sorununda bir tür konsensüsü dayatır ve bu konsensüs siyasettin reddi olarak köktenciliği, çatışmaları ve totalizasyonu beraberinde getirir. Dolayısıyla siyasal bir sorunun çözümü -hele ki Kürt Sorunu gibi kurucu fikirlere muhtaç bir sorun ise- sözü daha fazla çoğaltarak, demokratik sabrın sınırlarını genişleterek gerçekleşebilir. Böylesi bir gerçekleşme, bir öğrenme süreci olarak öznelerin, toplumun ve kanaatlerin totaliterlikten uzaklaşması ve demokratik toplumun yaratılması için de son derece faydalı olacaktır.


Kürt sorununu konuşmak: Yeniden ama nereden?

Kürt sorununda yeni eşikler: Nasıl yapmalı?


PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
HDP'li Kars Belediye Eşbaşkanı Alaca dahil çok sayıda gözaltı
Sonraki Haber
Sanatçı Hozan Cane tahliye edildi