İbrahim Aslan - Gazete Karınca https://gazetekarinca.com Sözün yükünü taşır Thu, 07 Jul 2022 06:48:24 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.9.3 https://gazetekarinca.com/wp-content/uploads/2021/09/cropped-favicon400x400-1-32x32.png İbrahim Aslan - Gazete Karınca https://gazetekarinca.com 32 32 Çözüm süreci ve aynı kuyuda debelenenler! https://gazetekarinca.com/cozum-sureci-ve-ayni-kuyuda-debelenenler/ Thu, 07 Jul 2022 06:48:24 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=215160 Yabancısı olmadığımız bir tartışma, ısıtılarak yeniden kamuoyunun gündemine getirildi. Belli ki, nabız yoklanıyor… Belli ki, hem iktidarın hem de devletçi muhalefetin buna ihtiyacı var. Hele bir bakalım kim ne diyecek? Kim, hangi yönden üzerine atlayacak? Kim, hep kazılı duran ama zaman zaman üzeri açılan kuyuya balıklama atlayıp, orada debelenecek? Sonradan hiçbir şey olmamış gibi oradan […]

The post Çözüm süreci ve aynı kuyuda debelenenler! first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Yabancısı olmadığımız bir tartışma, ısıtılarak yeniden kamuoyunun gündemine getirildi.

Belli ki, nabız yoklanıyor…

Belli ki, hem iktidarın hem de devletçi muhalefetin buna ihtiyacı var.

Hele bir bakalım kim ne diyecek?

Kim, hangi yönden üzerine atlayacak?

Kim, hep kazılı duran ama zaman zaman üzeri açılan kuyuya balıklama atlayıp, orada debelenecek?

Sonradan hiçbir şey olmamış gibi oradan çıkıp yoluna devam ettiğini sanacak…

Bu tartışmaların ve açılan kuyunun yabancısı olmadığımızı baştan belirttim.

Seçim dönemleri başta olmak üzere iktidar zorda kaldığı zamanlarda, özellikle 2015 sonrası sürekli yeni bir çözüm süreci tartışması başlatıyor.

Bunu da kulağına bir şeyler üflediği kalemşörleri aracılığıyla yapıyor.

Sonra da sözde AKP, özde ise Kürt ve HDP karşıtı devletçi muhalefet ilk olarak harekete geçiyor.

Yok, “Kürtler AKP ile yine anlaşacaklar…”

İmralı’da Öcalan AKP ile anlaştı…

HDP’liler, Öcalan’a karşı tavrını açık etmeli…

Çok daha fazla sıralayacağımız bu soru ve tartışma başlıklarıyla hem Kürt siyasal hareketine hem de HDP’ye saydırıyorlar.

Bu devletçi muhalefet, her dönem bu tartışmalara iktidarın açtığı kuyuya balıklama atlayıp orada debelenmeyi çok bilinçli bir şekilde tercih ederken, Kürt sorununda AKP iktidarıyla aynı ve bazı noktalarda daha da geri olan pozisyonunu sorgulamaktan uzak duruyor.

İktidar ile her dönem ortaklaşıp mağdur ettiği, haklarını gasp ettiği Kürtleri, Kürtlerin ve Türkiye’de hatırı sayılı devrimci ve sol geleneğin temsilcisi olan HDP’yi suçlu ilan etme kepazeliğini utanmadan sürekli gündeme getiriyor.

Dünyada pek örneğine rastlanmayacak şekilde, her türlü hukuk hiçe sayılarak en ağır koşullarda tutulan ve buna rağmen Kürt sorununun çözümü için büyük bir çaba harcayan ve yol gösteren PKK Lideri Abdullah Öcalan’ı, hedef almayı her dönem öncelikli gündemi olarak elinde tutuyor.

Kürtlerin milletvekillerinden belediye başkanlarına iradesi olan insanların tutuklanması için AKP iktidarı ile birlikte çalışırken, HDP’yi ve Kürtleri suçlamayı sürdürüyor.

Rojava’dan Federal Kürdistan bölgesine her yerde askeri saldırılarda Kürtler topraklarından edilip katledilirken iktidara her türlü desteği veren bu muhalefet, hiç haya etmeden “Kürt siyasal hareketi AKP ile anlaştı-anlaşıyor”, “İmralı AKP ile anlaştı-anlaşıyor” diyebiliyor.

Muhalefetin oluşturmak isteği bu algıya hizmet eden ve yeri geldiğinde kendisini sosyalist, devrimci diye tarif eden hatırı sayılı bir kesimin yanı sıra kimi aydın, yazar ve çizer tayfasının da olduğu belirtmekte fayda var.

***

Kürt, köyü yakılırken suçludur.

Kürt, hakları gasp edildiği için suçludur.

Kürt, dili inkar edildiği için suçludur.

Kürt,  toprakları işgal edildiği için suçludur.

Kürt, belediyesine kayyım atandığı için suçludur.

Kürt, siyasetçileri tutuklandığı için suçludur.

Kürt, sorunlarının çözümü için yol ararken suçludur…

Uzun lafın kısası, Kürtler veya Kürt siyasal hareketi gerek iktidar gerek ise devletçi muhalefet tarafından her zaman darağacına çekilmekte ve her türlü çözümsüzlüğün sorumlusu olarak gösterilmektedir.

Hem iktidar hem devletçi muhalefet ve onların algılarıyla hareket eden sözde sol kesim, “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” misali herkesi dönem dönem üzeri iktidar eliyle açılan bu kuyuda debelenmeye çağırıyor.

Bunu da her zaman ortaklaşa ısıtıp önümüze getirdikleri yöntemlerle yapmaktan utanç duymuyorlar.

Kürt sorununda çözümün bir devlet sorunu olduğunu ve kendilerinin de bunun bir parçası olduğunu bilmelerine rağmen devletin hedef aldığı siyasi yapıları ve kişileri suçlamayı kendilerine görev biliyorlar.

Kürt sorununda çözüm için devlet zihniyetinin hem iktidar hem de muhalefetiyle bir makas değiştirmesi gerektiğini çok açık ve net bilmelerine rağmen tali tartışmalarla, insanların kafasını bulandırmayı sürdürüyorlar.

Bu sorunun ciddi bir sorun olduğunu, seçimlere, küçük hesaplara kurban edilecek bir sorun olmadığını bilmelerine rağmen sandıktaki oy hesabıyla insanları kendilerince saf yerine koyup yol alacaklarını düşünüyorlar.

***

Sonuç olarak “görünen köy kılavuz istemez” diyeyim.

İktidarıyla ve muhalefetiyle devlet, Kürt sorunu çözmekten uzaktır ve böyle bir niyeti yoktur.

Bu sorunu araçsallaştırarak, küçük hesaplarının kurbanı yapmaktalar ve bunun bedelini başta Kürtler olmak üzere bu coğrafyanın insanları ağır bir şekilde ödüyor.

İktidarıyla ve muhalefetiyle Kürt sorununda birileri hesaba çekilecekse, çekilecek olan üzerine algı oluşturulan ne Öcalan, ne Kürtler ne de HDP’dir.

Samimiyet ve ciddiyet sınavında sürekli başarısız olan ve bunu sırıtarak kabul etmeyen iktidar, iktidarın payandası muhalefet ve bu algı ile hareket eden kesimler, hesaba çekilmelidir.

Ve bu toprakların gerçek sahibi halkların, bu hesabı mahşere bırakmayacaklarından emin olabilirsiniz…

The post Çözüm süreci ve aynı kuyuda debelenenler! first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Ne o deniz kuruyacak ne de o balıklar bitecek https://gazetekarinca.com/ne-o-deniz-kuruyacak-ne-de-o-baliklar-bitecek/ Thu, 16 Jun 2022 06:50:40 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=213265 Tarih 8 Haziran 1992. Kürt coğrafyasının insansızlaştırılması için devlet tüm imkanlarıyla çalışıyordu. Sokaklarda, köylerde, mezralarda her yerde asker, polis, korucu, paramiliter güçler kol geziyordu. Ormanlar, köyler, dağlar, taşlar yakılıyor, köyler boşaltılıyordu. Devlette devamlılık esastı, en temel hakları için mücadele eden Kürtler, köylerinden kentlerinden sürgün ediliyordu. O dönemin askeri strateji düşük yoğunluklu savaştı. ‘Denizi kurut balık […]

The post Ne o deniz kuruyacak ne de o balıklar bitecek first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Tarih 8 Haziran 1992.

Kürt coğrafyasının insansızlaştırılması için devlet tüm imkanlarıyla çalışıyordu.

Sokaklarda, köylerde, mezralarda her yerde asker, polis, korucu, paramiliter güçler kol geziyordu.

Ormanlar, köyler, dağlar, taşlar yakılıyor, köyler boşaltılıyordu.

Devlette devamlılık esastı, en temel hakları için mücadele eden Kürtler, köylerinden kentlerinden sürgün ediliyordu.

O dönemin askeri strateji düşük yoğunluklu savaştı.

‘Denizi kurut balık ölsün’ diyordu, dönemin muktedirleri.

Ve denizi kurutmak için uygulamadıkları yöntem kalmadı.

Devletin resmi silahlı güçlerinin yanı sıra her dönem yedekte tuttuğu ve pis işlerini yaptırdığı paramiliter güçler de devredeydi.

İnsansızlaştırılmaya çalışılan Kürt coğrafyasına gazete, dergi, muhalif gazetecinin girmesine izin verilmezken, ‘Anadolu’dan Görünüm’ adlı programlarla toplum uyutulmaya, yalanlar TRT’den tüm memlekete Genelkurmay’ın denetiminden geçirilerek duyuruluyordu.

Böylesi bir atmosferde, gizli saklı, binbir emekle ve tehlike içerisinde Kürt coğrafyasına sokulan, özgür basının gazetelerinden hakikat, yakılan, yıkılan coğrafyanın insanlarına ulaşıyordu.

Bu hakikatin, emek işçilerinden olan Hafız Akdemir’i 8 Haziran 1992 tarihinde Hizbullah adını verdikleri paramiliter güçler eliyle katlettiler.

Denizi kurutacaklardı, balığı öldüreceklerdi ve deniz kurutulup, balık öldürülürken hakikatin görülmemesi için gerçeğin peşinde koşan özgür basın emekçilerini de katledeceklerdi.

Genelkurmay denetimli ‘Anadolu’dan Görünüm’ formatlı yalanların baki kalacağına inanıyor ve bunun için canhıraş çalışıyorlardı.

27 yaşındaki Hafız Akdemir’den sonra onlarca özgür basın emekçisini daha çeşitli tarihlerde resmi veya gayri resmi silahlı güçler eliyle katlettiler.

Aradan 30 yıl geçti.

Tarih 8 Haziran 2022 ve yer yine Diyarbakır.

O günün sabahında Hafız Akdemir’i anacak ardıllarını, sabahın köründe evlerini basıp, gözaltına aldılar.

30’uncu yılıydı Hafız Akdemir’in katledilmesinin.

22 özgür basın emekçisi gözaltına alındı.

Onlarca özgür basın emekçisi, gözaltına alınan arkadaşlarının haberlerini duyurdu.

Sonra Hafız Akdemir’in katledildiği sokağa gidip, gözaltındaki arkadaşlarının yerine de Hafız Akdemir’i andılar kırmızı karanfillerle.

16 Haziran’da, 22 gazeteciden 16’sı tutuklandı.

Bu yaşadığımız ne ilk ne de son olacak.

“Devlette devamlılık esastır” derler, egemenler.

Özgür basın emekçileri, olarak yalancı resmi tarihi de gerçek tarihi de iyi okuyarak, tanıyoruz devleti ve de halk gerçeğini.

Hakikati de bu gerçeklik üzerinden kuruyoruz.

Hafız Akdemir’i katledenler, denizi kurutup, balığı öldürerek; gerçekleri karanlıkta bırakacaklarına inanıyorlardı.

Yanıldılar.

30 yıl sonra Hafız Akdemir’in katledildiği gün, özgür basın emekçilerini gözaltına alıp tutuklayanlar da yanılacaklar.

Ne o deniz kuruyacak ne de o balıklar bitecek.

Hafız Akdemir’in ardılları, derya içerisinde hakikati peşinde koşan ışıklar olarak yoluna devam edecekler.

Devlette de mücadelede de devamlığın esas olduğunu bilerek…

The post Ne o deniz kuruyacak ne de o balıklar bitecek first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Yalanın ve çürümenin olduğu yerde sürtmek en temizidir! https://gazetekarinca.com/yalanin-ve-curumenin-oldugu-yerde-surtmek-en-temizidir/ Fri, 03 Jun 2022 13:40:02 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=211931 Neresinden tutarsak tutalım, ele avuca gelmeyen, tel tel dökülen bir dönem yaşanıyor memlekette. Bu dönem öyle kısa bir süre de değil uzun yıllardır, pervasızca bir şekilde devam ediyor, ettiriliyor. Yalanın, dolanın, hukuksuzluğun, adaletsizliğin, ırkçılığın, ikiyüzlülüğün haddi var ancak hesabını veren kimse yok. Bunlar kimin eliyle yürütülüyor: İlk ve belki de tek adres iktidar. *** Ekonomideki […]

The post Yalanın ve çürümenin olduğu yerde sürtmek en temizidir! first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Neresinden tutarsak tutalım, ele avuca gelmeyen, tel tel dökülen bir dönem yaşanıyor memlekette.
Bu dönem öyle kısa bir süre de değil uzun yıllardır, pervasızca bir şekilde devam ediyor, ettiriliyor.

Yalanın, dolanın, hukuksuzluğun, adaletsizliğin, ırkçılığın, ikiyüzlülüğün haddi var ancak hesabını veren kimse yok.

Bunlar kimin eliyle yürütülüyor: İlk ve belki de tek adres iktidar.

***

Ekonomideki durum içler acısı ancak iktidarın emir eri bürokratlar, TÜİK verileriyle oynuyor.

TÜİK verileriyle oynarken aslında on milyonlarca insanın alınteriyle, geleceğiyle oynuyorlar.
Nasıl mı oynuyorlar, işte çok basit ve somut bir örnek:

Son bir yılda; şekere % 340, doğalgaza % 300, elektriğe % 260, motorine % 257, benzine % 238, ayçiçek yağına % 210, et ve süte % 195, mutfak tüpüne 190, ekmeğe ve una % 180, ulaşıma % 175, otogaza % 162 oranında zam geldi.

En temel şeylerde zam oranları ortalama bu şekilde iken, iktidarın TÜİK’i yıllık enflasyonu hiç utanmadan %73,50olarak açıkladı.

Alın size ülkedeki herkese dört köşeli bir yalan.

Sadece yalan değil emeğiyle geçinenlerin kanının katmerli bir şekilde emildiği bir yalan.

Üç kağıtçı verilerle değil gerçek verilerle hareket eden Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) ise, yıllık enflasyon oranını TÜİK’in aksine yüzde 160,76 olarak açıkladı.

İktidarın TÜİK’i mi yalan söylüyor yoksa iktidardan bağımsız olan ENAG mı yalan söylüyor?

Test etmesi gayet basit bir soru.

Evinize en yakın markete gidin, fiyat etiketlerini kontrol edin.
Yalanı da doğruyu da görmüş olacaksınız.

Ekonomi uzmanlarının istatistik yorumlarına ve değerlendirmelerine kafa yormanıza hiç gerek yok.
***
TÜİK’in yalanı bu şekilde iken Çarşamba günü AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gezi eylemlerinin yıldönümü nedeniyle bu eylemlere katılanları yine hedef aldı.

Adeta açtı ağzını yumdu gözünü. Neymiş Gezi eylemcileri, Erdoğan’a göre:

“…Düşünün Dolmabahçe Bezmialem Valide Sultan Camii’nin içinde bu eşkıyalar, bu teröristler, bira şişeleriyle, bira kutularıyla adeta caminin içini pislemişti. Bunlar böyle, bunlar çürük, bunlar sürtük, bunlar için ulu mabed nedir, ne değildir, öyle bir şey yok…”

Çapulculuğu kabullenen Gezi eylemcileri, ‘çürüklük’ve ‘sürtüklük’ meselesinde de deyim yerindeyse Erdoğan’a pabucunu ters giydirmeyi becerdiler.

Erdoğan’ın bir Cumhurbaşkanı olarak bu ifadeleri kullanmaması gerektiğini söyleyenler de oldu. Buna gülüp geçmek gerekiyor.

Çünkü en kötü dili ve en kötü kültürü, her zaman egemen olan üretir ve bunu toplumun tümüne hakim kılmak için her türlü araç ve yöntemi kullanır.

Egemenden ve onun sözcülerinden, seviyeli bir dil beklemek, ezilenin ve ötekinin gündemi olmamalıdır.
Hatırlarsınız hepimiz, hatırlamıyorsanız da Google amcaya bir yazın hemen karşınıza çıkacaktır; Bezmialem Camisi’nin imamı dahi Gezi eylemleri döneminde bu iddiayı gündeme getiren Erdoğan’ı yalanlamıştı.

Camide böyle bir şeyin yaşanmadığını açıklamıştı.

Buna rağmen Erdoğan’ın Gezi eylemlerinin 9’uncu yılında bunu dile getirmesi, asla tesadüf değil.
“Kabataş tramvay durağında, Benim başörtülü bacıma saldırdılar. Belden yukarıları çıplak, ellerinde deri eldivenler, başlarında siyah bandanalar bulunan 80-100 kişilik grup, bebeğiyle durakta beklediği sırada darp ettiler ve üzerine idrar yaptılar. Elimizde görüntüler var…”

Bunu sözleri de hatırladınız demi.

Yine Erdoğan söylemişti, Erdoğan iktidarının beslediği gazeteciler bu yalanı güçlendirmek için, “görüntüleri gördüklerini” ileri sürmüşlerdi.

Sonra ne oldu? ne o görüntüler ortaya çıktı ne de başka bir şey.

Hatta Kanal D’de yayınlanan görüntülerde, Erdoğan’ın söylediklerinin hiçbirinin gerçekle alakasının olmadığı ortaya çıkmıştı.

Kabataş tramvay durağında eşini bekleyen başörtülü kadına herhangi bir müdahale de bulunulmamıştı veya saldırı gerçekleştirilmemişti.

***

Bir de son günlerin yargı alanında bir ataması var. O da epey konuşuluyor.

Tartışmalı davalarda verdiği kararlarla (Demirtaş ve Kavala davaları) tanıdığımız, “AYM kararını tanımayan hakim” olarak bilinen Akın Gürlek, Erdoğan’ın kararıyla Adalet Bakanlığı Yardımcılığı’na atandı.

Çok güzel bir atama değil mi?

Yakışır mı tabi ki yakışır.

Kendi Anayasa Mahkemesini tanımayan bir hakim, Adalet Bakanlığı koltuğuna oturdu mu kıyamet mi kopacak?

Asla…

***

Daha çok keyifli örnekleri var bu dönemin ancak Pir Sultan Abdal, 500 yıl önce söylemiş söyleyeceğini, “Bozuk düzende sağlam çark olmaz” deyi.

Yalanın bu kadar pervasızca dillendirildiği, çürümenin bu kadar derine indiği bir yerde, sürtmek yapılacak işlerin en temizdir…

The post Yalanın ve çürümenin olduğu yerde sürtmek en temizidir! first appeared on Gazete Karınca.

]]>
İktidarın acelesi, mayıs ve devrimciler https://gazetekarinca.com/iktidarin-acelesi-mayis-ve-devrimciler/ Thu, 19 May 2022 11:27:20 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=210470 “Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor; belki biz olmayacağız ama bu çelik aldığı suyu unutmayacak.” (İbrahim Kaypakkaya) Mayıs ayı ile birlikte iktidarın resmi ve gayri resmi güçlerinin bir acele içerisinde olduğunu gösteren birçok olaya tanık olduk. Şeker bayramı biter bitmez, çocuklarını aradıklarını söyleyen ancak artık her yönüyle İçişleri Bakanlığı’nın maaşlı elamanı olduklarının dünya alemin bildiği aileler, provokasyon […]

The post İktidarın acelesi, mayıs ve devrimciler first appeared on Gazete Karınca.

]]>
“Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor;
belki biz olmayacağız ama bu çelik aldığı
suyu unutmayacak.”

(İbrahim Kaypakkaya)

Mayıs ayı ile birlikte iktidarın resmi ve gayri resmi güçlerinin bir acele içerisinde olduğunu gösteren birçok olaya tanık olduk.

Şeker bayramı biter bitmez, çocuklarını aradıklarını söyleyen ancak artık her yönüyle İçişleri Bakanlığı’nın maaşlı elamanı olduklarının dünya alemin bildiği aileler, provokasyon için HDP Genel Merkezi’nin önüne getirildi.

Polis olup olmadıkları belli olmayan yüzlerce sivil de bu ailelere eşlik etti.

HDP Kadın Meclisi Sözcüsü ve Batman Milletvekili Ayşe Acar Başaran, bir polis amiri tarafından düşmanca bir tavırla, “Seni çivilerim” diye tehdit edildi.

Yetmedi; HDP yöneticileri, çalışanları polis şiddetine uğradı, gözlerine yakın mesafeden biber gazı sıkıldı, gözaltına alındılar.

***
Hayatı mücadele ile geçen, barış ve demokrasi umutları yeşertmek için yaşadığı coğrafyaya dönen Aysel Doğan’ın cenazesine yönelik saldırı, Mayısta üzerinde durulması gereken bir başka önemli olay oldu.
Mezarlıkların bombalanmasına, cenazelerin kaldırım altlarına gömülmesine, ölülerin ırkçı hezeyanlarla mezarlarından çıkarılmasına, ibadet yerlerinin bombalanmasına özellikle son yıllarda hepimiz tanığız.
Aysel Doğan’ın cenazesine yönelik muamele, cenazeye katılanlara saldırı iktidar güçlerin, Mayıs’taki aceleciliğine ve halkı provoke etmelerine yönelik önemli bir olay olarak hafızalarımızda yerini aldı.

***
Kürtçe’ye yönelik bu ay içerisinde yapılanlar da dikkat çekiciydi.

Dünyaca tanınan ve bir dönem AKP iktidarı yöneticilerin de beğenerek bahsettiği Aynur Doğan’ın konserinin AKP’li belediye tarafından yasaklanması normal bir durum değil.

Metin-Kemal Kahraman’ın, Störka Karwan müzik gruplarının konserlerinin engellenmesi, Amed Şehir Tiyatrosu’nun Don Kixot oyunun engellenmesi, Mayısın ortasına kadar yaşanan gelişmeler oldu.
12 Mayıs’ta İstanbul Okmeydanı’nda eve basılan Mezopotamya Kültür Merkezi sanatçılarından Dengbêj Xalide gözaltına alındı. Bununla yetinmeyen polis, Dengbêj Xalide’yi darp etti ve bağlamasını kırdı.

***
Her türlü baskı ve saldırıya rağmen büyük konferans ve kongre sürecinde olan HDP’ye yönelik bir başka saldırı da Mayıs’ın 17’sinde Diyarbakır’da gerçekleştirildi.

Türkiye’nin 6 bölgesinde sorunsuz bir şekilde bölge konferanslarına gerçekleştiren HDP’nin Diyarbakır’da 17 Mayıs’ta gerçekleştireceği Bölge Konferansı için hiçbir partiye yönelik olarak yapılmayan bir uygulama yapıldı.

Konferans yapılacağı salonun önüne çevik kuvvet ekipleri ve yüzlerce sivil polis ile arama noktası kuran Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü, konferans delegelerini ince aramadan geçirmek istedi.

Bu duruma itiraz eden HDP’lilere polis sert şekilde saldırdı, HDP milletvekilleri yaralandı, konferans delegeleri gözaltına alındı.

Polisin bu uygulamasını protesto eden HDP’liler, saldırılara rağmen bölge konferanslarını salonun karşısındaki tarlada gerçekleştirdi.

***
Yukarıda sıraladığım olaylar, 2022 Mayısı içerisinde üzerinde durulması gereken olaylar olarak görülmelidir.
Öyle gözüküyor ki, toplumu provoke etmek için iktidar güçleri yeni bir dönem içerisine girmişlerdir.
Federe Kürt Bölgesi’nde PKK’ye yönelik yürütülen operasyonlardan görüldüğü kadarıyla istenilen sonucun alınamaması, ekonominin her geçen gün batık noktaya gitmesi, Ukrayna-Rusya savaşından NATO ile restleşmeye kadar birçok durum iktidarı bir çıkmaza sürüklüyor.

Herşeyi savaş, güvenlik, polis-asker baskısıyla engelleyeceğini düşünen iktidarın kaybetme korkusu her geçen gün büyüyor.

Kaybetmemek için de Kürt sorunu başta olmak üzere birçok meselede toplumun hassas noktalarıyla oynama telaşı olduğu görülüyor.

İktidar ortağı MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin ve İçişleri Bakanı Soylu’nun birçok kesime yönelik tehdit ve hakaret dolu açıklamaları da AKP-MHP iktidarının içerisinde bulunduğu durumu gözler önüne seriyor.

***

Bu Mayısta mücadele edenlere yönelik provokatif çalışmalar gerçekleştiren, saldıran iktidar güçlerine şunu hatırlatarak yazımı sonlandırayım.

31 Mayıs 1971 tarihinde Türkiye devrimci hareketinin öncülerinden Sinan Cemgil ve arkadaşları Nurhaklarda katledildi.

6 Mayıs 1972 tarihinde Türkiye devrimci hareketinin öncülerinden Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan, Ankara’da idam edildi.

18 Mayıs 1973 tarihinde Türkiye devrimci hareketinin önderlerinden İbrahim Kaypakkaya işkencede katledildi.

18 Mayıs 1977 tarihinde kendisini Kürt mücadelesine adamış bir Türk olan devrimci Haki Karer katledildi.
12 Eylül askeri faşist darbesi döneminde en büyük zulmün uygulandığı Diyarbakır Cezaevi’nde 18 Mayıs 1982 tarihinde bu zulmü protesto etmek için tarihe ‘Dörtler’ olarak geçen Kürt devrimcileri Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner bedenlerini ateşe verdi.

Mayısta iktidarını korumak için aceleciliğe kapılanlar, yukarıdaki tarihleri hatırlamalı ve o tarihlerden bugüne kesintisiz olarak akıp gelen mirasa bir daha bakmalıdır.

Belki acele etmelerinden ve yapmak istediklerinden bir sonuç alamayacaklarını idrak edebilirler!

The post İktidarın acelesi, mayıs ve devrimciler first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Savaş politikası, sığınmacılar ve ikiyüzlülük https://gazetekarinca.com/savas-politikasi-siginmacilar-ve-ikiyuzluluk/ Thu, 12 May 2022 08:32:17 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=209758 Türkiye’de, özellikle Suriye’deki savaştan dolayı yaşadığı yerleri terk etmek zorunda kalan milyonlarca sığınmacı/mülteciye ilişkin siyaset alanında hep tartışma ve bu durumu çıkarları için kullanma var. Bu tartışmalar, son dönemde özellikle iktidar ve sağ cenahta daha da alevlenmeye başladı. Öyle ki, mültecilerin yaşanan krizin, işsizliğin nedeni olduğu gerekçesiyle özellikle sağcı kitlelerde oluşan tepkiyi siyasi ranta çevirmeye […]

The post Savaş politikası, sığınmacılar ve ikiyüzlülük first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Türkiye’de, özellikle Suriye’deki savaştan dolayı yaşadığı yerleri terk etmek zorunda kalan milyonlarca sığınmacı/mülteciye ilişkin siyaset alanında hep tartışma ve bu durumu çıkarları için kullanma var.

Bu tartışmalar, son dönemde özellikle iktidar ve sağ cenahta daha da alevlenmeye başladı.

Öyle ki, mültecilerin yaşanan krizin, işsizliğin nedeni olduğu gerekçesiyle özellikle sağcı kitlelerde oluşan tepkiyi siyasi ranta çevirmeye çalışan eski MHP’li Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile mültecileri Türk patronlar için ucuz işgücü olarak gören İçişleri Başkanı Süleyman Soylu, neredeyse bakanlık önünde asrın düellosunu (!) gerçekleştirecekti.

Bu düello Soylu’nun gelmemesi nedeniyle gerçekleşmezken, olaya el atan AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Ülkemize sığınan Suriyelileri asla kovmayacağız” dedi.

Ve Erdoğan, bunu dedikten sonra 3,7 milyon Suriyeli sığınmacıdan 1 milyonunu Suriye’de 13 ayrı bölgede inşa edilecek yerleşkelere döndürme planını da açıkladı.

Erdoğan’ın açıkladığı planın Türkiye’nin başta gelen sorumlularından olduğu Suriye’deki mevcut savaş koşullarında nasıl uygulanacağı birçok tartışmayı beraberinde getirdi ve getirecektir.

Bununla birlikte “Ülkemize sığınan Suriyelileri asla kovmayacağız” diyen Erdoğan’ın, 11 Şubat 2016 tarihinde mültecilerden dolayı kendilerine para vermeyen Avrupa Birliği ülkelerini, “Kusura bakmayın alnımızda enayi yazmıyor. Edirne’den insanları otobüslere bindirdik geri çevirdik. Bu 1 olur 2 olur. Kapıları açarız hadi hayırlı yolculuklar deriz. Biz bir yere kadar ‘sabır, sabır, sabır’ ondan sonra da gereği neyse bunu yaparız. Herhalde otobüsler, uçaklar boşuna durmuyor…”diye tehdit etmesini de hatırlatmak da fayda var.

AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ümit Özdağ, Süleyman Soylu ve özü itibariyle CHP’yi de içine katarak belirtmek gerekir ki, mülteciler veya sığınmacılar sorunu sağcı cenah tarafından hiçbir dönem ve hiçbir şekilde işin insani boyutu üzerinden ele alınmadı ve alınmayacak.

Türkiye’de devlet aklı ile hareket eden bütün siyasi partiler ve onların yetkilileri, mevcut Suriyeli sığınmacılar noktasında geri dönüş meselesi olunca, bu geri dönüşün Suriye’deki Kürt nüfusunun demografisini değiştirme, Kürt nüfusunun yerinden edilmesi noktasında işe yarayıp yaramayacağı meselesinde ortaktırlar.

Yine bu devlet aklı ile hareket eden partiler ve yetkilileri, yabancıların Türkiye’de mülk edinme, işyeri açma, kendine ait mahalleler oluşturma durumundan rahatsızken, Soylu gibi ucuz işgücü olarak kullanılmalarından, her türlü insanlık dışı uygulamalara maruz kalmalarından, ırkçı saldırıların hedefi olmalarından, fuhuş, uyuşturucu, insan kaçakçılığı alanlarında kullanılmalarından özü itibariyle rahatsızlık duymamaktadırlar.

Yine bu akıl, yabancıların! büyük zenginlerinin en görünür yerlerde binalar inşa etmesinden, mülk edinmesinden rahatsızlık duymazken, yabancı! yoksulların Kızılay, Taksim, Konak gibi görünür yerlerde bulunmasından büyük rahatsızlık duyar.

Sığınmacı yoksullar, merkezi yerlerde görünürse polisi devreye koyarlar.

Daha iki gün önce Ankara Kızılay’da, Somalili esnafların işyerini basan bir polisin söylediği, “Gidin Esentepe’de açın, Keçiören’de açın, Uyanış’ta açın… Burada Kızılay’da duyumlar geliyor bize… İstenmiyorsunuz. Sadece siz değil Iraklısı da istenmiyor, Suriyelisi de istenmiyor… Biz duyum alıyoruz…” bu sözler, tam anlamıyla yukarıdaki iktidar-devlet aklının açık beyanıdır.

Sağ cenah veya devleti temsil eden partiler, eğer sığınmacılar/mülteciler üzerinden bir tartışma yürütüyorsa ve burada insani bir kavram kullanılıyorsa bilin ki, bu ikiyüzlülüktür.

Özellikle Suriyeli sığınmacılar/mülteciler konusunda, samimi bir sorgulama yapılacaksa Türkiye’nin savaş politikasının sorgulanmasıyla işe başlanmalıdır.

Milyonlarca insanı yerinden ve yurdundan eden asıl neden emperyalistler ve başta Türkiye olmak üzere bölgesel güçlerin, çıkarları için yürüttüğü savaşlardır.

Bu topraklarda eğer sığınmacılardan dolayı bir sorun varsa, bunun nedeni de bu savaştır.

Bu topraklarda yoksulluk, işsizlik varsa bunun asıl nedeni yıllardır Kürt sorununu savaş/şiddet sarmalıyla çözme anlayışıdır.

İnsanlar topraklarından, yaşadıkları yurtlarından edildiyse savaş nedeniyle edildi ve hala dönemiyorlarsa da savaşın sürdürülmesi ve güvenli yaşam ortamının olmamasıyla ilgili bir durumdur.

Altını çizerek sığınmacı/mülteci sorununu ikiyüzlüce ve çıkarları çerçevesinde kullananlara son olarak şu soruyu da sormak gerekiyor:

Afrin’de yüzbinlerce Kürt yaşadığı toprakları Türkiye’nin yürüttüğü savaş/saldırı nedeniyle terk etmiş ve yaşam alanlarına her türlü insanlık dışı uygulamayı yapan güçler ve aileleri yerleştirilmiştir. Şehba bölgesine, Eyn Îsa’ya yerleşmek zorunda kalan hemen hemen her gün Türkiye ve bağlı güçlerin hedefinde olan Kürt sığınmacılara ilişkin söyleyecek tek bir samimi sözünüz var mıdır?

The post Savaş politikası, sığınmacılar ve ikiyüzlülük first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Sizin barışınız ne yana düşer usta! https://gazetekarinca.com/sizin-barisiniz-ne-yana-duser-usta/ Thu, 21 Apr 2022 12:07:45 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=207859 24 Şubat’ta Rusya’nın, Ukrayna’ya yönelik olarak başlattığı işgal hareketiyle birlikte başlayan savaş, 57 gündür devam ediyor. Tüm savaşlarda olduğu gibi bu savaşta da başta insanlar olmak üzere birçok canlı yaşamını yitiriyor, kentlere yönelik büyük bir yıkım gerçekleştiriliyor. Milyonlarca kişi, yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda bırakılıyor ve büyük acılar yaşanıyor. Savaş ve yarattığı sonuçlara ilişkin özellikle […]

The post Sizin barışınız ne yana düşer usta! first appeared on Gazete Karınca.

]]>
24 Şubat’ta Rusya’nın, Ukrayna’ya yönelik olarak başlattığı işgal hareketiyle birlikte başlayan savaş, 57 gündür devam ediyor.

Tüm savaşlarda olduğu gibi bu savaşta da başta insanlar olmak üzere birçok canlı yaşamını yitiriyor, kentlere yönelik büyük bir yıkım gerçekleştiriliyor.

Milyonlarca kişi, yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda bırakılıyor ve büyük acılar yaşanıyor.

Savaş ve yarattığı sonuçlara ilişkin özellikle içerisinde yaşadığımız coğrafyanın insanlarına yani kendimize çok fazla anlatabileceğimiz bir şey yok.

Bu coğrafyanın tarih sayfalarındaki kalın yanı savaşlarla, yıkımlarla, kan, katliam ve soykırımlar ilgilidir.

Sadece son 50 yıldır Kürt sorunu nedeniyle bu topraklarda düşük yoğunluklu savaş yaşanıyor.

Milyonlarca kişi Kürt bölgelerinde doğdukları, büyüdükleri ve emek verdikleri yaşam alanlarını terk etmek zorunda bırakıldı.

90’lı yıllarda binlerce köy, devlet tarafından ‘Denizi kurut balık ölsün’ savaş yöntemiyle yakıldı/yıkıldı.

Bu coğrafya insanının yarım yüzyıldır süren düşük yoğunluklu savaş ortamının yanı sıra Orta Doğu coğrafyası zaten savaşların eksik olmadığı bir bölge.

Emperyalistlerin harita ile sınırlarını çizdiği Orta Doğu’da, savaşlar, işgaller, kıyımlar, katliamlar bitmek bilmiyor.

2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgali ile başlayan savaş süreci, Irak başta olmak üzere kesintisiz olarak sürüyor.

Arap Baharı sürecinde yaşananlar, tüm belirginliğiyle hafızalarımızdaki yerini koruyor.

IŞİD’in, El Kaide’nin gerek emperyal güçler gerek Türkiye başta olmak üzere bölgesel güçlerden aldığı destek ile Irak’ı, Kürdistan coğrafyasını, Suriye’yi, Türkiye’yi adeta kan gölüne çevirmesi, Avrupa ülkelerinde gerçekleştirdiği katliamlarda akıttığı kanın kokusu hala gitmiş değil.

Êzidilere yönelik soykırım saldırısı ve hala binlerce Êzidi kadının ve çocuğun IŞİD canilerinin elinde olması, dünyanın gözünü kapadığı bir sorun olarak önümüzde duruyor.

Orta Doğu coğrafyasında kısaca bahsettiğim bu savaşlarda Türkiye, her zaman özellikle başını ABD’nin çektiği NATO bloğunun koçbaşı görevini görmüş ve bu koçbaşı olmanın gereklerini yerine getirmiştir.

Suriye’ye savaşı ile birlikte ise, koşullarında el vermesiyle Türkiye ABD-NATO ve Rusya-İran blokları arasındaki çelişkileri kullanarak, kendisine alan açmıştır.

Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetimi/Rojava, Suriye ve Federe Kürdistan Bölgesi’ne yönelik saldırılar, bu dengeler gözetilerek gerçekleştirildi ve gerçekleştirilmeye devam ediyor.

Yine son olarak Federe Kürdistan Bölgesi’ne yönelik 17 Nisan’da başlatılan geniş kapsamlı saldırılar, ABD ve NATO’nun İran’ı kuşatma stratejisinden bağımsız olmadığı gibi Türkiye’nin NATO-Rusya arasındaki dengeleri de gözeterek, yeni stratejik bir hamlesi olarak görülmelidir.

Bu noktada, Ukrayna-Rusya savaşıyla birlikte Federe Kürdistan, Türkiye üzerinden yeni bir enerji hattı tartışmaları başlı başına üzerinde durulması gereken bir noktadır.

KDP’nin PKK’ye yönelik operasyonda rengini iyice belli etmesi, yeni enerji hattı meselesi, Federe Kürdistan Bölgesi’ndeki yeraltı kaynaklarının talan edilmesi karşılığında pastadan kapmayı hesapladığı payla da ilintili bir durum olarak ele alınmalıdır.

Türkiye’nin KDP ile birlikte Zap, Metîna ve Avaşîn’e yönelik saldırılarıyla birlikte, Irak ordusunun Şengal’e yönelik saldırısı yine Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’deki Şehba Kantonu’na bağlı Eyn Deqnê, Bêlûniyê ve ŞêxÎsa köylerine saldırıları, Kürtler açısından bir bütünün parçaları olarak görülmek zorundadır.

Ülkeleri parçalanan, bulundukları her coğrafyada yüzyıllık inkar ve imha konseptiyle asimile edilmeye çalışılan Kürtler, eğer meseleyi sadece ‘PKK’ye yönelik saldırı’ olarak değerlendirip, ortak tepki örgütlemezlerse yeni bir yüzyılda belki de geçmiş yüzyıldan daha büyük kaybedeceklerdir.

Barzani ailesinin veya KDP’nin üst yönetimin pastadan almayı planladığı pay, tüm Kürtlerin boğazını tıkayacak bir yaraya dönüşecektir.

Bu noktada Kürt siyasetçi Hatip Dicle’nin, KDP’nin içine düştüğü gaflet, sadece KDP’ye zarar vermeyecek, tüm Kürt halkına zarar verecektir” açıklamasıile YNK Milletvekili Zîkrî Zebarî’nin “Bu saldırı PKK’ye karşı değil Kürt kimliğine karşı yapılan bir saldırıdıraçıklaması, yabana atılacak açıklamalar değildir.

Bu çerçevede, Ukrayna-Rusya savaşında ‘büyük barışçı!’, ‘büyük arabulucu!’ rolüyle hareket eden Türkiye’nin, Orta Doğu’da ve özellikle de Kürt sorununda ‘büyük savaşçı’ kesilip, düşman dediği her kesimle ortak politikalar geliştirmesinin üzerine Kürtler ve Türkiye halkları düşünmelidir…

The post Sizin barışınız ne yana düşer usta! first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Kendini bilmek ve hakikat arayışı-2 https://gazetekarinca.com/kendini-bilmek-ve-hakikat-arayisi-2/ Thu, 14 Apr 2022 05:57:18 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=206714 Bir önceki yazıyı, içerisinde yaşadığımız verili kapitalist sistem ve bizde yarattığı tahribat üzerine bir arkadaşımın, kendini bilmek ve hakikat arayışı konusundaki şu sözleriyle bitirmiştim: “İçerisinde bulunduğumuz böylesi bir sistemde öyle hakikat, arınma, iktidar, hiyerarşi deyince Hallâc-ı Mansur, Bruno, Şeyh Bedreddin olmayacağız hiçbirimiz. Kendimizi öyle görmeyelim. Biraz insan olalım. Biraz mütevazı yaşayalım. Biraz çevremizdeki insanlara, doğaya ve […]

The post Kendini bilmek ve hakikat arayışı-2 first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Bir önceki yazıyı, içerisinde yaşadığımız verili kapitalist sistem ve bizde yarattığı tahribat üzerine bir arkadaşımın, kendini bilmek ve hakikat arayışı konusundaki şu sözleriyle bitirmiştim:

İçerisinde bulunduğumuz böylesi bir sistemde öyle hakikat, arınma, iktidar, hiyerarşi deyince Hallâc-ı Mansur, Bruno, Şeyh Bedreddin olmayacağız hiçbirimiz.

Kendimizi öyle görmeyelim.

Biraz insan olalım.

Biraz mütevazı yaşayalım.

Biraz çevremizdeki insanlara, doğaya ve canlılara saygı duyalım.

Elimizdekileri küçük de olsa paylaşalım.

Kendi üzerimizde iktidar istemiyorsak, başkaları üzerinde de kurmayalım.

Bunu yaparsak bu kirlenme içerisinde kendimizi biraz da olsa bilip, belki hakikati bulmak için küçük de olsa bir adım atmış oluruz…”

Arkadaş sohbetinde gayet sade bir şekilde aktarılan bu sözler, tarumar edilmiş insan doğası üzerinden baktığımızda bunları uygulayan bireyler açısından ciddi sonuçlar ortaya çıkarır.

Mülkiyetçi, hiyerarşik, ezici çoğunluğun ben ben dediği, para dediği, mülk dediği, daha fazla iktidar dediği böylesi bir dünyada, birey olarak yukarıda arkadaşımın sıraladığı gayet yerinde önerileri yaşama uygulamak zor ancak çok önemli ve bir o kadar da gerekli noktada duruyor.

Peki bunları yaptığımızda kendimizi bilip, hakikate ulaşabilir miyiz?

Veya bireysel olarak kendimizi verili düzenin kurallarından uzak tutup, “bir lokma bir hırka” felsefesiyle yaşadığımızda meseleyi çözmüş, insanlığa mutluluğu ve huzuru getirmiş mi oluruz?

Kendini bilmek ve hakikate ulaşmak bireysel olarak gerçekleştirildiğinde mevcut toplumsal düzen değişebilir mi?

Bu sorular karşısında üniversite yıllarında kendisini ‘bireysel anarşist’ olarak tarif eden, örgütlü mücadelenin iktidar ve hiyerarşi yarattığını belirterek, bundan uzak duran bir başka arkadaşımın sözlerini sizlerle paylaşmak istiyorum.

İyi dost olduğumuz bu arkadaşıma; devrimcilerle, sosyalistlerle birçok eylem ve etkinliğe katılmasına rağmen neden hiçbir siyasi yapı içerisinde örgütlenmediğini sormuştum.

Çok sevdiğim arkadaşım şu yanıtı vermişti:

Benim yaptığım şu;

 Bireysel olarak sokağı kirletmemeye çalışıyorum.

Çöplerimi çöp kutusu yoksa cebime koyuyorum ve çöp kutusunu bulduğumda oraya atıyorum.

Siz ise kirletilen sokağı temizlemeye çalışıyorsunuz.

Bunu yaparken de haliyle sizin de kirlenme ihtimaliniz çok yüksek.

Örgütlü mücadele çöpçü olmak ve sokağı birlikte temizlemek anlamına geliyor.

Ama benim gücüm sokağı temizlemeye yetmez ancak sokağı kirletmemeyi rahat bir şekilde becerebilirim…”

Sokağı temizlemeye çalışırken kirlenmek veya sokağı kirletenlere benzemek ihtimal dahilinde ve reddedilecek bir durum değil.

İktidarı ortadan kaldırayım derken, muktedir olmak, hiyerarşiyi ortadan kaldırayım derken çok katmanlı bir yapı oluşturmak tarihten bugüne defalarca yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor.

Kendini bilmek ve hakikat arayışından sonuç almak tam da bu iki arkadaşımın anlattıklarının bir bütünlük içerisinde ele alınması ve örgütlü bir mücadele yaşamı ile anlam bulabilir.

Mütevazı, iktidardan ve hiyerarşiden uzak, paylaşarak hem sokağı kirletmeyip hem sokağı birlikte temizleyerek, kirlenme olacağı gibi arınmanın da olabileceğini bilerek örgütlü bir şekilde hareket edebilirse insan kendini bilebilir ve hakikat yolunda yürüyebilir.

Bundan 600 yıl önce halklarla birlikte beylere ve padişahlara karşı hakikati savunan; örgütlü olmanın ve paylaşmanın gücüne inanan ve bu uğurda canını veren Şeyh Bedreddin’in dediği gibi:

Hayatı ve dünyayı kendi küçük dünyaları ile sınırlı tutanlar bizi anlamazlar.

Ölmezden önce ölmek, dünyanın zevklerinden ve hayvani hırs ve şehvetlerinden sakınmaktır. Onu yapabilen insan, şüphesiz ki; hakiki varlık ile birleşir. Ve sonsuz hayat ile diri olur. Ancak insanlar dünyanın bin bir türlü çekici ve aldatıcı zevkinden, çeşit çeşit yakıcı hırslarından ayrılmadıkları için buna gönül vermezler.

Tarih, gelecek için kavga verip, yitmiş bile olsa, insanlık için vuruşanları hiç unutmaz.

Ey gerçek peşinde koşan yolcu! Sen de ümitsizliğe düşme, tehlikeleri aştıktan sonra, ışığa kavuşabilirsin…”

The post Kendini bilmek ve hakikat arayışı-2 first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Kendini bilmek ve hakikat arayışı -1 https://gazetekarinca.com/kendini-bilmek-ve-hakikat-arayisi-1/ Thu, 07 Apr 2022 05:45:33 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=205970 Başlık ağır… Hem kendini bileceksin hem hakikate ulaşacaksın. Doğal toplumdan bugüne ortalama 10 bin yıllık bir zaman dilimini geride bırakmışız. İnsanların yerleşik yaşama geçmesi, doğa üzerindeki egemenliğini güçlendirmesi, mülkiyet ile tanışması, sınıfların ortaya çıkması, erkek egemen yapının başat hale gelmesiyle kadın ile erkek arasındaki ilişkinin bozulması ve eşitsizliğin kadın aleyhine derinleşmesi, iktidar, hiyerarşi, devlet… Bu […]

The post Kendini bilmek ve hakikat arayışı -1 first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Başlık ağır…

Hem kendini bileceksin hem hakikate ulaşacaksın.

Doğal toplumdan bugüne ortalama 10 bin yıllık bir zaman dilimini geride bırakmışız.

İnsanların yerleşik yaşama geçmesi, doğa üzerindeki egemenliğini güçlendirmesi, mülkiyet ile tanışması, sınıfların ortaya çıkması, erkek egemen yapının başat hale gelmesiyle kadın ile erkek arasındaki ilişkinin bozulması ve eşitsizliğin kadın aleyhine derinleşmesi, iktidar, hiyerarşi, devlet…

Bu 10 bin yıllık zaman dilimine ilişkin daha birçok şey sıralanabilir. Ancak özü itibariyle bu zaman dilimini, insanın insanlığından çıkması ve yaşadığı dünyayı da tarumar etmesinin geçmişi olarak görebiliriz.

Tabi bu zaman diliminde insanın insanlığından çıkmaması ve yaşadığı dünyayı tarumar etmeden bir bütünlük içerisinde yaşaması için de mücadele eden, buna uygun sistemler kurmaya çalışan insanlar/topluluklar oldu.

İnsan toptan kötüydü veya insan toptan iyiydi gibi bir sonuç çıkaramayız.

İyi ile kötünün, doğru ile yanlışın mücadelesi gerek sınıfsal gerekse kimlik/kültür boyutuyla hep devam etti ve devam ediyor.

İçinde bulunduğumuz zaman diliminde, hakim olan tüm dünyada gerek üretim ilişkileri gerek bu üretim ilişkilerinin yarattığı insani ilişkiler açısından fecaat bir sistem ile karşı karşıyayız.

Kapitalizm…

Doğal veya ilkel komünal dönemden bu güne gerek kendi türümüz açısından gerekse ekoloji açısından kapitalist sistemde her yönüyle kirlenme en yüksek boyuta çıktı. Ve böyle devam ederse kapitalizm tüm yaşamı yok edecek bir noktaya doğru hızla gidiyor.

Tam da her yönüyle kirlenmenin zirve yaptığı günümüz dünyasının insan ilişkileri açısından da birçok tartışma yürüyor.

İnsan nasıl bu mülkiyetçi dünya içerisinde ayakta durabilir?

Yaşamın her alanına sirayet etmiş iktidar ilişkilerinden nasıl uzak durulabilir ve kolektif-yatay ilişki biçimleri nasıl oluşturulabilir?

10 bin yıllık mülkiyetçi-iktidarcı bir tarihsel geçmişe rağmen insan hakikate ulaşabilir mi?

Kendini bilen ve bulan insan, bu kötülük dünyası içerisinde arınabilir mi?

Sistem değişmeden mevcut insan ilişkileri değişebilir mi?

Kendisine ve tüm yaşama bu kadar yabancılaşmış insan kendini bulabilir mi?

Bu sorulara benzer daha onlarca soruyu da sıralayabilirim.

Bu gibi tartışmalar, mevcut dünya ile sorunu olan ve dünyanın dört bir yanında yüzbinlerce kişi tarafından soruluyor ve yanıt aranıyor.

Bir yandan kötünün (sistem veya sistemlerden bağımsız bir kötü yoktur) kurduğu sistem başat bir haldeyken ve tüm yaşamı bir girdap içerisine almışken, diğer yandan bu kötünün sistemine karşı yaşamı bu girdaptan çıkarmak için arayışlar ve mücadeleler sürüyor.

Tam da bu noktada bir arkadaş sohbetinde bir anekdot aktarmak istiyorum.

Sohbetimizin konusu, “Hakikat, arınma, kendini bilme, ne ararsan kendinde arama, iktidar, hiyarerşi…” gibi ağır meselelerdi.

Bu sohbette, bir arkadaşımız kapitalist ilişkiler içerisinde olan ve 10 bin yıldır kendi doğasına yabancılaşan bizler için şu cümleleri sarf etmişti:

“İçerisinde bulunduğumuz böylesi bir sistemde öyle hakikat, arınma, iktidar, hiyarerşi deyince Hallâc-ı Mansur, Bruno, Şeyh Bedrettin olmayacağız hiçbirimiz. Kendimizi öyle görmeyelim.

Biraz insan olalım.

Biraz mütevazı yaşayalım.

Biraz çevremizdeki insanlara, doğaya ve canlılara saygı duyalım.

Elimizdekileri küçük de olsa paylaşalım.

Kendi üzerimizde iktidar istemiyorsak, başkaları üzerinde de kurmayalım.

Bunu yaparsak bu kirlenme içerisinde kendimizi biraz da olsa bilip, belki hakikati bulmak için küçük de olsa bir adım atmış oluruz…”

Farklı bir dünya, yeni bir yaşam arayışı olan bizlerin çevremize küçük de olsa dokunarak atmamız gereken ilk adım tüm sadeliğiyle bu olabilir mi?

The post Kendini bilmek ve hakikat arayışı -1 first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Karadeniz yolu ve üst geçitleri https://gazetekarinca.com/karadeniz-yolu-ve-ust-gecitleri/ Thu, 31 Mar 2022 06:26:33 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=205225 Geçtiğimiz hafta sonu Karadeniz’e bir yolculuk gerçekleştirdim. Ankara’da başlayan yolculuğum; Çorum, Amasya, Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon ve Rize’den geçerek, Artvin’in Hopa ilçesinde sona erdi. Gürcistan sınırına geldik ancak bir adım ötemizde olan Batum’a geçemedik. Yorucu olan otobüs yolculuğumuz, bir de otobüs yolda bozulunca hemen hemen bütün günümüzün yollarda geçmesine neden oldu. Otobüsümüzün bozulduğu Amasya’ya ilk […]

The post Karadeniz yolu ve üst geçitleri first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Geçtiğimiz hafta sonu Karadeniz’e bir yolculuk gerçekleştirdim.

Ankara’da başlayan yolculuğum; Çorum, Amasya, Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon ve Rize’den geçerek, Artvin’in Hopa ilçesinde sona erdi.

Gürcistan sınırına geldik ancak bir adım ötemizde olan Batum’a geçemedik.

Yorucu olan otobüs yolculuğumuz, bir de otobüs yolda bozulunca hemen hemen bütün günümüzün yollarda geçmesine neden oldu.

Otobüsümüzün bozulduğu Amasya’ya ilk kez geliyordum.

Otobüs bozulunca yaklaşık 4 saatimiz; gecenin üçünden sabahın yedisine kadar bu kentte geçti.

Epey moral bozucu bir durumdu gecenin o saatinde yolda kalmak.

Hava aydınlanıp Amasya’yı görünce can sıkıntısı ve moral bozukluğundan eser kalmadı.

Tarihi ve devasa kayalıklı dağların arasına sıkışmış bir kent.

O dağlardaki kaya mezarları görmeye değer ve bence özellikle tarihe meraklı olan herkesin mutlaka gelmesi gereken kentlerden biri Amasya.

Bir de Mart ayının serinliğine ve bahara rağmen o tarihi kentin ortasından tüm dinginliği ile akıp akmadığını dahi hissetmediğiniz Yeşilırmak, ayrı bir hava katıyor bu kente.

Birlikte yolculuk yaptığınız insanlar da ayrı bir güzellik katınca Amasya’nın sabahına, otobüsün bozulmasına ayrıca sevindim.

Hem hava aydınlanırken tarihi bir kenti tanıdım hem de ilk kez geldiğim bu kentin sokaklarını güzel bir sohbet eşliğinde gecenin karanlığından havanın aydınlığına kadar adım adım dolaştım.

Varsın bozulsun otobüs, Amasya gibi tarihi bir kentte havanın aydınlığıyla buluşmuşuz.

Yolculuk yaptığımız otobüs firmasının yeni bir otobüsünün gelmesiyle yola devam ettik.

Yorgunluğa ve uykusuzluğa rağmen özellikle daha önce hiç gitmediğim Doğu Karadeniz’in kentlerini, o güzelim doğasını karış karış görmek istiyordum.

Uyumamak için elimden geleni yaptım.

Karadeniz’in doğasına boydan boya ciddi zarar veren ve Karadeniz insanının tüm tepkilerine rağmen iktidarlar tarafından yapılan Karadeniz Sahil Yolu’nda, geçtiğimiz her kentten Karadenizli yolcuları alarak devam ettik Hopa’ya doğru.

Gerçekten de hâlâ baharla buluşmamış olmasına rağmen eşsiz bir doğası var Doğu Karadeniz’in.

Belli aralıklarla nehirler, dereler, çaylar gelip Karadeniz ile buluşuyor.

Yol boyunca sarp dağlar, kayalıklar ve bunları saran birçok ağaç türünü barındıran ormanların içerisinden geçiyorsunuz.

Doğası adeta sizi mest ediyor.

“Sırt çantamı alayım adım adım bu dağları, bu dereleri, bu nehirleri, bu ormanları dolaşayım” diye defalarca dalıp gittim.

Bu hayalime Karadeniz’in kentlerinden geçerken özellikle üst geçitlere asılı tabelalar engel oldu.
Kentlerin veya kentler arasındaki yollardaki her üst geçidin üzerinde Bölge’deki savaşta yaşamını yitirmiş asker, polis ve özel harekatçıların isimleri var.

Onlarca, belki yüzlerce üst geçit tabelasının altından geçiyorsunuz Gürcistan’a sınır olan Hopa’ya gidinceye kadar.

Bir Dersimli olarak her tarafına çatışmalarda yaşamını yitirmiş Karadeniz insanlarının tabelasının asıldığı bu coğrafyada sırt çantası alıp gezmek hiç makul gözükmüyor.

Otobüsteki yolcuların çoğu Karadenizli.

Yanımdaki Karadenizli yolcuya soruyorum, “Bu kadar tabelayı ilk kez görüyorum. Karadeniz Sahil Yolunda özellikle kentlerden geçerken yüzlerce Karadenizli insanın ‘şehit’ diye isimleri verilmiş üst geçitlere, köprülere. Bunu nasıl görüyorsunuz” diye.

Yanıtı şu şekilde oluyor Karadenizli yolcunun:

“Karadeniz’de neden ırkçılık var? Bu tabelalara bakınca görebilirsin. Mahallelerimizde, köylerimizde yaşayan ve çoğu etnik köken olarak Türk olmayan yüzlerce Karadenizli çocuğun haksız bir savaşta yaşamını yitirmelerini her gün, bazen bir günde onlarca defa bu yollardan geçerken gözümüze sokuyorlar.

Eren Bülbül gibi bir çocuğu önüne koyarak operasyon yapılacak yere götüren ve yaşamını yitirmesine neden olan sorumluların hesap vermesi gerekirken, yıllara yayılan Eren Bülbül 1,2,3,4,5… operasyonları yapılıyor. Sorumsuzluklardan kahramanlık ve ırkçılık üretiliyor bu topraklarda.

Karadeniz’in, Munzur’un, Hasankeyf’in yok edilen doğasının sorumluları ortak iken, bu yok edilen coğrafyaların insanların bir araya gelmemesi için her üst geçide, her köprüye yaşamını yitirmiş bir Karadenizli çocuğun ismi veriliyor…”

Bu yanıt ile birlikte Hopa dönüşü daha dikkatlice izliyorum Karadeniz yollarını ve üst geçitlerdeki, köprülerdeki tabelaları.

O tabelalara; Karadeniz’de yok edilmiş Rum gerçekliği, kaybolmanın eşiğine gelmiş Lazca ve Hemşincenin yankısı, HES’lerle bozulmuş coğrafyanın heyelan ile akan çamurları ve kayaları eşlik ediyor bu kez…

The post Karadeniz yolu ve üst geçitleri first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Silopi’deki ateşten milyonların Newroz halayına https://gazetekarinca.com/silopideki-atesten-milyonlarin-newroz-halayina/ Thu, 24 Mar 2022 05:41:19 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=204493 Newroz denince ilk akla gelen ateştir. Ateş yoksa Newroz’un ruhu yoktur. Gür olmayan, üzerinden yanma duygusunu hissetmeden atladığınız Newroz ateşi, heyecan vermez. Hele o ateş gecenin karanlığında dağ başlarında yakılıyorsa ayrı bir duygusu ayrı bir anlamı vardır. Yine kentlerin sokaklarında, kenar mahallelerde hiçbir protokolü, planlaması olmadan yakılan etrafında 7’den 70’e halaya durulup, zılgıtların çekildiği ateş […]

The post Silopi’deki ateşten milyonların Newroz halayına first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Newroz denince ilk akla gelen ateştir.

Ateş yoksa Newroz’un ruhu yoktur.

Gür olmayan, üzerinden yanma duygusunu hissetmeden atladığınız Newroz ateşi, heyecan vermez.

Hele o ateş gecenin karanlığında dağ başlarında yakılıyorsa ayrı bir duygusu ayrı bir anlamı vardır.

Yine kentlerin sokaklarında, kenar mahallelerde hiçbir protokolü, planlaması olmadan yakılan etrafında 7’den 70’e halaya durulup, zılgıtların çekildiği ateş ayrı bir ruh katar Newroz’a.

90’lı yıllarda Newroz yasakken, geceye korkunun eşlik ettiği heyecanla, sokaklarda, dağlarda yakılacak ateşi beklerdik.

Ayrı bir gizemi ayrı bir heyecanı ayrı bir duygusu vardı.

O ateşin yandığını gördüğümüzde korkunun yerini heyecanımıza umudun eşlik ettiği bir duygu kaplardı.

Özgürlüğün, zalime ve zulme karşı mücadelenin, yeni bir yaşamın, direnişin adı olan alevler aydınlatırdı kuşatılmış dünyamızı.

Şimdiler de ise, Newroz milyonların alanlarda toplandığı, her türlü engelleme ve saldırılara rağmen rengarenk giysilerle kutlamalarını gerçekleştirdiği, politik mesajların verildiği, Kürtlerin taleplerinin sıralandığı karnaval alanlarına dönüştü.

Devlet kafasının Newroz’u ‘Nevruzlaştırma’, ateşe yüklenen anlamı anlamsızlaştırma çabaları boşa çıktı.

Bu realiteden hareketle başta Kürdistan coğrafyasının insanları olmak üzere milyonlarca insan yakılan ateşler etrafında, polis barikatlarını aşarak bir haftaya yayılan karnaval havasıyla kutluyor Newroz’u.

Günümüz Newroz kutlamalarında gözlerin çevrili olduğu kent ise hep Diyarbakır oluyor.

Her Newroz’da Diyarbakır’da Newroz’a katılacak olanların sayısı, devletin tavrı, Newroz platformunda verilecek olan mesajlar, kutlamalarda hangi sanatçının sahne alacağı, Newroz’a dışardan kimlerin katılacağı gibi birçok konu merakla bekleniyor.

Newroz’a Diyarbakır’da katılmaya ayrı bir anlam yükleniyor.

Diyarbakır’da Newroz’a katılmamışsan bir eksiklik duygusunu yaşıyorsun her türlü.

Diyarbakır Newroz’unun bu gerçekliğinin yanı sıra Güney Kürdistan bölgesindeki Akre ve İran’da Kürdistan Eyaletine bağlı Hewraman bölgesindeki Newroz kutlamalarının ayrı bir ruhu ve güzelliği olduğunu düşünenlerdenim.

Diyarbakır’daki kutlamaların yanı sıra bu iki yerdeki kutlamaların görüntü ve fotoğraflarına da hep bakarım.

Bu yıl da “Şimdi Kazanma Zamanı” sloganıyla yapılan ve bir haftaya yayılan Newroz kutlamalarını yakından takip ettim.

Diyarbakır’dan İstanbul’a, Cizre’den İzmir’e, Hewraman’dan Akre’ye, Yüksekova’dan Kobanê’ye milyonların rengarenk giysilerle katıldığı Newroz kutlamaları yapıldı.

Devasa ateşler yakıldı, kadınlar, yaşlılar, gençler, çocuklar giydikleri yöresel kıyafetlerle halaylardaki yeteneklerini sergilediler.

Bu görüntüler içerisinde ise en anlamlı kutlamanın görüntüsü Silopi’den düştü önümüze.

Sokaktaki boş alanda tüm sadeliğiyle küçük bir ateş yakan bir kadın, ateşin etrafında döndü, alkışlar çalıp zılgıtlar çekerek halaya durdu.

O görüntü, milyonların bir araya gelerek kutladığı Newroz alanlarının arkasındaki ruhtu bence.

Demirci Kawa’nın zalim Dehak’a karşı 2634 yıl önce yaktığı, devrimci Kawaların harladığı Newroz ateşi, Silopi’de Xezal annenin 4 kibrit çöpüyle yaktığı ateş ile ruhunu sürdürüyor.

Ve tek kişinin yaktığı, çevresinde zılgıt çekip halaya durduğu Silopi’nin sokağında yakılan ateşe Xezal annenin yüklediği anlam ve ruh, Diyarbakır’dan İstanbul’da, Hewraman’dan Akre’ye, Yüksekova’dan Kobanê’ye, Cizre’den İzmir’e milyonları ateşin etrafında tüm görkemiyle bir araya getiriyor.

Mezopotamya Ajansı’ndan Zeynep Durgut’a konuşan Xezal anne, “…Her yıl 4 kibrit çöpünü alıyorum ve onların hatırı için o ateşi yakıyorum. Bedenini 4 kibrit çöpüyle ateşe verenlerin yaktığı ateşi sonuna kadar gürleştireceğim…” diyor.

The post Silopi’deki ateşten milyonların Newroz halayına first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Kemal’in çığlığı ve Newroz ateşi https://gazetekarinca.com/kemalin-cigligi-ve-newroz-atesi/ Thu, 17 Mar 2022 06:55:46 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=203633 İbrahim Aslan Kemal’i bilirsiniz hepiniz. Hani çığlığı çıplak bedeniyle Newroz ateşine karışan Kemal… Üniversite öğrencisiydi. Keman çalışıyordu Kemal. 23 yaşındaydı ve hep 23 yaşında kaldı. 21 Mart 2017 tarihinde Newroz ateşinin yüzbinlerle birlikte en görkemli şekilde harlandığı Diyarbakır’a, Newroz kutlamasına katılmak için Malatya’dan gelmişti Kemal. Newroz alanına girmesine izin vermeyen polislere tepki gösterdi, eline aldığı […]

The post Kemal’in çığlığı ve Newroz ateşi first appeared on Gazete Karınca.

]]>
İbrahim Aslan

Kemal’i bilirsiniz hepiniz.

Hani çığlığı çıplak bedeniyle Newroz ateşine karışan Kemal…

Üniversite öğrencisiydi.

Keman çalışıyordu Kemal.

23 yaşındaydı ve hep 23 yaşında kaldı.

21 Mart 2017 tarihinde Newroz ateşinin yüzbinlerle birlikte en görkemli şekilde harlandığı Diyarbakır’a, Newroz kutlamasına katılmak için Malatya’dan gelmişti Kemal.

Newroz alanına girmesine izin vermeyen polislere tepki gösterdi, eline aldığı ekmek bıçağını kendisine yönlendirdi Kemal.

Yüzlerce polis içerisinde çıplak bedeniyle tek başınaydı.

İstense çok rahat bir şekilde sakinleştirilip, elindeki bıçak alınabilirdi Kemal’den.

Ancak bunu tercih etmedi polisler.

Bırakın sakinleştirmeyi, ayaklarına dahi ateş etmediler.

Silaha davrandılar ve çıplak bedeniyle Kemal’i kalbinden vurdular; 21 Mart 2017 Newroz’unda.

Newroz ateşine ulaşmasına sayılı adımları kalmıştı Kemal’in, kalbine sıkılan kurşunun yerinden kan damlarken, çıplak bedeniyle nefessiz bırakıldı.

Bedeni ulaşmadı ancak çığlığı ulaştı Newroz ateşinin alevlerine Kemal’in…

İşte hep 23 yaşında çıplak bedeniyle hatırlayacağımız Kemal’in öldürülmesine ilişkin yeni bir gelişme
var.

Mezopotamya Ajansı’nın haberine göre*, Kemal’in öldürülmesine ilişkin Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi yeni bir karar verdi.

Hatırlarsınız; Kemal’in ailesinin, tazminat talebiyle İçişleri Bakanlığı aleyhine açtığı davanın yerel mahkeme tarafından geri çevrilmişti. Bunun üzerine itiraz edilen Antep Bölge Adliye Mahkemesi 3. İdari Dava Dairesi, ocak ayında aldığı kararda, Kemal’i “saldırgan eylemci” olarak değerlendirmiş ve cinayetin “yasal sınırlar içinde işlendiğine” hükmederek, tazminat ödenmesini yer olmadığına karar vermişti.
Benzer skandal bir karar da bu kez cinayet zanlısı polis Yakup Şenocak’ın yargılandığı davada alındı.
Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nin sanık polis Şenocak hakkında verdiği beraat kararına karşı
tarafların yaptığı itirazı inceleyen Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi, Kurkut’un
öldürülmesinin “yasal sınırlar içinde olup olmadığını” tartışmaya açtı.

Mahkeme verdiği kararda özetle, polise kademeli olarak zor ve silah kullanma yetkisi veren durumlara işaret ederek, Kemal’in öldürülmesinin belirtilen yasal çerçevede kaldığını ileri sürdü.

Kemal’in ailesinin avukatı Serdar Çelebi**, karara ilişkin şu değerlendirmede bulunuyor:

Aslında beraat kararı teknik anlamda, ceza verilmemesinden daha üstün bir karardır. İstinaf bunu bile yetersiz gördü. Bu tür kararlar polisin elini güçlendiriyor. Bu karar, ölüm olaylarında, polisin sorgulanmamasına dair bir karar. Bu karar, bu tür olayların tekrar yaşanma ihtimaline yol açıyor. İstinaf Mahkemesi bu kararla, ‘Ey polis, ey kolluk güçleri, bundan sonra yaptıklarınızda serbest olun, ben sizi koruyorum.’ dedi. Bu karar topyekûn bir şekilde kolluğu koruma çabası, kolluğu aklama çabasıdır.

Avukat Çelebi, söz konusu karara itiraz edeceklerini belirtiyor.

Özellikle Kürt illerinde polis, asker, özel harekatçı ve korucular tarafından öldürülen sivillere ilişkin nasıl bir yargı süreci işletildiğini hepimiz biliyoruz.

Sivil ölümler konusunda Türkiye, AİHM tarafından birçok kez mahkum edilse de Türk yargısı, aldığı kararlarda askeri, polisi, özel harekatçıyı ve korucuları hep ödüllendirdi ve ödüllendirmeye devam ediyor.

Sivillerin öldürülmesine karışan kolluğun, yargı tarafından bir cezasızlık zırhıyla korunduğunu alınan kararlarda hepimiz görüyoruz.

Kemal’in açık bir şekilde kalbine ateş edilerek polis tarafından öldürülmesi olayında farklı bir sürecin işletileceğini düşünmek saflık olur.

Ve bu kararlar, devletin Kürt politikasını bilenler açısından sürpriz değil.

Kemal’in öldürülmesine ilişkin cinayet zanlısı polis Yakup Şenocak’a yerel mahkemede verilen beraat kararına ilişkin yine Gazete Karınca’ya 17 Kasım 2020 tarihinde “Kemal’in Çığlığı: Bir dönemi taşır ve tarih olur” başlıklı bir yazı yazmıştım. O yazının son kısmı ile bitireyim bu yazıyı da:

…Kemal’in fotoğrafına her baktığımda o gece hep aklıma gelir. Hep Apo’nun makinasındaki ilk gördüğüm karedeki duyguyu hissederim.

Bu çocuk çıplak bedeniyle ‘beni katlettiler’ diye bağırıyor.

Ve bugün adlarının Adaletsiz Sarayları diye değiştirilmesi gereken Diyarbakır Adliyesi’nde, o çıplak gerçeği haykıran Kemal’i vuran polis beraat ettiriliyor.

Şunu göremiyorlar. Kemal’in fotoğrafı derisi kemiğine yapışmış akbabanın başında beklediği Afrikalı çocuğun fotoğrafıdır, Vietnam’da çırılçıplak bedeniyle napalm bombasının yaktığı kız çoğunun fotoğrafıdır…

Bir dönemi tüm hakikatiyle taşır ve tarih olur.

Sadece bir polisi değil bir sistemi, yüzyıllık bir inkar ve asimilasyonu yargılar ve mahkum eder.

Kemal’i vuran polisi beraat ettirenler, o beraat ettirenlere talimatlar veren siyasiler, o fotoğrafa bir
daha bakın, gelecekte hakikat yüzünüze tükürecek, insanlık önünde kaldırabileceğiniz bir yüzünüz
kalırsa eğer.


*http://mezopotamyaajansi35.com/search/content/view/164601?page=1&key=39d3e31667e29f8fbc78
6e6f0a74f2b5
**http://mezopotamyaajansi35.com/search/content/view/164754?page=1&key=39d3e31667e29f8fbc7
86e6f0a74f2b5

The post Kemal’in çığlığı ve Newroz ateşi first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Savaş, ahlak ve kutunun içerisindeki ölüm https://gazetekarinca.com/savas-ahlak-ve-kutunun-icerisindeki-olum/ Thu, 10 Mar 2022 08:11:14 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=202862 İbrahim Aslan Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş 15’inci gününde devam ediyor. Her savaşta olduğu gibi bu savaşta da birçok acı yaşanıyor. Siviller yaşamını yitiriyor, insanlar doğup büyüdükleri toprakları terk etmek zorunda kalıyor. Savaşanlar içerisinde savaşın sebebi olan kapitalist sistemin kaymağını yiyen ve aynı zamanda bu sistemin sahibi olan zenginler (burjuvalar/oligarklar) değil, her iki taraftan yine […]

The post Savaş, ahlak ve kutunun içerisindeki ölüm first appeared on Gazete Karınca.

]]>
İbrahim Aslan

Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş 15’inci gününde devam ediyor.

Her savaşta olduğu gibi bu savaşta da birçok acı yaşanıyor.

Siviller yaşamını yitiriyor, insanlar doğup büyüdükleri toprakları terk etmek zorunda kalıyor.

Savaşanlar içerisinde savaşın sebebi olan kapitalist sistemin kaymağını yiyen ve aynı zamanda bu sistemin sahibi olan zenginler (burjuvalar/oligarklar) değil, her iki taraftan yine yoksul çocukları birbirine öldürtülüyor.

Yoksullar birbirine öldürtülürken, zenginler ise savaşı kâra dönüştürüp paralarına para ekliyor.

Savaş sadece insanlara değil ekolojiye de ciddi zararlar veriyor.

Öyle ki, gözü dönmüş bir şekilde nükleer santraller dahi hedef alınabiliyor.

Bunun yaratacağı yıkım, geçmiş deneyimi olmasına rağmen savaşan güçler tarafından zerre kadar dikkate alınmıyor.

Tek adam rejimiyle yönetilen Rusya emperyalizmi, hiçbir ahlaki değer taşımadan Ukrayna’ya yönelik saldırılarını sürdürürken, cephenin diğer tarafı olan Ukrayna da desteğini aldığı başta ABD olmak üzere NATO’ya bağlı Batı emperyalizminin çıkarları için savaşı sürdürüyor.

Nereden bakılırsa bakılsın, bu savaş her iki taraf açısından da haksız bir savaştır.

Emperyalist blokların, kapitalist çıkarları için yürüttükleri savaşın savunulacak ve taraf olunacak bir yanı olamaz.

Bu savaş, ‘haklı bir savaştır’ diyebileceğimiz ezilenin ezene karşı verdiği bir varoluş savaşı değildir.

Bundan dolayı taraf olunabilecek, savunulabilecek bir savaş olarak görülemez ve değerlendirilemez, kapitalizmin çıkarları için yürütülen tüm savaşlar gibi.

Ancak ilkesel olarak savaşın insana, ekolojiye verdiği zarar ve yarattığı yıkımlar nedeniyle bu savaşa karşı durulmalıdır.

Bu savaşta ölen ve toprakları işgal edilmek istenen Ukrayna halklarının da; Putin diktatörlüğü ve Rus oligarklarının çıkarları için Ukrayna’da ölüme sürülen Rusya halklarının da bu savaştan hiçbir çıkarı yoktur.

Yine yıllardır Ukrayna egemenlerinin zulmüne, katliamlarına uğrayan Donetsk ve Lugansk bölgesindeki halkların çıkarına değildir bu savaş.

Rusya-Ukrayna savaşına dair insani dram sık sık gündeme getirilse de aslında bu dram asıl gündemin kıyısında durmaktadır.

Kapitalistlerin ve sistem analistlerinin, yazar ve çizerlerinin üzerinde durdukları temel nokta bu savaştan kimin kârlı çıkacağıdır.

ABD ve Batı emperyalizmi tarafından Rusya güçsüzleştirilecek midir?

Petrol ve doğalgazdaki durum kimin işine yarayacaktır?

Hangi ülke silah satışında daha büyük kazanacaktır?

Hangi ülkenin silahları daha başarılıdır ve daha çok insanı katlediyor?

Yaratılan yıkımdan sonra inşa edilecek binalar, yollar ve köprüler kimlere ihale için edilecek?

Gibi birçok soru savaşı yürütenlerin temel gündemidir.

Yoksa insani trajedi, sivillerin ölümü, nükleer facia, ekolojik yıkım ne Rusya emperyalistlerinin ne NATO emperyalist bloğunun ne Ukrayna egemenlerinin ne Çin ne de Türkiye egemenlerin umurlarındadır.

Bu savaşlarda en rahat şekilde harcanacak olan insan hayatı; hiç önemsenmeyecek şey insani trajedi, sivil ölümler ve ekolojik yıkımdır.

Harcanamayacak ve risk olarak görülecek olan ise tüm ülkelerin egemenleri açısından ekonomik kayıplardır.

***
Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşa dair genel görüşüm bu şekilde iken, savaş, insan ve ahlaka ilişkin üzerinde düşünülmesi gereken bir habere dikkat çekmek istiyorum.

Mezopotamya Ajansı’nın önceki gün gece saatlerinde servis ettiği, “Karatay’ın cenazesi 6 yıl sonra kutu içerisinde ailesine verildi” başlıklı habere, Ukrayna’da Rusya’nın sivillere yönelik saldırılarına tepki gösteren veya savaş-insani trajedi yorumlarında bulunan, Türkiye’deki herkesin dönüp bakması gerektiği kanaatindeyim.

Habere göre, Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde çıkan bir çatışmada yaşamını yitiren YJA STAR’lı Siti Karatay’ın cenazesi (kemikleri), 6 yıl sonra DNA eşleşmesi sonucu Şemdinli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından çağrılan annesi Aynur Karatay’a, kutu içerisinde teslim edildi.

Kutu içerisinde çoğunun kemiklerini alan anne Karatay, “İnsanoğlu böyle bir zulmü kabul eder mi?” diye soruyor.

Haberin ayrıntılarına buraya tıklanarak bakılabilir

Karatay’ın kemikleri kutu içerisinde annesine verilirken hatırlayacağınız gibi Dersim’de 2017 yılında çıkan bir çatışmada yaşamını yitiren HPG’li Agit İpek’in cenazesi de 3 yıl sonra 10 Nisan 2020 tarihinde annesi Halise Aksoy’a, PTT’den kargo ile gönderilmişti.
***
Ukrayna’da savaş, insanlık dışı uygulamalar, sivillere yönelik saldırıları haklı olarak sorgularken, dönüp Aynur Karatay ve Halise Aksoy’un o kargo paketi ve kutu ile çekilmiş fotoğraflarına bir daha bakmalıyız.

Halise Aksoy ve Aynur Karatay

O fotoğraflar üzerinden savaş ve insani trajediye dair söz kurabiliyorsak o zaman Ukrayna’daki insanlık trajedisine dair sözlerimizde samimi olabiliriz.

Son olarak Rusya-Ukrayna savaşını ilişkin Fikret Başkaya’nın Yeni Yaşam Gazetesi’nde ‘Ukrayna’ya dair gerçeği söylemek’ başlıklı yazısı ve Yıldırım Türker’in yenidentv.com’da ‘Savaşın Aynası’ başlıklı yazılarını okumanızı öneririm.

The post Savaş, ahlak ve kutunun içerisindeki ölüm first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Yarının Türkiye’si ve Semra Güzel https://gazetekarinca.com/yarinin-turkiyesi-ve-semra-guzel/ Thu, 03 Mar 2022 07:42:08 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=201176 İbrahim Aslan Millet İttifakı adıyla bir araya gelen 6 siyasi parti, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metni’ni “Yarının Türkiye’si” sloganıyla açıkladı. 48 sayfadan oluşan bu metinde, devlet yönetiminin Millet İttifakı’nın iktidar olması durumunda nasıl şekillendirileceğine ilişkin birçok noktaya işaret ediliyor. Güçlendirilmiş parlamentodan Cumhurbaşkanının bağımsızlığına, yargı bağımsızlığından özgürlüklere, YÖK’ten OHAL’e, yasama dokunulmazlığının güçlendirilmesinden kayyım uygulamasına son verilmesine […]

The post Yarının Türkiye’si ve Semra Güzel first appeared on Gazete Karınca.

]]>
İbrahim Aslan

Millet İttifakı adıyla bir araya gelen 6 siyasi parti, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metni’ni “Yarının Türkiye’si” sloganıyla açıkladı.

48 sayfadan oluşan bu metinde, devlet yönetiminin Millet İttifakı’nın iktidar olması durumunda nasıl şekillendirileceğine ilişkin birçok noktaya işaret ediliyor.

Güçlendirilmiş parlamentodan Cumhurbaşkanının bağımsızlığına, yargı bağımsızlığından özgürlüklere, YÖK’ten OHAL’e, yasama dokunulmazlığının güçlendirilmesinden kayyım uygulamasına son verilmesine gibi birçok başlık var metinde.

***

Millet İttifakı’nın “Yarının Türkiye’si” sloganıyla açıkladığı bu metin, bugünün Türkiye’sini temsil eden, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini savunan AKP-MHP ve Ergenekon ekibinin oluşturduğu Cumhur İttifakı’nın memleketi getirdiği nokta açısından tutulacak yanları var.

Yargı bağımsızlığı, güçlendirilmiş parlamento, Cumhurbaşkanının bağımsızlığı, YÖK’ün kaldırılması, OHAL’in zorlaştırılması, kayyım uygulamalarına son verilmesi, özgürlükler noktasında yapılacaklar, seçimle gelenin seçimle gitmesi gibi.

***

Millet İttifakı’nın bu metnine dair tartışmalar devam ederken, metnin açıklandığı 28 Şubat’tan bir gün sonra yani 1 Mart’ta ülkedeki önemli gündemlerden biri olan HDP Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılması kararı tam da Millet İttifakı’nın ‘güçlendireceğiz’ dediği parlamentoya getirildi.

Parlamentoda Güzel’in yerine savunmayı HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç yaptı. Oluç’un 3 saat süren savunması, özü itibariyle bir savunma değil Kürt sorununun ne olduğu ve nasıl çözülmesi gerektiğine ilişkin bir yol haritası niteliğindeydi.

Oluç’un Kürt sorununun ne olduğu, bu çerçevede özellikle 90’lardan bugüne neler yaşandığı, Kürt siyasal partilerinin kapatılmasının, milletvekillerinin tutuklanmasının sorunu derinleştirmekten öte hiçbir işe yaramadığını, çözümün 28 Şubat 2015 tarihinde açıklanan Dolmabahçe Mutabakatı’nda olduğunu ayrıntılarıyla anlattığı 3 saatlik konuşma metnine buradan bakılabilir.

 

***

Oluç’un konuşma metni, ülkenin en temel sorunu olan Kürt sorununun çözüm yolunu gösterdiği ve Kürt sorununun çözümüyle birlikte birçok sorunun çözüleceği gerçeğinden hareketle, Millet İttifakı’nın “Yarının Türkiye’si” sloganıyla açıkladığı metinden çok daha önemli bir yerde duruyor.

Ki, zaman bize Oluç’un konuşma metninin, Millet İttifakı’nın açıkladığı metinden daha tarihsel bir öneme sahip olduğunu arada bir gün geçtikten sonra gösterdi.

Millet İttifakı, “Yarının Türkiye’si” metnini, 28 Şubat 2022 yani Dolmabahçe Mutabakatı’nın 7’nci yıldönümünde, Kürt sorununa ilişkin tek bir kelime dahi koymadan açıkladı.

Millet İttifakı, 2 Mart 1994 DEP milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması ve gözaltına alınmalarının 28 yıldönümünden 1 gün sonra ise, ‘Güçlendireceğiz’ dediği parlamentoda Kürtlerin iradesini temsil eden milletvekilinin dokunulmazlığının düşmesi için oy kullandı.

“Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde” sözü tam da Millet İttifakı’nın resmini açıkladıkları metinden bir gün sonra gösteriyor bize.

“Yarının Türkiye’si” sloganıyla “güçlendireceğiz” dediğiniz parlamentoda, bir gün sonra o metinde tek kelime dahi yer vermediğiniz memleketin en önemli sorunlarından olan Kürt sorununun çözümsüzlüğü nedeniyle dokunulmazlığın kalkması için oy veriyorsanız, geçmiş olsun sizin “Yarının Türkiye’si”ne ve güçlendireceğiniz parlamentoya…

 

The post Yarının Türkiye’si ve Semra Güzel first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Vicdan ve adalet https://gazetekarinca.com/vicdan-ve-adalet/ Thu, 24 Feb 2022 06:00:23 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=199148 İbrahim Aslan Gülistan Doku, Munzur Üniversitesi Çocuk Gelişimi öğrencisiydi. 5 Ocak 2020 tarihinden bu yana kendisinden haber yok. Gülistan’ın ailesi, 782 gündür “Gülistan Doku nerede?” diye haykırıyor. Doku ailesinin adalet çığlığı dağı taşı kameralarla gözetilen Dersim’in dağlarından nehirlerine tüm dünyaya yayıldı ancak Gülistan’dan bir haber yok. Adalet ve sorumluların hesap vermesini istiyor, Doku’nun annesi, babası […]

The post Vicdan ve adalet first appeared on Gazete Karınca.

]]>
İbrahim Aslan

Gülistan Doku, Munzur Üniversitesi Çocuk Gelişimi öğrencisiydi.

5 Ocak 2020 tarihinden bu yana kendisinden haber yok. Gülistan’ın ailesi, 782 gündür “Gülistan Doku nerede?” diye haykırıyor.

Doku ailesinin adalet çığlığı dağı taşı kameralarla gözetilen Dersim’in dağlarından nehirlerine tüm dünyaya yayıldı ancak Gülistan’dan bir haber yok.

Adalet ve sorumluların hesap vermesini istiyor, Doku’nun annesi, babası ve ablası…

Kar demeden, kış demeden, yağmur demeden, fırtına demeden, polis şiddeti, yargı sopası demeden…

Gülistan’ın kaybolmasında birinci dereceden sorumlu olduğu belirtilen son görüştüğü kişi ve aynı zamanda üvey babası polis Zaynal Abakarov’ave ailesine hesap soran yok. Sadece ifadesi alındı ve sonra serbest bırakıldı Abakarov.

Doku ailesi, Zaynal Abarakov’un dönemin Dersim Valisi Tuncay Sonel tarafından yurtdışına çıkarıldığını belirtiyor.

Kendilerine İçişleri Bakanı Süleyman Soylu başta olmak üzere devlet yetkililerinin verdiği hiçbir sözün tutulmadığını belirten Doku ailesi, Dersim’deki adalet arayışını Ankara’ya taşıdı üç gündür.
Meclis’in koridorlarında, muhalefet partilerinin grup toplantılarında Gülistan’ın fotoğraflarını kaldırarak, adalet istediler, vicdanlara seslendiler.

Adalet Bakanı ile görüşmek istediler, bu sorununun asıl muhatabı olan kurumun başındaki kişiyle. Kapıda bekletildiler uzun süre, sonra darp edilerek, sürüklenerek polisler tarafından gözaltına alındılar. Gözaltı sonrası tekrar Adalet Bakanı ile görüşmek için bakanlık önüne gitmeye çalıştılar ama bu kez bakanlığa dahi yaklaştırılmadılar.

***

Doku ailesi gibi adalet isteyen ve vicdanlara seslenen bir başka aile de Şenyaşar ailesi.

Urfa’nın Suruç ilçesinde 14 Haziran 2018’de AKP Milletvekili İbrahim Halil Yıldız’ın koruma ve yakınlarının saldırısı sonucu eşi ve iki oğlunu yitiren Emine Şenyaşar ile saldırılardan yaralı kurtulan oğlu Ferit Şenyaşar’ın Urfa Adliyesi önünde başlattığı Adalet Nöbeti, 353’ncü gününde devam ediyor.

Emine Şenyaşar, Urfa Adliyesi önünde her anı insanı yaralayan bir duruşla adalet arıyor. Vicdan diyor, herkes için adalet diyor.

Beton blokların altında yaklaşık bir yıldır karda kışta, yağmurda doluda adalet arayışını sürdürüyor.

Onların vicdanlara seslenen adalet arayışına da devlet-iktidar tarafından bir yanıt verilmiyor.

***

17 bin faili belli/meçhul cinayetin işlendiğinin bizzat devlet yetkilileri tarafından açıklandığı bir ülkede yaşıyoruz.

Cumartesi Anneleri, polisin, askerin, özel timlerin, korucuların, devletin kontrolündeki paramiliter güçlerin katlettiği çocuklarını, yakınlarını soruyor 27 Mayıs 1995 tarihinden bu yana.
27 yıl yani 882 hafta, yani 9 bin 855 gündür…

Adalet diyorlar, vicdan diyorlar, bir kemik istiyoruz, dua edeceğimiz bir mezar istiyoruz diyorlar Cumartesi Anneleri.

Yanıtı; yargılanarak, Galatasaray Meydanı’ndan Diyarbakır’a, Diyarbakır’dan Cizre’ye polis şiddetine uğrayarak, gözaltına alınarak, darp edilerek alıyorlar devlet denen mekanizmadan.

***

Cenazelerin panzerlerle sürüklendiği, çocuğunun kemiklerinin annesine postaneden koli kutusu ile gönderildiği, ölülerin mezarından çıkarıldığı, mezarların parçalandığı bir coğrafyada adalet ve vicdan çağrısında bulunmak?

Adalet deyip vicdanlara seslenen mağdurların Doku ve Şenyaşar aileleri örneklerinde olduğu gibi talepleri gayet yerinde ve onların bu haklı taleplerine söylenecek söz yok.

Bu talebe yanıt vermesi gereken mekanizmanın başındakilerin dün veya bugün adalet ve vicdan olgusunun neresine düştüklerine ilişkin ise verecek yanıtım yok.

Veya sistemin bekası deyip adaleti adaletsizlik olarak işletenler ve vicdana dair hiçbir muhasebesi olmayanlar, hangi sorunu çözebilir?

Ya da adaletin yerini bulması için vicdana gerek var mı?

Gülistan’ın bulunması veya kayıp olmasından sorumlu olanlardan hesap sorulması adaletin yerini bulmasıdır.

Şenyaşar ailesini katledenlerin hak ettikleri gibi yargılanmaları, adaletin yerini bulmasıdır.

The post Vicdan ve adalet first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Muhalefetin fotoğrafı ve HDP https://gazetekarinca.com/muhalefetin-fotografi-ve-hdp/ Thu, 17 Feb 2022 08:23:50 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=198386 İbrahim Aslan 6 muhalefet partisi liderinin 13 Şubat’ta verdiği yukarıdaki fotoğraf üzerinden epey bir tartışma yürütüldü ve yürütülmeye devam ediyor. Bu fotoğrafa ilişkin MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin grup toplantısında fotoğrafın çıktısı üzerinden yaptığı, ‘alttaki tek ayak, yok 4’üncü ayak, yok üçayak olsa bilmen HDP neresinde, dış güçler şurasında’ yorumunu ise gülmek isteyenler, izlemedilerse yeniden izleyebilirler. […]

The post Muhalefetin fotoğrafı ve HDP first appeared on Gazete Karınca.

]]>
İbrahim Aslan

6 muhalefet partisi liderinin 13 Şubat’ta verdiği yukarıdaki fotoğraf üzerinden epey bir tartışma yürütüldü ve yürütülmeye devam ediyor.

Bu fotoğrafa ilişkin MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin grup toplantısında fotoğrafın çıktısı üzerinden yaptığı, ‘alttaki tek ayak, yok 4’üncü ayak, yok üçayak olsa bilmen HDP neresinde, dış güçler şurasında’ yorumunu ise gülmek isteyenler, izlemedilerse yeniden izleyebilirler.

Bahçeli, sanki grup toplantısında siyasi değerlendirme değil de Veli Efendi Hipodrumu’nda at yarışlarına ilişkin yorum yapıyor hissine kapılmadım değil!

***

Fotoğrafa ilişkin Bahçeli’nin yorumunu bir tarafa bırakarak, işin özüne dair birkaç kelam edeyim.

Toplantıdan önce 6 muhalefet liderinin özellikle fotoğraf ile verecekleri mesajın üzerinde oldukça duruldu.

Gazete Duvar’da toplantıdan bir gün önce Nergis Demirkaya’nın muhalefet yetkililerine dayandırarak verdiği kulis habere göre bir yetkili, verilecek fotoğrafa ilişkin şu yorumda bulunuyor:

Bu toplantının vereceği ilk mesaj çekilecek fotoğraf olacak. Bence bu toplantının en önemli sonucu 6 lideri bir arada gösteren iyi pikselle çekilmiş kaliteli bir fotoğraf olacak. Bu fotoğraf gelecek açısından bir başlangıç anlamı taşıyacak.”

Yine BBC Türkçe’den Ayşe Sayın’ın toplantı sonrası yazdığı kulis habere göre, toplantı öncesinde 6 muhalefet liderinin ayakta ve yan yana görüntü vermesi CHP tarafından planlandı ve bir gün önce diğer partilere iletildi.

Gelen değerlendirmeler üzerinden küçük değişikliklerle parti başkanları, kameraların karşısına geçerek poz verdi.

Toplantıya ilişkin basına verilen iyi pikselle çekilmiş kaliteli fotoğraf bu şekilde ortaya çıktı. 6 partinin başkanı açısından da önemliydi!

***

Üzerinde durulan fotoğrafın yanı sıra bir başka tartışma konusu da, 6 muhalefet partisinin Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metnini 28 Şubat tarihinde açıklayacak olması.

Bu tarih birçok kişinin akıllarına hemen ‘post modern darbe’ olarak da nitelendirilen 28 Şubat 1997’deki Milli Güvenlik Kurulu kararının 25. yıldönümünü getirdi. Bu post modern darbe ile bugünkü iktidarın önünün açıldığına ve muhalefet liderlerinin bu tarihi bilinçli seçtiğine yönelik yorumlar yapıldı.

28 Şubat tarihi aynı zamanda Dolmabahçe Mutabakatı’nın 7. yıl dönümü. 2012 yılının sonuna doğru başlayan “çözüm süreci”nin en önemli adımıydı Dolmabahçe Mutabakatı.

28 Şubat 2015’te İmralı Heyeti ile devlet heyeti, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 10 maddelik Çözüm Deklarasyonunu açıklamıştı.

6 muhalefet partisinden söz konusu tarihe ilişkin tesadüfi olduğu yönünde açıklamalar yapılsa da, 28 Şubat tarihinin seçilmesinin, post modern darbeden çok Dolmabahçe Mutabakatının yıldönümüne getirilmesi ihtimalinin daha güçlü olduğuna inananlardanım.

Çünkü bu devletin iktidarı da iktidara aday olan sistem içi muhalefeti de kendince önemli gördüğü açıklamaları yaparken, tarihini tesadüflere bırakmaz. Hep simgesel tarihlere gönderme yapacak bir akıl ile karar alır.

Bu aklın da açıklama tarihini post modern darbe tarihine denk getirmekle değil Dolmabahçe Mutabakatı’na karşı olmak üzerinde bu tarihi seçtiğini düşünüyorum.

Öyle olmasaydı Kılıçdaroğlu ve Uysal’ı hadi geçelim; Davutoğlu, Babacan ve hatta Akşener’in o fotoğraf karesinde ne işi olurdu?

***

Masanın ayakları, verilen fotoğraf ve 28 Şubat tarihinin yanı sıra toplantıdan sonra özellikle sosyal medyada,‘HDP neden fotoğrafta yok’ tartışmaları oldukça yoğun yapıldı. Buna ilişkin yazılan, çizilenin yanı sıra gerek iktidar kanallarında gerek ise iktidar karşıtı kanallarda çeşitli tartışmalar gerçekleştirildi.

HDP orada olmalı mıydı?

Kanımca asıl HDP’nin olmaması değil olması sorun olarak görülmelidir.

Bir defa zaten HDP’nin iki Eş Genel Başkan ile orda olması, oradaki 6 liderin keyfini kaçırırdı.

Alın size tartışılan fotoğraftan ilk kriz!

Eş Başkanlık sisteminin somut halinin o fotoğraf karesine girmesi dahi 6 sistem içi muhalefet liderinin kimyasını bozabilir demeyeyim, kesin bozardı.

O fotoğraf karesi, HDP’nin Eş Genel Başkanlık sistemini kaldırabilecek demokrasi çerçevesine sahip değil ve olacağını da düşünmüyorum.

HDP’nin o fotoğraf karesinde olmamasına ilişkin uzun uzadıya değerlendirmeler de yapılabilir. Ancak işin özü HDP’nin ideolojik-politik hattı ile fotoğraf karesindekilerin ideolojik-politik hattı, fotoğrafın megapiksellerini tarumar edebilir.

***

HDP’nin bu muhalefet liderleri veya partileriyle AKP-MHP iktidarına karşı taktiksel politikalar geliştirmesi anlaşılır ve olabilir. Bu yok sayılacak, reddedilecek bir durum değil.

Veya devletin iki ayrı blok halinde hareket eden partileri arasında dönemsel politikalar geliştirmesi, seçim stratejileri oluşturması dışlanamaz. Ancak bu bloklara angaje olmuş bir HDP, öncelikli olarak HDP’nin misyonunu ortadan kaldırır.

Bunu en iyi idrak edenin başta HDP kitlesi ve yöneticileri olduğunu düşünüyorum.

HDP’nin içerisinde yer aldığı veya oluşturmaya çalıştığı asıl ittifak, Demokrasi İttifakı’dır.

Demokrasi İttifakı’nın zemini ne kadar güçlendirilir ve fotoğraf karesi ne kadar büyütülürse, bu coğrafyanın sorunlarına çözüm getirilebilir.

6 muhalefet liderinin“Yarının Türkiye”sini inşa etmek için önemli bir adım attık” diyerek, servis ettikleri fotoğraf karesi, yarının Türkiye’sini inşa etmek değil bugünün Türkiye’sini yeniden restore etmektir.

Bu coğrafya insanın asıl ihtiyaç duyduğu ise, eskiyi yeniden restore etmek değil yeniyi, alternatif bir paradigma ile inşa etmektir.

O inşayı gerçekleştirecek fotoğrafı HDP, Demokrasi İttifakı çalışmasıyla Türkiye’nin tüm renklerini kadrajın içine alarak verebilir.

Asıl üzerinde durulması gereken ve bu coğrafyanın ihtiyacı olan o fotoğraf karesinin gücü olabilir.

The post Muhalefetin fotoğrafı ve HDP first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Sistem için sıradan bir figüranı daha harcadılar https://gazetekarinca.com/sistem-icin-siradan-bir-figurani-daha-harcadilar/ Thu, 10 Feb 2022 06:51:12 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=197673 İbrahim Aslan “3 Kasım 1996, saat 19:25 sularında Balıkesir-Bursa karayolunda Susurluk ilçesi Çatalceviz mevkiinde meydana gelen trafik kazası sonucu, devlet-polis-mafya ilişkilerinin ortaya çıkması ile patlak veren skandal. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli skandallarındandır. Kazanın ardından kamuoyu, ‘devlet, siyaset, mafya’ üçgeninde yasa dışı ilişkilerin ortaya çıkartılmasını talep etti. ‘Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık’ ismi verilen […]

The post Sistem için sıradan bir figüranı daha harcadılar first appeared on Gazete Karınca.

]]>
İbrahim Aslan

3 Kasım 1996, saat 19:25 sularında Balıkesir-Bursa karayolunda Susurluk ilçesi Çatalceviz mevkiinde meydana gelen trafik kazası sonucu, devlet-polis-mafya ilişkilerinin ortaya çıkması ile patlak veren skandal. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli skandallarındandır.

Kazanın ardından kamuoyu, ‘devlet, siyaset, mafya’ üçgeninde yasa dışı ilişkilerin ortaya çıkartılmasını talep etti. ‘Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık’ ismi verilen sivil toplum eylemleriyle ve medyanın desteği ile üstü örtülen ilişkilerin ve faaliyetlerin açıklanması talep edildi…”

Yukarıda alıntıladığım iki paragraf, Wikipedia’da Susurluk kazasına ilişkin verilen bilgilerin giriş paragrafında yer alıyor.

Olayı veya skandalı hatırlamayanlar veya bu skandal kazaya ilişkin bilgisi olmayan gençler, ayrıntılarına buraya tıklayarak bakabilirler.

***

Susurluk kazasında pisliğin ortaya saçılmasıyla büyük bir kamuoyu duyarlılığı oluşmuştu.

Türkiye’nin her tarafından milyonlarca kişi, ortalığa saçılan devlet-siyaset-mafya pisliğinin temizlenmesi ve sorumluların yargılanması için yaklaşık bir ay süren ‘Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık’ eylemleri gerçekleştirdi.

28 Şubat 1997 tarihinde DYP ve Refah Partisi’nin oluşturduğu dönemin koalisyon hükümetinin düşmesi sonucu, ‘Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık’ eylemleri de sonlandırıldı.

***

Susurluk kazasının üzerinden yaklaşık 26 yıl geçti.

Bu 26 yılın ardından son yıllarda yaşananlara, ortaya çıkanlara baktığımızda yerin altıyla üstüyle tamamen mafyalaşmış bir sistem ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebilirim.

Önceki gün yine bir mafya liderinin afişe etmesiyle daha yakından tanımaya başladığımız Kıbrıslı olan ve hesaplara göre bulaşmadığı veya bulaştırılmadığı pislik (kara para, kokain ticareti, yasadışı bahis, haraç…) kalmamış Halil Falyalı, aracının taranması sonucu şoförüyle birlikte öldürüldü.

Halil Falyalı’nın öldürülmesiyle birlikte hem Türkiye’nin adeta kirli arka bahçesine dönen Kuzey Kıbrıs’ta hem de Türkiye’de devlet-siyaset-mafya ilişkileri yeniden konuşulmaya, yazılıp çizilmeye başladı.

Tabi Falyalı’nın öldürülmesi bu şekilde gündem olurken, zaten Türkiye’deki devlet yapılanması, her türlü pis işin bakanlarından bilmen en alt birimdeki hangi yetkilisine kadar işlerin nasıl döndüğünü mafya lideri Sedat Peker, iyi hazırlanmış bir oyuncu olarak açıklamıştı. Bu açıklamaların yankıları da devam ediyor.

Peker’in açıklamaları da deyim yerindeyse kamuoyunda Susurluk kazası sonrası yapılan ‘Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık’ eylemlerine olan ilgiye benzer bir ilgiye mazhar olmuştu. Hala dört gözle Peker’in pislik düzenine ilişkin yayınlayacağı videoları bekleyen milyonlar var dersem kimseyi yanıltmış olmam.

***

Peker’in, Kuzey Kıbrıs’taki pis işlerden sorumlu olan Halil Falyalı’yı afişe etmesi ve bunun ardından gelen ölümün kriminal boyutuna ilişkin epey şey ortaya çıkacaktır zaman içinde.

Susurluk kazası sonrası da birçok kriminal boyut ortaya konulmuştu. Ancak geldiğimiz noktada Susurluk’tan 26 yıl sonra memleketin ‘ana vatanından yavru vatanına’ her türlü karanlık ve pis işin gayet aleni bir şekilde devlet-mafya-siyaset bütünlüğüyle yürütüldüğünü görüyoruz.

Dönem dönem bu bütünlük içerisinde bazı figüranlar harcanıyor, bazı figüranların yeri değiştiriliyor. Yer altı ve yer üstüyle bütünleşmiş, pislik düzeni ise yoluna devam ediyor.

***

Hani şu Yalıkavak Marina’da poz veren yine Sedat Peker’in açıklamalarında başrollerden birini oynayan eski İçişleri Bakanı ve eski Emniyet Müdürü Mehmet Ağar’ın, Uğur Mumcu cinayetine ilişkin eşi Güldal Mumcu’ya söylediği sözleri herkes bilir:

“Öyle bir iş ki… Bir tuğla çekersek duvar yıkılır”

İşte o tuğla çekilmediği gibi devlet-mafya-siyaset işbirliğiyle o duvar, yükseldikçe yükseliyor. Artık yer altı ve yer üstünün tüm figürleri hiçbir şeyi gizlemeden, hiçbir kaygıya düşmeden fotoğraf veriyor.

Ağar’ın duvar-tuğla sözlerine ve bu kirli hesaplaşmadan medet umanlara Türkiye sinemasının emektarı, muhalif sanatçı Tuncel Kurtiz’in Ezel adlı dizideki Ramiz Dayı karakterinin dilinden yanıt vererek bitireyim yazıyı:

Kardeşş,

 O duvarı inşa ettikleri tuğlaların harcı kan ve zulüm ile karıldı.

O duvar nice pisliğin üstünü örtü ve örtmesi için örmeye devam ediyorlar.

Kaç amele kaç usta harcandı duvar örülürken ve daha kaçı harcanacak…

Biliyor musun kardeşş,

Bırak o duvarı örmek için dönen dolapları, birbirini yiyen usta ve ameleleri.

Birbirlerini yerler ama bize ekmek çıkmaz oradan kardeşş,

Yediklerinin yerine bulurlar kendi ustalarını da kendi amelelerini de.

Yıkmazlar o duvarı kardeş,

Çünkü her tuğlasında çektirdikleri zulüm ve akıttıkları kan vardır kardeşş…

O duvarı onlar yıkmazlar,

Ancak sen yıkabilirsin kendi ustaların ve kendi amelelerinle kardeşş…”

The post Sistem için sıradan bir figüranı daha harcadılar first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Sezen Aksu, Kürtçe yasağı ve tavus kuşunun ölümü https://gazetekarinca.com/sezen-aksu-kurtce-yasagi-ve-tavus-kusunun-olumu/ Thu, 03 Feb 2022 07:53:28 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=196929 İbrahim Aslan  Yaptığı müzik ve besteleriyle dünyada tanınan sanatçılardan Sezen Aksu’ya yönelik linç kampanyasına başta bu coğrafyada yaşayan bizler olmak üzere tüm dünya tanık oldu. Sezen Aksu, 2017’de yaptığı ‘Şahane Bir Şey Yaşamak’ adlı şarkısındaki, “Acısıyla, tatlısıyla, Ne şahane bir şey yaşamak, Dibe vurmak, dimdik durmak, Bin bahane, bin oyun kurmak, Binmişiz bir alâmate, Gidiyoruz […]

The post Sezen Aksu, Kürtçe yasağı ve tavus kuşunun ölümü first appeared on Gazete Karınca.

]]>
İbrahim Aslan 

Yaptığı müzik ve besteleriyle dünyada tanınan sanatçılardan Sezen Aksu’ya yönelik linç kampanyasına başta bu coğrafyada yaşayan bizler olmak üzere tüm dünya tanık oldu.

Sezen Aksu, 2017’de yaptığı ‘Şahane Bir Şey Yaşamak’ adlı şarkısındaki, “Acısıyla, tatlısıyla, Ne şahane bir şey yaşamak, Dibe vurmak, dimdik durmak, Bin bahane, bin oyun kurmak, Binmişiz bir alâmate, Gidiyoruz kıyamete, Selam söyleyin o cahil, Havva ile Adem’e…” sözleri nedeniyle önce Diyanet İşleri Başkanlığı ve iktidar yandaşları tarafından hedef alındı.

Ardından iktidarın tepesindeki AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Bahçeli tarafından da tehdit edildi.

Erdoğan, Sezen Aksu’yu hem de cami çıkışında, “Bütün bunların karşısında dimdik duracak olanlar sizlersiniz. Hz. Adem efendimize kimsenin dili uzanamaz. O uzanan dilleri yer geldiğinde koparmak bizim görevimizdir. Havva validemize kimsenin dili uzanamaz. Onlara da had bildirmek bizim görevimizdir” diyerek tehdit etti.

Linç kampanyası ve iktidarın tehditlerine karşı Aksu’ya birçok kesimden büyük bir destek gelirken, Aksu da sanatçı kimliğinin hakkını vererek, yazdığı yeni bir şarkının sözleriyle Erdoğan’a ve kendisini hedef alan iktidar ve yandaşlarına gerekli yanıtı verdi.

Daha sonra Erdoğan, çıktığı bir televizyon programında Aksu’yu hedef almadığını ileri sürdü, ancak genel olarak da gerçek sanatçılara yönelik tehdidini sürdürmeyi ihmal etmedi.

Erdoğan’ın televizyonda yaptığı açıklamalar, ‘çark etti’ şeklinde yorumlandı.

Bana sorarsanız, Erdoğan’ın ‘çark ettiği’ tek şey Sezen Aksu ismine yönelikti ancak iktidara muhalif olan sanatçılara yönelik tehdidini özü itibariyle Aksu’yu da dahil ederek, açıklamasında sürdürdü.

Aksu’ya yönelik bu hedef gösterme, linç kampanyasının ardından bir başka yasak da İstanbul’da İstiklal Caddesi’nde sokak müziği yapan Kürt gençlere yönelik geldi.

Caddenin kabadayısı gibi hareket eden sivil polislerden biri, Kürtçe şarkı söyleyen gençleri engelledi ve sokak sanatçısı gençleri, “Müzik yapamazsınız, her yer benim” diye tehdit etmekten geri durmadı.

Polisin İstiklal Caddesi’nde Kürtçe müzik söylenmesini engellemesine karşı Sezen Aksu’ya verilen destek kadar büyük bir destek olmasa da özellikle Kürtler başta olmak üzere muhalif kesimler, hem sokakta hem de sosyal medyada Kürtçe yasağına tepki gösterdi ve bu durumu protesto etti.

Kürtçe şarkı söylenmesi engellenen gençler, İstiklal Caddesi’nde Kürtçe ezgiler söyleyerek yürüdü.

HDP’li vekiller ve polisin engellediği gençler yine İstiklal Caddesi’nde Kürtçe ezgiler eşliğinde halaylar çekti ve polisin uygulamasını protesto etti.

Bu yoğun tepkiler ve Kürtçenin sahiplenilmesi karşısında İstanbul Valiliği, absürt bir açıklama yapmak zorunda kaldı.

Yasak Kürtçeye yönelik değilmiş de, trafik kapanıyormuş da, tren geçemiyormuş da…

Yav İstiklali bilen zaten o caddenin doğal halinin her renkten, her kesimden insan kalabalığından oluşan bir trafik olduğunu bilir.

Bu kalabalık içerisinde bazen o nostaljik tren gelip gider, bazen polis ve zabıta araçları, bazen diğer resmi araçlar…

Cadde üzerinde birçok dilde müzik yapanlar kalabalık oluşturup, trafiği engellemezken Kürtçe müzik yapan gençlerin müziği trafiği engelliyormuş öyle mi?

Valiliğin bu açıklamasına başta Kürtler olmak üzere memleketin halini ve ahvalini az buçuk bilen herkes kesin inanmıştır!

Kürtçe şarkı söylenmesinin İstiklal Caddesi’nde yasaklanması ne bir polisin kabadayılık gösteri ne de İstanbul Valiliği’nin trafiği engelleme açıklamasıyla açıklanabilir.

İstiklal Caddesi’nde yasaklanan Kürtçe ile Şengal’de TSK bombardımanında yaşamını yitiren Êzidi Kürtlerin kutsalı tavus kuşu, Türkiye’nin yüzyıllık “TEK TEK TEK…” politikasının sonucudur.

Bugünkü iktidar eliyle genişletilerek sürdürülen bu tekçi ve inkarcı politikayı boşa çıkarmanın ve kazanmanın yolu ise Sezen Aksu’nun, Kürt sanatçılarının ve onların yanında durup destek verenlerin mücadeleci ve geri adım atmayan duruşundan geçmektedir.

Êzidi Kürtlerin kutsal mekanı Şengal’de gökyüzüne bakarken bombardımanda yaşamını yitiren tavus kuşunun ölümü ancak bu şekilde engellenebilir.

Sezen Aksu’nun kendisine yönelik tehditlerde bulunan bugünün insan ve yaşam avcılarına, şarkı sözleri ile verdiği yanıtı da yeniden okumakta fayda var:

AVCI

Sen beni üzemezsin

Zaten çok üzgünüm

Nereye baksam acı

Nereye baksam acı

Ben avım sen avcı

Vur bakalım…

Sen beni sezemezsin

Dilimi ezemezsin

Nereye baksam acı

Kim yolcu kim hancı

Dur bakalım…

Beni öldüremezsin

Sesim, sazım, sözüm var benim

Ben derken ben herkesim

The post Sezen Aksu, Kürtçe yasağı ve tavus kuşunun ölümü first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Hakkını verelim, bu iktidar mahirdir! https://gazetekarinca.com/hakkini-verelim-bu-iktidar-mahirdir/ Thu, 27 Jan 2022 05:46:05 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=196027 İbrahim Aslan AKP, iktidarda olmanın 20 yılını tamamladı. Az bir zaman değil. Bu 20 yıllık iktidar olma zaman dilimini, Erdoğan’ın deyimiyle ‘kalfalık, çıraklık, ustalık’ aşamalarını katederek geldi ve sürdürmeye devam ediyor. AKP’nin iktidar deneyimine, yerel yönetimlerde siyasal İslamcıların 90’lı yıllardan itibaren birçok yerde iktidar olmalarının deneyimini de eklemek gerekiyor. Yine iktidarın 2015 sonrası ortağı olan […]

The post Hakkını verelim, bu iktidar mahirdir! first appeared on Gazete Karınca.

]]>
İbrahim Aslan

AKP, iktidarda olmanın 20 yılını tamamladı. Az bir zaman değil.

Bu 20 yıllık iktidar olma zaman dilimini, Erdoğan’ın deyimiyle ‘kalfalık, çıraklık, ustalık’ aşamalarını katederek geldi ve sürdürmeye devam ediyor.

AKP’nin iktidar deneyimine, yerel yönetimlerde siyasal İslamcıların 90’lı yıllardan itibaren birçok yerde iktidar olmalarının deneyimini de eklemek gerekiyor.

Yine iktidarın 2015 sonrası ortağı olan MHP ve Ergenekon gibi devlet yapılarının, bu deneyime kattıklarını da unutmamalıyız.

Yazının başlığına dönecek olursak, bu iktidar neden mahirdir ve neden hakkını vermek gerekiyor?

Sadece çok bildik bazı meselelerimiz üzerinden gidelim.

Türk Lirası, dolar karşısında en fazla değer kaybeden para birimi.

100 liranın, 200 liranın, 1000 liranın artan pahalılık karşısında, döviz kuru karşısında hiçbir anlamı yok.

Merkez Bankası’nın rezervleri yani halkın parası, iktidar tarafından doları frenlemek için eritildi ve eritilmeye devam ediyor.

Buna rağmen 1 dolar hala 13-14 TL ediyor ancak bu iktidar, kur korumalı TL mevduatıyla halka hiç çekinmeden bir zafer öyküsü sunabiliyor.

Yetmiyor, bu sistem ile uzun vadeli olarak döviz kurundaki dalgalanmaya karşı halkın parası bankada parası olan zenginlere garanti olarak sunuluyor.

Türk Lirası ise, dolar karşısındaki en değersiz para birimleri arasındaki yerini korumaya devam ediyor.
Zamlar almış başını gidiyor. Gerçek enflasyon yüzde 50’lileri aşmış durumda.

Asgari ücrete yapılan zam, büyük bir başarı olarak gündemleştiriliyor.

Milyonlarca asgari ücretli, bankamatikten aldığı maaşıyla markete, pazara, bakkala ulaşmadan bu zam soba görmüş kar tanesi gibi eriyor.

Bir haftada 5 lira olan şey 15 liraya, 15 lira olan şey 40 liraya çıkıyor.

Marketlerde, pazarlarda, bakkallarda günlük değil artık anlık olarak fiyat etiketleri arttırılıyor ancak iktidar, asgari ücrete yapılan zam oranı üzerinden muhalefeti terbiye etmeyi sürdürüyor.

Karadeniz’de doğalgaz bulunduğundan beri başımıza gelmeyen kalmadı.

Doğalgaz ucuzlayacak, kestaneleri bırak soba üzerinde, kalorifer petekleri üzerinde pişirip keyif yapacağımızı düşünürken, kombilere uzaktan hasretle battaniye altında bakar olduk!

Ne battaniye ne kombi yoksulları ısıtıyor.

İnsanlar yakıt parası bulamadığı için donarak yaşamını yitiren bebekler var memlekette ama iktidar büyük enerji projelerinden bahsediyor.

Elektrik ve doğalgaz yetersizliğinden dolayı fabrikalara şalterler kapattırılırken bu ekonomik krizde, “büyük devlet” edebiyatı, sözcülerinden medyasına tüm iktidar aygıtları tarafından hiçbir haya duyulmadan dile getiriliyor.

2022 yılının iktidar açısından mahir işlerinden biri de elektriğe kademeli zam meselesi oldu.

Nasıl bir şeyse herkes iyi olacak zannetti! Çünkü kademeli…

Ancak 2022’nin ocağında gelen faturalar, ortalığı yakıp yıktı. Faturalarda yüzde 100, yüzde 200 gibi bir zam var.

Mahir iktidar, bu kademeli değil bildiğin kafa göz dağıtan zammı savunmaya devam ediyor.

En temel ihtiyaçlarını milyonlarca yoksul alamıyor.

Halk ekmek büfelerinin önündeki kuyruklar uzadıkça uzuyor.

İnsanlar çöplerden, pazar artıklarından besleniyor.

Durum buyken iktidar sözcüleri, ortakları, yandaş gazetecileri ve sanatçıları, tasarruf adı altında insanlara yaratıcı akıl vermekten geri durmuyor!

Bırakalım yarım kilo kıyma veya tavuk, ekmek alamayacak insanlara, “Ben kuzuyu tam kestiriyorum. Siz de öyle yapın” diye öneri de bulunuyorlar.

Bir eli yağda ötekisi balda, yediği önünde yemediği arkasında sanatçılarımız!, simidi sadece nostalji olsun diye tüketirken, “Bu zor günleri gerekirse simit yiyerek atlatacağız” diyerek, akıl vermekten geri durmuyor.

AKP ve ortaklarının bu kötüye ilişkin mahir olmaları, Hitler’in Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’e isnat edilen sözlerini getiriyor akıllara.

Goebbels’e isnat edilen Büyük Yalan tekniği diye aktarılan o meşhur sözler şöyledir:

“Yeterince büyük bir yalan söyler ve onu tekrar etmeye devam ederseniz, insanlar sonunda ona inanmaya başlayacaklardır. Yalan, ancak Devletin halkı yalanın siyasi, ekonomik ve / veya askeri sonuçlarından koruyabileceği süre boyunca sürdürülebilir. Dolayısıyla, Devletin muhalefeti bastırmak için tüm yetkilerini kullanması hayati önem taşır, çünkü gerçek, yalanın ölümcül düşmanıdır ve dolayısıyla gerçek, Devletin en büyük düşmanıdır.”

Goebbels, AKP ve ortaklarının iktidarını görmüş olsaydı, Büyük Yalan tekniğinin çerçevesini daha da genişletirdi. Belki Hitler’in ömrünü biraz daha uzatacak yöntemler bulabilirdi.

Goebbels’in yararlanamadığı günümüz Türkiye iktidarı, açık ki Goebbels’in Büyük Yalan tekniğini oldukça geliştirmiş ve büyük bir mahirlikle, sadece ve sadece iktidarını korumak, ömrünü uzatmak için halka karşı kullanıyor.

Büyük Yalan tekniğine karşı gerçekleri ortaya koyan politikacılar, işçiler, emekçiler, gazeteciler, sanatçılar ise, “devletin en büyük düşmanı” diye hedef alınıyor.

Sadece dilleri koparılmak, sesleri kesilmekle, dört duvar arasına koyulmakla tehdit edilmiyor, bu tehdit birebir uygulamalarla iktidar tarafından gerçekleştiriliyor.

Neden?

Ustalık döneminin ‘Büyük Yalanının’ ortaya çıkmaması için…

The post Hakkını verelim, bu iktidar mahirdir! first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Enes’in sesi ve suçlu fotoğraflarımız https://gazetekarinca.com/enesin-sesi-ve-suclu-fotograflarimiz/ Thu, 13 Jan 2022 08:35:30 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=194719 İbrahim Aslan Enes, daha 20’sindeydi. Geleceği parlaktı. Tıp Fakültesi’nde okuyordu. Aile, devlet, din ve tarikat dörtgeniyle kuşatılmıştı. Ateistti; ancak ailesinden başlayan ve cemaatle devam eden baskılar onu inanmadığı bir dinin uygulamalarıyla terbiye etme amacı güdüyordu. 3 yıl boyunca inanmadığı bir dinin vaaz ettiği yaşam biçimi pratiklerini uygulamak zorunda kaldı; her ne kadar bu durumun henüz […]

The post Enes’in sesi ve suçlu fotoğraflarımız first appeared on Gazete Karınca.

]]>
İbrahim Aslan

Enes, daha 20’sindeydi. Geleceği parlaktı. Tıp Fakültesi’nde okuyordu.

Aile, devlet, din ve tarikat dörtgeniyle kuşatılmıştı. Ateistti; ancak ailesinden başlayan ve cemaatle devam eden baskılar onu inanmadığı bir dinin uygulamalarıyla terbiye etme amacı güdüyordu. 3 yıl boyunca inanmadığı bir dinin vaaz ettiği yaşam biçimi pratiklerini uygulamak zorunda kaldı; her ne kadar bu durumun henüz bireyleşme çağını yaşayan Enes’in kendisine olan saygısını nasıl etkilediğini asla tam olarak bilemeyecek olsak da gencecik yaşında onu intihar etmeye sürükleyecek kadar etkili olduğunu kendi ifadelerinden de anlaşıldığı üzere tanıklık etmiş durumdayız..

Bu kuşatılmışlık, bu baskı cenderesi ne kadar da olgunlaştırmıştı bu çocuğu. Yaşamına son vereceğini belirttiği videoyu defalarca izledim. Ne kadar da sade ne kadar da samimi konuşuyordu Enes.

Aile, devlet, din ve tarikat/cemaat baskısını nasıl da sade bir dille anlatıyordu. Ve bu çocuk, bir protesto ile bu dörtlü kuşatmaya karşı (Annesine alacağı fırını, kardeşlerinin geleceğini unutmadan) ölüme yürüdü.

“Benden sonra onlar özgür olsun” diye 20’li yaşta bedenini 7 katlı binadan saldı ölüme doğru.
Enes’in videosunu izlerken, çıplak bedeniyle 2017 yılında Diyarbakır Newroz’unda katledilen Kemal Kurkut’un o masum yüzü geldi gözlerimin önüne.

O da kimliğine, inancına dönük baskılara karşı bıçağı dayamıştı çıplak bedenine. Bir protestoydu yaptığı.
“Artık yeter” diyordu.

O da “Yetmez, daha neler yapacağız” diyenlerin tetikçileri tarafından kalbinden kurşunlanarak, ölüme gönderilmişti.

Onu susturan tetikçiyi daha dün haklı buldu devletin mahkemesi.

Tüm olgunluğuyla yaşamına son veren Enes’e dair daha çok şey yazılır, çizilir büyük ihtimal.

Kemal’e dair yazılıp, çizilenler gibi.

Kemal’in çıplak fotoğrafı, Enes’in son çektiği videosundaki olgunluğu ve samimiyeti yarına unutulmayacak acı bir hakikat olarak kalır.

Enes’i daha uzun uzun yazmak isterdim. Ancak bizlere söylenecek çok fazla şey bırakmadan söyledi söyleyeceğini Enes. Aile, devlet, din ve tarikat/cemaat kuşatmasına karşı.

Bizim gizemli ve değerli fotoğraflarımız!

Bir de bizim fotoğraflarımız var gündemde.

Gizemlidir, bizim coğrafyanın bazı fotoğrafları.

Bazen bir oğulla çekilir, bazen bir kızla, bazen bir eşle, bazen bir kardeşle, bazen bir sevgiliyle.

Öyle işte; biliriz biz bu fotoğrafları. O beden fotoğrafta anı olarak kalır. Yolun çocuklarıdır çünkü o bedenler. Belki dönmez geri ve görülmez bir daha.

Onun için değerli bir hazine gibi gizleriz oğulun, kızın, eşin, kardeşin ve sevgilinin fotoğraflarını.

Annelerimiz sarıp sarmalar o fotoğrafı, yıpranmasın, kirlenmesin diye. Arada çıkarıp bakıp koklarlar gizledikleri yerden. Öperler o fotoğrafları, oğulun ve kızın kokusunu çekerler içine.

Eşler, kimseler görmeden bakarlar o fotoğraflara.. Gizli gizli bakarlar, sonra o değerli hazineyi gizlediklerini yerine koyarlar.

Sevgiliyle çekilmiş fotoğraflarımız vardır. O fotoğrafta dindirilir tüm hasret. Kalan da hasretini o fotoğrafta dindirir, giden de.

Böyledir işte bizim bazı fotoğraflarımız.

Gizleriz bu fotoğrafları değerli bir hazine gibi ve biliriz suçludur bu fotoğraflarımız.

Bulurlarsa kirletirler bizim o değerli hazinelerimizi.

Oğulla, kızla, eşle, kardeşle ve sevgiliyle çektiğimiz ve çoğu zaman tek hatıra olarak sakladığımız o fotoğraflardan dolayı suçlu da oluruz,.

Anlamazlar onlar, sevgilinin taşıdığı ve düştüğünde kanının üzerine aktığı o fotoğraf karesinin ne anlam ifade ettiğini.

Onlar sadece ve sadece o fotoğraflarda suçlu ararlar, bilmez ve hissetmezler taşıdığı duygunun ağırlığını.
Bilmezler ananın babanın oğula olan özlemini, kardeşin kardeşe hasretini, sevgiliye dokunamamanın hüznü ve acısını.

Biz biliriz, bulunmamalıdır o fotoğraflar.

Bulurlarsa kirletirler o fotoğraflara yüklediğimiz anlamları.

Suçludur, onların eline düşerse bizim en değerli hazinemiz olan o fotoğraflar.

Geride kalan en gizli yerde saklarken, giden ise göğsünün üzerinde taşır o suçlu fotoğraflarımızı.

The post Enes’in sesi ve suçlu fotoğraflarımız first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Önce yüzleşme ve hesaplaşma sonra helalleşme https://gazetekarinca.com/once-yuzlesme-ve-hesaplasma-sonra-helallesme/ Fri, 19 Nov 2021 06:27:41 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=188742 İbrahim Aslan Haydi gelin helalleşelim, helalleşmek iyidir. Eğer kötü değilseniz, iyi olan herkes gibi geçmişin hesabını vererek helalleşmeden kaçmazsınız. Mesele bu kadar açık iken, bu işin amaları ise çok fazla. Helalleşmeden önce yapılması gereken çok şey var. Kişiler arası ilişkilerde dahi helalleşme istenirken, geçmişte yaşananlara bakılır. Helalleşme aşamasına gelmek için iki kişinin birbirine karşı yaptığı […]

The post Önce yüzleşme ve hesaplaşma sonra helalleşme first appeared on Gazete Karınca.

]]>
İbrahim Aslan

Haydi gelin helalleşelim, helalleşmek iyidir. Eğer kötü değilseniz, iyi olan herkes gibi geçmişin hesabını vererek helalleşmeden kaçmazsınız. Mesele bu kadar açık iken, bu işin amaları ise çok fazla. Helalleşmeden önce yapılması gereken çok şey var.

Kişiler arası ilişkilerde dahi helalleşme istenirken, geçmişte yaşananlara bakılır. Helalleşme aşamasına gelmek için iki kişinin birbirine karşı yaptığı hataları/kötülükleri görmelidir. Kötülük ve hataların özrünün dilenmesi, mağdur edilenin mağduriyetinin giderilmesi ve bir daha bunların yapılmaması noktasında karar kılmalarıyla helalleşme gerçekleşebilir.

Hepimizin tanık olduğu bir ritüeldir, yaşamını yitirenin cenaze töreninde imamın veya hocanın cenazeye katılanlardan yaşamını yitiren için helallik istemesi. Ölen kişinin maddi dünya ile bağı kesildiği ve bir de gelenek haline geldiği için törene katılan herkes, hakkını helal eder genellikle yaşamını yitirene. Hakkını helal etmeyecek olanlar ise, ölenin cenaze
törenine katılmazlar.

Helalleşme meselesi, son bir haftadır CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı açıklamayla hepimizin gündeminde. Başta AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere iktidar sahipleri ve sözcüleri dışında Kılıçdaroğlu’nun bu açıklamasından rahatsız olan kimse olmadı. Herkes, özellikle yaşadığımız coğrafyadaki acılardan dolayı bir helalleşmenin olması gerektiğini düşünüyor.

Kılıçdaroğlu, “Benim liderliğini yaptığım partinin de geçmişte yarattığı derin yaralar vardır. Uzun süredir önce bu yaraları yaratan o sistemi değiştirmekle uğraştım. Şimdi ise dışarıya dönme zamanı. Ben bu yaraların kapanması için helallik isteme, helalleşme yolculuğuna çıkıyorum” diyor açıklamasında.

Kılıçdaroğlu’nun sıraladığı ‘helalleşme’ listesinde; 28 Şubat, ikna odalarına sokulan başı kapalı kadınlar, Roboskî, Sivas, Maraş, Diyarbakır hapishanesi mahkumları, mahalleleri gasp edilip sürülen Romanlar, Varlık vergileri altında inim inim inletilen azınlıklar, 6-7 Eylül’ün mağdurları, mahkemelerle süründürülen askerler ve aileleri, Londra’ya göç etmiş en parlak beyinlerin, Ali İsmail Korkmaz’ın ailesi, Soma, 12 Eylül mağdurları, 9 yaşındaki Oğuz Arda Sel’in annesi Mısra Öz, Ahmet Kaya var.

Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı bu listeye eklenecek çok daha başlık var. Sadece geçtiğimiz yüzyılı ele alırsak Ermeni soykırımı, Koçgiri, Ağrı, Zilan, Dersim katliamları, resmi rakamlara göre 90’lı yıllardaki 17 bin faili belli (devlet) cinayet, yakılan yıkılan binlerce Kürt/Alevi köyü, sürgüne gönderilen milyonlarca Kürt, mezarlarından çıkarılıp kaldırım altlarına gömülen cenazeler, zırhlı araçlarla sürüklenen bedenler, çocuklarının gözleri önünde bedeni çürütülen Taybet Ana, buzdolabındaki Cemile Çağırga’nın bedeni, 12 yaşında 13 kurşunla katledilen Uğur Kaymaz, Enes Ata, Ceylan Önkol, Berkin Elvan…

Yüzlercesini daha sayabilirim. Bu topraklarda açılan derin yaraların tamamın sorumlusu devlet ve devleti yönetenlerdir. Kılıçdaroğlu, ana muhalefet partisinin genel başkanı olarak devlet adına ‘helalleşme yolculuğu’na çıkarken, özellikle Dersim katliamının aynı zamanda mağduru olarak da devletten hesap sormayı unutmamalıdır!

Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’nin özellikle Cumhuriyet’in kuruluş dönemiyle, tekçi Kemalist zihniyetle, bu topraklardaki tüm farklılıkları yok sayan ve özü itibariyle bugüne kadar yaşanan acıların kılavuz belgesi olan 1924 Anayasası ile hesaplaşması gerekiyor. Eğer CHP ve Kılıçdaroğlu, geçmiş ile helalleşecekleri ve ülkeyi yönetecekleri iddiasında iseler, kendilerini çok zorlu bir sınav bekliyor. Bu sınavın gereklerini yerine getirmeyeceklerse, devletin kurucu ideolojisiyle hesaplaşmayacaklarsa da yarın bugünün muktedirlerinden daha geri bir noktada tekçilik zihniyetini bu ülkedeki tüm farklılıklara dayatmayı görev belleyeceklerdir. Gelecek yıllarda ise, yüzleşilmesi, hesaplaşılması ve helalleşilmesi gerekenlere yeni başlıklar ekleyeceklerdir.

Bu topraklarda eğer gerçek bir helalleşme sağlanacaksa öncelikle failleri bugün yaşamayan katliamlardan dolayı devlet adına özür dilenmeli, dünya örneklerinde olduğu gibi yüzleşme sağlanmalı ve katledilenlerin yakınlarına hesap verilmelidir. Yakın dönemde yaşanan failleri yaşayan tüm katliam, saldırılar, yakma ve yıkmaların sorumlarından hesap sorulmalı, yargılanmalı ve cezalarını çekmelidirler. Bu coğrafyaya tekçiliği dayatan Kürtler ve Aleviler başta olmak üzere tüm ötekileri yok sayan 1924 Anayasası’ndan bugüne gelen kurucu zihniyet ile hesaplaşma sağlanmalı ve tüm halklar ve inançlar için tam hak eşitliği sağlanmalıdır.

Geçmişle yüzleşilip, hesap vermesi gerekenler hesap verirse helalleşme sağlanır. Eğer devlet adına konuşanlar, bunu gerçekleştirmezlerse gerisi laf-ı güzaftır. AKP’nin Kürt açılımı, Alevi açılımı, Roman açılımının geldiği noktadan öte bir noktayı ifade etmez.

Helalleşmek iyidir ama önce yüzleşme ve hesaplaşma olmalı. Sonra eşitlik ve adalet sağlanmalı. Bu olacak mı? Bir gün mutlaka olacak ve belki bu yüzyılın ilk yarısında. Ancak o yüzleşmeyi, hesaplaşmayı ve helalleşmeyi devlet partilerinin değil devletin kurucu zihniyetin dışında gelen sol- sosyalist ve demokrasi güçlerinin öncülüğünde bu ülke halkları gerçekleştirecektir.

The post Önce yüzleşme ve hesaplaşma sonra helalleşme first appeared on Gazete Karınca.

]]>