Ana SayfaManşetUmut İlkesi üzerine (II): Mesele umut etmeyi öğrenmek

Umut İlkesi üzerine (II): Mesele umut etmeyi öğrenmek


Mehmet Nuri Özdemir*


İnsan kendi mutluluğunu arar. Peki hangi mutluluk ve ne için?”

Umudu, her türlü tartışmanın dışında ve üstünde sayılan bir inanç veya bir ilke haline getirmek, ona bütünsellik-eleştirellik kazandırmak için bir felsefeye dönüştürmek, onu maddi bir zemine taşımak ve yaşamsallaştırmak için pratik politika haline getirmek mümkün mü? Bu soruları sormak bile insanın umut ilkesi ile olan müzakereyi mümkün kılan cesaretin ayak sesleri gibidir.

Eğer bu mümkünü zorlayabiliyorsak o zaman bu yazı dizisi ile salt bir kitap analizini değil, onu aşan ve Ernst Bloch’un Umut İlkesi’ndeki umuda dair temel iddiasını, yaşadığımız toplumun temel iddiası haline getirebilmek için minik bir adım atmış olacağız.

Evet, “Neden umut ile aramızda uzak mesafeler oluşmaya başladı, bu mesafenin kaynağı nedir, neden toplum olarak umutlu değiliz ve neden umutlu olmalıyız?” sorularını kendimize sorarak bir başlangıç yapmak da mümkün. Bu sorular, Bloch’un uzun uzun anlattığı umut yolculuğunu anlamak ve tartışmak için bir başlangıç olabileceği gibi bu yazı dizisinin peşine düşeceği temel çerçevenin ortalaması gibidir.

Yazının başında Bloch’un söylediği gibi, umut öğrenilebilir, aktarılabilir ve çoğaltılabilir bir şeydir. Hatta mücadelesi verilebilir. Bloch, umudun ilkelerini yorulmadan anlatırken biz de belirlenen istikamet doğrultusunda bazı güzergahlarda kıyıda kalanın, ötekinin, karanlıkta kalanın, kırılan ve hırpalananın umutlarını ekleyeceğiz.

Umuttan önceki basamak: Diyalektik düşünce tekniği

“Düşünmek sınırları aşmak demektir” diyor Bloch. Marx ise genel olarak “dönüm noktasını”, sınırları somut olarak aşmanın bilincine varmak olarak tanımlar. Ama o dönüm noktası, cepheye bakmayan bir dünyanın katı düşünce alışkanlıklarının içine gömülüdür. Orada yalnız insan değil, onun kendi umudunu idraki de dardadır.

Peki soyut düşünme pratiği dışında sınırları aşmamızı kolaylaştıracak olan bir mekanizma var mıdır? Umut İlkesi‘nin yazarı, diyalektik düşünme tekniği ile bunu başardığı gibi okuyucuyu da adeta bu teknikle düşünmeye itmektedir. Bu itki elde olan umudu daha da sağlam bir zemine davet ederken yeni başlayacak olan umudun da habercisi konumundadır.

Diyalektik düşünce tekniği insanlığın en büyük icadı, hatta denilebilir ki insanlığın en büyük kolektif mirasıdır. Diyalektik, insanlık tarihi boyunca insanın ufkunu en iyi açan düşünce tekniğidir. O açıdan diyalektiksel buluş insanlık tarihi açısından büyük bir övgüyü hakketmektedir.

Antik Mezopotamya ve Mısır’daki felsefi, iktisadi ve kültürel birikimin parça parça antik Yunan’a taşınması ile diyalektik burada daha sistematik ve işlevsel hale getirilmiştir. Mezopotamya ve Mısır’ın isimsiz kahramanlarından tutalım Antik Yunan filozoflarına ve modern filozoflar Hegel ve Marx’a kadar Diyalektik düşünce tekniği sayesinde derin “doğa, toplum ve birey” analizleri yapılmıştır. Eğer bir tanım yapmak gerekirse de bana göre Engels’in diyalektik tanımı en sade olanıdır. Engels’in tanımı şöyledir: “Dış dünyada ve insan düşüncesindeki hareketin genel yasalarını inceleyen bilimdir.”

Diyalektik ile devam etmemizin temel gerekçesi, Umut İlkesi’nin yazımının, ufkunun ve derinliğinin anlaşılması, algılanması ve anlamlı bir bütün haline getirilmesi bakımından diyalektiğe başvurmanın neredeyse bir zorunluluk arz etmesiydi. Çünkü Bloch’un her cümlesi, her analizi doğrudan diyalektik düşünce düzeneğinin içinden okunup anlaşılabilir. Bağlamı kurmanın, günümüze ve geleceğe umudu taşımanın olmazsa olmazı diyalektik düşünce tekniği ile yolculuğa devam etmektir, ancak bu teknikle umut ilkesi bir anlam kümesine kavuşabilir.

Umudun sınırsızlığı: Özgürlük ilkesi

Bloch’un Umut İlkesi çalışması, steril bir akademik çalışma değil, kitap akademik disiplinlere yaranmanın kaygısıyla yazılmamış. Kitabın genelinde toplumsal umudun kaygısı dışında başka bir kaygı taşımayan ve yazma özgürlüğünün sonuna kadar kullanıldığı çok net bir şekilde hissediliyor. Elbette bu durum kitap üzerinde yapılacak herhangi bir akademik çalışmayı engellemiyor, ancak Umut İlkesi için temel mesele akademik bir çalışma nesnesi haline gelmekten öte “tamamlanamayan ve oluş halinde olan düşlerin, iyinin, ütopyanın” ve nihai olarak umudun Bloch’a has bir metafizikle özgür bir şekilde tartışılması ve Bloch’un sanırım en büyük hayali olan sömürü ve eşitsizlikler karşısında umudun bir ilke, inanç, felsefe ve politika olarak kitlelere aşılanmasıdır.

Umudu askıdan indirmenin zamanı

Hayal kırıklığına uğrama kaygısı, iktidarın ve egemenin umudun muhtevasına dair psikolojik savaşı ve kendine ait dünyanın sahte umudunu dayatması, rasyonel şehir ve bürokrasi yaşamı düş görmeyi, hayal kurmayı ve umut etmeyi askıya almıştır. Bu durumda umudu askıdan indirmenin ilkelerini hayat felsefesi ya da bir ibadet ritüeli gibi yaşamsallaştırmak gerekir. Bunun için Bloch bize “umut etmeyi öğrenmeye” ve “umuda cüret etmeye” davet ediyor.

Arzu edilen her yol için, kendini bir başlangıç yapmak ve “başlamak” önemlidir. Ve soru sormak susmaktan, itaat etmekten her zaman daha iyidir. O zaman sormaya devam edelim: “Biz kimiz? Nereden geliyoruz? Nereye gidiyoruz? Ne bekliyoruz? Bizi bekleyen ne?” Yıllar önce Immanuel Wallerstein, Bloch’un yukarıda sorduğu bu sorulara benzer soruları daha makro yanıtlar bulmak için sormuştu.

Umudun patikası: Sorular ve aforizmalar

Bloch’un Umut İlkesi’nin omurgası sorular ve cümle aralarına iliştirdiği, kim bilir hangi zor zamanların yükünü taşımış olan aforizmalardır. O aforizmalar kimi zaman cümlenin bağlamını güçlendirirken kimi zaman da anlamı allak bullak eden bir meydan okumaya dönüşüyor. Biz de yazıda yer yer bu aforizmalara başvuracağız.

Umudun aklı: Sorgulama, sükunet, ısrar

Bloch, “eksik koşullar frenlemekle kalmaz yolu kapatabilir” der. Ona göre henüz hiç gidilmemiş bir yolun hızla kat edilmesi doğal olarak sadece başarısızlıkla sonuçlanır. Yeniye giden yolda her zaman değilse de çoklukla adım adım ilerlemek gerekir. Her şey her zaman mümkün değildir. Bazen beklemek, bazen uzun uzun düşünmeye fırsat vermek gerekir; taşa, suya, dosta, umuda kesintisiz dokunmak için….

Umut İlkesi‘ni okumak ve anlamak da böylesi sükunet ve sabır isteyen bir yolculuk gibidir. İnsanın henüz bilincinde olmadığı onca şey vardır; onca şey henüz daha olmamıştır dünyada. Bloch’a göre birçok şey henüz ‘henüz tamamlanmamış, henüz bilincine varılmamıştır’. “İnsan dünyadan alacaklı gibidir, beklemededir, ümitlerinin kırılması korkusu içinde ve başaracağı umuduyla doludur. Çünkü mümkün olan, hiçe de dönüşebilir varlığa da: mümkün, tümüyle koşullanmamışlığı itibari ile kesinleşmiş olmayandır.”

Umudun mayası: Özgür emek

İnsan, kendi emeği tarafından sürekli değişime uğratılır. Emek, Bloch’ta değişimin ve tarihin motorudur, daima sınırlara dayanır; fakat sınırları algılamasıyla beraber sınırlar sınır olmaktan çıkar-aşar onları. Bloch, emek-insan ilişkisinden yola çıkarak, kendi tarihlerinin bilinçli kurucusu olan insan sayısının çokluğunu umutla örtüşen bir çok pratiğin ön koşulu olarak görür. İnsanın tarihinin ana ekseni onun yaratıcısı olan çalışan-emekçi insan olacaktır. Fakat Bloch’a göre bu emek, dışlaştırılmamış, yabancılaştırılmamış, şeyleştirilmemiş, sömürücüsü’nün kârı için boyunduruk altına alınmamış emektir.

Umut ve düş ilişkisi

Neyin düşünü görmeliyiz? Bu kelimeleri yazdım ve irkildim” der Bloch. Düş görenin gerçeklik ve düş ilişkisine dair ise şöyle der: “Düş ile gerçeklik arasındaki ikilem, eğer düş gören düşüne ciddiyetle inanır, kendi yaşamını dikkatli gözler ve düşün de kurduklarının gerçekleşmesi için çalışırsa, zararlı olmaz. Yeter ki herhangi bir bağıntı olsun düş ile yaşam arasında, o zaman her şey yolundadır.

Bloch, sosyalizmde bu tarz düşlerin az olmasından yakınır. Bunun esas sorumluları da ona göre ne kadar ayık olduklarını iddia edenlerdir. Bloch, sosyalizmdeki düşlerin eksik oluşundan Lenin’in de rahatsız olduğuna inanmaktadır. Nasıl Yapmalı‘da Lenin için esas sorunlular, somuta ne kadar yakın durduklarını söyleyerek böbürlenenlerdir. Umuda giden yol öncelikle düş kurmayı bilmekten geçer. Bu yol Bloch’a göre “küçük arzu düşlerinden kuvvetli düşlere, sendeleyen ve istismar edilebilir düşlerden sıkı olanlarına, değişen düş saraylarından, beklenen ve sadre şifa olan tek bir düş sarayına uzanıyor.

Kırılanın, gerçekleşmeyenin bilgisinde reele ulaşmamış umut ve düş vardır. Merkezin değil kıyının, kenarın, görünmeyenin, aşağılananın ve mahallenin düşlerine uzanmak ve oradan yol tutmak gerekmektedir. Bloch, Umut İlkesi adlı çalışmasına düşleri büyüterek umudu reel olana iliştirmekle işe koyulacaktır.


*Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı zamanda sosyoloji eğitimi aldı. 29 Ekim 2016’da Diyarbakır Eğitim Sen yöneticisi iken 675 sayılı KHK ile öğretmenlik mesleğinden ihraç edildi. Yazıları Emek ve İnsan dergisi, Gazete Emek, Gazete Duvar ve Artı Gerçek’in forum sayfalarında yayımlandı. Halen Gazete Karınca’da yazmakta.
  Umut İlkesi üzerine (I)

PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Ömer İğret kendisinden ayrılan kadın ile annesini öldürdü
Sonraki Haber
Devlet ‘kıçı kırık patronun’ gücüdür!