Hanau Katliamı üzerine: Holocaust’un parçalı dikimi
Nice Yıldız
Zygmunt Bauman Modernite ve Holocaust eserinde “Şimdi rahatlayabiliriz, çünkü Holocaust’un üzerinden yarım yüzyıl geçti ve onun o andaki yıkımı artık tarihe mal oldu. Onun yıkıcılığını yaşamış kuşağın tamamının neredeyse hepsi öldüler, geride pek tanığımız da kalmadı. Oysa bilmemiz gereken (şu ki), uygarlığımızın Holocaust’un kapılarını açan özellikleri hala yaşamımızın ayrılmaz bütünü ve parçaları. Onlar çekip gitmedi ve Holocaust hala kapımızda asılı durmakta. Holocaust, kökü tümüyle kurutulmamış modernlik öncesi barbarlık kalıntılarının akıldışı bir taşma olayı değildir. O, modernlik evinin meşru bir sakinidir; o bir başka evi, yuvası olarak kabul edemez. Her zaman güvenli evi ona mutlaka yeni kurbanlar sunacaktır” der.
Ve Holocaust deneyimi bugün yeni kurbanlarını ararken, gerçekçi olmak gerekirse çok uzağa gitmesine gerek kalmadan, hemen yakınında, kendi gövdesinin sinirleri içerisinde bulacak o kurbanları…
Holocaust göçmenlerin üzerine kayarak kendini hatırlatmak için pusuya yatmış bekliyor. Batı ülkelerinde ekonomik üstünlüğün kırılganlığı başladığı anda ya da devletin toplumsal yönetimi tekrar devir alacağını hissettiği anda Holocaust kendi köşesinden çıkıp gelecektir.
Bauman, Holocaust deneyiminin ancak modern bir toplumun içerisinden çıkabileceğini, çünkü ırkçılığın ancak modern bilim, modern teknoloji ve devlet gücünün modern biçimleri olmadan varolamayacağını belirterek, ırkçılığın modernizmin ürünü olduğunu savunur. Yine Bauman, Holocaust için sadece modernizmin yetmeyeceğini ve modernizme sonsuz inandırılmış kitlelerin olması gerekliliğini de söyler. Bu yüzden Holocaust ilk tetik anı için sadece Almanya’da çıkabilirdi ve onu takip etmekten yorulmayan örnekleri kendi Holocaust’larını yaratabilirdi (örneğin Avusturya ve Türkiye).
Almanya ve Avusturya’da, Nazilerin iktidara yükselmesinden önce, hatta Naziler iktidara yerleştikten epey süre sonra bile Almanya’da mevcut anti-semitizm, çağdaşı olan ülkelere nazaran çok düşük orandaydı. Uluslararası Yahudilik tarafından, Almanya dinsel, ulusal eşitlik ve hoşgörü bakımından adeta cennet olarak görülüyordu. Çağdaşı Amerika ve Britanya’ya nazaran çok daha fazla akademisyen ve meslek sahibi Yahudiye ev sahipliği yapmakta, halkta Yahudilere karşı öfke ve ayrımcılık bulunmamaktaydı. Fransa’da artan anti-semit baskılardan dolayı birçok Fransız Yahudisi, kurtuluşu Almanya’da yaşamakta görüyordu.
Günümüzde göçmenlerin görece rahat yaşadıkları ülkelerin başında Almanya gelirken, gerçekte bu ülkedeki durum, bütün sahne dekorlarıyla beraber Holocaust öncesine fazlasıyla benzemekte.
Holocaust öncesi Almanya, olumlu gözle değerlendirilirken, aslında 1. Dünya Savaşı’yla kaybetmiş olduğu modernizm ve devlet gücünü toparlamaya hazırlanıyor, yeniden Avrupa’nın en büyük gücü olabilmek için 1815’te gerici Avusturya’ya karşı Almanya birliğini sağlayan Prusya’nın yapay liberal havasını teneffüs ederek devlet-ulus birlikteliğini arıyordu.
Diğer yandan 1807’den itibaren, Ficthe’nin meşhur “Alman ulusunun insan ırkının en yüce temsilcisi olmak için seçilmiş ulus olduğu”na inanan söylevleriyle büyütülmüş itaatkarlığın ve kabalığın dünyasına teslim olmuş kitleler, kendilerini gerçekleştirebileceklerini sandıkları anın gelebilmesi için sabırsızca bekliyordu.
Bürokrasi ve ulusun müthiş uyumuyla modernizm el ele verince Holocaust kendi gerçekliğini yaşamak ve yaşatmak için uygun zemini kazanmış olabiliyordu.
Bugün Batı ittifakıyla kuşatılmış ve çevrelenmiş Almanya, kendine özgü deneyimine dönebilmek için Avrupa’nın bütün sefaletini görmeye hazır bir bürokrasinin ruhunda yaşıyor. Hanau katliamını düzenleyen şahsın Amerikan toplumuna seslenerek ayağa kalkmalarını istemesi, Batı ittifakıyla (özellikle Amerika ile) kuşatılmışlığını kırmaya çalışan Almanya bürokrasisinin arzusunun ve bu arzuyla hemen bütünleşecek “ulus” ruhunun korkunç yıkımı için kapı aralanması demektir.
Bakunin, Alman halkından diğer uluslara gelecek tehlikenin farkında olarak “Beyinlerini ezberle, midelerini fıçı fıçı bira ile dolduran bu halk, her koşulda yasal otoriteye gözü kapalı itaat, güçlü olan karşısında teslimiyetçi bir köle, zayıf olana karşıysa sistematik tahakküm ve baskıyla egemenlik kurmanın fetihçi içgüdüsüyle ayakta” kalabilir diyordu. Bakunin’e göre “Bütün bir Alman tarihi, sınıfsal kökeni ne olursa olsun, her Alman’ın otoriteye itaat etme özelliğini kanıtlayan bir dizi süreçten ibarettir. Ulus-devlet oluşumu ile birlikte Almanların benliğinde devlet iktidarını yücelten, gitgide bürokratik bir teori ve pratiği yaratan bir tapınma gelişti. Alman üniversitelerinde okutulan siyasetin ilmine sadece bu kaynaklık etmektedir” diyordu.
Ve o üniversitelerin yarattığı insanın karşılığını yıllar sonra Holocaust tarihi üzerine araştırmaların büyük ismi Raul Hilberg’in bu izdüşümden yola çıkarak sorduğu şu soruda bulabiliyoruz: “Holocaust cellatlarının deli olduğunu size gösterebilseydim sevinmez miydiniz?”
Yine Hilberg acı bir gerçekliği tüm detaylarıyla ortaya sererek “Hayır, ne yazık ki hayır. Hiçbiri deli değildi; aksine onlar toplumun en iyi eğitimli, toplumsal kurumlarımızı, bürokratik yapımızı ve teknolojik işleyişimizi en iyi yürüten, seçkin gruplarına mensup bireyleriydi” diyerek cevapliyordu.
Evet, Hanau katliamıyla birlikte, bir kez daha şunu anlamamız gerekmekte: “Bütün bilimsel, toplumsal ve sosyal” gelişmelerimizin yanında bizi sinsice gözleyen, yok edici canavarımız yanı başımızda soluyup durmaktadır.
Bu gerçekliği dikkate almayıp, Holocaust’u unutulmaya yüz tutmuş ve sadece geçmişe ait kötü bir anı olarak imgelersek, kendisine imkan sunulunca her şeyi yutacak devasa canavarımızla çok uzak bir zamanda olmamak üzere tekrar karşı karşıya kalacağız.
Ve yine unutmamak gerekir ki, Leo Kuper’in saptadığı gibi: “Egemen devletler, yönetimleri altındaki halklara, gruplara soykırım uygulama ya da kitlesel katliamlar yapma hakkını egemenliğinin ayrılmaz bir parçası olarak savunuyor ve Birleşmiş Milletler sırf pratik amaçları için bu hakkı koruyor; buna karşılık kurbanları koruyacak hiç bir uluslararası yaptırım gücü yok”.
Hanau katliamında yaşamını yitiren bütün insanların anısına…
PAYLAŞ:
Tweet