Ana SayfaManşetDTK yargılanmaları üzerine bir kafkaesk: Herkes oradaydı!

DTK yargılanmaları üzerine bir kafkaesk: Herkes oradaydı!

 


Mehmet Nuri Özdemir*


Kafkaesk, “Franz Kafka’dan esinlenerek üretilen ve Kafka’nın tasvirlerindeki gibi, tehdit edici anlamlarına gelen bir sıfattır1; dahası tüm rasyonel ilişkilerin tasfiye edildiği, her an herkesin kötülüklerle karşı kaşıya kalabileceği, kimsenin bu tuhaflığı sorgulamadığı ve insanların gerçeklikten kopup uzaklaştığı karanlık ve irrasyonel iklim olarak da tarif edebiliriz. Son yıllarda genelde tüm nüfusun yargı kıskacına alınarak yönetilmesi özelde ise DTK odaklı yargılanmalar belki de Kafkaesk’in en karanlık aşamasını temsil ediyor. Mahkemelerin önüne gelene ceza verdiği DTK yargılanmalarında en son eşbaşkan Leyla Güven’e 22 yıl ceza verildi ve Leyla jet hızıyla tutuklandı. Bu yazıda 13 yıl önce kurulan ve daha yakın zamana kadar iktidarın resmi düzeyde muhatap aldığı Demokratik Toplum Kongresi’nin hangi amaçlarla kurulduğunu ve faaliyetlerinin neden yargılanma konusu haline geldiğini yazmaya çalışacağım.

DTK, 2007’de AKP’nin iktidarda olduğu bir dönemde 801 delegenin halk ve kurumlarca seçilmesiyle Diyarbakır’da kuruldu. Akademisyen Ahmet İnsel, Aralık 2012’deki Özerklik Çalıştayı’nda “Türkler bölünme, Kürtler asimilasyon endişesi taşıyor” demişti. DTK tam da Ahmet İnsel’in özetlediği gibi her iki halkın yaşadığı endişeyi aşmayı amaçlıyordu. Bunun yanı sıra 13 yıllık çalışmalar referans alındığında iki somut kuruluş amacı ön plana çıkıyor:

Birincisi siyasi tekellere karşı sivil toplumun gelişimini sağlamak ve demokratik toplumu güçlendirmek. İkincisi ve belki de en önemlisi kangrenleşen Kürt sorununu geniş platformlarda tartışmak ve farklı kesimlerin önerilerini de içerecek şekilde çözümüne katkı sunmaktı. Yapılan faaliyetler dikkatli incelendiğinde DTK’nin bu tartışmalara sağlam bir zemin olduğu görülüyor.

DTK’nin yapısal olarak siyasi partilerden farkı, yeni bir form olarak “hiyerarşiye mesafeli-rızaya dayalı” yatay ve gevşek bağlarla iş yapmasıdır. Toplumsal ve siyasal ilişkilenme biçimi ise siyasi partilerdeki gibi “genelge ve talimat” değil “söz ve etik” odaklıdır. Bu yönü onun en kurumsal karakteridir. Bu anlamda DTK ahlaki ve politik sözün kurulduğu bir platformdur. DTK’nin sokağa dönük tasarrufu pek yoktur. Kimi basın açıklamaları ve olağanüstü durumlarda heyetlerle yapılan ziyaretlerin dışında ağırlıklı olarak salon toplantıları şeklinde çalışmalarını sürdürmüş. Kentleşme, emek, ekoloji, kadın, ekonomi, eğitim ve sağlık gibi kamusal alanı doğrudan ilgilendiren meselelerde birçok çalıştay yapan DTK, bu çalıştaylarda tespit edilen sorunları çözüm önerileriyle birlikte “Sonuç Bildirgeleri” halinde basın ve kamuoyu ile paylaşmış. “Salon ve Sorun Odaklı” yapılan çalıştaylarda tabu olarak görülen birçok gündemin kamuoyu önünde tartışmaya açılması Kürt aydınlanması açısından önemliydi. Bu çalışmaları yerinde gözlemlemek için yüzlerce yabancı ve yerel heyet, birçok ülkenin büyükelçisi ve parlamenterleri DTK’yi birçok kez ziyaret etmişler. Ayrıca hem çalıştaylarda hem de sonuç bildirgelerinde sözlü ya da yazılı bir şekilde çatışma, şiddet veya savaşı öven açıklamalara rastlamak mümkün değildir.

DTK niye yargılanıyor?

AKP’de işler ters gitmeye başlayınca 2016’dan beri DTK’nin tüm faaliyetleri “suç”olarak görülmeye başlandı; DTK ile ilişkili herkes “suçlu”, DTK binası ise ‘suç bölgesi’ ilan edildi. DTK eşbaşkanları ve divan üyeleri başta olmak üzere, tüm delege ve komisyon üyeleri, çalışmalara katkı sunan akademisyen, aydın, sanatçı ve kanaat önderleri dahil, hatta genel kurullarına katılan konuklara kadar herkes şu an yargılanıyor. Yaklaşık üç yıldır kesintisiz bir şekilde eski-yeni tüm eşbaşkanlık divan üyeleri ve delegelerin tümünün evleri basılarak gözaltına alındılar. Bu davalarda birçok insana cezalar yağdı. Ancak yargılanmalar devam ederken AİHM’in Selahattin Demirtaş kararının 78. paragrafında “DTK’nin yasal bir örgütlenme olduğu ve DTK faaliyetlerinin örgüt üyeliğine delil olamayacağı” hukuken tescillenmiş oldu.

Yargılanma konularından biri DTK’nin Kürt parlamentosu olduğuna yöneliktir. Oysa DTK, Kürt parlamentosu gibi lanse edilse de parlamentolardan öte sivil ve siyasal toplumun bileşkesiydi. Hareket halinde ve gelişen bir yapı olarak DTK formu kendisine has bir yapıya sahipti. Tüm dünyada parlamentolar salt siyasi parti temsilcilerinden oluşurken, DTK sivil toplumun, meslek kuruluşlarının, kanaat önderlerinin, emek, kadın, ekoloji aktivistlerinin ve halk delegelerinin ağırlıkta olduğu yeni bir toplumsal örgütlenme biçimiydi. Modern kimliklerin yanı sıra geleneksel kimlikleri de (farklı inançsal ve kültürel yapıların temsiliyeti) içeriyordu. DTK farklı ve zengin temsiliyet biçimleri ile şeklen meclise benzese de işlevsel olarak yasa yapan değil mevcut yasaları eleştirerek yasaların Kürt halkı başta olmak üzere tüm farklılıkları kapsayacak şekilde yeniden düzenlenerek demokratikleşmesini savunmuştur. Haliyle bu formun suç sayılması sivil toplumun ve demokratik ilişki zeminlerinin tümünün suçlanması ile eş değer bir durumdur.

DTK nin yasadışı bir yapılanma olarak gösterilmesi de çok ilginçtir. Çünkü DTK, bileşenlerin temsiliyetiyle oluşan bir platformdur ve bu bileşenlerin tümü yasal kimliklere sahiptir. DTK delegeleri yasalarla kurulan ve faal olan siyasal ve sivil toplum kuruluşlarından seçilerek delege olmuştur. DTK bileşeni olan siyasal ve sivil toplum kuruluşlarının tümü Türkiye yasalarına göre kurulmuş ve tüzükleri yasal zeminlerde kabul edilen kurumlardır; aynı zamanda bu kurumların tüzüklerinde platform tarzı çalışmalara katılma hakkı hem yerel hem evrensel hukukta kabul edilmiştir. Buradan hareketle Demokratik Toplum Kongresi’nin şekilsel olarak 1990’lı yılların başından beri var olan ve içinde siyasi parti, sendika, baro ve insan hakları kuruluşları temsilcilerinin de yer aldığı “Emek ve Demokrasi Platformları”nın biraz daha kurumsallaşmış hali olduğu söylenebilir. Bu bağlamda DTK’nin kurumlar, siyasi partiler, dernek ve sendikalarla ilişkisi hem yasallığının bir göstergesi hem de demokratik ve sivil toplumcu karakterinin bir örneğidir. Kabaca DTK, halk delegeleri ve kurumların gönderdiği delegelerden oluştuğu için fiili ve meşru karakterini halktan, yasallığını da bileşenlerin yasal hukukundan aldığı söylenebilir. Dolayısıyla DTK legal, meşru ve fiili bir yapıya sahiptir.

22 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılan Leyla Güven 22 Aralık’ta tutuklandı

DTK’nin temel yargılanma konularından biri de “özerklik ve özyönetim” süreçlerine ilişkindir. DTK kurulduğu günden beri salt özerklik konusunda değil toplumsal barışı arzulayan birçok konuda bileşenleri ile birlikte kimi çağrılar yapmıştır. Devletin siyasi ve askeri aktörleri de Kürt meselesinde birçok kez sivil yöntemlere ihtiyaç olduğunu belirtmişlerdir. Bu nedenle ilk meclisten günümüze kadar çeşitli modeller hep tartışılagelmiştir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Atatürk “Muhtariyet”ten, Özal “Federasyon”dan bahsetmiş; Demirel “Kürt realitesinin tanınması”, Çiller “Bask Modeli”, M. Yılmaz “AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer” demiş ve Erdoğan da 2005’te Diyarbakır’da “Kürt sorunu benim de sorunumdur” diyerek sivil çözümlere işaret etmiştir. Devletin üst düzey aktörlerinin sivil çözüm önerileri Kürtlerin de kendi modellerini sunmalarını ve daha rahat konuşmalarını pekiştirmiştir. Bu anlamda DTK özerklik talebi ile çözüm modelini biraz daha somutlaştıran ve tartışma ortamı yaratmaya çalışan bir platform işlevi görmüştür. Dolayısıyla DTK, Kürt meselesinin çözümüyle ilgili hem devletin hem de Kürt siyasal aktörlerinin çözüm odaklı arayışını somutlaştıran kurum konumundadır.

Özerlik ile ilgili bir diğer nokta tartışmaların yapıldığı dönemin kamuoyu algısına yöneliktir. Hatırlanacak olursa bir dönem kamuoyunda kahir ekseriyetle “Kürtler ne istiyor, niye muğlak konuşuyorlar, neden daha açık bir model önerisi yapmıyorlar” söylemleri ağır basıyordu. DTK de oluşan kamuoyu baskısına karşı özerklik metni ile ‘bölünme değil demokratik çözüme‘ dair model önerisi yaptı. Kaldı ki özerklik sadece bir “talep” olarak kamuoyu ile paylaşılmış oldu; hem özerklik metni hem de sonradan yapılan açıklamalar bunu doğrulamaktadır. Metnin sonunda “1921 meclis ruhuyla hazırlanacak ve yapılacak tartışmalarla sonuca bağlanacak demokratik anayasa metninde, demokratik özerkliğin Kürt halkının statüsü olarak tanınması için çağrı yapıyoruzdeniliyor. Yani aslında özerklik bir “çağrı-talep” olarak kamuoyuna sunuluyor. Hatta o dönem özerklik çalıştayına katılan ve AKP’de üst düzeylerde görev alan Yasin Aktay yazdığı yazıda kaygılarını dile getirdikten sonra “Özerklik talebinin bir talep olarak dillendirilmesi ve savunulması haktırdiyor. AKP’de genel başkan yardımcılığı ve milletvekilliği yapan Hüseyin Yayman ise yazısında: “DTK’da konuşulanlar yeni Türkiye’nin yolunun Diyarbakır’dan geçtiğini bir kez daha ortaya koydudiyor.

DTK yargılanmaları, hukuken bir suçlu aramaktan öte bir kesimi yargı yoluyla suçlu göstererek siyaseten tasfiye etme politikasının devamı görünümündedir. Eğer böyle olmasaydı cemaatin faaliyetlerinden dolayı yargılanan yargıç ve savcıların tezleri DTK’nin yargılanmalarına referans edilmezdi.

Bir diğer önemli nokta ise yargılanmalar ve politik manipülasyonlarla özerklik tartışmalarının bağlamından uzaklaştırılma çabalarıdır. İddia edildiği gibi özerklik metninde bölünme, yeni bir devlet kurma değil; bunun tersine hem birçok paragrafta hem de sonradan yapılan açıklamalarda aslında bölünmeye değil bir arada yaşamaya vurgular yapılmıştır. Bunun yanı sıra DTK’nin sözün askıya alındığı, şiddetli olayların tırmandığı ve her gün cenazelerin olduğu bir atmosferde bu çağrıları yaptığını unutmamak lazım. Bu anlamda hem 2011’deki özerklik metni hem de 2015’teki özyönetim metni bir meydan okumadan öte devlete, kamuoyuna, siyasal aktörlere ve sivil topluma “tamamlanmamış ve hayata geçmemiş öneriler”den oluşan ve şiddet içermeyen taslak metinler olduğunu yeniden hatırlatmak gerekiyor. Özetle özerklik metni Kürt sorununun demokratik yollarla çözümüne dair bir tanınma talebi ve sorun çözme arzusunu içermektedir.

Bu bağlamda DTK davası Ergenekon, Balyoz veya KCK davalarından daha büyük bir hukuk garabetidir. DTK yargılanmaları, hukuken bir suçlu aramaktan öte bir kesimi yargı yoluyla suçlu göstererek siyaseten tasfiye etme politikasının devamı görünümündedir. Eğer böyle olmasaydı cemaatin faaliyetlerinden dolayı yargılanan yargıç ve savcıların tezleri DTK’nin yargılanmalarına referans edilmezdi. Bu yargılanmalarla siyasal ve sosyal aktivizmin tümü suç kapsamına alınarak ve en makul demokratik haklar bile budanıyor ve büyük bir ayırımcılığın önü açılıyor. Kürtlerin sivil ve siyasal haklarının tümü yok sayılıyor, devlet vatandaşa tuzak kurarak onarıcı hukuku değil cezalandırıcı hukuku uyguluyor. Bu yargılanmaların temel arzusu herhangi bir sorunu çözmek değil Kürt muhaliflerini cezalandırmak olduğu çok açık. Yaklaşık 3 yıldır sistematik bir şekilde yapılan ölçüsüz gözaltı ve tutuklamalar bu arzunun en somut göstergesidir.

Dolayısıyla DTK davaları iktidarın dönemsel olarak hukuku araçsallaştırarak devreye koyduğu, Kürt meselesinin çözümsüzlüğüne odaklı siyasi ve konjonktürel yargılamalardır. Kürt toplumunda ve kamuoyunda oluşan genel kanı da bu yöndedir. Son zamanlarda Kürtlerin büyük bir çoğunluğu hiçbir hukuk ilkesinin ve hiçbir yasanın kendilerini korumadığını, onlar için adaleti savunmadığını; demokratik, legal ve yasal yollarla mücadele ederek hak talep etmenin yasaların eliyle yasaklandığını düşünüyor. DTK yargılanmaları bu algıyı doğrudan besleyen gerçekliği içeriyor.

İktidar temsilcilerinin DTK yargılanmaları ile birlikte sanki DTK’yi ilk defa duymuşlar gibi davranmaları çok basit ve ucuz bir numaradır. Bu tarz ayrıca temel sorunların çözümünde ciddiyeti ve güveni tamamen ortadan kaldıran bir tarzdır. Elbette her yapısal meşruiyet, gücünü başkasının varlığından ya da onunla yan yana görünmesinden değil öncelikle kendi amaç ve hedeflerinden alır. Ancak bunun dışında meşruiyeti ve yasallığı güçlendiren pratik olay ve olgular da gözardı edilemez. Kamuoyunun da bildiği gibi DTK birçok kez iktidar tarafından kamusal alanda muhatap alındı. 16 Kasım 2013’te dönemin Başbakanı Erdoğan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ni ziyaret ederken resmî protokolde dönemin DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk vardı. Bunun dışında DTK’ye yeni anayasa çalışmasına katkı sunması için TBMM’den davetiye gönderilmesi, DTK Eşbaşkanı sıfatıyla Hatip Dicle’nin çözüm süreci heyetinde yer alması, AKP’nin 2014’te Diyarbakır’da yaptığı çözüm çalıştayına resmî olarak davet edilmesi ve çalıştaya DTK Eşbaşkanlık Divan Üyesi Seydi Fırat’ın katılması bunlardan sadece bir kısmıdır. Muhattaplık meselesi DTK kurulduğu günden beri sürekli gündemde olan bir meseleydi. Dolayısıyla geçmişte DTK’yi muhattap alanların bugün onu kriminalleştirme çabaları DTK’yle ilgili değil onların politik menfaatlerinin gidişatıyla ilgilidir.

Sonuç yerine

Kürt siyasetinin politik zeminden ayrıştırılarak tamamen yargı nesnesi haline getirilmesi bugüne kadar çözüm olmadığı gibi bundan sonraki süreçleri de zora sokan bir noktaya doğru gidiyor. Kürtlerin politik mücadeleleri yasadışılıktan öte yasanın yeniden demokrasi, özgürlük ve eşitliği içerek şekilde kurulması, kapsamının genişletilmesi ve adaletin başta Kürt halkı olmak üzere kimseyi ayrıştırmadan eşit ve evrensel temelde herkesin erişebileceği bir duygu ve hissiyat yaratmasına yöneliktir. Türkiye’nin hukuka dönmesinin zorunlu koşulu başta DTK yargılanmaları olmak üzere demokratik Kürt siyaseti üzerindeki yargı vesayetinden bir an önce vazgeçmektir.


*Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı zamanda sosyoloji eğitimi aldı. 29 Ekim 2016’da Diyarbakır Eğitim Sen yöneticisi iken 675 sayılı KHK ile öğretmenlik mesleğinden ihraç edildi. Yazıları Emek ve İnsan dergisi, Gazete Emek, Gazete Duvar ve Artı Gerçek’in forum sayfalarında yayımlandı. Halen Gazete Karınca’da yazmakta.




Önceki Haber
Kürt diasporasının doğuşu
Sonraki Haber
Polis ve askerlerin işkencesine takipsizlik, şikayetçiye ceza