Ana SayfaEkolojiKurtarılmaya çalışılan İklim mi?

Kurtarılmaya çalışılan İklim mi?


Onur Yılmaz


Küresel ekolojik çöküşün en belirgin ve tedirgin edici yüzünün iklim krizi olduğunu her gün deneyimlemeye devam ediyoruz. Bugünlerde öne çıkan, ancak yıllarca uygulanan yanlış politikalar sonucu Marmara Denizi’nin ölümüne işaret eden müsilaj sorunu da arıtımsız atık deşarjı ve termik  santrallerin etkisinin yanında küresel ısınma nedeniyle artan deniz suyu sıcaklıklarıyla da ilgili.

Atmosfer ve biyosferdeki hangi değişimlerden kaynaklandığını bilimsel olarak tespit ettiğimiz ve gelecek projeksiyonları yapabildiğimiz iklim krizi dediğimiz olgu kapitalizmin gelişimiyle olağan seyrinden çıkarılan iklim olaylarının insanların da dahil olduğu ekosistemlerde yarattığı yıkımdır, yani toplumsaldır. Dolayısıyla çözümü de toplumsaldır.

Bu krizden çıkışı ya da onun etkilerini en aza indirmeyi müsilajdaki gibi sadece şu ya da bu sorunu “katlanılabilir” hale getirmek ya da sera gazı salımlarının azaltılması hedeflerine bağlı enerji, altyapı ve üretim süreçlerindeki dönüşümlerle sınırlamak hem sorumlulardan hesap sormayı engelliyor hem aynı sorumluların kendilerini kurtarıcı rolüne büründürmesine imkan sunuyor hem de bugüne kadar birikerek gelen toplumsal eşitsizliklerin, zararların nasıl telafi edileceğine dair hiçbir şey ortaya koymamayı beraberinde getiriyor. Şu beladan kurtulalım da sonra “helalleşiriz”!

Dahası sermaye düzeninin kendi mekanizmaları içinde teknolojiye dayalı dönüşüm ve çözüm önerileri, iklim krizinden daha geniş çaptaki ekolojik çöküşü yavaşlatmak bir yana, onun daha da derinleşmesine neden oluyor.

Yazının sonunda yukarıdaki konuya tekrar döneceğim, şimdi bu “mesele” bugün neden burjuva siyaset ve medyada ön plana çıkarılıyor ve her zamanki gibi tüm bağlarından koparılarak tekil bir “sera gazı salımı” sorunu olarak ele alınıyor, onu tamamen farklı bir açıdan biraz açayım.

20. yüzyılın ortasından sonuna kadar sistemin motor güçlerinden olan otomobil ve petrol üreticilerinden oluşan dünyanın en büyük tekelleri arasına Google, Microsoft, Facebook gibi bilişim sektöründeki şirketler dahil oldu. Bu kapitalizmin gelişim seyri açısından çarpıcıdır. Ama diğer yandan petrol ve otomobil şirketlerinin iklim krizine olan bariz etkilerinin yanında bu şirketlerin faaliyetlerinin ekolojik etkilerinin çok da görünür olmaması açısından da çarpıcıdır.

Oysa bilişim sektöründeki ve şimdi hızla büyüyen kripto para gibi alanlardaki veriyi depolamak, iletmek, işlemlerin gerçekleşmesi için her bir tüketiciye elektronik altyapı ve cihazları ulaştırmak devasa bir enerji ve altyapı dönüşümünü içeriyordu. Ve bu, emperyalist küreselleşme dalgasıyla hızla gelişti, sistem yeni motor gücünü bulmuştu. Bu alanlardaki her bir tekelin kendine ait dev enerji santralleri, veri depolama merkezleri, internet ve uydu altyapısı var. Buna karşılık gelen nadir metallerin madenciliğine özellikle bağımlı olan tüketim metalarını üreten Apple, Samsung, Huawei, vb. elektronik cihaz üreticisi dünya tekelleri var.

70’lerin sonuyla birlikte üretim sürecini parçalayıp tüm dünyaya yayarak bir dünya fabrikası işletme düzeyine ulaşan sermaye birikimi aynı zamanda sermayeler arası rekabetle birlikte üretim sürecinde bu dijital dönüşüme ayak uydurdu. Sermayeler arasında üretim anarşisi yaşanırken her bir tekel üretim sürecinde küresel çapta kusursuz bir planlama ve tedarik seviyesine erişti. Diğer esas dönüşüm emeğin yeniden üretim alanında oldu. Toplumsal yaşam tamamen bu tekellerin gelişimine uygun şekilde yeniden tasarlandı. Üretici güçlerin gelişimine bağlı olarak dinamik bir şekilde değişen temel toplumsal ihtiyaçlar arasına internet dahil oldu.

Artık dünyanın herhangi bir yerindeki bir proleter için toplumsal yaşama dahil olmak için, yani üretim süreçlerine dahil olmak için internet olmazsa olmaz. Bu üretim ve yeniden üretim süreçlerinin bütünlüğü içinde olan biten her şeyin doğayla etkileşim içinde olduğunu sık sık hatırlatmak gerekiyor. Doğadaki döngüler, ekosistemlerin dinamik işleyişi tüm bu ekonomik dönüşümlerle karşılıklı bir etkileşim içinde ilerliyor. Ama ister daha geleneksel sanayi üretimi ister bilişim alanında olsun, ister yeniden üretim alanının metalaştırıldığı hizmetler sektörü ister kimyasal kullanımının yanına emperyalist merkezlerde robotlu üretimin de eklendiği tarım sektörü olsun üretici güçler gelişir ve sermayeler arası rekabet farklı alanlarda kendini yeniden üretirken kriz, kapitalizme içkin bir olgu olarak sermayenin bu merkezileşme ve yoğunlaşmasının her aşamasında tekrar tekrar ortaya çıkar.

Mâli sermayenin egemen hale geldiği emperyalist küreselleşme aşamasında da öncelikle mâli alanda başlayan ama hızla reel üretim sektörlerine de yansıyan krizler yaşanmış, bunlardan sonuncusu tarihteki en derin ekonomik kriz olan 2008-09 krizi etkilerini koronavirüs salgını koşullarına kadar sürdürmüştür. Sürdürmüştür çünkü batması halinde tüm dünya ekonomisini dibe çekecek kadar büyüyen dünya tekellerinin batmasına izin verilmiyor ve onları kurtarmak için kullanılan trilyonlarca dolarlık mâli kaynak, üretimdeki kârlılık artmadığından yatırıma dönmeyerek kendiliğinden kâr oranlarının toparlanmasını sağlamıyor.

Yani, sermayenin merkezileşmesi mantıksal sınırlarına dayandı. İşte son 12-13 yıllık süreçte bir yandan ekolojik çöküş giderek gezegendeki canlı yaşamın devamlılığını tehdit eder düzeye gelirken bir yandan da
sermaye bu uzun bunalımdan çıkışın yolunu aramaktaydı.

Bir yandan milyonlarca insan iklimsel ya da ekonomik sebeplerle göç yolların düşerken ve gittikleri yerlerdeki emek gücünü ucuzlatarak yedek işgücü ordusunu büyütürken bir yandan zaten cılız haldeki küçük burjuva kesimlerde ağır bir proleterleşme dalgası yaşanıyordu. Aktarılan mâli kaynak ve emeğin bu şekilde ucuzlatılmasıyla kâr oranları yükselmese de trilyonlarca dolarlık kâr emmeye devam eden tekeller ve sırtlarını yasladıkları kapitalist devletler, şimdi de küresel isyanlarla baş başaydı. İşte tam burada küresel ekolojik çöküş, emperyalist paylaşım savaşlarının yarattığı sermaye kıyımına benzer bir yaratıcı yıkımla bugün sermaye için düzen içinde yeni bir genişleme, derinleşme alanı açıyor.

Petrol ve otomobil tekellerinden bilişim tekellerine geçen itici güç rolü şimdi de yenilenebilir enerji, gereken nadir elementlerin madenciliği, otomasyona dayalı üretim altyapısı ve kentlerdeki enerji verimliliği şirketleri alabilir. Yeni bir işbölümü ama doğayla ilişkide bir dönüşüm yok.

Küresel kapitalist sistem belki yeni bir sermaye birikim modeline, emperyalizmin yeni bir aşamasına geçemiyor ama iklim krizini, ekolojik çöküşü hem bir yatırım fırsatı hem de rıza üretme aracı olarak kullanabiliyor. Burjuva siyasetin “yeşil” dönüşümleri/anlaşmaları, medyadaki ve sermaye güdümlü bilimsel yayınlardaki yenilenebilir enerji ve teknolojik çözümlerin övgüsü esasen bununla ilgilidir.

Konuyu bağlamak istediğim nokta tam da burası. İklim krizini zaman sınırlarıyla, sera gazı salım eşikleriyle, “insanlık” olarak doğaya yaptıklarımızla kavramsallaştırmak, politik mücadeleyi baştan kötürüm bırakan bir burjuva ideolojik manipülasyondur. İklim krizi yalnızca 19. yüzyıl ortasından itibaren katlanan sera gazları nedeniyle oluşan küresel ısıtmanın sonucu iklim felaketlerinden ibaret değil. Sera gazı salımları bugün dursa bile gıda krizi, biyoçeşitlilik kaybı, kritik madde döngüleri, vb. iklim krizine bağlı olarak sürmeye devam eder.

2030’a kadar salımlar yarılanmazsa 1,5 derece eşiği aşılacak diye belirtmek iklim bilimciler açısından ekosistemlerin geri döndürülememesi açısından bir anlam taşısa da o eşiğe kadar yaşayacağımız yıkıma karşı yapmamız gerekenlere ne olacak? Ve salımları “insanlık” olarak yaptığımız safsatası dil alışkanlığının ötesinde bir tür “hepimiz aynı gemideyiz” siyasetine iknaya hazır bir zemin sağlıyor.

Sıtma-ölüm mevzusunda eko-modernist tekno-çözümlerle, yenilenebilir, sınıf uzlaşmacı yeşil anlaşmalarla sermayenin yeşiline razı olmak demek tarihsel ömrünü doldurmuş kapitalizmin ömrünü uzatmak demek.

Dünya ezilenleri günbegün ölümle zaten yüzleşiyor, düzen yıkılsın altında kalan biz dünya ezilenleri olmayız. Bugün yeniden faşistleşme eğilimi gösteren sermayeye attıracağımız her geri adım, bizim onu yıkmak için izlediğimiz stratejinin bir parçası olduğu ölçüde, bugün ve gelecekte kurtaracağımız binlerce canlı türü, milyonlarca insan hayatı, özgürce soluyacağımız temiz hava anlamına gelmektedir.

Bizim takip edeceğimiz eşikler, sera gazları ve sıcaklık değerlerine değil, örgütlü mücadelelerimizin bu stratejiyi uygulama kapasitesindeki sıçramalara odaklı olmalı.




Önceki Haber
'Çocuk istismarı devlet eliyle meşrulaştırılmak isteniyor'
Sonraki Haber
Kürde selamı kim verdi?