Ana SayfaYazarlarAbdulmelik Ş. BekirBir peşrev gösterisi olarak NATO zirvesi ve Biden-Putin görüşmesi

Bir peşrev gösterisi olarak NATO zirvesi ve Biden-Putin görüşmesi


Abdulmelik Ş. Bekir*


ABD’nin yeni başkanı Biden, NATO zirvesi vesilesiyle ilk yurt dışı ziyaretine çıktı. Gerçekleştiği dönem ve konular itibarıyla önemli bir zirveydi. Dünyanın gözü de zirveye çevrildi. Umutlar büyük, beklentiler yüksek. Nedir bu önem: Uzun süredir krizde olan kapitalist sistemin çarkları dönmüyor. Halk ayaklanmaları, isyanlar, askeri darbeler, fiili işgal ve ilhaklar, ekonomik, sosyal ve siyasal krizler sistemin SOS verdiğini gösterdi.

Sistem açısından böylesi kritik bir dönemde Trump gibi bir figürün başkanlığında ABD, can çekişen sistemi adeta yüz üstü bıraktı. ABD’nin müesses nizamının klasik politikalarının aksine dünyanın birçok alanında, özellikle çatışmalı alanlarda askeri olarak geri çekilme söylemine sarılarak adeta görünmez oldu. ABD’ye dayanarak nüfuz icra eden AB ülkeleri de benzer bir politika izledi. Bu durum küresel düzeyde siyasi bir boşluk yarattı. Rusya ve Çin gibi bölgesel, Türkiye ve İran gibi despotik aktörler boşluğu doldurma çabasına girdi.

Ukranya’dan Ermenistan’a, Suriye’den Irak’a, Yemen’e Libya’ya kadar yaşanan vekalet savaşları, işgaller boşluğu doldurma çabasıydı. Tehlike kapısına dayanınca ipin ucunu kaçırdığının farkına varan ABD ve AB panikle önlem alma çabasında. Nitekim Biden iş başına geldiği ilk günden itibaren sık sık, “ABD geri döndü” söylemini ifade etmekten imtina etmiyor. NATO zirvesi bu “dönüşün” ilk adımı oldu. Sonuç bildirgesine de bakıldığında NATO ve buna bağlı olarak mevcut sistem için bir dönüm noktası olduğu aşikar.

ABD ve AB’nin yeni dönem yol haritası ortaya çıktı. Amiyane tabirle ABD, Trump’ın hırpaladığı NATO üzerinden müttefikleriyle nikah tazeledi. Birlik mesajı verildi. Nikah yenilemenin sistemin yapısal sorunlarına çare olması ve yaşanan derin krizi aşması çok mümkün görünmüyor. Ancak bazı sorunları çözerek krizi hafifletebilir. ABD ve AB güç birliği yaptığında sistemi yamalama gücü var. Bunun bir yanı güç boşluğunu doldurmaya hevesli Türkiye, İran, Kuzey Kore gibi güçlerin aşırılıklarının törpülenmesi ve önlerine ev ödevinin konulmasıyken, diğer yanı Çin ve Rusya gibi küresel/bölgesel güçlere yeni sınırların
çizilmesidir. Bu bağlamda önümüzdeki dönemde sıkı bir havuç ve sopa politikası uygulayacaktır.

Rekabet ve düşmanlık içinde olduğu güçlerle kaotik bölgelerle krizli dosyalarda anlaşmalara gidebilir. Şimdiye kadar attığı adımlara bakıldığında İran, Türkiye, Rusya ve İsrail başta olmak üzere farklı söylemler geliştiriyor. Önceliği kuşkusuz Çin ve Rusya. Diğer yerel güçlerle ilişkisi ağırlıklı olarak bu çıpaya göre şekilleniyor.

Çin ve Rusya’ya karşı politikaları da önemli oranda değişiklik gösteriyor. Çin dışında diğer ülkeler ABD’nin canını sıksa da ekonomik, askeri ve teknolojik gelişim düzeyleri ve kapasiteleri itibarıyla kendisine rakip olacak konumda değiller. Çin ise demografik, askeri, ekonomik ve teknolojik olarak sürekli gelişen ve büyüyen bir güç. ABD’nin Rusya’ya yönelik politik yaklaşımları bu eksende gelişiyor. Rusya ve Çin küresel ölçekte ABD’ye karşı çoğu zaman ortak tutum sergilese de rekabette oldukları birçok nokta var.

Washington bu konuları da kullanarak Çin ile rekabetinde Moskova’yı bazı konularda nötr bırakmayı hedefliyor. Rusya’da Çin’le ilişkilerini derinleştirse de iki güç arasında kazandırıcı bir denge kurmaya çalışıyor. Bu anlamda Putin-Biden görüşmesi önemliydi. Dört saate yakın görüşmede ortak noktaların arandığına şüphe yok. Özellikle dünyanın krizli ve çatışmalı alan ve gündemlerine ilişkin iki ülkenin de yükünü ağırlaştıran dosyalar var. Bunların başında da sistemin krizli hali, silahsızlanma anlaşmaları, Ukrayna sorunu, Ortadoğu meselesi, Suriye’deki durum, İran’ın nükleer programı, Libya ve Afganistan geliyor.

İki güç aralarındaki sorunlu alanların hepsinde olmasa da bazı dosyalarda anlaşma ihtimalleri var. AB başta olmak üzere müttefiklerini arkasına alan ABD ile Rusya’nın uzlaştığı gündemlerde gelişmelerin olması yüksek ihtimal. Ortaklaşabilecekleri konuların başında Libya, Suriye, Doğu Akdeniz ve nükleer silah anlaşmaları geliyor. Bu dosyaların birinde ya da bir kaçında ortaklaşma iki ülke içinde giderek maliyeti artan dosyalardan kurtulmak anlamına geliyor. Kısa vadede bu alanlarda yaşanacak gelişmeler Putin-Biden görüşmesinin mahiyetini ve iki ülkenin önümüzdeki dönem ilişki ve çelişkilerini de aşikar etmiş olacaktır.

Washington-Moskova’ın kimi dosyalarda uzlaşmasının hem bölgesel hem de küresel ölçekte etkileri olacaktır. İzledikleri agresif ve yayılmacı politikaları nedeniyle oluşacak olan ABD- Rusya politik dengesinden en fazla etkilenecek ülkelerin başında İran, Türkiye ve İsrail gelmektedir. Hem ABD hem de Rusya’ın İsrail’e yönelik ilişki ve hassasiyetleri gözetildiğinde Tel Aviv’in istediği gibi olmasa da aleyhine bir politikanın şekillenmesi çok ihtimal dahilinde değil. Nükleer silah programına dönüşle birlikte İran ile aralarında bir dengenin kurulması mümkün. Nitekim ABD’nin yeni yönetimi iş başı yaptığından beri bu
yönlü İran’la bir görüşme/diyalog süreci sürdürüyor.

Bir hafta önce İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Saeed Khatibzadeh nükleer anlaşmanın canlandırılması için çok az zaman kaldığını. belirterek, bu kapsamda ihracat yasağının yanı sıra petrokimya, nakliye, sigorta, bankacılık, otomobil üretimi ve inşaat sektörlerine yönelik kısıtlamaları ve döviz işlemleri yasağını içeren yaptırımların önemli bir kısmının kaldırılacağını duyurdu. Khatibzadeh’ın açıklamasına bakılırsa görüşmelerde önemli bir ilerlemenin olduğu anlaşılabilir. Kuşkusuz böylesi bir anlaşmanın sonuca gitmesi Suriye, Irak ve ABD’nin asker çektiği Afganistan ayakları olacaktır. İran bu dosyaların kiminde en azında görünürde geri adım atıp taviz vermesi kimilerinde ise uzlaşmaya zorlanacaktır.

Meselenin Türkiye tarafı ise oldukça komplike. Zira Erdoğan-Bahçeli ikilisinin son yıllarda izlediği yayılmacı politikaları sonucu Türkiye bölgede birçok düşman ve rakip edinirken Rusya ve ABD arasında da kolayca sıyrılmayacağı angajmanlar oluştur. Böylesi bir atmosferde Erdoğan, ABD ve AB’nin bu politikalarını görerek uygun pozisyon alma arayışında. “Akdeniz’den Karadeniz’e, Avrupa’dan Asya’ya, NATO’nun sağladığı güvenlik şemsiyesine ihtiyaç duyulan her yerde ittifak aktif rol üstlenmelidir.”

Erdoğan’ın NATO zirvesinde yaptığı bu açıklamanın anlamı tamı tamına tilkinin dükkana dönmek istediğinin beyanıdır. Aynı zamanda Erdoğan şahsında Türk siyasal İslamcılığının Batı karşıtlığı ve Avrasyacılık üzerinden tarihi mavallar okumasının kofluğunun da basitçe iflasıdır. Erdoğan bükemediği bileği öptü ve karşılığında Batı’nın çıkarlarının bekçiliğiyle taltif edilmeyi bekliyor. Türkiye zaten NATO’ya dahil olduğundan beri bu bekçiliği yapıyordu. O zaman yeni bir şey yok denilebilir. Ancak kazın ayağı öyle değil. Yeni bir şeyler var. Erdoğan birçok cephende yenilmiş olarak kürkçü dükkanına dönmüş oluyor.

Libya, Doğu Akdeniz, Irak, Suriye ve Batı Kafkaslarda attığı adımların çoğu ayağına dolandı. Birçok konuda Rusya’ya geri dönüşü zor olan angajmanlara girdi. İçerde ciddi bir çöküntü yaşıyor. Önünde ne konulsa onu yemek mecburiyetinde. Tabiri caizse eli mahkum vaziyette yüzünü NATO’ya dönmek zorunda kaldı. Sermayeyi tüketmiş ve eli zayıflamış bir dönüştür. Elbette tavizi de buna göre olacaktır.

NATO zirvesinde Erdoğan, “Türkiye ve NATO arasında çözülmeyecek hiçbir sorun yoktur” diyerek taviz vermeye hazır olduğunu beyan etti. Karşılığında istedikleri ise Kürtlere karşı yürüttüğü politikalara destek verilmesidir. Federal Kürdistan Bölgesi’nde yürütülen savaşa desteğin arttırılması, Suriye’de Kürtlere ilişkinin sonlandırılması, Halk Bank ve S400 dosyalarının gündemden düşürülmesi ve içerde kurduğu istibdat nizamının görmezden gelinmesidir.

Görüşmenin sonucuna ve basına yansıyanlara bakıldığında buluşma şimdilik peşrev gösterisi safhasında kaldı. Zira Rusya ile ilişkiler başta olmak üzere son yıllardaki politikaları nedeniyle ABD ve AB’nin Erdoğan’a çok güveni yok. Rusya ile girdiği angajmanlardan ne düzeyde kurtulacağını görmek istiyor. Bir de Türkiye’ye göre Trans Atlantik bloğun acelesi çok yok. Bir de öncelikler farklı. Sıkışık durumda olan Erdoğan’dır.

Bir an önce nefes borusu açmak zorunda. İçerde yaşadığı krizi aşmanın başka bir yolu kalmadı. Biden için öncelikler sıralamasında Afganistan’da kendi askeri yerine Türk askerini ikame etmek geliyor. Bu konuda basına yansıdığı kadarıyla Türkiye ile önemli bir ilerleme sağlandı. Asıl mesele Taliban ve denkleme dahil diğer güçlerin tutumu. Bir çıkar yol bulunursa Türkiye içinde yıllarca içinde debeleneceği ve en nihayetinde hüsranla döneceği bir maceraya girecek. S-400 konusu ise şimdilik bu önceliklere göre ötelenmiş oluyor ancak en nihayetinde

ABD siyasi erki için Türkiye’nin kendini kanıtlayacağı konulardan biri. Yani Sümen altı edilmesi çok ihtimal dahilinde görünmüyor. Türkiye için en önemli konuya yani Kürtlere karşı savaşında daha fazla destek almaya gelince; bu konunun masada olduğu belirtilebilir. Bir üst aşamaya çıkarılması Türkiye’nin diğer dosyalarda kendini kanıtlamasına bağlı. Bu konuda Almanya’ın yoğun desteği ve Türkiye’nin taleplerinin karşılanmasına dönük bir tazyiki olsa da ABD ve diğer müttefikleri açısından hala PKK ve PYD ayrımı sürüyor.

Federal Kürdistan Bölgesi’nde yürütülen savaşa destek vermekle ABD ve Avrupa Türkiye’ye havuç uzatıyor. Türkiye’nin Rojava Kürtleri’ne yönelik talepleri ise S-400 konusu başta olmak üzere Rusya ile ilişki düzeyine göre şekil alacaktır. Biden’ın “önümüzdeki dönem demokrasi ile diktatörlerin mücadelesi olacaktır” konusu ise devletler arası buz gibi pazarlık masasında tüketilecek ilk mezedir.

Sonuç olarak NATO zirvesi ve Putin-Biden görüşmesinde taraflar peşrev gösterisi yaptı. Biden bir ilk olarak muhataplarına el ense çekti. Taraflar kar zarar muhasebesini yaptıktan sonra karanlık dehlizlerinde yapılan görüşmelerin sonuçlarını dünyanın krizli bölgelerinde yaşayarak göreceğiz.




Önceki Haber
İlmek ilmek yaşamı nakşediyor
Sonraki Haber
Polisten Deniz Poyraz'ın ailesine: Bunu yanınıza bırakmayacağız