Röportaj - Gazete Karınca https://gazetekarinca.com Sözün yükünü taşır Sun, 05 Feb 2023 10:42:06 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.1.1 https://gazetekarinca.com/wp-content/uploads/2020/07/cropped-karincalogo-512x512-1-32x32.jpg Röportaj - Gazete Karınca https://gazetekarinca.com 32 32 ‘Kürtleri gözetmeyen bir adayla seçim kazanılamaz’ https://gazetekarinca.com/kurtleri-gozetmeyen-bir-adayla-secim-kazanilamaz/ Sun, 05 Feb 2023 10:40:31 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=241472 Seçime 3 buçuk aydan az bir zaman kaldı. Altılı Masa ve HDP henüz adaylarını açıklamadı. Adaylar merakla beklenirken, Millet İttifakı’nın adayının sürpriz bir isim olmayacağı düşünülüyor. Sosyolog Prof. Dr. Mesut Yeğen’e göre, Altılı Masa’nın adayı Kürtlerin de desteğini alarak bu işi ilk turda bitirmeli. Zira seçim 2’inci tura kalırsa AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın elinin güçleneceğini […]

The post ‘Kürtleri gözetmeyen bir adayla seçim kazanılamaz’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Seçime 3 buçuk aydan az bir zaman kaldı. Altılı Masa ve HDP henüz adaylarını açıklamadı. Adaylar merakla beklenirken, Millet İttifakı’nın adayının sürpriz bir isim olmayacağı düşünülüyor. Sosyolog Prof. Dr. Mesut Yeğen’e göre, Altılı Masa’nın adayı Kürtlerin de desteğini alarak bu işi ilk turda bitirmeli. Zira seçim 2’inci tura kalırsa AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın elinin güçleneceğini ifade ediyor. Ancak Millet İttifakı’nın ortak ‘Ortak Politikalar Mutabakat Metni’ Kürtleri memnun etmiş gözükmüyor. Mesut Yeğen, Altılı Masa’nın çıkaracağı ortak adayın, seçim öncesi Kürtlere daha ciddi vaatleri olacağını ve HDP’nin ilk turda adayını geri çekerek ortak adayı destekleyeceğini düşünüyor. Prof. Dr. Mesut Yeğen seçime yönelik öngörülerini Gazete Karınca’ya anlattı.

 Altılı Masa’nın Mutabakat Metni’nde Kürtlerin olmaması sizi şaşırttı mı?

Şaşırttığını söyleyemem doğrusu. Ancak şöyle bir küçük düzeltmeyle başlayayım. Bence hiç yok demek mümkün değil. Küçük göndermeler var. Aslında Kürt kamuoyunun en fazla ilgilendiği mesele olan, kayyumlar meselesi ve siyasilerin, seçilmişlerin hapiste olması meselesine bir şekilde değinilmiş. Kayyumlar meselesi daha açık olarak ama seçilmişlerin hapiste olması meselesi de daha çok “adalet” meselesi etrafında değerlendirilmiş görünüyor. Ama bunların ötesinde Kürtlerin Kürt olmaktan kaynaklı talepleri, kültürel ve siyasi haklarla ilgili taleplerine ise çok utangaç bir şekilde değinilmiş ve yarın bir gün seçim olup da iktidar değiştiğinde bu bir değişiklik getirir mi konusunda epey bir tereddüt yaratıyor bu değinme biçimi. Kayyumlar ve seçilmişler meselesi esas olarak Kürtleri ilgilendiriyor ama bir açıdan da Türkiye demokrasinin genel bir meselesi. Demokrasinin en bilinen standartlarına sadık olduğunu düşünen, bunu savunan herhangi bir siyasi partinin, siyasi hareketin zaten bunları telaffuz etmesi beklenir. Dolayısıyla onların telaffuz edilmesi bir açıdan baktığınızda ekstra gibi görünüyor ama hiç ekstra değil. Çünkü aslında şu anda olan biten çok olağanüstü, 2015’ten beri yaşananlar çok olağanüstü. Kürtçe’nin eğitimde kullanılması ve yerel yönetimlerde daha fazla söz sahibi olunması gibi Kürtlerin daha bildik daha Kürtlükten kaynaklanan taleplerine dair söylenenler ise bir soru işareti yaratıyor. O da şu:  bu biçimde çok zayıf, örtük, neredeyse ima yoluyla bunlara değinilmiş olması tümüyle Altılı Masa dediğimiz koalisyon vari bu yapının kendi iç dengelerinden mi kaynaklanıyor, bu iç dengeleri bozmamak adına mı bu kadar dikkatle örtük bir dil kullanılmış yoksa bu koalisyonun ortalaması zaten aşağı yukarı buna mı denk düşüyor? Kürtlerin Kürtlükten kaynaklı hakları söz konusu olduğunda bu koalisyonun ortalama olarak bu kadar zayıf bir pozisyonu mu var?

Üstelik de insani haklardan bahsediyoruz değil mi?

Evet evet, onlara dair konuşuyorum. Orada ilkini düşünmemize olanak veren bir zemin de var malum. İYİ Parti denen bir aktör var. Ve bir şekilde koalisyonda kalması istenen bu koalisyonun ikinci büyük ortağı. Onun orada olmaya devam etmek için belli kayıtları var. Dolayısıyla İYİ Parti’nin orada olmaya devam etmesini sağlamak için de bu kadar örtük, imalı bir dil kullanılmış olabilir. Ama tabii Kürtleri daha çok endişelendiren, bu koalisyonun bundan fazla bir şey yapamayacağı için böyle tereddütlü bir dil kullanmış olabileceği ihtimali. Bu iki ihtimali birden düşünmek için elimizde veri var. İYİ Parti olmasaydı ve bu mesele diğer 5 aktör arasında görüşülüyor olsaydı bundan daha iyi bir metin çıkabileceğine dair işaretlerimiz var. DEVA Partisi’nin, Gelecek Partisi’nin açıkladığı programlar var. CHP’nin de uzun bir süredir söyledikleri var. Bu aktörlerin, ortaya çıkan metinden çok daha güçlü söylemleri var. Ama öte yandan Kürtler de Türkiye Cumhuriyeti’ni 100 senedir deneyimliyorlar. Bu 100 senelik deneyimden çıkardıkları bir sonuç var. Kim gelirse gelsin Kürtlerin temel hakları söz konusu olduğunda durum değişmiyor. Kürt meselesi söz konusu olduğunda iktidara gelen aktörler, muhalefetteyken aldıkları daha “özgürlükçü” tutumları hızla unutabiliyorlar ve klasik bir devlet aktörüne dönüşebiliyorlar. Dolayısıyla ben kendi adıma Altılı Masa’nın Mutabakat Metni’ni gördüğümde şaşırmadım.

Altılı Masa’nın iktidar hedefinde Kürt oyları kilit konumda ama bu masa daha az bir oy potansiyeline sahip olan İYİ Parti’nin hassasiyetlerini daha çok gözetiyor. Öte yandan kayyum meselesi ve tutuklu siyasetçiler de temel olarak Türkiye demokrasisini ilgilendiren başlıklar. Zira CHP’li vekiller hakkında da fezlekeler var ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen ceza ile birlikte CHP belediyeleri için de kayyum tehdidi söz konusu. Dolayısıyla bu metinde Kürtlere dair bir mesaj olduğunu söylemek zor değil mi?

Doğru, eğer AK Parti, MHP ortaklığı devam ederse, 2023’ten sonra onların “düşman” algısı genişleyecek. Şu anda sol, HDP, LGBTİ+ gruplar daha “majör rakipler” ve neredeyse “düşmanlaştırılmış rakipler” iken bunun sınırlarının genişleyeceği çok açık. Dolayısıyla yarın bir gün İYİ Parti’lilerin ve CHP’lilerin de HDP’lilerin maruz kaldığı şeylere maruz kalmayacağının bir garantisi yok. Hatta AKP-MHP bloku seçimi kazanırsa bu çok muhtemel görünüyor. Yani temel demokratik normlara sahip çıkmak, onlara sadık kalmak, onları korumak istemek sadece Kürtler için olacak bir şey değil. Bu insanlar kendilerini de korumak için bu haklara sahip çıkmak durumundalar.

Metin böyle kalırsa Kürt seçmenin tavrı ne olur sizce?  

Mutabakat Metni’nin bir asgari zemin olduğunu düşünüyorum. Altılı Masa’nın, Millet İttifakı’nın Kürtlere, HDP’ye Kürt meselesinde söyleyebileceğinin en asgarisi olduğunu düşünüyorum. Hem eğer seçimden sonra Altılı Masa HDP’nin desteğiyle bir şekilde iktidar olursa, parlamentoda çoğunluğu sağlarsa bundan daha fazlasını söyleyebilir ama hem de seçimler gerçekleşmeden, aday açıklandıktan sonra da bundan fazlasını söyleyebilir ve yapabilir. İYİ Parti’nin Kürt meselesindeki blokajının sınırı bence buraya kadardı. Yani Altılı Masa’nın ortak programının oluşmasına kadardı. Altılı Masa’da HDP’yi istemedi ve Mutabakat Metninin bu şekilde çıkmasını sağladı. Ortak adayın HDP ile görüşmek ve Kürtlerin taleplerini daha fazla hesaba katmak konusunda bir marjı olacak. İYİ Parti buna itiraz edeceğe benzemiyor. Yani adayın mutabakattan görece de bir özerkliği olacak. Nitekim çeşitli vesilelerle “Bu nihai metin değil, adayın da gelip ekleyecekleri olacaktır” denildi. O nedenle ben ortak aday olursa bu adayın HDP ile görüşeceğini ve HDP’lileri ortak adaya oy vermeye ikna etmek üzere Mutabakat Metni’nin ötesine geçen şeyler söyleyeceğini, vaatlerde bulunacağını tahmin ediyorum.

Bunun açıktan yapılacağını düşünüyor musunuz?

Bu görüşmelerin bir kısmının açıktan yapılacağına eminim. Öbür türlü HDP kendi seçmenini ikna etmekte zorlanabilir. Ama açıktan yapılanlarla kapalı kapılar ardında yapılanlar aynı olmayabilir. Kapalı kapılar ardında belki daha fazla sözler verilir ama bu sözlerin de Türkiye siyasetinde bir önemi yok. Aslında açıktan verilen sözlerin de bir önemi yok. Sonuçta bütün bunlar Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ya da Meclis’te çıkarılacak yasalarla olacak işler. Ancak elbette açıktan da muhakkak bir şeyler söylenmesi gerekir. Çünkü Kürtler, özellikle 2015’ten bu yana yaşadıklarından ötürü iktidar değişikliğini istiyorlar ama kendileri açısından durumu değiştirmeyecek bir iktidar değişikliğini de hevesle beklemiyorlar. Hatta sadece Kürtleri değil değişim isteyen tüm kesimleri hedefe koyan bu otoriter rejimin değiştirilebilmesi için Kürtlerin desteğine bu kadar ihtiyaç varken, “HDP masada olsun mu?” ya da “Kürt meselesinde ne söylenecek?” diye düşünen bir Millet İttifakı Kürtlerde kırgınlık yaratıyor. Kürtlere gına gelmiş durumda zaten. Ortalama ruh hali hakikaten şu, “Ne halleri varsa görsünler.” O itibarla HDP’ye oy veren kalabalıkların ve HDP’ye oy vermeyen bir kısım Kürt seçmenin de Millet İttifakı’nın adayına oy vermesini sağlamak için açıktan muhakkak onları heyecanlandıracak, ümitlendirecek bir şeyler söylenmesi gerekiyor. HDP de zaten seçmen kitlesine bir şey vaat etmeyen bir ittifakın adayını desteklemeye rıza göstermez diye düşünüyorum.

Kürtler artık bir ihtimale oy vermez diyebilir miyiz?

Doğru, vermeye hazır görünmüyorlar. Bir kısım insan çok eminim ki “lanet olsun, size oy yok” noktasında olur ve seçimin muhalefet açısından kaybedilmesine sebep olabilir. Ama bir kısım insan da “lanet olsun, şu iktidar değişsin de bir sonrasına bakalım” diyerek çok kuvvetli bir taahhüt almadan da muhalefetin adayına oy verebilir. Ama ben seçime bu manzarayla gireceğimizi düşünmüyorum. Bence Kürtleri oy vermeye ikna edecek bir şeyler söylenecektir.

Sizde bu kanıya neden olan nedir?

Eğer Erdoğan gerçekten gönderilmek isteniyorsa, eğer ortalama bir demokrasiye geçiş yapılmak isteniyorsa iktidarın değişmesi gerekiyor ve bunun için de Kürtlerin desteğine ihtiyaç var. Kürt oyları olmadan Kemal Kılıçdaroğlu ya da başka bir aday cumhurbaşkanlığını kazanamayacak. Çok daha mühimi, HDP’nin desteği olmadan parlamentoda çoğunluk elde edilemeyecek. O desteği temin edebilmek için de Kürtlerin beklentilerine cevap vermeleri gerekiyor. Çünkü muhalefet seçimi büyük bir ihtimalle düşük bir farkla kazanacak, tabii kazanacak olursa. Bu da bu da ne demek? Kürtlerden 1-2 puanlık fire bile iktidar değişimini tehlikeye sokabilir. İşte bu yüzden de mutlaka Kürtlerin sandığa gitme hevesini kırmayacak bir şey söylemeleri gerekiyor.

Kürtlere dair en çekimser mesajları CHP veriyor. DEVA Partisi ve Gelecek Partisi’nin Kürtlere dair mesajları daha net. Öte yandan HDP’nin kendi adayıyla seçime gireceğini açıklaması Kürtlerde ciddi bir heyecan yarattı. Çünkü bir yanda Kürt seçmenin iradesini gasp etmiş bir iktidar var ama onun karşısında da Kürtlere ciddi bir vaatte bulunmayan bir Millet İttifakı var. Kürtlerdeki bu kırılma ne olacak?

Kürtler kendilerinin desteği olmadan muhalefetin bu seçimi kazanamayacağını biliyor ama muhalefet de Kürtlerin kolay kolay Erdoğan’a destek vermeyeceğini iyi biliyor. Dolayısıyla biraz bir karşılıklı “mecburiyet” hali var iki tarafta da. Bu da muhalefetin daha muhafazakar olmasına zemin sağlıyor. Yani “Kürtlerin çıkışsız hali” ve bu baskı rejiminin daha da katmerlenerek sürmesi ihtimalinin yüksekliği, muhalefeti “Bize oy vermeyeceksiniz de ne yapacaksınız?” tavrına götürüyor. Bu da Kürtlerde bahsettiğiniz kırılmalara yol açıyor. Öte yandan, “bundan daha kötüsü ne olabilir ki?” diyerek bir kısım Kürt, muhalefetin adayına gerçekten oy vermeyebilir. Millet İttifakı’nın da bunu görmesi gerekiyor. Fakat şunları da görelim, bir sene öncesine kıyasla Kürtlerin kıymeti, rolü daha fazla anlaşılmış durumda. Çünkü bir sene önce muhalefetin bir kesimi, “Kürtler olmasa da bu iş oluyor zaten. İktidarı değiştirebiliyoruz” diye düşünüyordu. Onun için Mansur Yavaş, Meral Akşener gibi isimler bu kadar pervasızca konuşulabiliyordu. Ne zaman ki Cumhur İttifakı biraz toparlandı ve Kürtler de “Mansur Yavaş ya da Akşener aday olur da taleplerimizi görmezden gelirse bu adaylara oy vermeyiz” dedi, işte o zaman resim daha gerçekçi anlaşıldı. Bu gelişmelerin ardından HDP’yle görüşüldü ve Kürtler açısından işte bu zayıf Mutabakat Metni ortaya çıktı. Ancak Kürt oylarının dikkate alınmadığı bir durum yok karşımızda. Adayın açıklanmasını ve kampanyasını beklemek gerekiyor. Biz Kürtlere düşen sorumluluklar da var. Kürtlerin, hepimizin kabul etmesi gereken şöyle bir şey var, 2015’te Kürt hareketi büyük bir yenilgi aldı. Sahip olduğu birçok mevziiyi bırakıp çekilmek zorunda kaldı. Milletvekilleri, belediye başkanları hapse girdi ve bunları durduracak bir güç, performans da ortaya koyamadı. Dolayısıyla biz şu anda siyasete böyle bir yerden devam ediyoruz. Bir de şunu unutmamamız gerekiyor; CHP, cumhuriyeti kuran parti, devletin kodlarının en fazla nüfuz ettiği parti ve hem kendi içerisinde hem de ittifak kurduğu aktörlerle birtakım dengeleri gözetmesi gereken bir parti. İYİ Parti’ye oy kaybetmesi muhtemel bir CHP var. Muharrem İnce’ye oy kaybetmesi muhtemel bir CHP var. O yüzden de CHP Kürt meselesinde çok liberal bir tutum almayı göze alamaz. Seçimlere 3 ay gibi bir zaman var ve pazarlıklar, müzakereler için daha çok zaman olduğunu düşünüyorum. Bugün konuştuğumuz dengelerle bu seçime giremeyebiliriz de.

Ne yönde değişebilir bu dengeler?

Altılı Masa eğer birliğini bozmadan devam ederse seçime aşağı yukarı bugün konuştuğumuz dengelerle gireriz. Fakat bu da olmayabilir. O olursa da Kürt oylarının değeri artar mı, azalır mı? Bugünden söylemek zor.

Seçime doğru giderken bir yandan da sınır ötesi operasyon gündemde. CHP bu operasyonlar söz konusu olduğunda hep iktidarın yanında yer aldı. HDP ve tabanı ise bu operasyonları eleştiren bir pozisyonda. Bu seçimi nasıl etkiler ?

İktidar Suriye’de Şam rejimiyle mutabakat sağlayıp bir şey yapmak istiyor. Orada iki büyük meselesi var. Birincisi, Türkiye kamuoyuna dönüp “Suriyelileri gönderiyorum” diyebilecek bir manzara oluşmasını istiyor. Reel olarak değil ama Şam rejimiyle yapacağı bir görüşme üzerinden bu imajın oluşmasını istiyor. İkincisi de muhtemel bir operasyon üzerinden yeniden bir galeyan halinin oluşmasını istiyor. Ancak ikisinde de istediklerini elde edebilecek gibi görünmüyor. Suriye rejiminin şu ana kadarki tutumu buna izin verecek bir tablo çizmiyor.

ABD’nin tutumu ise operasyonun olacaksa da çok sınırlı olacağına işaret ediyor. CHP’nin burada tutumu ne olur meselesine gelince, Kürtleri muhakkak hayal kırıklığına uğratan bir tutum alır CHP. Ama öte yandan Gare operasyonunda filan da gördük ki İYİ Parti dahil olmak üzere, hükümetin bu türden operasyonları artık siyasi mülahazalarla yaptığını söyleyebilecek bir cesaret de var muhalefette. Suriye’ye bir operasyon olursa muhalefet bir yandan karşı çıkmayacaktır ama öte yandan bunun arkasındaki siyasi hesapları da bir şekilde teşhir edecektir diye düşünüyorum. Bu ihtimal karşısında oluşacak tablo elbette Kürtleri memnun etmeyecektir. Ama bence muhalefet, iktidarın beklediği türden bu galeyanı destekleyen, büyüten bir tutum da almaz. Çünkü böyle bir tutum almasının seçimlerde kendisi aleyhine olacağını ve iktidarı kaybetmesine yol açabileceğini bilir.

Türkiye için şu anda ciddi bir güvenlik uyarısı var ve 9 ülke bu gerekçeyle Türkiye’deki konsolosluklarını kapatma kararı aldı. Bir yandan da seçim yaklaşıyor ve yeniden bir kaos hali yaşanır mı endişesi hakim. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Şu anda öyle bir ortamda değiliz. Seçim yaklaştıkça böyle bir ortama geçebiliriz. Çünkü henüz muhalefetin adayı belli değil. Henüz Erdoğan muhalefetin adayını yenip yenemeyeceğinden emin değil. Dolayısıyla bir süre beklenecektir bence. Eğer Erdoğan seçimi yenemeyeceğini anlarsa, elinde kullanabileceği birçok enstrüman var. Polisi, kolluğu ya da operasyon gibi enstrümanları kullanarak iklimin değişmesini sağlamaya çalışabilir. Ancak seçime 3 buçuk aya yakın zaman varken bu kadar açık manipülasyonlara başlamak işleri aleyhine de çevirebilir. Çünkü 2015-2016 deneyiminden ders çıkarmış bir kamuoyu ve ona biraz daha hazırlıklı bir muhalefet var. Bu nedenle iklimi daha önce gördüğümüz enstrümanlar üzerinden değiştirme yoluna gitmez. Devletler zaten öyle yapmazlar, genellikle daha yaratıcı olurlar. Muhalefeti, kamuoyunu beklemediği yerden vurmaya çalışırlar. O yüzden bence yeni şeylere hazırlıklı olmak lazım.

Ne olabilir bu yeni hamleler?

Kürt meselesi özelinde baktığımızda ilk beklememiz gereken HDP’nin kapatılması. Onun da zamanlamasını ayarlayarak yapacaklar diye düşünüyorum. Anayasa Mahkemesi’ndeki oylamaya kadar (ki o da fikrimi çok kökten değiştirmiş değil) HDP’nin bir şekilde zaman gözetilerek kapatılacağı fikrindeydim. Halen bu fikrim çok değişmiş değil ama Türkiye’de iktidarın değişeceği fikri kamuoyunda güçlenirse devlet bürokrasisi de ona uygun tutumlar almaya başlayabilir. Anayasa Mahkemesi’ndeki oylama illa bire bir bununla ilgilidir demiyorum ama Erdoğan’ın gücünün kırılmaya başladığının işaretlerinden biri olarak görmekte de bence bir beis yok. Tekrar vurgulamak isterim ki Erdoğan kaybedeceğini anlarsa elindeki enstrümanları deneyecektir. HDP’yi kapatarak seçimlere girmek, hiç olmazsa HDP’lileri bağımsız adaylarla seçime girmeye zorlayarak parlamentoda muhalefetin yeterli çoğunluğu elde etmesini engellemek gibi yollara başvuracaktır. Ki YSK her 2 yılda bir Ocak ayında seçime girme yeterliliğine sahip partilerin listesini yayınlarken bu yıl henüz bu listeyi yayınlamadı. HDP kapatılırsa alternatif bir siyasi partinin çatısı altında seçime girebilir ve o partinin seçime girme yeterliliği henüz onaylanmış değil.

Bir yandan da AKP’nin ortağı MHP ciddi oy kaybediyor. AKP yeniden yüzünü Kürtlere dönebilir mi ? Bu ihtimale nasıl bakıyorsunuz?

Bu ihtimal sıfır diyemem ama sıfıra yakın olduğunu düşünüyorum. Yaz aylarında bunun olabileceğine dair biraz daha işaret vardı. AK Parti’nin Kürt vekillerinin birkaçı biliyorum ki bölgede yoğun çalışıyordu. Ama en son Diyarbakır Valisi’nin değiştirilmesi ve bahsettiğim vekillerin sahadan çekilmesine bakılacak olursa sanki Erdoğan o yolu kullanmayacak. Bence Erdoğan, o yolun açılabileceğine dair bir işaret verdi ama ya Kürtlerden beklediği reaksiyonu alamadı ya da ortağını buna ikna edemeyeceğini düşündü, şimdi o yolu kapatmış görünüyor. Bundan sonra manipülasyonlar yoluyla bir şeyler yapılabilir. PKK Lideri Abdullah Öcalan’la görüşmenin önü açılarak oradan bir kafa karışıklığı yaratmaya çalışılabilir ama o da biliyoruz ki İstanbul seçimlerinde işe yaramadı. Öcalan’ın en son uluslararası gözlemcilerin görüşmelerine çıkmaması gibi gelişmeler şunu anlatıyor ki orada da galiba devletle Öcalan arasında Öcalan’ın görüşmeye çıkacağı türden bir uzlaşma oluşamıyor. Kaldı ki seçime çok kısa bir zaman kaldı ve AK Parti-MHP ikilisi de artık birbirlerine çok muhtaç hale gelmiş durumdalar. Bu saatten sonra AK Parti’nin MHP’yi “satıp” yeni bir ortakla seçimlere gitme yolunu deneyebileceği bir zemin de kalmadı.

Ciddi bir risk almış olur değil mi?

Evet, ayrıca AK Parti tabanını da çok dönüştürmüş durumda, bunu yaptığında AK Parti’nin içerisinde kim nasıl tutum alır bilemiyoruz. Dolayısıyla artık Erdoğan’la Bahçeli’nin kaderi çok ortaklaşmış durumda. Hatta neredeyse bütünleşmiş gibiler. MHP’nin oy kaybetmesinden dolayı seçime tek liste bile girebilirler. Bu nedenlerle seçimlerden önce öyle bir sürpriz beklemiyorum. Kürt sahasında HDP zaten en güçlü aktör olarak durmaya devam etti. Bu devleti, AK Parti’yi hayal kırıklığına uğratmış durumda. Bunun kadar önemlisi sahaya yeni aktörler girdi ve o aktörler de AK Partiden kaçan Kürt oylarını alabilmiş görünüyorlar. Urfa civarında büyük ihtimalle İYİ Parti, diğer taraflarda da mesela Diyarbakır’da falan da kısmen İYİ Parti ama DEVA, CHP bir şeyler yapacak gibi görünüyor. En azından AK Parti’den kaçan böyle yüzde 20 kadar oyu buralar kendilerine çekmiş gibi görünüyorlar. Erdoğan o oyları da geri çevirecek gibi görünmediği için seçimlere kadar Kürt meselesinde bir kez daha böyle bir reformist bir tutuma dönebileceğini zannetmiyorum.

 Bir yazınızda Türkiye’nin artık iki uluslu bir yönetim modeli ihtimalini göze alması gerektiğini belirtiyorsunuz. AKP iktidarı bundan oldukça uzak görünüyor. İktidar değişir de Kürtlerin de desteklediği Millet İttifakı iktidara gelirse bu ihtimali nasıl görüyorsunuz?

Bu dediğim sosyolojik bir durum. İki tane ulus var, iki tane millet var. 100 senelik millet öğütme makinesi Kürtlerin bir millet olma haline son veremedi. Söylediğim esas olarak bu. Kaldı ki bunun Suriye’de, Irak’ta, İran’da görünümleri, uzantıları var. 100 sene önce Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bölgede kurulan statüko, Kürtlerin bu 4 devlet içerisinde önemsizleşeceği ve zamanla bağlı oldukları devletin sadık, asimile olmuş vatandaşlarına dönüşeceği varsayımına dayanıyordu. Onun çalışmadığı belli oldu. Böyle sosyolojik bir realite var. Peki bu durum siyaseten nasıl tanınır? Bunun tek bir cevabı yok. Dünyada buna benzer çok sayıda örnek var ve ulusların tanınmasına yönelik de çok çeşitli yollar var. Ama Türkiye’nin yaptığı gibi tanımayabilir de. Yani “ayrı millet olabilirsiniz ama biz size bunun için hak vereceğiz gibi bir durum yok” da denebilir; ki Türkiye uzun zamandır onu demeye çalışıyor. Ancak tanımanın birçok biçimi olabilir. HDP’nin önerdiği “Demokratik Ulus” yani toprak temeline dayanmayan bir tanıma hali de olabilir. Federasyon, yerel yönetimlerin yetkilerinin arttırılması ya da özerklik de olabilir. İspanya’da, İngiltere’de bunun örnekleri var. Ama ben sosyolojik bir realiteye dikkat çekmeye çalışıyorum. 100 senelik bu asimilasyon siyaseti Kürtleri bir millet olma halinden uzaklaştırmadı. O vasıflarını ortadan kaldırmadı. O itibarla Kürtlerin bir ulus olarak kabul edilmesi gerekiyor. Bunun siyaseten, hukuken nasıl olacağı da tabii ki sadece Kürtlere bağlı değil. Müzakerelere, uzlaşmalara, çatışmalara bağlı olarak gelişebilecek bir durum.

HDP’nin önerdiği 3. Yol hakkında ne düşünüyorsunuz?

Böyle bir şeye Türkiye’nin şiddetle ihtiyacı olduğu konusunda tabii ki hemfikirim. Bir 3. yola ihtiyaç var. Çünkü Türkiye siyasetinin, muhafazakarlar ve sekülerler ya da iktidara gelmeden önce demokrat olup iktidara geldikten sonra demokratiklik vasfını yitirenler arasında bir oyun olmaktan çıkması gerekiyor. Onun için de gerçek bir alternatifin olduğunu hatırlatan bir çizgiye ihtiyaç var. Fakat bu neden hala esas olarak, büyük gövdesini Kürt seçmenin oluşturduğu bir çizgi olarak kalıyor? Meselemiz daha ziyade bu. Örneğin, “Demokratik Ulus” Kürtleri yakından ilgilendiren bir duruma, sıkıntıya cevaben üretilmiş bir formül olmakla beraber Türkiye’de yaşayan başka kesimlerin de taleplerine cevap vermeye çalışan bir model. Ama HDP’nin kuruluşunun üzerinden 10 sene geçti ve halen buranın esas aktörü, neredeyse yegane aktörü Kürtler. Bugüne kadar Kürtlerden başka kesimlerin gelmemiş olması bu yolun Türkiye’de ne kadar karşılık bulduğuna dair de bir tereddüt yaratıyor tabii ki. Çizginin olması gerektiği konusunda bir tereddütüm yok ama bu çizgi nasıl olur da sadece Kürtlerin çizgisi olmaktan çıkar, bunun üzerine de düşünmek zorundayız.

Kürtler kendilerine dair çözüm vaat etmeyen bir alternatiften yana değil. Diyarbakır’da sohbet ettiğim insanlar, ortak aday üzerinde mutabakat sağlanamazsa 2. turda oy kullanmayabileceklerini bile söylüyorlar. Bütün bu atmosferde Kürt seçmenin genel tavrı ne olur? Öngörünüz nedir?

Kürtlerdeki hayal kırıklığı ve bezginlik halinin çok farkındayım. Kısmen de bu ruh halini paylaşıyorum. Fakat seçimlere kadarki zamanda şu anda görünenden çok daha radikal ve farklı bir manzara oluşacağını düşünmüyorum. Çünkü Kürt siyaseti bu dediğimiz durumu tartışmakta geç kaldı. Seçimler öncesinde de bu durumdan vazgeçip yeni bir karar almak çok zor olacak. Seçimlere kadar Kürt siyasetinin tepesinde bir büyük anlaşmazlık olabileceğini çok öngörmüyorum. Kürtlerin bir disiplin içerisinde oy vereceğini düşünüyorum. Bu da daha çok muhalefetin ortak adayını desteklemek yolunda olacak. Ama HDP bir aday açıklayacak belli ki. Seçimlere kadar eğer bu adayın gösterilmesine tepki olarak muhalefet HDP’yle görüşmemeyi, HDP’nin taleplerini hesaba katmamayı seçerse o zaman seçimlere büyük bir ihtimalle çok adayla gideriz ve 2’inci turda da Kürtlerin muhalefete vereceği desteğin akıbeti belli olmaz. Ama bunun olacağını zannetmiyorum.

Yani muhalefetin ilk turda ortak aday konusunda anlaşacağını mı düşünüyorsunuz?

Benim tahminim ortak aday belirlendikten sonra HDP’yle görüşmeler başlayacaktır ve büyük bir ihtimalle de HDP adayını geri çekecektir. Çünkü iktidarın değişmesi için seçimlerin ilk turda hallolması gerekiyor. 2’inci turda da iktidar değişebilir ama 2’inci tura kalması Erdoğan’ın enstrümanlarını çoğaltacaktır. Erdoğan’ın yeniden seçilme şansını arttırabilecektir. Ben muhalefetin de bu riski gördüğünü ve HDP ile muhakkak görüşüp adayını geri çekmesini önereceğini ve bunun da sonuç vereceğini düşünüyorum. Yani seçimlere kadar Kürt siyasetinin tabanında bir çatlama beklemiyorum.

Nasıl bir aday demokrasiyi arzulayan kesimlere, Kürtlere hitap eder?

Realist olmak zorundayız, bizim istediğimiz türden bir adayın Türkiye ortalamasından çıkması maalesef mümkün değil. Bizim istediğimize en yakın aday mevcutlar içerisinden kim olabilir diye bakabiliriz. Şimdiye kadar 4 aday konuşuldu. Ama Meral Akşener ve Mansur Yavaş zaten olabilecek gibi görünmüyor ki bu Kürtlerin Türkiye siyasetindeki gücü ile ilgili bir sonuç. Kalan 2 adaydan, Kemal Kılıçdaroğlu ve Ekrem İmamoğlu arasında (ki ibre çok kuvvetle Kılıçdaroğlu’ndan yana) çok büyük bir fark görmüyorum açıkçası. Ancak bu iki aday söz konusu olduğunda Kürtleri dolaylı olarak ilgilendiren şöyle birçok önemli fark var. Birincisi, seçilebilirlik meselesi tabii ki. Kılıçdaroğlu’nun adaylığı halen seçilebilirlik şüphesini gidermiş değil. Bu Türkiye’de muhalif herkesi ilgilendiriyor ama Kürtleri bilhassa ilgilendiriyor. Çünkü Erdoğan’ın iktidarda kalmaya devam etmesi Kürtleri yakından ilgilendiriyor. Yani bu iktidarın devam etmesine yol açabilecek bir aday olmasa iyi olur. Kılıçdaroğlu’nun adaylığı bu sonucu üretir demiyorum, Kılıçdaroğlu’yla da muhalefet seçimi kazanabilir ama görünen o ki İmamoğlu’na göre bu biraz daha zor. İkincisi de daha özel olarak İmamoğlu’yla ilgili. Kürt siyaseti özelinde bakacak olursak, İmamoğlu Kılıçdaroğlu’ndan fark ima ediyor mu? Bir açıdan evet bir açıdan hayır. Çünkü henüz İmamoğlu’nun bir programını duymuş değiliz. Olur da bir başkan adayı olursa nasıl bir Türkiye vizyonuna sahip olduğunu bilmiyoruz. İstanbul seçimlerinde aldığı tutum, Kürtlerin onu gönül rahatlığıyla desteklemesinden dolayı Kürtlerde bir sempati uyandırıyor ama bu merkezi iktidarın başına geçtiğinde Kürt meselesinde ne yapacağına dair de bir işaret değil.

 

The post ‘Kürtleri gözetmeyen bir adayla seçim kazanılamaz’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
‘Şarkılarımdaki karanlık şehrimin yansıması’ https://gazetekarinca.com/sarkilarimdaki-karanlik-sehrimin-yansimasi/ Sun, 29 Jan 2023 07:47:59 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=240436 Simyager Kürtçe rap müziğin genç ve başarılı isimlerinden birisi. Rapçi denildiğinde akla gelen o sıra dışı görüntü ve profilden uzak bir hali tavrı var. Diyarbakır’da yaşıyor ve müziğinde bu kentin atmosferi önemli rol oynamış. Simyager, Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nin yakınındaki bir apartman dairesinde doğup büyümüş. Askeri havalimanı da hemen evlerinin arka tarafında düşüyor. Simyager, “Uçaklar […]

The post ‘Şarkılarımdaki karanlık şehrimin yansıması’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Simyager Kürtçe rap müziğin genç ve başarılı isimlerinden birisi. Rapçi denildiğinde akla gelen o sıra dışı görüntü ve profilden uzak bir hali tavrı var. Diyarbakır’da yaşıyor ve müziğinde bu kentin atmosferi önemli rol oynamış. Simyager, Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nin yakınındaki bir apartman dairesinde doğup büyümüş. Askeri havalimanı da hemen evlerinin arka tarafında düşüyor.

Simyager, “Uçaklar o en şiddetli sesi bizim evin üzerine bırakıyor” diyor. Kentin şarkılarına olan etkisini ise şöyle anlatıyor, “Benim şarkılarımda karanlık atmosfer daha baskın. Evet umudu elden çıkarmıyorum ama daha çok karanlık atmosferde dönüyor. Bence bu tamamen şehrin atmosferinin yansıması.”

Rapçi Simyager müziğini, hayatını ve projelerini Gazete Karınca’ya anlattı.

 İsmini sormak istiyorum, neden Simyager?

Müzik yapmaya başladığımda, isim konusunda bazı arayışlarım oldu. İlk önce hayranı olduğum Kürt rapçi Serhado’dan etkilenerek kendi ismimim sonuna bir ek koydum, sonraları sadece kendi ismimi kullandım. İlerleyen zamanlarda Serhado ile bir araya geldik ve onunla da aramızda isim diyalogu oldu. Ben de zaten ismimi değiştirmek istiyordum. O dönem Simyacı kitabından çok etkilenmiştim ve zaten ismimin kaynağı da o kitap oldu. Benim için anlamlı bir isim. Eski simyacılar değersiz madenlerden altın yapmaya çalışıyorlar. Bu ilgimi çekmişti. Ben de sanatsal olarak değersiz şeyleri bir araya toplayarak güzel şeyler ortaya çıkarmaya çalıştığımı iddia ettiğim için ismim Simyager olsun istedim.

Kaç yaşında başladın müziğe?

Net bir tarih veremem ama rap müziği çok küçük yaşlarda dinlemeye başladım. Ağabeyim dinliyordu, ondan etkilendim. O zamanlar ağabeyim benim idolümdü, kendisi de amatör olarak rap müzikle uğraşıyordu. Onu ve onun dinlediği müzikleri dinliyordum ve benim için çok ilgi çekiciydi. Sanıyorum rap müziği 8 yaşımda falan dinlemeye başladım. 2013’ün sonları gibi de ilk şarkımı kaydettim ama Türkçe kaydettim. 2013-2016 arası bir-iki şarkı kaydettim ama yapmadım. Ondan sonra üniversiteye gittim. 2016’dan sonra da şarkı yapmadım. Üniversitede sadece dinleyiciydim.

Neden? Aslında üniversite tam da insanın üretimini tetikleyen bir yer değil mi?

Aslında öyle ama neden yapmadım ben de bilmiyorum. Bir şekilde uzak durdum. Zaten pek sosyal biri de değilimdir. Üniversitenin son senesinde tekrar yazmaya başladım ve o dönem bir şarkı kaydettim. Ondan sonra da buralara kadar geldim.

Çocukken ağabeyinin dinlediği müzikleri dinlediğini söyledin. Kimleri dinliyordunuz?

O dönem rap müziği televizyondan takip ediyorduk. Genelde Türkçe rap dinliyorduk, Ceza vardı, Fuat vardı, Sagopa Kajmer vardı.

Peki Kürtçe rap ile ilk temasın nasıl oldu?

Bir TV kanalında Serhado ile tanıştım. Çok ilginç gelmişti o zaman bana. Birinin Kürtçe dilinde rap müzik yapacağı aklımın ucundan bile geçmemişti. Garip gelmişti ama çok beğenmiştim.  Kürtçeyi kamusal alanda duymaya alışık olmadığımız için ve yasaklı olduğu için öyle bir baskı hissetmişim ki üzerimde, Kürtçe rapi ilk duyduğumda “Ya nasıl olur?” diye bir tepki vermişim. Aslında çok absürt böyle bir tepki vermem. Bu da üzerimizdeki baskılardan kaynaklanıyor.

Sonra ‘Ben de Kürtçe rap yapmalıyım’ mı dedin?

 Kesinlikle. Serhado’yu dinledikten sonra zaten şarkılarını ezberlemeye başladım ve küçük arkadaş meclislerinde söylüyordum da. O dönem Ferzad Kemanger Eğitim Destek Evi’ne gidiyordum, bazen orada sahne alıyordum. O zaman da kendi müziğimi yapmak istiyordum ama o dönem büyük ihtimalle beceremeyeceğimden korktuğum için ilk şarkımı Türkçe yaptım. Kendimi Kürtçe ifade edememekten korktum. Zamanla kendimi tanıdıkça yapabileceğime karar verdim ve Kürtçe rap yapmaya başladım. Bugün de Türkçe bir şeyler yapabilirim, beni çok zorlamasa gerek ama tercihim Kürtçe yapmaktan yana.

Türkçe rap yapmayı tercih etmemenin nedeni şu anda kendini Kürtçe daha iyi ifade etmen mi yoksa başkaca sebepleri var mı?

Kesin konuşmak istemiyorum ama en azından bugün için Türkçe yapmam diyebilirim. İleride belki yaparım. Çünkü benim bir dil düşmanlığım yok. Fakat Kürtçe ile ilgili durum ortadayken ben anadilimde üretmek istiyorum. Bana dayatılan bir dilde üretmek istemiyorum. Şu anda İngilizce bilseydim İngilizce müzik yapardım ya da Fransızca bilseydim Fransızca müzik yapardım. Türkçe biliyorum ama Türkçe müzik yapmıyorum. Bunun da çok köklü bir nedeni var bence. Bu bir tepki. Dediğim gibi dile karşı herhangi bir düşmanlığım, herhangi bir antipatim yok. Ama o dilin bize nasıl lanse edildiğinin farkındayım ve buna bu şekilde tepki vermek istiyorum.

Kürtçe rap müzikte üretim çok yeterli düzeyde değil sanki. Katılır mısın buna?

Ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Çok büyük bir dinleyici kitlesi olmamasına rağmen Kürtçe rap yapan arkadaşlar çok kaliteli işler yapıyorlar.

İşin kalitesi açısından söylemedim. Üretimin azlığı çokluğu bakımından soruyorum…

Üretim de çok aslında. Ben takip ediyorum. Çıkan her şeyi dinliyorum. Sadece burada değil Kürtlerin yaşadığı her ülkede Kürtçe rap yapılıyor ve çok da güzel işler çıkıyor. Ama bizde rap kültürü henüz oturmadığı için olsa gerek toplumda bu üretimler pek görülmüyor. Bence Kürtçe rapte üretim yapan arkadaşların önü açılsa global piyasaya girebilecek kalitededirler.

Diyarbakır’da rap konserleri oluyor. Geçtiğimiz yıl senin de sahne aldığın bir Kürtçe rap konserine katılmıştım ve çok yoğun bir ilgi vardı. Rap müziğe olan ilgi artıyor değil mi?

Ben Diyarbakır’da 3 kez sahne aldım ve tepkiler de bayağı iyiydi. İnsanlar gitgide soruyorlar, araştırıyorlar, bakıyorlar. Bunu net bir şekilde görüyorum. Rap kültürünün giderek güçlendiğini görmek beni motive ediyor.

Şu anda neler yapıyorsun? Yeni şarkılar var mı yakın gelecekte?

Bugüne kadar düetlerle birlikte yayınlanmış olan 10’a yakın şarkım var. Aslında uzun süredir üzerinde çalıştığım bir albüm vardı. Güzel, anlamlı da bir albümdü. Kendi arkadaşlarımla sözü müzikleri yazdık bitirdik ama demo kayıt bile alamadık. Ben o dönem epey sponsor aradım. Biraz külfetliydi, benim maddi imkanlarımla yapamazdım ama sponsor da bulamadım. Giderek şarkı sayısı düştü. Şu anda tam bir albüm olmasa da yakın zamanda EP olarak paylaşmayı düşünüyorum. Yani 4-5 şarkı olacak.

Üretiyorsun, emek veriyorsun ama sponsor bulamadığın için istediğin albümü yapamıyorsun. Ne hissettiriyor bu sana?

Vallahi üzüyor beni. Sponsor olabilecek olan kişiler “Tamam ben sana yatırım yapacağım da bana ne kazandıracaksın?” diye bakıyor meseleye. Algı bu yani. Ticari bakıyorlar. Belki de ticari bakmayanlarla ben karşılaşmadım. Müziğini dinlemesini istiyorsun, dinlemiyor bile. Böyle anlarda çoğu zaman müzik yapmama kararı alıyorum. Bir gün bırakıp diğer gün yine devam ediyorum. Sürekli bir gel-git yaşıyorum.

Diyarbakır’da yaşıyorsun. Burada yaşamak nasıl bir şey? Senin üretimlerinde nasıl bir katkısı var?

Ben eski cezaevinin orada oturuyorum. Orada doğdum büyüdüm ve askeri havaalanı da hemen evimizin arkasında.

Eski derken Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nden mi bahsediyorsun?

Evet. Hemen onun yanında oturuyoruz. Benim ailem o döneme de şahitlik etmiş hatta. İşte böyle bir yerde doğup büyüdüm ve gece gündüz hatta günün her saatinde savaş uçakları kalkıp iniyor üzerimizden. Uçaklar o en şiddetli sesi bizim evin üzerine bırakıyor, bizim mahalleye bırakıyor. Bazen duymuyorum. Gerçekten bazen o büyük gürültüyü duymadığım oluyor. O kadar işlemiş yani. Bazen şehir dışından arkadaşlarım geliyor. Bizde kaldıkları zaman “Siz burada nasıl yaşıyorsunuz?” diye soruyorlar ve ben o zaman artık o sesi duymadığımı fark ediyorum. Benim şarkılarımda karanlık atmosfer daha baskın. Evet umudu elden çıkarmıyorum ama daha çok karanlık atmosferde dönüyor. Bence bu tamamen şehrin atmosferinin yansıması. Yani karşılaştıklarımız, yaşadıklarımız, ailelerimizin yaşadıkları, komşularımızın yaşadıkları… Ben çok büyük biri değilim, 26 yaşındayım ama bu şehirde sadece kendi gördüklerimi, yaşadıklarımı anlatırsam büyük ihtimalle bir film ya da roman çıkarırız. Ben müziklerimde bu karanlık tarafı ele almak istiyorum ve bunu şarkılarımla paylaştığımda da o karanlığa biraz ışık tuttuğunu düşünüyorum.

Doğup büyüdüğün yer ve şahit olduğun olaylar şarkı sözlerine de yansıyor. Hep bir özgürlük vurgusu var mesela. Çok gençsin ve belki şarkılarında aşktan ya da başkaca güzel şeylerden söz etmek isterdin. Hiç böyle düşünürken buluyor musun kendini?

Benim üretimlerimde işin aşk boyutu da oluyor, eğlence boyutu da oluyor. Kısım kısım yansıttığımı düşünüyorum. Bir şarkının teması tamamen aşk ile ilgili olmasa da bazı bölümlerinde oraya da dönüyorum. Bence içinde bulunduğumuz koşullar ve içimizdeki o özgürlük hasreti aşkı da kapsıyor zaten. Bizim aşkımız da o özgürlük mücadelesinden bağımsız değil. Nasıl düşünürsen öyle seviyorsun.

Diyarbakır’da genç nüfusta madde bağımlılığı çok ciddi boyutta. Sen burada yaşayan bir genç olarak bu konuda ne düşünüyorsun?

Sadece Kürt illerinde değil Türkiye’nin genelinde yaşanan bir sorun bu ama buradaki durum biraz farklı.  Burada bir yapı tarafından madde bağımlılığı alanları bilerek açılıyor. O yapı gençleri çok yoruyor, kimliğine saldırıyor, varlığına saldırıyor ve sonra da böyle bir alan açıyor. Yani bir eliyle dövüyor, bir eliyle veriyor. Benim çevremde de var. Benim yaşadığım yerde de madde bağımlılığı ciddi boyutta. Çok kötü bir durum bu ve değmek isterim böyle insanlara. O kişinin hayatında tek bir şey de olsa değiştirmek isterim. Kötü hayatından bir şeyi iyileştirmek isterim.

Diyarbakır’da madde bağımlılığı dışında gençlerin ne gibi problemleri var peki?

En büyük sorunlardan birisi de gelecek kaygısı. Ekonomik sorunlardan kaynaklı herkes Avrupa’ya gitmeye çalışıyor. Artık etrafımdaki bütün diyaloglar bu şekilde. Herkes kendini Avrupa’ya atmaya çalışıyor.

Bir anda fırlayan ev kiraları ve artan pahalılıkla birlikte birçok genç için üniversite de hayal oldu değil mi?

Bunun bir mağduru da benim. Ben elektrik elektronik mühendisliği bitirdim ama işsizim. Yüksek lisans kaydımı yaptırdım ve gittiğim şehirde yükselen kiralardan dolayı ev bulamağım için tekrar buraya döndüm.

Müziğin dışında bir iş yapıyor musun? Nasıl geçiniyorsun?

Bir özel okulda sözleşmeli olarak öğretmenlik yapıyordum. Bu dönem gitmedim, istifa ettim. Şu anda yüksek lisans bursum var. Onun dışında bazen küçük mühendislik işleri oluyor. Ailemle yaşıyorum, pek dışarı çıkan harcama yapan birisi de değilim ve bir şekilde geçiniyorum.

Yapmak istediğin tek şey müzik ama değil mi?

Bu benim ailemle savaşımdır. Bunun üzerine çok kavga ediyoruz, tartışıyoruz. Onlar benim hobi olarak müzik yapmamı asıl iş olarak ise mühendislik yapmamı istiyorlar. Ama ben müzik yapmak istiyorum. Çünkü mesela ben öğretmenlik yaptığım zamanlarda müzikal anlamda hiçbir şey yapamıyordum. Çok güzel bir deneyimdi ama müzikal anlamda sıfırdım. Dinleyemiyordum dahi. Bütün enerjimi sömürüyordu. İstiyorum ki müzisyen kimliğimle bir şeyler yapayım ve ekmeğimi de buradan çıkarayım.

Sen enstrüman da çalıyorsun değil mi?

Bağlama ve gitar çalıyorum. Kendi altyapılarımda enstrümanla canlı kayıt yapıp yayınlamayı çok isterim ama şu an öyle bir imkanım yok. İleride onun da olabileceğini düşünüyorum. Sadece saz çalıp türkü söyleyip değil de şarkının altyapı müziğinin bir bölümünde bana saz da eşlik etsin isterim. Melodi olarak, bir duygu olarak.

Çocukluğunda Serhado’nun büyük hayranı olduğunu söyledin ve sonra onunla düet yaptın. Nasıl bir şeydi bu senin için?

Serhado ile ilk mesajlaştığımızda benim 2-3 şarkım vardı. O da beni dinlemiş. Ben ona mesaj yazdım ve mesajımı gördükten sonra bana yazmaya başladı. Ben heyecanla gelecek mesajı bekliyordum ama o yazdıkça yazıyordu ve ben giderek heyecanlanmaya ve gerilmeye başladım. Yazdığı süre uzadıkça da galiba reddedecek ama beni kırmadan anlatmaya çalışıyor diye düşündüm. Ama sonra mesaj geldi ve Serhado bana “Sen nerelerdeydin?” diye soruyordu. Beni beğendiğini söylüyordu. Aşırı mutlu oldum. Ondan sonra telefonda görüştük bir kere. O Avrupa’da zaten. İlk düetimizi onun albümünde yaptık. Çok güzel bir deneyimdi benim için. Ölmeden yapılacaklar listesinden bir şeyin daha üstünü çizdim.

Serhado dışında etkilendiğin rapçiler kimler peki?

Türkçe rapte Ezhel’i beğenirim. Duruşunu da beğendiğim biridir. Bir de Kiliseler ve Liseler. Amerika’dan da; Kendrick Lamar, Nas, Eminem, Vinnie Paz, Immortal Technique.

Seçim yaklaşıyor. Sen de bir Kürt genci olarak oy kullanacaksın. Bu seçimden beklentin ne?

Ciddi bir değişim olmayacaksa da en azından bazı şeylerin biraz daha düzelebileceğine inancım var. Şartların biraz daha iyileşebileceğine inanıyorum. Mevcut iktidar gittiğinde yerine gelecek olanlardan da gerçekten pek bir şey beklemiyorum. Sadece Kürtler olarak kendi lehimize şartları biraz daha düzeltebiliriz diye düşünüyorum. Köklü bir çözümü görmeye bence ne benim ömrüm yetecek ne senin ömrün yetecek ne de belki ilerde olacak çocuklarımızın. Ben bir Kürt genci olarak yaşadıklarımızın duygusal olarak bir telafisinin olmadığını düşünüyorum. Bir gün barış olsa bile bütün bu yapılanları duygusal tarafımla hiç affedemeyeceğim.

The post ‘Şarkılarımdaki karanlık şehrimin yansıması’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
‘Seçime yeni kanunla girilecek, her liste kendi bacağından asılacak’ https://gazetekarinca.com/secime-yeni-kanunla-girilecek-her-liste-kendi-bacagindan-asilacak/ Fri, 27 Jan 2023 07:38:19 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=240203 Toplumsal Etki Araştırmaları Merkezi Genel Koordinatörü Ulaş Tol, 2023 Genel Seçimleri’ne Yeni Seçim Kanunu ile girileceğini hatırlatarak, kanunun strateji yapmayı gerektirdiğini ifade etti: “Çok kritik yerlerde tek liste diğer yerlerde iki liste girmek daha avantajlı olabilir.”  Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2023 Genel Seçimleri’nin tarihinin öne çekileceğini belirterek, seçim tarihi için 14 Mayıs’ı […]

The post ‘Seçime yeni kanunla girilecek, her liste kendi bacağından asılacak’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Toplumsal Etki Araştırmaları Merkezi Genel Koordinatörü Ulaş Tol, 2023 Genel Seçimleri’ne Yeni Seçim Kanunu ile girileceğini hatırlatarak, kanunun strateji yapmayı gerektirdiğini ifade etti: “Çok kritik yerlerde tek liste diğer yerlerde iki liste girmek daha avantajlı olabilir.” 

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2023 Genel Seçimleri’nin tarihinin öne çekileceğini belirterek, seçim tarihi için 14 Mayıs’ı işaret etti.

Cumhur İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Erdoğan’ken, Altılı Masa’nın adayı hala belirsizliğini koruyor.

Emek ve Özgürlük İttifakı ise en kısa sürede cumhurbaşkanı adaylarını açıklayacakları bilgisini paylaştı.

Geçtiğimiz hafta yayımladıkları araştırma sonuçlarıyla dikkatleri milletvekili seçimleri ve yeni seçim kanununa çeken Toplumsal Etki Araştırmaları Merkezi’nin (TEAM) Genel Koordinatörü Ulaş Tol ile seçimler yaklaşırken siyasi partilerin oy potansiyellerini ve Yeni Seçim Kanunu’nun seçimdeki rolünü konuştuk.

Son araştırmalarınızdaki rakamlar oldukça çarpıcı. Özellikle de AKP oylarındaki artışın yüksekliği dikkat çekti. Kısa süre öncesine kadar yüzde 30 bandına kadar indiği gözlenen AKP oyları sizce nasıl bu kadar çabuk toparlandı?

AKP oyları aslında çabuk toparlanmadı, zaten çabuk da düşmemişti. Hatta çabuk düşmemiş olması muhalif kamuoyunun algılamakta zorlandığı ve açıklanması gereken bir durumdu. Ama 2018’den, hatta daha öncesinden bu yana düzenli bir düşüş halindeydi AK Parti. Düşüşte ekonomi dışında etkili olan bir faktör de; Erdoğan’a ve AK Parti yönetiminin yönetme kapasitesine olan güvenin düşmesiydi. Ayrıca ‘Erdoğan yoruldu, bu ülke yönetilemiyor artık ve sahadan koptular’ algısı oluşmuştu. Bu üçünden kaynaklı AK Parti’den bir kaçış başlamıştı. Ama yaklaşık 20 yıldır destekledikleri bir partiden insanlar hemen kopamıyorlar. Başlangıçta partiyi desteklemeye devam eden bir uzaklaşma oluyor. Sonra bir dönem kararsızlara kayılıyor. Daha sonra da kendilerine daha yakın ve gidilmesinde sakınca olmayan bir yer varsa oraya gidiliyor. Böyle bir düşüş eğilimini izledik uzun süre.

2022’de bu düşüş, dip yaptı. Ayrıca muhalefetin gündem belirlediği bir dönem oldu. Mesela ‘128 milyar nerede’ kampanyası, Kılıçdaroğlu’nun kurum ziyaretleri, EYT’yi gündeme getirmesi gibi proaktif siyaset izlediği bir dönem vardı. O dönemde ekonomik göstergelerin de dip yapması ve AK Parti’nin öznel koşullarıyla birlikte muhalefetin performansı bir araya gelince AK Parti bir düşüş yaşadı. 2022’de Mayıs-Haziran aylarına kadar tablo bu durumdaydı. Ama sonra AK Parti ağır ağır yükselişe geçti. Yaptığımız her araştırmada bir öncekinden yüksek bulduk. AK Parti yine ne yapacaksa Erdoğan yapacak duygusunu verebildi. Kendinden kopan, ikircikli ve biraz mahcup olan kişileri geri çağıran bir durum oluşturdu. Tüketici güven endeksi dahil birçok endeksteki iyileşme, işsizlik oranlarının görece azalması gibi durumların da oy oranlarına bir paralelliği oluyor. Ayrıca tekrar sahanın dertlerini dinlemeye başladığı algısı oluştu AK Parti’nin. Bir diğer neden de muhalefetin proaktif olmaktan ziyade aktif bile olamadığı, daha çok kendi iç meselelerini halletmeye çalıştığı, seçime hazırlık dönemine girdiği bir süreçte olması.

AKP’den giden seçmenin geri döndüğünü ifade ettiniz. Cumhur İttifakı’nın toparlanma eğilimi bu dönüşten mi kaynaklı, AKP’den giden seçmen neden gitti ve de şimdi neden geri dönüyor?

‘Ne kadar geri döndüler’ kısmı çok önemli. Öncelikle şunu söylemek gerek AK Parti ve MHP birbirine çok benzedi. Geçmiş dönemde iki ayrı sosyolojik tabandı. Şimdi ise birbirine yaklaşan bir seçmen kitleleri var. AK Parti’ye sinirlenen seçmen kitlesi MHP’ye yönelebiliyor. Sonra da partisine geri dönebiliyor. Sahalarımızdan aldığımız sonuçlarda bu durumu gözlemledik.

İkinci bir durumda kararsızlardan gelen bir seçmen grubu. Bu seçmen grubu daha çok iktidar lehine azaldı. Bu bize şunun işareti, küskünlerin ikna edilmeye başlandığı bir dönem yaşanıyor. Ayrıca arada Yeniden Refah Partisi’ne, Zafer Partisi’ne az da olsa Gelecek Partisi’ne, DEVA Partisi’ne gidenlerden geri dönüşler var. Ama daha çok Yeniden Refah Partisi ve Saadet Partisi’ne çok fazla oy gitmeye başlamıştı. Onlardan da bir geri dönüş söz konusu. O oylar zaten etik kaygılarla giden oylardı. O kısım bir son kez de olsa acaba diye düşünebiliyor. Yani bir iki sene önceki haline geldi ki o da yüzde 53.46’dan yüzde 44 geldi, o durumda bile yaklaşık on puan kaybettiğini görüyoruz. Bunun üstüne çıkmak için iktidarın daha fazla çaba harcaması gerekir.

Anket tarihiniz itibariyle MHP oylarında tespit ettiğiniz düşüşe, son 1-2 aydır parti ve yöneticilerini zor durumda bırakan gelişmeler ve istifalar da dahil edilirse, sizce bu rakam ne olur? 

Üye davranışı ve seçmen davranışı arasında her zaman belirgin bir korelasyon olmayabilir. Bir partinin üye sayısında çok artış ya da azalış olmasına neden olan gelişmeler olabilir, ama bu üye artışının ya da düşüşünün oya yansıyacağı anlamına gelmiyor. Öte yandan MHP’de üye kaybından çok siyaset kaybının seçmenine etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Ama bu da son dönemde olmadı, zaten olmuştu. Son dönemde sadece bir iki puan civarında bir yansıma görüyoruz. Diğer kayıp için AK Parti’den gelmişlerden gidenler var diyebiliriz. Yani 2018’deki kayıplarından ayrıca, 2018’deki seçmenlerinin yüzde 40 – 50 civarında bir kesiminin daha artık MHP’ye oy vermediğini görüyoruz.

AKP’ye destek veren Kürt seçmenden gelen oylarda bir değişiklik gördünüz mü? Araştırmanız kapsamındaki Kürt seçmen ağırlıklı kentlerde, AKP oyları ne durumda?

Değişiklikleri geçen senenin Mayıs ayı ve şimdiki durumu karşılaştırarak yapmak isterim. Geçtiğimiz Mayıs ayında biz şunu söylüyorduk; AK Parti’yi ilk ve en çok terk edenler Kürt seçmenler ve ilginçtir ki oldukça önemli bir kısmı da CHP’ye gidiyor. Aslında genellikle AK Parti’den kopan seçmen CHP’ye gelmiyor. Ama Kürtlerde öyle değil. Özellikle Adana, Mersin ve İstanbul’daki Kürt seçmende bu eğilim daha fazla oluyor.

Ayrıca Kürtler’in yoğun yaşadıkları yerleri de çeşitlendirmek gerekiyor. Biz ilçe bazlı, bölgesel sınıflandırma sistemi kullanıyoruz. Kürt seçmen oylarına bakınca kabaca dört bölge olduğu söylenebilir. Birisi HDP’nin çok güçlü olduğu yerler, birisi HDP ve AK Parti’nin rekabet ettiği yerler birisi de HDP’nin zayıf olduğu yerler. Dördüncü bir grup da göç verilen yerler. Mesela HDP’nin güçlü olduğu yerlerde AK Parti’nin firesi oransal olarak daha fazla ama HDP ve AK Parti’nin rekabet ettiği yerlerde kopuş daha düşük. Ama toplamda her 3 AK Partili Kürt’ten birinin AK Parti’den uzaklaştığını gördük geçtiğimiz Mayıs ayında. Şimdi ise onların bir kısmının da geri döndüğünü gördük. Hala Kürtler de daha fazla AK Parti’nin firesi var. Ama her 100 AK Partiliden 60-65’i AK Parti’de duruyorken şimdi onlar 70-75’e çıkmaya başladı oran.

HDP oylarında bir artış söz konusu. HDP seçmeni, seçim için nasıl bir tutum belirliyor?

HDP oylarında bir dalgalanma hafifte olsa var. Son seçimlerden beri muhalif seçmende gelişmekte olan bir pragmatik iklim vardı. ‘Bu iktidarın değişmesi için ne gerekiyorsa onu yapalım’ duygusu. Tabii bu, şu duruma neden oluyor, oyun kime yarayacağının daha değerli hale gelmesi ve ilkesel oy davranışının da azalmasına yol açıyor. Bu sebeple, özellikle de daha batıdaki Kürt seçmende ya da daha eğitimli Kürt seçmende CHP’ye yönelim artmıştı.

Bir diğer aktör de, HDP’ye oy veren Türk seçmenlerin de olması. Onlarda da bu seçim iktidarı değiştirme duygusu artmıştı. Son dönemde bu durum tersine dönmeye başladı. Kaybettiği Türk seçmen, HDP’ye geri gelmeye başladı. Tam nedenini analiz edebilmiş değil ama kabaca HDP dışındaki muhalefetin performansının etkili olduğunu, Kürt Sorunu’na ve HDP’ye yaklaşımlarının etkili olduğunu söyleyebiliriz. Neredeyse yüzde 9’ları gören HDP tekrar 2018 seviyelerine geri döndü.

Seçime yeni seçim kanunu ile girilecek ve her liste kendi bacağından asılacak. Bu muhalefet için bir dezavantaj olabilecek.

Yine son çalışmalarınızda, AKP ve CHP oylarının 2020’deki oy oranlarına döndüğünü paylaştınız. 2020’deki oy onlarına dönmesi ne anlama geliyor? Bu durumun 2023 Genel Seçimleri’ne etkisi nasıl olur?

Genel seçimlerdeki etkisine dair önce milletvekili seçimlerine değinmek gerek. Cumhur İttifakı, yüzde 53.6 oy oranıyla meclisin çoğunluğunu kazanmıştı. Şimdi seçim yasası değişti. Zaten bir parti birçok ilde birinci geliyorsa oy oranına göre daha çok milletvekili çıkarabiliyordu. Üstüne bir de ittifak meselesi değişti. Şimdi her parti kendi oyuyla milletvekili hesabına girebilecek, ittifak olsa bile. Yani seçime yeni seçim kanunu ile girilecek ve her liste kendi bacağından asılacak. Bu muhalefet için bir dezavantaj olabilecek. Hesabı iyi çalışmak gerekecek. Örneğin, şu anda 42 ilde tek liste yaparsa yeterli oluyor. Altılı Masa bu stratejiyi yapamazsa, yüzde 41 oy oranını aldığı durumda Cumhur İttifakı, meclis çoğunluğunu almaya daha yakın. 2020 oy oranlarına dönebilmeleri bu anlamda kritik.

Bayburt ili üzerinden örnekleyebiliriz. Bayburt 1 milletvekili çıkarıyordu, onu da AK Parti almıştı. Yüzde 86 oranında Cumhur İttifakı’nın oy oranı vardı. Şu an bu oran yüzde 60-65 civarında gözleniyor. Ama Bayburt’un milletvekili sayısını iki milletvekiline çıkardılar ve ikisini de Cumhur İttifakı alıyor oy düşüşüne rağmen. Altılı masa toplamı yüzde 20’lerde seyrettiği için Bayburt’un iki milletvekilini de Cumhur ittifakı alabiliyor. Bu hesap da şöyle yapılıyor; birinci partiye bir milletvekili yazıldıktan sonra onun oyu yarıya bölünüyor, diyelim ki 60 ve 30’u başka bir parti geçememişse diğer milletvekili de birinci partiye gidiyor. Yani birinci parti üzerinden başlayan bir hesaplama sistemi var.

Seçim stratejisi olarak düşünürsek çok kritik yerlerde tek liste diğer yerlerde iki liste girmek daha avantajlı olabilir. Altılı Masa da bunu yapabilirse iktidarın işi zorlaşacaktır. Ama iktidar meclis çoğunluğunu alarak ikinci tura kalırsa, cumhurbaşkanlığı seçiminde iktidar şu kozu oynayabilir; meclis çoğunluğunu aldık, cumhurbaşkanlığını da vermezseniz işler çok kötüye gider. Bu durumun etkili olabileceğini unutmamak gerekiyor.

Altılı Masa’nın cumhurbaşkanı adayı hala belirsiz. Adayların netleşmemiş olmasından dolayı eleştirilere maruz kalıyorlar. Bir yandan da pek çok farklılığı barındıran Altılı Masa’nın seçim süreci ve seçim sonrasındaki sürdürülebilirliğini nasıl yorumluyorsunuz?

Altılı Masa’nın bir arada durması ve bu benzememezlikleri bir dezavantaj değil avantaj. Etkisi de negatif değil, pozitif. Bunu yerel seçimlerde de gördük. CHP’ye oy vermeyecek seçmen, bir tarafta birbirine benzeyen iki parti, diğer tarafta birbirine benzemeyen bir Türkiye çeşitliliği. Bu kadar gerilimden yorulmuş seçmen grubu biraradalığı değerli gördü. Saadet Partisi’nin de orada olması; dindarlar, milliyetçiler, sosyal demokratlar bir arada durabiliyor algısı yarattı. Tutarsızlık, ayrışma gibi görünen farklılıkların bir arada olmasının seçmene olumlu bir etkisi oldu. Bugünki durumu da ben yerel seçimler öncesine benzetiyorum. 31 Mart’ta yerel seçimler vardı, Kasım ayında da genel hava aynen böyleydi; acaba ittifak olacak mı, dağıldılar mı, aday çıkarabilecekler mi gibi tartışmalar oluyordu ve iktidar kaybediyor gibi bir görünüm de yoktu. Sonra kampanya dönemi birliktelik sağlanınca olay tersine döndü.

Esasen 2023 seçim dönemine muhalefet erken başladı. İki yıldır seçime hazırlanıyor gibiler. Bir yandan da başlamadılar, aday ve kampanya belirsiz. Ayrıca muhalefet yönetebilecek mi sorusu muhalefeti daha çok seçim sonrasını konuşmaya itti. Seçim sonrasını yönetebilecek mi sorusuna tabii ki bir yanıt oluşturması gerekiyor. Ama bunları konuşurken, ‘işler iyi gitmiyor, galiba olmayacak’ hissini verirlerse bu sefer de durum ters tepecektir. Biraz bu süreci yönetmekte eksik kaldılar ama kampanya yeni başlıyor. Üç aylık etkili bir kampanya ile toparlanabilir bir durum.

Toplumsal Etki Araştırmaları Merkezi’ni diğer araştırma şirketlerinden ayıran noktalar nelerdir, özetler misiniz?

TEAM yeni bir marka. Henüz 5 yıl oldu. Ama bizim ekibimiz çok uzun yıllardır araştırmalar yapan bir grup. Türkiye sorunları üzerine, düşünce kuruluşlarına, uluslararası kuruluşlara hem de özel sektöre yirmi yılı aşkındır araştırma yapan bir ekip olarak çalıştık. Türkiye’nin sorunlarını çalışıyorduk, seçmen çalışıyorduk ama bunu siyaset sosyolojisi bazında çalışıyorduk ve kamuoyundaki gündem tartışmalarına girmeden yapıyorduk. Ülkeyi anlamaya çalışan ve sorunların çözümüne katkı sağlamaya çalışan işler yapıyorduk.

Geçtiğimiz yerel seçimlerde siyasete de çalışmaya karar verdik, çünkü orada da katkı sağlamamız gereken bir dönemde olduğumuzu düşündük. Çalışmalarımızı da diğer yapılarımızdan ayırarak, TEAM adlı şirketle bu alana özelleştirdik. Odak konumuz etki. Klasik kamuoyu yoklaması değil bizim yaptığımız çalışmalar. Tabii ki oy oranlarını hesaplıyoruz ama daha çok odaklandığımız konu oy davranışı dinamiklerini anlamak ya da siyasetin seçmen üzerinde hangi faktörlerle nasıl etkiler oluşturduğunu irdelemek. Anketlerimiz daha uzun ve yüz yüze yapmayı tercih ediyoruz. Ayrıca örnekleme önem veriyoruz. Türkiye’nin doğalında erişilemeyen örneklem gruplarına ulaşmak için örneklemi özenle yapılandırıyoruz. İl-ilçe bazında bir sınıflandırma sistemimiz var. Buna dayanarak örneklemi dağıtıyoruz böylece sistematik tesadüfülüğü sağlıyoruz. Ayrıca bunu da makro verilerle test ederek örneklemin Türkiye’yi temsil ettiğinden emin oluyoruz.

The post ‘Seçime yeni kanunla girilecek, her liste kendi bacağından asılacak’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Olmayan ayaklarım beni hep burada tutuyor https://gazetekarinca.com/olmayan-ayaklarim-beni-hep-burada-tutuyor/ Sun, 22 Jan 2023 08:20:16 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=239493 Lisa Çalan’ı birçoğumuz 5 Haziran HDP Diyarbakır mitinginden sonra tanıdık. Lisa IŞİD’in saldırdığı o mitingde iki bacağını kaybetti. Halen Diyarbakır’da yaşıyor ve çok aktif bir hayatı var. Kadın çalışmaları yürütüyor, sinema yapıyor ve hatta yeri geliyor sinema yapan arkadaşlarının filmlerinde oyunculuk yapıyor. Lisa ile söyleşi yapmak için onun fiziksel koşullarına uygun mekan bulmakta zorlanıyoruz. Kimi […]

The post Olmayan ayaklarım beni hep burada tutuyor first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Lisa Çalan’ı birçoğumuz 5 Haziran HDP Diyarbakır mitinginden sonra tanıdık. Lisa IŞİD’in saldırdığı o mitingde iki bacağını kaybetti. Halen Diyarbakır’da yaşıyor ve çok aktif bir hayatı var. Kadın çalışmaları yürütüyor, sinema yapıyor ve hatta yeri geliyor sinema yapan arkadaşlarının filmlerinde oyunculuk yapıyor.

Lisa ile söyleşi yapmak için onun fiziksel koşullarına uygun mekan bulmakta zorlanıyoruz. Kimi mekanda ona uygun tuvalet yok, kimisinde merdivenin trabzanı. Her mekanda tepkisini dile getiriyor. Bir mekana oturuyoruz ve Lisa’nın oldukça zor olan hayatını dinlerken bir yandan da savaş uçaklarının sesleri ile bölünüyor sohbetimiz.

Lisa Çalan, bütün zorluklarına rağmen Diyarbakır’da yaşamakta ısrar etmesini şöyle açıklıyor: “Eğer ben bu sisteme öfkeliysem, bunu değiştirmek için ben emek vermeliyim. Köşede durup ‘Ben zorlanıyorum, bir şey yapamam, yorgunum’ diyemem. Ben tam da buna öfkeliyim zaten. Bu yüzden de olmayan ayaklarım beni hep burada tutuyor.”

Lisa Çalan hayatının dönüm noktası olan patlamadan sonraki hayatını Gazete Karınca’ya anlattı.

Nasılsın Lisa?

Benim en çok üzerinde durduğum soru bu. İnsanların birbirine gerçekten nasılsın sorusunu sormuyor olmasının üzerine çok düşünüyorum. Bize o kadar sorulmayan bir soru ki bu ya da belki de içten bir şekilde sorulmayan bir soru. Bunu sorduğunda yanıt da gerekiyor ve yanıtladığında karşı tarafın seni dinlemesi gerekiyor. Ama toplumda artık birbirine tahammül edememe, birbirinin derdine dokunamama hali ve ayrıca politik sorunlar insanları birbirinden uzaklaştırmış ve ‘Nasılsın?’ sorusu ‘Ne yapıyorsun?’ sorusuna dönüşmüş.

Bu beni biraz incitiyor açıkçası. Çünkü insanın bir şey yapabilmesi için ruh hali de önemli. İyi olmak gerekiyor, iyi olmasa da motivasyonlu olmak gerekiyor. O nedenle benim çok önemsediğim bir soru bu. Karşımdaki insanın bana bu soruyu sorup sormadığına ya da sorduğunda yanıtımı gerçekten dinleyip dinlemediğine çok dikkat ederim. Kendim de insanlara mutlaka samimiyetle ‘Nasılsın’ diye sorarım. İnsanlar bu soruyu sorduğumda garip bir psikolojiye giriyor, yüz ifadeleri değişiyor.

Bir tür yüzleşme yaşıyorlar gibi değil mi? O sırada bir ‘Nasılım?’ diye kendine dönüyor insanlar sanki. Aslında insanların üzerine çok düşünmediği, ötelediği bir soru gibi… Belki de yaşadığımız coğrafya ile ilgili. Ne dersin?

Kesinlikle, politik bir şey bu. Ruh halimiz politik krizlerden, yaşadığımız savaş politikalarından çok etkileniyor. Ben bir de engelli bir kadın olarak bundan çok etkileniyorum. Tam da burada belirteyim, ben bu aralar iyi değilim. Uzun zamandır iyi değilim aslında. Birçok şeyle mücadele etmek zorunda kalıyorum ve bu son dönemlerde biraz tükendiğimi hissettim. İnsanlar beni sürekli güçlü olmam üzerinden değerlendiriyor. Evet güçlüyüm. Herkes güçlü. Hepimizin bir mücadele alanı var, mücadele ediyoruz çünkü yaşamı tercih ediyoruz. Ama bunu yaparken ruh halimiz değişkenlik gösteriyor ve iyi olmamakla güç ayrı şeyler. Bu yüzden evet güçlüyüm, mücadele ediyorum ama iyi değilim.

Neden iyi değilsin?

İyi değilim çünkü aşırı baskılar, arkadaşlarımızın sürekli risk altında olması ruh halimi olumsuz etkiliyor. Hepimiz risk altındayız. Bir sürü şey kaybettik ve benim yaşamımın arka planı başkaca mücadeleler yürütme üzerine de kurulu. Sağlık sektörüyle mücadele ediyorum, toplumsal normlarla mücadele ediyorum, sinemada mücadele ediyorum ve bütün bunlar beni yormaya başladı. Bazen anlaşılmadığını düşünüyorum. Sanıyorum yaşadığımız bütün bu süreçler bizde büyük bir deformasyona neden oldu ve algı seviyemiz biraz düştü. Toplumu gözlemlediğimde insanların kendini ifade etmekten de vazgeçtiğini görüyorum. Bu da insanı dibe çeken bir şey.

Niye böyle oldu sence?

Toplumun bir bütününe eleştirel yaklaşamam çünkü çok politik bir konu bu. Devletin baskısı, yoksullaştırma politikası, kimliksizleştirme, işsizlik, ekonomik sorunlar bizde toplumsal bir kırılmaya neden oldu. En büyük etkenler bunlardı ama aynı zamanda kendine dönme halimiz çok eksik. Bunları yaşıyoruz ama bir yerde kendimize dönmemiz gerekiyor. Bunu yapmak zorundayız. Ama işte bunu erteliyoruz. Kendimize dönmediğimiz için yüzümüzü arkadaşımıza da çevirmiyoruz, annemize de.

Kürt sorunu yeni bir sorun değil, bu coğrafyadaki travmatik olaylar da öyle. Bir çoğumuz bunların içine doğduk. Ancak son zamanlarda kiminle konuşsam bu dönemde daha çok zorlandığını anlatıyor. ‘Adaletsizlik’ en çok yakınılan şey günümüzde. Sen bu konuda ne düşünüyorsun?

Öfkeli bir nesle dönüştük biz. 1990’lı yıllarda ebeveynlerimiz yaşadı bunu. Onların travmaları bize de taşındı, her birimizin pek çok çocukluk travması var. Bir de yetişkin travmalarımız var. 1990’lı yıllarda sosyal medya olmadığı için görünmez bir Kürt mücadelesi vardı. Doğru bilgiye ulaşmak zordu. Ama şu anda bence öfkemizin temel kaynağı, tüm dünyanın gözü önünde bunu yaşıyor olmamız. Öfkeliyiz, ben böyle hissediyorum. Bazen konuşurken ses tonumu ayarlayamadığımı fark ediyorum. Çünkü içimde bir öfke var ve onu bir yere aktaramıyorum. Üstelik bu çok haklı bir öfke.

Burası benim köklerim. Her ne kadar dönüştürmeye çalışsalar, o hafızayı yok etmeye dönük politikalar geliştirseler de hafızam, anılarım burada. Buradaki değişimin bir parçası olmak istiyorum.

Uzun yıllardır Diyarbakır’da yaşıyorsun. Hiç ayrıldın mı buradan?

İki yıl Ankara’da yaşadım. Bir süre de tedavi için Almanya’daydım.

Zorunlu haller dışında Diyarbakır’da yaşamayı tercih ediyorsun. Üstelik çok aktif bir hayatın var. Bir taraftan da burada yaşamanın zorluklarından bahsediyorsun. Peki özellikle 5 Haziran saldırısından sonra başka bir ülkeye yerleşmen de çok mümkünken neden burada yaşamakta ısrar ediyorsun?

Neden burada olduğumu ben de zaman zaman kendime soruyorum ama bahsettiğim öfke anlarında soruyorum bunu. Burası benim köklerim. Her ne kadar dönüştürmeye çalışsalar, o hafızayı yok etmeye dönük politikalar geliştirseler de hafızam, anılarım burada ve ben herhangi bir ülkede bu anıya geri dönüş yapamıyorum. Sadece zihnimde yaşıyorum, oysa ben anılarıma dokunmak da istiyorum, görmek, duymak da istiyorum. Hissetmek, koklamak istiyorum ve tüm bunlar beni buraya bağlıyor. Gittim dünyanın farklı yerlerini de gördüm. Farklı fikirlere dokundum. Bütün bu deneyimlerim bende şu duyguyu oluşturdu, eğer ben bu yapıya ve bu sisteme öfkeliysem, bunu değiştirmek için ben emek vermeliyim. Köşede durup ‘Ben zorlanıyorum, bir şey yapamam, yorgunum’ diyemem. Ben tam da buna öfkeliyim zaten. Bunun dönüşmesi gerektiğini düşündüğüm için öfkeliyim. Bu yüzden de olmayan ayaklarım beni hep burada tutuyor. Buradaki değişimin bir parçası olmak istiyorum.

Ben iki mekanik bacağımı ikinci hayatım olarak değerlendiriyorum ve bu hayatımda da burayı dönüştürmenin bir ayağı olmak istiyorum. Bunun için kavga vermeliyim ve kavga etmediğim insan da kalmadı. Burası benim şehrim, benim yuvam. Herkes için yaşanabilir bir dünya hayal ediyorum. Hepimizin eksik olduğu birçok konu var. Benim de bir ton eksikliğim var. Ama kavgamla bunlara meydan okumak istiyorum. Ben olmasam kim kafeye gidip engelli tuvaleti yok diye kavga edecek mesela. (Gülüyor)

Bir de ben sinema yapmaya çalışıyorum, Kürt sineması iddiam var. Direnen bir sinema diyorum Kürt sinemasına. Bunu başka bir yerde yapamam ki. Benim rengim, kameram, sesim, yüzüm buraya ait. Ben buradaki hikayeyi hangi ülkeye taşıyabilirim ki? Buradan besleniyorum. Buraya haksızlık olmaz mı? Çok oryantalist olmaz mı? Buraya bağlı olmalıyım. Bir hikaye oluştururken ki Kürt sinemasında bu hikayeler de hep yaşanmış hikayeler oluyor, buradan kopuk bir şekilde oluşturamazsın. Bazen tarih kokuyu yazamıyor ama belki sinema kokuyu işleyebilir.

Peki istediğin gibi sinema yapabiliyor musun?

Yapamıyorum. Benim bacaklarımın gidişiyle beraber bedensel olarak aktive olma halim yüzde 70 azalmış durumda. Benim açımdan böyle bir yanı da var ama sonra bakıyorum birçok arkadaşımız sinema yapamıyor. Bunun birçok nedeni var. Devletle olan sorunlarımız bunun başında geliyor. Diğer bir önemli neden dil problemi. Bir başka neden para-fon sorunu.

Dil sorunu derken Kürtçe’nin kullanımının önündeki engellerden mi bahsediyorsun?

Evet. Burada Ortadoğu Sinema Akademisi var, ben de oradayım ve Kürtçe sinema yapmaya çalışıyoruz. Ama biz hep öteleniyoruz. Hep ekstra çaba sarf etmemiz gerekiyor. Sinemamızı var edebilmek için herhangi bir Türk yönetmenin on katı çabalamamız gerekiyor. Bu da insanı aşağı çeken bir şey.

Sen bütün bunların üstüne bir de kadın olarak Kürt sineması yapmaya çalışıyorsun. Bunu da anlatır mısın?

Bir kadın, hem de engelli bir kadın olarak Kürt sineması yapmaya çalışıyorum. Benim bir film yapabilmek için benimle gerçekten gönüllü bir şekilde bu yolu yürüyebilecek insanlarla kolektif bir çalışmaya ihtiyacım var. Çünkü benim yapabileceğim şeylerin sınırı belli. O yüzden de önce arkadaşlarını hala sinema yapabildiğine ikna etmen, ‘Ben varım’ demen gerekiyor. Bu yaklaşım biçimlerinden o kadar çok tecrübe edindim ki, mesela beni ‘sorumluluk’ olarak gördükleri noktayı yakalıyorum ve bu beni çok incitiyor.

Seni ‘sorumluluk’ olarak gördüklerini söylerken tam olarak neyden bahsediyorsun?

Engellisin ve toplumda engelliye destek olmak biraz ‘hayır’ işleme üzerinden oluyor. Bunda dinlerin de etkisi büyük, ‘Engelliye hayır yapmak sevaptır’ anlayışı var. Ben bunu yakalıyorum ama bunu arkadaşınla tartışamazsın, çünkü bunu kabul etmiyor.

Sana eksik hissettiren bir duygudan söz ediyorsun…

Tabii ki tam olarak bu ve bunun için arkadaşlarımla büyük mücadele ettim. Ben eksik hissettim ve sadece eksik hissetmedim, onların yaklaşım biçimiyle minnetle büyüdüm. Hep ‘Aaa yanımdalar’ dedim. Bir eksikliği görürsem de söylememeyi tercih ettim. Bu o kadar ince bir manipülasyon ki aslında ben de bunu şu an fark ediyorum. O zaman farkında değildim. Şimdi kendime bunu neden yaptığımı sorguladığımda, yanımda oldukları için onların arkadaşlıklarını daha kutsal gördüğümü ve bunu bana onların yaptığını görüyorum. Çünkü sürekli minnet duymamı istediler. Bunu fark edip tartıştığım noktada da artık yanımda değillerdi.

Bunları son bir buçuk yıldır düşünüyorum, tartışıyorum, okumalar yapıyorum. Mesela ilk zamanlar kendime dezavantajlı diyordum, bu yaptığım okumalardan sonra hayır ben bir engelliyim diyorum. Çünkü doğru tanımı koymazsan doğru bir yaklaşım biçimi de geliştiremezsin. Bazı şeyleri yumuşatmamak gerekiyor. Kendini kabul etmek gerekiyor. Bütün bunlarla sürekli sessiz bir savaş yürütüyorsun. Yer yer sesli yürütüyorsun. Bu yüzden iyi değilim.

Bu benim tercihim değil, bana dayatılan bir durum. Türkiye’de 3 milyondan fazla engelli var. Sadece Diyarbakır’da 200 bin engelli var. Bu çok büyük bir sayı ve görünmeyen çoğunluk.

Aslında bu bizim toplum olarak da bilmediğimiz bir şey değil mi?

Öyle maalesef. Engelliler görünür değil. Sanki hiç engelli yok gibi değil mi? Sokakta görmüyorsun, bir kafede, restoranda görmüyorsun. Çok azdır bu örnekler. Çünkü eve hapsedilmişler. Toplum bunu dayattığı için ve sistem de gerekli koşulları sağlamadığı için engelli bireyler de bunu kabul etmek durumunda kalıyor.

Bugün bizzat tanıklık ettim. Dışarıda bir yerde senin fiziksel koşullarına uygun bir yer bulamadık. Kimi mekanda engelli tuvaleti yok, kimisinde merdivenin trabzanı. Her gün bununla yüzleşmek nasıl bir şey?

Beni eve mahkum ediyor bu. Ben kendimi eve mahkum etmiyorum. Birçok insan bana ‘biraz dışarıya çıkman gerekiyor’ diyor. Nereye çıkacağım? Bana bir yer söyler misiniz? Sur’a gitmek istiyorum, gezmek istiyorum ve Sur’u çok seviyorum ama orada sadece bir ya da iki yerde tuvalet var. Bir saat sonra nereye gideceğim? Bu benim tercihim değil, bana dayatılan bir durum. Türkiye’de 3 milyondan fazla engelli var. Sadece Diyarbakır’da 200 bin engelli var. Bu çok büyük bir sayı ve görünmeyen çoğunluk.

Engellilerle ilgili, engellilerin kendi durumuyla sınırlı kalmayan toplumdaki yanlış yaklaşım ve ifade biçimlerini de ortadan kaldırmayı hedefleyen bir mücadeleyi örgütlememiz gerekiyor.

Buna karşı bireysel bir çaban var. Bunu daha örgütlü bir hale getirme düşüncen var mı peki?

Ben bireysel bir savaş yürütüyorum ama belki de yapmam gerekiyor. Engelliler için kurulan derneklere üye olup bir şeyler yapabilir miyim diye düşünüyorum zaman zaman. Fakat o da kapalı kalıyor bana. Yani kendi içlerinde birbirlerini örgütlüyorlar. Ben tam da buna karşı çıkıyorum. Benle sen aynıyız. Aynı yerde örgütlenmemiz gerekiyor ve aynı bilince sahip olmamız gerekiyor. Evet, özgün kurumlar, dernekler olabilir. Engellilik salt bedensel değil. Nöroçeşitlilik denilen bir şey var. Yani dili de düzeltmek gerekiyor ya. Mesela birini aşağılamak için hep geri zekalı, aptal, salak diye tanımlamalar kullanırız. Sen nöroçeşitli bir engellinin durumunu bir hakaret cümlesi olarak ifade ediyorsun. Bizim siyasetçilerimiz bile “Kör, sağır, dilsiz siyaset” gibi kavramlarla bunu yapıyor. Oysa kör olmak çok zor bir şey ya da sağır olmak ya da dilsiz. Bu tür sağlamcılık yaklaşımları çok rahatsız edici. O yüzden engellilerle ilgili, engellilerin kendi durumuyla sınırlı kalmayan toplumdaki yanlış yaklaşım ve ifade biçimlerini de ortadan kaldırmayı hedefleyen bir mücadeleyi örgütlememiz gerektiğini düşünüyorum.

Sinema yaparken zorlandığını anlattın ama pes de etmedin. Şu anda nasıl projelerin var? Neyle uğraşıyorsun?

Ben iki yıldır Filmmor’da film izleme komitesindeyim. Sinemada son iki yılım biraz daha aktif geçti. O ara bir kısa film de yaptım. Şimdi Ortadoğu Sinema Akademisi’ndeyim. Kaybettiğim tüm zamanımı hızlıca geri kazanmaya çalışıyorum. Kurgu öğrenmek istiyorum, daha profesyonel bir kurgucu olmak için çabalıyorum. Kadın çalışmalarımız var.

Aynı zamanda oyunculuk da yapıyorsun değil mi?

Oyuncular benle kavga edebilir. (Gülüyor) Bizim akademilerde ortaklaştığımız çok güzel bir arkadaş grubumuz var. Ali Kemal Çınar da onlardan biri. Ali Kemal kolektif işler yapıyor ve biz hep dahil oluyoruz. Ya kamera arkasında oluyoruz ya kamera önünde. Yani aslında Ali Kemal oynar mısın dediğinde oynuyorum ama kendime oyuncuyum diyebilir miyim bilmiyorum .

Peki senin içi oyunculuk yapmak mı daha zor yoksa yönetmenlik mi?

Oyunculukta çok müthiş bir deneyimim yok. Ama ne yapmak istersin dersen elbette ben yönetmenlik, yani film yapmak isterim. Ama oyunculuk da fena bir şey değil. Bazen acaba yaşadığım bazı şeyler olmasaydı ben oyunculuk yapar mıydım diye düşünüyorum. Şimdi teklif gelsin, kabul ederim. Tam da bahsettiğim sağlamcılık anlayışını yok etmek için, toplumun dönüşümü için, bu klasik estetik ölçülerini tokatlamak için de olsa oyunculuk yapardım.

Seçim gündemi Diyarbakır’da da en çok konuşulan konuların başında geliyor elbette. Zira oldukça politik bir kent burası. Nasıl bir atmosfer var şu an Diyarbakır’da?

Ben halktan çok kopuğum. Otobüse binemiyorum, halkın içinde yürüyüş yapamıyorum, bir parka oturamıyorum. Yani akışın içinde olamıyorum. Dolayısıyla dinamik bir temasla oluşan gözlemlerim yok. Haberlerden ve gidip geldiğim kurumlardan takip edebiliyorum gündemi. Ama net olarak şunu söyleyebilirim ki Kürtler asla vazgeçmiyor. Bu çok güzel bir şey. Ne olursa olsun kendi hakkını alma, talep etme çabası asla bitmiyor. Halkın içinde olmasan da bunu görebiliyorsun ve bu seni hep diri tutuyor. Her ne kadar motivasyonumuz azalsa da, kırgınlıklarımız olsa da bir çizgi var. Kürtler o çizgiyi hep koruyor. Talep etmekten vazgeçmiyor. Ne olursa olsun. Şimdi yine öyle bir sürece girdik. Hepimiz seçim dönemlerinde muhtemelen toplum siyasete biraz daha kırgın, mesafeli yaklaşabilir diye düşünüyoruz. Ama hiç öyle değil. Daha sert bir yerden hakkını talep ediyor ve olmasını da istiyor, geri çekilmiyor. Bu benim için yeterli bir şey ve güvende de hissettiriyor. Halkın bu duruşu, yani o ateş nasıl tarif edilir bilmiyorum. Bir güç var ve hakikaten bir şey oluyor ve tekrar diriliyor. Tekrar kendini diriltmeyi bilen bir halkız.

Adalet istiyorum. Yaşamımın her alanında, kendi evimde, ailemin içinde en küçük zeminde bile adalet istiyorum. Çünkü bizim en çok yaşamadığımız duygu adalet.

Sen bir seçim mitinginde iki bacağını kaybettin. Oy verdiğin parti HDP, 2. turda Altılı Masa’nın adayını destekleme kararı verirse ne hissedersin? Çünkü o masada senin hayatını değiştiren 5 Haziran patlaması sırasında dönemin başbakanı olan Ahmet Davutoğlu da var.  

Üzerine düşünmüyorum. Çünkü biz Davutoğlu’nu affetmiyoruz. O bir açıklama yapmıştı, “Ben konuşursam” diye başlayan o açıklamasının devamını getirirse, Ankara, Suruç ve 5 Haziran katliamı davalarında itiraflarını yaparsa, konuşursa o zaman bir nebze hafifleriz. O da belki. Çünkü bu bizim açımızdan biten bir süreç değil. Biz iyileşmedik, iyileşmiyoruz. Benim yaralarım hala açık. Kulaklarım iyi duymuyor mesela. Kullandığım ilaçların deformasyonunu yaşıyorum. Bu tüm hayatım boyunca taşıdığım bir travma. Bitmedi ki. Bitse, insan unutkan bir varlık, unutursun. Yani hatta biz çok hızlı unutuyoruz. Ama devam ediyor, biz yaralarımızı saramadık, kimse yaramızı sarmadı. Ne mahkemelerde, ne sokakta. Mahkemelerimiz devam ediyor bizim. Nasıl olabilir, ne hissederim bilmiyorum.

Aslında yüzleşme ve adalet mevzusu Türkiye’de çok derin bir yara. Helalleşme denilen şeyden ise epey uzaktayız sanki. Ne düşünüyorsun bu konuda? Yüzleşme ve adaletin sağlanmadığı bir helalleşme senin için bir şey ifade eder mi?

Etmez. Ben artık adaletsizliğe tahammül edemiyorum. Bana dünyada ne istiyorsun diye sorarsan, adalet istiyorum. Yaşamımın her alanında, kendi evimde, ailemin içinde en küçük zeminde bile adalet istiyorum. Çünkü bizim en çok yaşamadığımız duygu adalet. Sen yaşayabildin mi? Benim neredeyse hayatımın hiçbir noktasında adalet yerini bulmamış. Ben adalete açım yani. Görmek istiyorum. Adaletin yerini bulduğunu görmek, hissetmek istiyorum.

Nasıl sağlanabilir sence bu?

Önce yüzleşeceksin. Gerekirse bunun cezasını çekeceksin. Bu sadece öz eleştiriyle çözülecek bir durum değil. Bu kadar tarumar olan psikolojiler, yaşamlar geri gelmeyecek ama siz bunun cezasını çekmelisiniz. Bilmiyorum çok mu kaba oluyorum bunu söylerken?

Bunu sorduğun için çok naifsin bence şu an…

Bilmiyorum. Tek bildiğim ve kendime de söylediğim şu, önümüzde bir seçim var ve herkes kendi alanında en iyisini yapmalı. Mesela biz sinemacıyız, sinemada mücadele etmemiz gerekiyor. Siyaset yapamayız ama bizim de kendi alanımızda yapabileceğimiz şeyler var. Sinemamızı büyütmeliyiz. Sinemamızı, hikayelerimizi dünyaya ulaştırmanın yollarını bulmak zorundayız. Hepimiz bu yaşamda gönüllüyüz. Mesela Kürtlerin neredeyse yüzde 60’ı gönüllüdür, biz gönüllü yapıyoruz her şeyi. E tabii gönüllü yapınca da ruhunu da katıyorsun. Böyle ruhla, gönülle yapılan bir işin başarılı olma olasılığı da gerçekten yüksek.

Ailenle nasılsın? Onlar nasıl göğüsledi bu süreci?

Ailemle çok iyiyim, onlara minnettarım. Herkes gitti onlar kaldı. Biz Kürtler çok arkadaşçıyız, yani ailemizi bir kenara bırakıp arkadaşlarımızı önceleyebiliyoruz. Bu süreçte bu durumun haksızlık olduğunu gördüm. Çünkü minnet edilen o arkadaş çevresinden bahsettim ya aile öyle bir şey değil. Şu an onlar olmasa ne yaparım bilmiyorum. Aileme karşı vicdan azabı çekiyorum.

Tam da şu anda savaş uçaklarının seslerini duyuyoruz. Ne hissediyorsun?

Seslere karşı çok duyarlıyım. Sadece ben değil, eminim ki bununla yüzleşen birçok insan aynı şeyi hissediyor. Bir tedirginlik yaşıyoruz, yine aynı şeyleri mi yaşayacağız diye. Bana hatırlattığı tek şey patlamalar oluyor. Seçime doğru giderken acaba yine patlamalar mı olacak tedirginliğini yaşıyorum. Çok travmamız var, nasıl affedeceğiz bütün bunları? Nasıl unutacağız? Hadi diyelim ki affettik de nasıl unutacağız? Mümkün değil.

Yeni bir film projen ya da çekmeyi çok istediğin ama henüz projelendiremediğin aklında, hayalinde olan bir şey var mı?

Çok var. Bir kısa film var. Patlamalara dair hep bir belgesel çekmek istiyordum. Son birkaç aydır bundan vazgeçtim. Birkaç dokümanter yapıldı bu patlamalara dair ve yapmama kararı aldım. Ne yaparsam yapayım yeterince anlatamayacağımı düşünüyorum. Bunu bir sorumluluk olarak da görüyorum. Bunu ben anlatmayacaksam kim anlatacak? Bu yüzden de anlatacaksam eksik kalmaması gerekiyor. Mükemmeliyetçi bir yerden bakıyorum ve kendimi ikna edemiyorum.

Dayanışmaya ihtiyacım var. Büyük bir adaletsizlikle karşı karşıyayım ve bu başkalarının da başına gelmesin diye elimden gelen her şeyi yapacağım.

Yakın bir zamanda Avustralya’da seni ameliyat eden bir doktorla ilgili bir ifşada bulundun. Gerçekten korkunç bir süreç yaşamışsın. Olayı tekrar anlatmanı istemeyeceğim ama hislerini sormak istiyorum.

Öfke… Adalet diyorum ya yine adaletsizce bir durum var ve bununla nasıl başa çıkacağımı bilmiyorum. Hipokrat yemini denilen bir şey. Bunu kime anlatayım? Yıllardır bu doktor yüzünden tedavi olamıyorum. Benim doğru bir sağlık hizmeti almamı engelledi. Her bireyin sağlık hizmeti alma hakkı vardır. Bu, evrensel hakkımın önüne geçti. Beni başka yerlere yönlendirmeden kendi başıma bıraktı. Benimki çok spesifik bir ameliyattı, bunu yapmaması gerekiyordu, çünkü ben onun ürettiği parçaları kullanıyorum. Bu parça kırıldığında tek iletişim kurabileceğim insan oydu ve çaresiz bıraktı. Bunu düşününce bazen evde bağırıyorum, haykırıyorum. O görevini yapsaydı yaralarım bu kadar açık olmayabilirdi. Bu kadar enfeksiyonla mücadele etmeyebilirdim. Kendi doktorum beni tedavi etmeye devam etmediği için ben şu an acılı bir hayat yaşıyorum. Bu psikolojimi yerle bir ediyor. Şu anda da kendisine ulaşmaya çalışıyorum. Hollanda’daki bir hastaneye yazıyorum. Ama yanıt alamıyorum bir türlü. İmplant, mekanizmamın değişmesi gerekiyor. Yanıt alamadığım için yapamıyorum bunu. Ve bunlar çok maliyetli şeyler. TL değil Euro, Dolar bazında hesaplanan şeyler.

Peki hala yapılabilecek bir şey var mı?

Bu konuda bir dayanışmaya ihtiyacım var. Ben İHD’ye haber verdim, “Ben çok yoruldum, mücadele edemiyorum bu durumla” dedim. Üstelik bana yaşattığı bütün bu mağduriyete rağmen o doktor benim anlattıklarım üzerinden röportaj verdiğim gazeteye iftira davası açtı. Bu davadan sonra ben konuşmaya karar verdim. Çünkü onlarca mail, mesaj var elimde bunu kanıtlayan. Mesajların hepsinde de ‘lütfen bana yardım’ edin diye haykırmışım. Ve ben hepsini gazeteye gönderdim. Mahkemede delil olarak sunulacak bunlar. Ama işte bu tek başıma yapabileceğim bir şey değil. Gerçekten ciddi bir dayanışmaya ihtiyacım var. Büyük bir adaletsizlikle karşı karşıyayım ve bu başkalarının da başına gelmesin diye elimden gelen her şeyi yapacağım.

The post Olmayan ayaklarım beni hep burada tutuyor first appeared on Gazete Karınca.

]]>
‘Türkiye’nin Suriye’ye yönelik sınırlı bir operasyonuna izin verilebilir’ https://gazetekarinca.com/turkiyenin-suriyeye-yonelik-sinirli-bir-operasyonuna-izin-verilebilir/ Sat, 21 Jan 2023 13:16:30 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=239488 11 yıl aradan sonra gerçekleşen Şam-Ankara görüşmelerinin yankıları devam ederken, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ABD ziyaretinde mevkidaşı Antony Blinken’le kritik başlıkları ele aldı. Son gelişmeleri değerlendiren Ortadoğu uzmanı, yazar Hamide Rencüzoğulları “Türkiye’nin talebini yerine getiremeyecekleri için ya ABD ya Rusya ya da her ikisi birden Türkiye’ye şubat ayında Suriye’ye yönelik sınırlı bir operasyona izin verebilir” dedi. […]

The post ‘Türkiye’nin Suriye’ye yönelik sınırlı bir operasyonuna izin verilebilir’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
11 yıl aradan sonra gerçekleşen Şam-Ankara görüşmelerinin yankıları devam ederken, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ABD ziyaretinde mevkidaşı Antony Blinken’le kritik başlıkları ele aldı. Son gelişmeleri değerlendiren Ortadoğu uzmanı, yazar Hamide Rencüzoğulları “Türkiye’nin talebini yerine getiremeyecekleri için ya ABD ya Rusya ya da her ikisi birden Türkiye’ye şubat ayında Suriye’ye yönelik sınırlı bir operasyona izin verebilir” dedi.

2023 seçimlerine doğru giderken hükümet hem iç siyasette hem de dış siyasette yoğun bir mesai harcıyor.

İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelikleri konusunda Türkiye’ye onay baskısı artarken, Suriye ile normalleşme konusundaki diplomasi trafiği de oldukça yoğun işliyor.

Rusya-Ukrayna savaşı, Yunanistan’la gerilim ve F-16 meselesi gibi başlıklar da Türkiye’nin önünde duran dış politika gündemleri.

Bu gündemlerle ABD’ye giden Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, mevkidaşı Antony Blinken’le kritik başlıkları ele aldı. Görüşmenin ardından basın mensuplarıyla bir araya gelen Çavuşoğlu, ABD yönetiminin güçlü duruş sergilemesiyle Türkiye’ye F-16 satışı konusunun çözülebileceğini ifade etti.

Ayrıca Çavuşoğlu, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğinin, Türkiye’ye F-16 satışıyla bağlantılı olmadığını savundu.

Washington yönetiminden YPG’ye verilen silah desteğini sonlandırmasını istediklerini, ABD’nin Suriye’deki Kürt güçlerle süregelen işbirliğinden duydukları kaygıyı ilettiklerini söyleyen Çavuşoğlu, Blinken’le görüşmesinde, Suriye’de birlikte çalışma konusunda bazı tekliflerde bulunduğunu da aktardı.

Öte yandan ABD, Türkiye ve Suriye savunma bakanlarının Rusya’nın arabuluculuğu ile Moskova’da bir araya gelmesiyle başlayan sürece karşı olduğunu birden fazla kez dile getirmişti.

Türkiye’nin ABD ile yürüttüğü diplomasiyi, Rusya arabuluculuğunda Ankara ile Şam arasında atılan adımları, TSK’nin Suriye’ye yönelik olası bir kara harekatını ve hükümetin seçim sürecinde yürüttüğü dış politikayı Ortadoğu uzmanı, yazar Hamide Rencüzoğulları ile konuştuk.

Hamide Rencüzoğulları

Savunma Bakanı Hulusi Akar ve Suriyeli mevkidaşı Ali Mahmud Abbas, 28 Aralık 2022’de Moskova’da görüşmüştü. Bu görüşme, 11 yıl aradan sonra Ankara ve Şam arasındaki ilk resmi temastı. Öncelikle buradan başlarsak, bu görüşme ne anlama geliyor?

Bu ilk resmi temasın gerçekten normalleşme yolunda ciddi bir adım olduğunu düşünüyorum. Ama ‘buradan ne çıkar, ne bekleniyor?’ meselesine gelince esas olarak 2019’da hatta daha öncesinde Türkiye, İran ve Rusya arasında imzalanan, Astana Mutabakatı’nda Türkiye’nin kabul ettiği şartları yerine getirmesi hedefleniyor. Yani Astana mutabakatının kendisini hayata geçirme noktasında bir uzlaşma ya da normalleşme süreci diyebiliriz.

Astana Mutabakatı’ndan bahsettiniz. Peki, hatırlamak açısından mutabakatın taahhütleri nelerdi?

Astana taahhütleri olarak; birincisi Türkiye’nin Suriye topraklarından çekilmesi, ikincisi cihatçı militan gruplara desteği kesmesi ve üçüncü olarak da M4 Lazkiye-Halep kara yolunu ticarete açması. Bunun ötesinde, tabii ki Türkiye bu kez kendi taleplerini masaya getiriyor. Türkiye’nin talepleri herkesin bildiği üzere Fırat’ın doğusunda 30 kilometrelik güvenli bölge oluşturulması. Bu noktada Kürt birliklerinin 30 km ileriye geri çekilmesi ve Türkiye’yle iş birliği halinde güvenliğinin de sağlanması.

Suriye devleti de Türkiye’nin bu şartını kabul etmesi için önce somut adım atmasını istiyor. Yani eğer Türkiye çekilecekse Suriye de buna göre adım atabilir. Ayrıca, Suriye devleti için Türkiye himayesindeki ve himaye altına girmeyen HTŞ, Türk İslam Partisi gibi diğer bütün cihatçı gruplar terörist olarak adlandırılıyor. Türkiye ise sadece Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) terörist grup olarak adlandırıyor. Ancak tek bir formül üzerinde uzlaşılabilir ise Türkiye’nin bu konuda rahatlatılması sağlanacak. Bunun üzerinde Rusya ve İran uğraşıyor, çalışıyor. O da şu; SDG’nin Türkiye’nin talep ettiği 30 km derinliğe çekilip, bu sınır bölgesinin güvenliğini Suriye ordusuna devretmesi. Tabii bunu Kürtler kabul etmediler. Ama Rusya’nın formülü bu. Epeydir izlediğim kadarıyla Türkiye’yi ikna edecek bir formül üzerinde çalışılıyor.

Türkiye SDG’nin kontrol ettiği alanları terk etmesini, Suriye de TSK’nin bulunduğu alanlardan çekilmesini talep ediyor. Her iki taraf için de içinde bulundukları siyasi konjonktürler düşünüldüğünde bu talepler ne kadar gerçekçi, somut olarak ne kadar uygulanabilir?

Sahadaki karşılığına baktığımızda, açıkçası öyle kolay yerine getirilebilecek vaatler değil. Kürtler kendi pozisyonlarını terk ederlerse bütün kazanımlarını kaybedeceklerini bildikleri için kabul etmiyorlar. Türkiye’nin talebi Kürtlerden doğru reddedilmiş ya da yerine getirilmemiş olacak. Sadece bir taahhüt olarak kalacak. Nasıl ki Türkiye Astana’da onlarca taahhüt verip de yerine getirmediği gibi.

Bu mutabakat ya da normalleşme bana göre kısa veya orta vadede somut sonuçlar doğuracak bir mutabakat değil, ama Türkiye açısından AKP açısından iç siyasette önemli bir seçim propagandası olarak kullanılabilecektir de.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, şubat ayında Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdat’la Rusya’da görüşebileceğini söylemişti. Rusya’nın arabuluculuğunda, iki ülke arasındaki bu görüşme trafiği neden daha öncesinden değil de şimdi başladı? Bölgedeki siyasi gelişmeler mi bu görüşmelerin başlamasında etkili oldu, yoksa başka nedenler mi var?

Esas olarak bu görüşmelerin şu süreçte başlamasının nedeni AKP’nin böyle bir şeye muhtaç olmasından kaynaklı. Bu muhtaçlık üzerinden asıl talep Türkiye’den geliyor ve İran, Rusya gibi bölge güçleri bunu destekliyorlar. Arap ülkeleri, körfez ülkeleri özellikle Birleşik Arap Emirlikleri bunun için devreye girdi. Arabuluculuk rolünü üstlenmek üzere Şam’ı ziyaret etti. Kabul ettirebilecekleri zaman, bu andır şeklinde görülüyor. Konjonktür gereği bölge hareketliliği açısından değişen pek bir şey yok, değişen de yeni değil.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ABD’de diplomatik temaslarda bulunuyor. F-16’ların yanı sıra bir diğer konu Suriye’de devam eden istikrarsızlık ve bu kapsamda Ankara ile Şam arasında Rusya arabuluculuğunda başlayan diyalog süreci. Bu diplomatik temasları nasıl değerlendiriyorsunuz?

ABD ne zaman ki Türkiye’yle Suriye yönetimi arasında bir yakınlaşma sinyali görse hemen devreye giriyor ve kesinlikle rejim ile temas kurmaya karşıyız şeklinde tepki gösteriyor. Gelinen aşamada atılan adımlar çok ciddi, süreç ilerlemeye başladı ve resmi temaslar başladı. Ayrıca bu temaslar devam edecek. ABD, Suriye yönetimiyle Türkiye’nin uzlaşmasını asla istemiyor. Özellikle Rusya ile İran’ın bu noktada rolünün artmasını, alanlarını genişletmelerini istemiyor. Bunun için ABD’nin elbette devreye girmesi bekleniyordu. Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği, F-16 meselesi ve Kuzey Suriye’deki durum, yani Şam yönetimi ile olan normalleşme masaya yatırıldığını görüyoruz. Her ne kadar teyit edilmese ve açıklanmazsa emin olamayacaksak da ABD’nin Türkiye’yi ikna etme konusunda bir formülü var.

O da şu: Orada Süvar’ül Rakka diye bir grup var. Bu grup IŞİD’le mücadele döneminde aktifti, sonra IŞİD çözüldükten sonra dağıtıldı. Eğer Kürtler kabul ederse ABD’nin Süvar’ül Rakka grubunu yeniden yapılandırmak ve sınır hattında konuşlandırma formülü var. Ki Kürtler eğer ABD’nin desteği devam edecekse kabul ederler. Türkiye de kabul eder. Çünkü onlar gibi cihatçı yapıların çok büyük oranda grupları zaten Türkiye’nin kontrolü ve garantörlüğü altında. Fakat Rusya, İran ve Suriye faktörü tekrar öne çıkıyor. Burada yeniden bir cihatçı grubun sınırları ele geçirmesine izin vermezler diye düşünüyorum. Ama yine bu formül de sadece vaatlerde kalabilecek bir formül gibi görünüyor.

Diplomatik ilişkilerin seyrinin şu an ABD’ye doğru kırılması Türkiye ve Rusya arasındaki ilişkilerde özellikle ‘Suriye ekseninde’ siyasi dengeleri nasıl etkiler ve ne sonuçlar doğurur?

ABD Türkiye’nin Rusya’dan uzaklaşmasını ne kadar istediyse Türkiye mecburen Rusya’ya yakınlaştı. Esas kritik kısmı şu olacak: Türkiye liderliğini seçim sürecinde hangisi açıktan desteklerse oraya yönelme söz konusu olabilir. Ama elini tamamen kurtarma mümkün değildir. Çünkü ABD zaten NATO müttefikidir ve elini tamamen Suriye’den çekemez. Rusya da tamamen elini çekemez, kolunu kaptırmış durumda. Bu yüzden Türkiye açısından kolayca bir tarafı bırakıp öbür tarafa yönelme rahatlığı yok maalesef.

Ankara, ABD ve Rusya’dan 2019’da verdikleri sözleri tutulmasını aksi durumda yeni bir sınır ötesi operasyona başlayabileceğini dile getiriyor. Suriye’ye dönük olası bir kara harekatının hem iç siyasette hem de dış siyasetteki yansımaları ne olur?

Her iki taraf Türkiye’ye vaatlerde bulunur ama bunlar bir vaat olarak kalır. Çünkü saha gerçekliği başka işliyor. Ama SDG’nin Türkiye sınırından çekilmesi Türkiye için önemli bir kazanım ve seçim öncesi AKP’nin kullanabileceği bir başarı hikayesi olabilir. Dolayısıyla Türkiye ısrarla bunu isteyecek, ama SDG’nin çekilmesi demek Türkiye’nin kendi kontrolü altına girmesi demek değildir. Suriye ordusuna devredilmesi durumunda Türkiye bir başarı öyküsü yazabilir kendine, ama kazanan burada da Rusya ve Suriye olur.

2017’den bu yana her Astana üçlüsü bir zirve yaptıklarında ilk vurguları ‘Egemen devlet anlayışında toprak bütünlüğüne saygı’ ve her taraf da bunu teyit etmiş, onaylamış durumda. Dolayısıyla Rusya, bunu Adana Antlaşması’nı genişleterek hayata geçirme hamlesi olarak düşünüyor. Burada kazanan az miktarda seçim propagandası şeklinde Türkiye olabilir. Ama Suriye Milli Ordusu militanlarının oradan çekilip başka bir yere götürülecek olması ayrı bir baş ağrısı doğuracaktır.

Peki seçimler yaklaşırken Türkiye, Suriye’ye dönük bir kara harekatına başlar mı?

Türkiye’yi ikna etme turları seçim öncesine kadar devam ederken, tahminimce Türkiye’nin talebini yerine getiremeyecekleri için iç siyasete bir propaganda malzemesi sağlamak açısından ya ABD ya Rusya ya da her ikisi birden Türkiye’ye sınırlı bir operasyon izni verebilirler. Bu siyasi göstergeler de düşünüldüğünde Türkiye’nin Suriye’ye yönelik sınırlı bir operasyon şubat ayında beklenebilir.

The post ‘Türkiye’nin Suriye’ye yönelik sınırlı bir operasyonuna izin verilebilir’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Erdoğan’ın adaylık tartışması | Prof. Dr. Osman Korkut Kanadoğlu yanıtladı https://gazetekarinca.com/erdoganin-adaylik-tartismasi-prof-dr-osman-korkut-kanadoglu-yanitladi/ Fri, 20 Jan 2023 13:24:06 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=239367 Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim tarihi olarak 14 Mayıs’ı işaret etmesinin ardından seçim takvimi ve Cumhurbaşkanı’nın üçüncü kez aday olup olamayacağına ilişkin tartışmaları Gazete Karınca’ya değerlendiren Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Osman Korkut Kanadoğlu, “14 Mayıs’ta yapılacak bir seçim için 8-14 Mart tarihleri arasında Cumhurbaşkanı ya da Meclis seçimlerin yenilenmesi kararı alınmalı” dedi.  Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin […]

The post Erdoğan’ın adaylık tartışması | Prof. Dr. Osman Korkut Kanadoğlu yanıtladı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim tarihi olarak 14 Mayıs’ı işaret etmesinin ardından seçim takvimi ve Cumhurbaşkanı’nın üçüncü kez aday olup olamayacağına ilişkin tartışmaları Gazete Karınca’ya değerlendiren Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Osman Korkut Kanadoğlu, “14 Mayıs’ta yapılacak bir seçim için 8-14 Mart tarihleri arasında Cumhurbaşkanı ya da Meclis seçimlerin yenilenmesi kararı alınmalı” dedi. 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin grup toplantısında (18 Ocak) uzun süredir konuşulan cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği genel seçimi için tarihi olarak 14 Mayıs’ı işaret etti. Bu açıklamasıyla bir anlamda seçim tarihini de ilan etti.

Ankara 2 No’lu Barosu tarafından düzenlenen ‘Güçlü, Etkin ve Saygın Savunma İçin Avukatlık Kanunu Çalıştayı’nın ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ise, Erdoğan’ın adaylığı hakkında, “Sayın cumhurbaşkanımızın adaylığı anayasal hakkıdır. Hiç bir hukuki engel söz konusu değildir çünkü sayın cumhurbaşkanımız, cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin ilk cumhurbaşkanı olarak 2018’de seçilmiştir ve şu anda yapılacak seçim ikinci seçimdir” açıklamasında bulundu.

Cumhurbaşkanı’nın seçim tarihi olarak 14 Mayıs’ı işaret etmesinin ardından seçim takviminin nasıl işleyeceği, hükümetin seçim için kullandığı kavramların anayasal dayanaklarını ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üçüncü kez aday olup olamayacağına ilişkin tartışmaları Okan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı ve Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Osman Korkut Kanadoğlu ile konuştuk.

Seçimlerin hangi tarihlerde yapılacağı tartışmaları sürerken, bu tartışmalar ‘öne alınma’, ‘güncelleme’ gibi kavramlar üzerinden konuşuluyor ve ‘erken seçim’ kavramı şu ana kadar hükümet tarafından kullanılmış değil. Öncelikle Anayasal düzlemde bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? 

İktidarın “seçimlerin tarihinin güncellenmesi” ya da “öne alınması” biçimindeki ifadelerinin anayasal herhangi bir dayanağı bulunmamaktadır. Anayasa’da sadece seçimlerin yenilenmesi kavramından bahsedilmektedir. Bu kamuoyunda bilinen ismiyle erken seçim kararıdır. Seçimlerin yenilenmesi dışında ne TBMM’nin ne Cumhurbaşkanı’nın ne de YSK’nın “güncelleme” ya da “tarihi öne alma” gibi bir kavramla bahsedilen herhangi bir yetkisi bulunmamaktadır.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan partisinin grup toplantısında seçimler için 14 Mayıs’ı işaret etti ve şöyle konuştu: “Rahmetli Menderes, 14 Mayıs 1950’de ‘Yeter söz milletin’ demiş ve sandıktan büyük bir zaferle çıkmıştı. Yeter, söz de karar da gelecek de milletindir diyerek 2023’te milletimizin desteğine talibiz.” Anayasa’ya göre seçimlerin 14 Mayıs’ta yapılmasının hukuki olarak karşılığı nedir?

Anayasa’nın 116. maddesine göre seçimlerin yenilenmesi kararı alabilecek iki organ bulunmaktadır. Bunlar; Cumhurbaşkanı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Cumhurbaşkanı herhangi bir gerekçeye dayanmaksızın tek imzayla seçimlerin yenilenmesi kararı alabilecektir. TBMM’nin seçimlerin yenilenmesi kararı alabilmesi için ise Meclis üye tam sayısının beşte üç çoğunluğunun oyu gerekmektedir. Bu nitelikli çoğunluğa göre TBMM’de seçimlerin yenilenmesi kararı en az 360 milletvekili ile alınabilir. Yine Anayasa’nın 116. maddesine göre ister Cumhurbaşkanı isterse de TBMM karar alsın, her iki durumda da Cumhurbaşkanı ve milletvekili genel seçimleri birlikte yapılır. Fakat bu durumda olacak olan şey “seçimlerin öne alınması” değil; seçimlerin yenilenmesidir.

Seçimlerin 18 Haziran 2023 tarihi dışında işaret edilen 14 Mayıs tarihinde yapılabilmesi için hangi adımların atılması gerekli? 

Cumhurbaşkanı Seçim Kanunu’nun seçim dönemi, seçim döneminin başlangıcı ve seçimlerin tamamlanması kenar başlıklı üçüncü maddesinin dördüncü fıkrasına göre, seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde bu karar kırk sekiz saat içinde Resmi Gazete’de yayımlanarak ilan olunur. Bu kararın verildiği günden sonra gelen altmışıncı günü takip eden ilk Pazar günü Cumhurbaşkanı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi birlikte yapılır. Bu durumda 14 Mayıs 2023 tarihinde bir seçim yapılmak isteniyorsa 8-14 Mart 2023 tarihleri arasında Cumhurbaşkanı ya da Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesi kararı alınması gerekmektedir. Fakat burada dikkat edilmesi gereken bir diğer husus yine aynı Kanunu’nun 2. maddesiyle YSK’ye tanınan seçimle ilgili olarak yer alan bütün süreleri gerektiğinde kısaltarak tespit ve ilan etme yetkisidir.

 YSK’nın “seçimlerin süresini kısaltma” yetkisi ne anlama geliyor?

 YSK bu yetkiye dayanarak 2015 yılındaki milletvekili genel seçimlerinin süresini kısaltmıştır. Şöyle ki 7 Haziran 2015 Milletvekili Genel Seçimleri’nin ardından hükümetinin kurulamaması üzerine Cumhurbaşkanı, 24 Ağustos 2015’te seçimlerin yenilenmesi kararı almıştır. O dönemki Mevzuat gereği Cumhurbaşkanınca seçimlerin yenilenmesi kararı alınmasını takip eden 90 günden sonraki ilk pazar günü, oy verme günüdür. Bu tarih 1 Aralık’tır fakat YSK “seçimlerin süresini kısaltma” yetkisine dayanarak seçimi 1 Kasım’a alabilmiştir. Dolayısıyla 8-14 Mart aralığından sonraki bir tarihte alınacak seçimlerin yenilenmesi kararına rağmen YSK benzer bir karar alarak seçimlerin tarihini 14 Mayıs’a alabilir. Bu durum YSK eliyle “seçimlerin yenilenmesi kararını alınmasından sonraki 60 günü takip eden ilk pazar gününün oy verme günü” olduğunu düzenleyen kuralının arkasından dolanmak anlamına gelecektir.

Bu çerçevede seçimlerin 14 Mayıs’ta yapılabilmesi için atılacak adımlar demokratik hukuk ilkeleri ile bağdaşır mı? Bu tarihte yapılacak seçimlerin ne gibi etkileri ve sonuçları olur?

8-14 Mart tarihleri arasında alınacak bir seçimlerin yenilenmesi kararı sonrasında gerçekleştirilecek ve oy verme günü 14 Mayıs 2023 olacak olan seçim hukuka uygun olacaktır. Seçimlerin yenilenmesi kararının alınması halinde bu karar kırk sekiz saat içinde Resmi Gazete’de yayımlanarak ilzn olunur. Bu ilan sonrasında YSK, Cumhurbaşkanı Seçim Kanunu ve Milletvekili Seçim Kanununda düzenlenen “seçim öncesi işleri” yürütmeye başlayacaktır. Mevcut Cumhurbaşkanı’nın yeniden adaylığının Anayasa’ya uygunluğunun denetimi de bu aşamadan sonra YSK tarafından gerçekleştirilecektir. Bu sürecin yürütülmesinde YSK’nın kararlarını, Anayasa’ya uygun bir biçimde alması büyük önem arz etmektedir. Nitekim Anayasa’nın 79. maddesine göre Yüksek Seçim Kurulu’nun kararları aleyhine başka bir merciye başvurulamayacağı için Anayasa Mahkemesi önüne de gidilemeyecektir. Bu durum YSK’nın alacağı kararların önemini daha da arttırmaktadır.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın üçüncü kez aday olup olamayacağı konusunda tartışmalar söz konusu. Anayasa’ya göre Erdoğan tekrar aday olabilir mi? Bu konudaki istisnai durumlar ve zorunluluklar nelerdir?

Anayasa’nın 101. maddesine göre bir kişi en fazla iki kez Cumhurbaşkanı seçilebilir. İlki 2014 ve ikincisi 2018 yıllarında olmak üzere iki kez Cumhurbaşkanı seçilmiş olan mevcut Cumhurbaşkanı’nın üçüncü kez aday olabilmesi ancak Meclis’in seçimlerin yenilenmesi kararı almasına bağlıdır. Cumhurbaşkanı’nın seçimlerin yenilenmesi kararı alması sonucunda tekrar aday olamayacağı açıktır. Anayasa “iki kez” ibaresinde herhangi bir tarihin ya da siyasal rejimin sonrasını baz almamıştır.

Dolayısıyla Recep Tayyip Erdoğan’ın “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin” ilk Cumhurbaşkanı olduğu ve bu sebeple ikinci kez aday olabileceği yönündeki görüş anayasal dayanaktan yoksundur. İkinci döneminde olan bir cumhurbaşkanının üçüncü kez aday olabilmesinin tek koşulu TBMM’nin seçimlerin yenilenmesi kararı almasıdır.

The post Erdoğan’ın adaylık tartışması | Prof. Dr. Osman Korkut Kanadoğlu yanıtladı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Derya Kömürcü’yle söyleşi | HDP seçmeni çantada keklik değil https://gazetekarinca.com/derya-komurcuyle-soylesi-hdp-secmeni-cantada-keklik-degil/ Mon, 16 Jan 2023 11:14:16 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=238650 Yöneylem Sosyal Araştırma Merkezi Genel Koordinatörü Doç. Dr. Derya Kömürcü, genel seçim sürecinde HDP’nin en kritik düğümü çözecek parti konumunda olduğuna işaret ediyor: “HDP oyları çantada keklik değil. HDP’nin Altılı Masa’dan beklentileri de üzerinde konuşulamayacak, aşırı talepler olmadığı için belli düzeyde bir ilişki ve saygı bekliyorlar. Bu uyarıyı Altılı Masa’nın alabileceğini düşünüyorum.” Seçim tarihi henüz […]

The post Derya Kömürcü’yle söyleşi | HDP seçmeni çantada keklik değil first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Yöneylem Sosyal Araştırma Merkezi Genel Koordinatörü Doç. Dr. Derya Kömürcü, genel seçim sürecinde HDP’nin en kritik düğümü çözecek parti konumunda olduğuna işaret ediyor: “HDP oyları çantada keklik değil. HDP’nin Altılı Masa’dan beklentileri de üzerinde konuşulamayacak, aşırı talepler olmadığı için belli düzeyde bir ilişki ve saygı bekliyorlar. Bu uyarıyı Altılı Masa’nın alabileceğini düşünüyorum.”

Seçim tarihi henüz belirsizliğini koruyor. Fakat AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz haftalarda erken seçim sinyali verdi.

HDP kendi adayını belirlemek için çalışmalara başladığını ve seçime kendi adayı ile gireceğini duyurdu. Öte yandan HDP Kapatma Davası ülke gündeminde.

Altılı Masa’nın kimi aday olarak göstereceği ise hala belirsizliğini koruyor.

Genel seçim sürecinde Altılı Masa’nın durumunu, HDP’ye karşı tutumunu ve HDP’nin kapatılması ihtimalinin seçimlere nasıl yansıyabileceğini Yöneylem Sosyal Araştırmalar Merkezi Genel Koordinatörü Doç. Dr. Derya Kömürcü ile konuştuk.

Altılı Masa, cumhurbaşkanı adayını hala netleştirememiş olmaktan dolayı eleştiriliyor. Bir yandan da adaylık konusunda en baskın ismin Kemal Kılıçdaroğlu olduğu anlaşılıyor. Altılı Masa, adaylığı durumunda Kılıçdaroğlu’na tam destek verir mi?

Altılı Masa’nın cumhurbaşkanı adayı hala belirsiz. Belki de toplumun şu anda Altılı Masa’dan beklediği yegane şey bir ortak aday belirlemesi. Diğer vaatler, politika önerileri, geçiş sürecinin nasıl olacağı, yeni Türkiye’nin kurumsal yapısı gibi konuların hiçbiri aslında seçmenlerin gündelik hayatında çok da merak ettiği konular değil. Ama cumhurbaşkanı adayının kim olacağı ve seçimi kazanıp kazanamayacağı seçmenler arasında en önemli konu olarak görülüyor. Altılı Masa, uzunca bir süre cumhurbaşkanı adayımız yıpranmasın, seçime daha çok var, bu süreçte yıpranır gibi argümanlarla ismi açıklamayı ertelediğini dile getirdi. Son iki üç ayda ise adayın yıpranmasından çok, aslında bir isim üzerinde uzlaşılamıyor hissi yarattı seçmende. Ve bu durum, yıpranmasın diye ismi açıklanmayan cumhurbaşkanı adayını daha ismi belli olmadan yıpranır hale getirdi.

Kemal Kılıçdaroğlu şu anda herhalde ortak cumhurbaşkanı adayı olmaya en yakın isim. Altılı Masa’daki partilerin tamamı Kemal Bey’in cumhurbaşkanı adayı olarak gösterilmesi durumunda tam destek verir mi? Vermek zorundalar. Yani Altılı Masa’nın, hatta bunu Altılı Masa dışında kalan muhalefeti, Emek ve Özgürlük İttifakı’nı ekleyerek söylemek gerekir: Bütün muhalefetin bir arada destek vermediği bir aday cumhurbaşkanı seçilemez. Dolayısıyla burada bir kere isim belli olduktan sonra muhalif partilerin tamamının o ismin arkasında güçlü bir şekilde durması hatta kamuoyunda cumhurbaşkanı adayı olarak ismi geçen Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş gibi siyasi figürlerin de aktif bir şekilde, açıklanan isme destek vermesi gerekir ki sonunda esas amaca ulaşılabilsin. İktidar değişikliği seçim yoluyla gerçekleştirilebilsin, Türkiye’deki tek adam rejimi son bulsun.

İçinde pek çok farklılığı barındıran Altılı Masa’nın Türkiye için umut vaat ettiğini düşünüyor musunuz? Seçim süreci ve seçim sonrasında Altılı Masa’nın sürdürülebilirliğini nasıl yorumluyorsunuz?

Altılı Masa’nın son birkaç ayda sergilediği dağınık görüntünün, ortak adayın açıklanması ve kampanyanın başlaması ile birlikte ortadan kalkabileceğini düşünüyorum. Yeni bir rüzgar yakalanabilir. Bu rüzgar Türkiye’nin sorunlarını çözecek bir özne vaadini içinde barındırır mı, insanlar Altılı Masa’ya ya da ortak cumhurbaşkanı adayına baktığında, Türkiye’nin sorunlarını ortadan kaldıracak siyasi yapı buradadır diyebilir mi diye soracak olursak; bu çok mümkün değil.

Önümüzdeki seçimin niteliğini iyi kavramamız gerekiyor. Önümüzdeki seçim aslında bir ara seçim niteliğinde yani rejimin oylanacağı bir seçim. Türkiye ‘tek adam’ rejimi ile mi yoluna devam edecek yoksa bunu sonlandırıp, yeni bir başlangıç yapabilecek mi? Bugün, umut veren şey değişiklik vaadi, iktidarın seçim yoluyla değiştirilmesi ve yeniden güçlendirilmiş bir parlamenter sistemin ortaya konması… Sonrasında sorunlarımızı nasıl çözebileceğimizi tartışır hale geleceğiz. Altılı Masa da zaten bu değişim, iktidar değişikliği gerçekleştirildikten sonra büyük ölçüde misyonunu tamamlamış olacaktır. Evet belli bir vadede geçişi tamamlamak açısından yerine getirilmesi gereken politikalar, alınması gereken kararlar olacaktır. Bunların da hızlıca alınabileceğini düşünüyorum. Ama sonrasında, AKP’nin iktidardan düştüğü bir tabloda, Türkiye’de siyaset yeniden olgunlaşırken, açıkçası bu partiler de kendi programlarını, çözüm önerilerini, toplum öngörülerini geliştirip, seçmenlerle paylaşacak ve birbirleri ile yarışacaklardır diye düşünüyorum. Yani burada, Altılı Masa, Türkiye’yi bir yerden bir yere getirecek yeni siyasi oluşum olarak ortaya çıkmadı. Cumhurbaşkanlığı seçiminin kazanılması, buna ilaveten de belli yerlerde milletvekilliği sayılarının arttırılması için bir işbirliği yapıyor aslında. Bir ittifak bile olduğu söylenemez Altılı Masa’nın.

Son araştırmanızın ardından “AKP 1,5 yıl boyunca devam eden istikrarlı oy kaybını durdurmayı başardı, üç aydır oyları artıyor” değerlendirmesini yapmıştınız. Bu değişimdeki etkenler neler? Muhalefetin ne yapması gerekiyor? Bu tablonun değişip değişmeyeceğinize dair öngörünüz ne?

AKP ve MHP’deki oy gerilemesi birdenbire olmadı. Son bir buçuk, iki yıl boyunca, ölçümlerimizde bizim gördüğümüz her ay küçük küçük ama istikrarlı bir oy kaybı olduğu… Bir aydan diğer aya geçerken baktığınızda çok büyük bir fark yokmuş gibi görünüyordu ama toplamda o küçük istikrarlı kayıpların anlamlı bir oy kaybına varmış olduğunu gördük. Hatta AKP’nin yüzde 30’ların altına indiğini, yüzde 28 civarında ölçüldüğünü bu yaz aylarında görmüştük. Tabii burada AKP’ye, MHP’ye oy vermekten vazgeçen yaklaşık 13 – 14 puanlık bir seçmen kitlesinden bahsediyoruz. Yani milyonlardan bahsediyoruz.

24 Haziran 2018’de AKP ve MHP’nin oy toplamı yüzde 52’nin üzerindeyken bugün bu rakamın toplamda yüzde 40’ın altına inmiş olması çok çarpıcı bir durum tabii. Dolayısıyla bu kaybın, vazgeçen seçmenlerin, nereye gittiği de önemli. Muhalefete gitmediler denemez ama ağırlıklı olarak bunlar gidecek bir yer bulmakta zorlanarak kararsızlar ve oy kullanmayacaklar içinde kendilerini konumlandırmaya başladılar. Son üç ayda gördüğümüz AKP oylarındaki bir miktar toparlanmanın da aslında bir seçim kampanyasının başlamasıyla beraber, kararsızlar ve oy kullanmayacaklar için, eski AKP ve MHP seçmenlerinin partilerine geri dönmesinden kaynaklandığını görüyoruz. Bu oran çok yüksek bir oran değil, seçim kazandırabilecek bir oran değil. Ama birtakım seçim ekonomisi uygulamalarının, birtakım popülist uygulamaların ve seçim şekerlerinin seçmenleri, özellikle de geçmişte bu partiye yakın, şu anda da kendini yakın hissettiği halde tepki duyan bazı seçmenleri ikna edebildiği görülüyor.

Ancak bunu muhalefet açısından değerlendirecek olursak, muhalefet kanadından iktidar kanadına bir geçişten söz edemeyiz. Muhalefetin oylarında bir kayıp görünmüyor. Dolayısıyla seçimi kazanabilmek için oylarını arttırmak ve bu kadar kutuplaşmış bir ortamda karşı tarafı ikna edip kendi tarafınıza geçirmek de çok mümkün görünmüyor. Burada muhalefet neler yapabilir; muhalefetin ortak cumhurbaşkanı adayı belli olup, partiler de kendi kampanyalarını başlattığında gözlemlemek, ölçmek, o zaman karşılaştırmak gerekir.

Şu anda muhalefet sadece iktidarın yaptıklarını eleştirmekle sınırlı tutuyor kendini. Çok ciddi bir kampanyaya başladığı görülmüyor. Bunun belki pozitif etkisi olacaktır. Bundan daha önemlisi, muhalif seçmenler çok kırılgan çok kaygılı, seçimin bir daha kaybedilmesi durumunda bunun geri dönüşü olmayacak sonuçları olabileceğinden endişeli. Tam da bu yüzden psikolojik üstünlüğü kaybetmemek gerekiyor. Yani muhalefet liderlerinin de Altılı Masa’nın da genel olarak tüm kamuoyunun buna çok özen göstermesi gerekiyor. Siz ne kadar dağınık bir görüntü sergilerseniz seçmenlerde kazanamama kaygısını o kadar tetiklersiniz. Bu da beraberinde yılgınlığı hatta sandığa gitmeme durumunu getirebilir. Bu sebeple bence muhalefet açısından en önemli şey, kazanma inancını ve özgüvenini taze tutmak ve buradan ödün vermemek.

Araştırmanıza göre “Erdoğan’a asla oy vermem” ve “muhalefet adayına oy veririm” diyenlerin oranı %50 ve bu oran kemikleşiyor gibi görünüyor. Bu tablo seçime kadar bozulur mu, yoksa bu şekilde devam eder mi?

Önümüzdeki seçim öncelikli olarak bir cumhurbaşkanlığı seçimi. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı verilen ‘tek adam’ rejimi kurulduğu andan bu yana tek bir kişiye, cumhurbaşkanına, bu kadar yetki verildiği andan itibaren parlamento, partiler hatta bakanlıklar bile önemini yitirdi. Tek kişi her şeyi belirler hale geldi. Bu sebeple cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda seçmenlerin çok daha net kararları olduğunu görüyoruz.

Yaklaşık iki yıla baktığımızda, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yeniden aday olması durumunda oy verir misiniz” diye sorduğumuzda yüzde 52’nin neredeyse hiç altına düşmeyen oranda seçmen kümesinin şu an “asla oy vermem” dediğini gördük. Bunlar karşısında Erdoğan’a kesinlikle oy veririm diyenler yüzde 40 civarına gelemedi. Hep yüzde 10-15 aralığında bir kararsızın var olduğunu gördük. Bu anlamda seçmenlerin yarısından fazlasının Erdoğan’ı desteklememek konusunda çok net olduğu söylenebilir. Bunu da belki şu şekilde değerlendirebiliriz; aslında Türkiye’nin en büyük siyasal gücü, ‘Erdoğan gitsin cephesi’ diyebileceğimiz bir cephe. Bu yüzde 52’nin üzerinde, bazen yüzde 60’a yaklaşan bu tepkisel kitlenin genel karakteri ise tamamen bir şeye karşı olmak aslında. Erdoğan’ın 20 yıldır süren iktidarına net bir şekilde karşılar. Dolayısıyla bu yüzde 50’nin üzerindeki muhalif kitlenin bir arada hareket etmesini sağlayacak bir muhalefetin seçimi kaybetme ihtimali yok.

Benim öngörüm seçim sürecinin bahsettiğim oranlarla devam edecek olması. Önümüzdeki dönemde de kampanyaların bir miktar etkisi olacaktır. Ama muhalefet dağılmadığı, bölünmediği, birbirleriyle rekabete düşmediği sürece ve HDP seçmenini küstürüp dışlayacak bir senaryo ortaya konmadığı sürece cumhurbaşkanlığı seçiminin kaybedilme ihtimalinin çok fazla olduğunu düşünmüyorum. Zaten araştırmalarımızın da gösterdiği şey şu; Cumhurbaşkanı Erdoğan oylarını arttıramıyor. Bir miktar kararsızı, oy kullanmayacağı ikna etse bile; karşı cepheyi zayıflatamadığı için hiçbir zaman yüzde 50+1’i bulabilecek gibi görünmüyor. Karşı tarafı ikna edemediğinizde yapabileceğiniz şey ki bence Erdoğan’ın en başarılı olduğu konu, siyasi mühendislik hamleleri. Bunun içinde seçim kanunu değiştirmek de var, çok çeşitli mekanizmaları devreye sokmak da var, muhalefeti bölecek çeşitli tartışmaları tetiklemek de var.

Burada en açığı; HDP ve Altılı Masa arasında bir anlaşmazlık ortaya çıkarmak ve HDP’nin kendi adayını çıkarmasını hatta cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda seçimi boykot etmesini sağlamak. İşte o zaman muhalefet ve Erdoğan’ın oy oranları belli bir dengeye gelir. HDP de dahil, tüm muhalefetin bundan kaçınmak için her şeyi yapması gerekiyor önümüzdeki dönemde. En büyük riskin burada olacağını düşünüyorum.

Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçim tarihinin erkene çekilebileceği sinyalini verdi. Seçim tarihi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şansını artırmak veya azaltmak açısından belirleyici bir faktör mü?

Erken seçim tartışmasının, seçmen tercihlerini belirlemek ya da partilerin cumhurbaşkanı adaylarının oy oranlarını etkilemek gibi bir etkisi olduğunu düşünmüyorum. Yani hangi tarihte yapıldığından bağımsız bir şekilde, oy oranları belli bir dengeye oturdu. Seçim kampanyaları sürecinde de belli değişiklikler olabilir. Ama bundan sonra seçimin tarihi esas belirleyici olmayacaktır.

Neden bir erken seçim tartışması yapıyoruz? Bunun birkaç boyutu var. Birincisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan yeniden aday olabilir mi olamaz mı? Yeniden aday olması için hangi formüller gerekir? Böyle bir tartışma var. Bu tartışma da siyasetçilerin tartışması… Çok da ciddiye alınıp üzerine yorum yapılacak bir şey değil. Hukuken görünen bir tablo var, hukukun uygulanıp uygulanmadığından emin olamadığımız bir ülkede yaşadığımız için de sadece birtakım varsayımlar üzerine yorum yapmamız gerekiyor. Ben de bunu çok tercih etmiyorum. İkincisi seçimin erken bir tarihe alınması yeni Seçim Kanunu’nun uygulanıp uygulanmayacağının belirlenmesi açısından önemli olacaktır. Çünkü yeni Seçim Kanunu’nun devreye girmesi için bir yıllık bir süre geçmiş olması gerekiyor. Eğer bir yıllık süre geçmeden seçim süreçleri başlatılırsa, seçimi eski yasa ile yapabiliriz, denebilir. Ama yine hukuken yazan şey ile pratikte uygulanan şeyin nasıl işleyeceğini bilmediğimiz için yine sadece yorum yapabiliyoruz. Ama şunu biliyoruz ki eski seçim yasası uygulanırsa bu muhalefetin işine gelecektir. Çünkü ittifakları anlamsızlaştıran yeni yasa yerine eski yasanın uygulanması, özellikle de Emek ve Özgürlük İttifakı için pozitif katkı sağlayacaktır. Çünkü eski yasayla oyların da devreye girmesiyle beraber ittifakın bir anlamı olabiliyordu. Şu durumda sadece barajı geçmeyi sağlamanın ötesinde milletvekilliği sayısına bir katkısı olmuyor küçük partilerin getirdiği oyların.

Hemen tüm anketlerde anahtar ya da belirleyici parti olduğu görülen HDP kendi adayını çıkaracağını duyurdu. Bir yandan da HDP’nin kapatılması gündemde. HDP’nin kapatılması seçimleri nasıl etkiler?

Evet gerçekten de özellikle cumhurbaşkanlığı seçimi söz konusu olduğunda HDP en önemli, en kritik düğümü çözecek parti konumunda şu anda. Seçim yaklaştıkça, bu durumun ciddiyeti de herhalde herkes tarafından daha fazla idrak edilecek diye düşünüyorum. HDP’nin kapatılması, özellikle cumhurbaşkanlığı seçimi söz konusuysa, çok büyük bir fark yaratmayacaktır. Buradaki önemli nokta Altılı Masa’nın böyle bir kapatmaya nasıl tepki verdiği ve ne kadar HDP ile dayanışabildiği… Çünkü bu tür bir mağduriyet karşısında HDP’li seçmenlerin kırılmasına, alınmasına, küskünleşmesine yol açabilecek tavırların sonuçta seçim tercihleri üzerinde de etkili olabileceğini öngörüyorum. Dolayısıyla burada, bütün muhalefetin özenli, dayanışmacı olması gerekiyor. Aksi takdirde kırgınlıklar kopuşu da beraberinde getirebilir.

Milletvekilliği seçimi söz konusu olduğunda, HDP’nin kapatılması bir handikap HDP açısından. Ama B planı, C planı, ittifak içinde çeşitli çözümler mutlaka üretilecektir. Sonuçta HDP seçmeni belki de Türkiye’deki en parti aidiyeti yüksek seçmen olarak değerlendirilebilir. Bu sebeple partisinin işaret edebileceği başka bir parti üzerinden de çok rahatlıkla, normalde HDP olarak girdiğinde alacağı oy oranına yakın bir oy alabileceğini öngörebiliriz.

Son seçime baktığımızda HDP, Türkiye’nin 3’üncü büyük partisi. Ve bu kadar kitlesel büyük bir partinin kendi siyasetini izlemesi de bütün siyasi imkanları kullanarak kendi siyasi çizgisini hakim kılmaya çalışması da çok doğal. Cumhurbaşkanlığı seçimi de bunlardan birisi. Tam da bu yüzden cumhurbaşkanı adayı çıkarmayı düşünmeleri kadar doğal bir şey olamaz. Ama bunun ötesinde, burada tabii ki Altılı Masa’ya bir uyarı olduğunu, mesaj olduğunu da görmek gerekiyor. HDP oyları çantada keklik değil. HDP’nin Altılı Masa’dan beklentileri de üzerinde çok konuşulamayacak, aşırı talepler olmadığı için belli düzeyde bir ilişki ve saygı bekliyorlar haklı olarak. Bu uyarıyı Altılı Masa’nın alabileceğini düşünüyorum.

Altılı Masa’da da aday ile ilgili birtakım müzakereler var, bakanlıklarla ilgili bazı görüşmeler yapılıyor. Eğer Altılı Masa gerekli mesajı alır ve buna uygun şekilde davranabilirse HDP’nin önümüzdeki süreçte son düzlükte, Altılı Masa’nın ortak adayı lehine adayını geri çekmesi de söz konusu olabilir. Hele de Kemal Kılıçdaroğlu gibi üzerinde daha kolay uzlaşılabilecek bir isim aday gösterilirse bunun olma ihtimalinin daha yüksek olduğunu düşünüyorum. Nasıl olsa ikinci turda seçim kazanılır, o yüzden bu kadarla da girilse bir şey olmaz düşüncesini çok sağlıklı bulmuyorum iki nedenden dolayı… Birincisi; ilk ve ikinci tur arasında geçecek iki haftalık süreçte Türkiye seçim güvenliğini tehlikeye atabilecek, istikrarsızlığı arttırabilecek çok çeşitli şeyler yaşayabilir. Benzer örneklerini daha önce yaşadık. Bundan daha ciddi risk ise ilk turda cumhurbaşkanlığı seçimi yapılırken eş zamanlı olarak parlamento seçimleri de yapılacak. Eğer mecliste muhalefet, Anayasa değişikliğini gerçekleştirebilecek ya da bunu referanduma götürebilecek bir çoğunluğu elde edemezse, bu durumun bir dengesizlik, istikrarsızlık yaratacağı vurgusuyla Erdoğan, ikinci turda kendisine oy isteyerek cumhurbaşkanı olabilir. Sonuçta Altılı Masa’nın vaadi güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçmek iken eğer AKP ve MHP’nin oyları bunu engelleyebilecek sayıda milletvekilini meclise yerleştirecek orana ulaşırsa, o zaman ikinci turda seçmen halihazırda yüzde 80 olan enflasyonun yüzde 180’e çıkabileceğini düşünerek oy tercihlerini değiştirebilir. Buna da dikkat etmek gerekir.

The post Derya Kömürcü’yle söyleşi | HDP seçmeni çantada keklik değil first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Gazeteci Vecdi Erbay Kürt seçmenin tavrını anlattı: Kürtler oyunu kendisine verecek https://gazetekarinca.com/gazeteci-vecdi-erbay-kurt-secmenin-tavrini-anlatti-kurtler-oyunu-kendisine-verecek/ Sun, 15 Jan 2023 11:36:28 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=238533 Türkiye hızla seçim atmosferine girerken en çok konuşulanlardan biri de Kürt seçmenin oyu. Seçime doğru giderken Kürt illerinde baskılar da tırmanıyor. Onlarca gazeteci bu politikalar sonucunda tutuklandı. Yıllardır Diyarbakır’da gazetecilik yapan Vecdi Erbay, nabzını tuttuğu Kürt seçmenin tavrını Gazete Karınca’ya değerlendirdi. Erbay’a göre, Kürtler ‘kendisine’ oy veriyor ve ne iktidarın attığı bombalar Kürtlerin oyunun rengini […]

The post Gazeteci Vecdi Erbay Kürt seçmenin tavrını anlattı: Kürtler oyunu kendisine verecek first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Türkiye hızla seçim atmosferine girerken en çok konuşulanlardan biri de Kürt seçmenin oyu. Seçime doğru giderken Kürt illerinde baskılar da tırmanıyor. Onlarca gazeteci bu politikalar sonucunda tutuklandı. Yıllardır Diyarbakır’da gazetecilik yapan Vecdi Erbay, nabzını tuttuğu Kürt seçmenin tavrını Gazete Karınca’ya değerlendirdi. Erbay’a göre, Kürtler ‘kendisine’ oy veriyor ve ne iktidarın attığı bombalar Kürtlerin oyunun rengini değiştirebilir ne de Kürtler kendisini görmezden gelen Altılı Masa’daki Ahmet Davutoğlu’nu Başbakan, Meral Akşener’i İçişleri Bakanı yapar. Gazeteci-yazar, şair Vecdi Erbay ile gazeteciliği, seçimi ve gündemi konuştuk.

Gazeteciliğe nasıl başladın?

Ben Özgür Ülke bombalandığında İzmir’deydim ve gazetede yazılarım yayımlanıyordu. Gazete bombalanınca İzmir büroya gittim ve gazetede çalışmak istediğimi söyledim. Kimseyi de tanımıyordum. Onlar da “Bizde çalışamazsın ama yazı ve haberlerini getir biz merkeze gönderelim” dediler. Bir müddet öyle yaptım. Oraya gittim, daktilo verdiler yazdıklarımı daktiloya çektim. Onlar da faksla İstanbul’daki haber merkezine gönderdiler ve yayınlandı. Birkaç yıl sonra İstanbul’da yaşamaya başladım. O tarihte biraz rastlantıyla Roj gazetesinde çalışmaya başladım. Bir arkadaşım orada çalışıyordu ve beni gazeteye tashih, redaktörlük için önermişti. Yedi ay kadar orada çalıştım. İlk röportajları, ilk yazıları, kitap tanıtımlarını orada hazırladım. Oradan ayrıldıktan sonra da bir hafta bile geçmeden Demokrasi gazetesinde işe başladım. Direkt kültür-sanat sayfasında çalışmaya başladım. Cemile Çakır’la birlikte çalışıyorduk. Bir süre sonra Cemile Çakır Amerika’ya gidince gazetenin kültür-sanat sayfası bana kaldı. Galiba 4 yıl kadar ben hazırladım. Sonra gazeteler kapandı, açıldı ama uzun yıllar Özgür Gündem geleneğindeki gazetelerde çalıştım.

Bugünden baktığımda o deneyimini nasıl görüyorsun? Biraz o yıllardaki gazetecilikten bahseder misin?

En başta şimdiki teknik imkanlarla o zamanki teknik imkanlar arasında dünya kadar fark var. Sayımız da çok fazla değildi ve bir sayfanın tüm işlerini tek başına yapmak epey zorlayıcı oluyordu. Ama çok gönüllü çalıştığım bir yerdi ve sevdiğim bir kurumda çalışıyordum. Bu nedenle de maddi manevi bütün güçlükler bir şekilde aşılıyordu. Belki genç olmamın da etkisi vardı. Bunu gazetede çalışan bütün arkadaşlarım için söylüyorum. Hepsi aynı zorluklarla ama gönüllülük ve azimle çalışıyordu.

Neydi o zorluklar?

Mesela yaptığım haber için fotoğraflar Diyarbakır’dan gelecek diye bazen iki gün beklediğim oluyordu. Çünkü fotoğrafı otobüse veriyorlardı. Haber hazır ama fotoğraf yok. Böyle teknik zorluklar vardı. Ancak kendi adıma söyleyecek olursam o zaman duyduğum heyecanı şimdi de 6 yıldır çalıştığım Gazete Duvar’da hissediyorum. Eğer öyle olmasa hakikaten gazetecilik yapılacak bir meslek değil.

Gazeteciliğin en zor süreçlerine tanıklık ettin ama ilk günkü heyecanını koruduğunu söylüyorsun. Nasıl yapıyorsun bunu?

Gazeteciliğe başladığım yıllarda Kürt meselesi vardı. Özgür Gündem geleneğindeki gazetelerde çalışırken beni motive eden, orada tutan da buydu. Yani elimden hiçbir şey gelmiyorsa gazetecilik yaparım diye düşünüyordum. Bende yazı yazma, gazetecilik hevesi lise yıllarından beri vardı. Ama bu başka yöne doğru evirildi. Gazeteciliğin büyük başarılarından ziyade içinden geldiğim halka, memlekete, toprağa faydalı bir şeyler yapmak istiyordum. Onlardan, o duygudan bağımsız yazamıyorsun zaten.

Şimdi çalıştığım Gazete Duvar da 15 Temmuz darbe girişiminin hemen sonrasında yayın hayatına başları. Memleket öyle bir haldeydi ki oradan bir şey yapma fırsatı doğdu. Çünkü onlarca radyo, televizyon, gazete, dergi kapatıldı. Öyle bir ortamda biz çıktık. Bu hem benim kendimi ifade etme duygumu, düşüncemi paylaşma mecrası oldu hem de böyle bir mecranın Türkiye’ye de iyi geleceğini düşündüm. İşte ilk günkü motivasyonumu burada da hissetmemin sebebi bu. Sur ile ilgili bir haber yazdığımda bu beni motive ediyor.

Aslında derdimiz değişmedi belki de değil mi?

 Evet, beni 1990’lı yıllarda Gündem’e götüren şey ne idiyse o hale devam ediyor. Ben değişmedim çünkü. Duygu ve düşünce dünyam değişmedi. Yazmayabilirim, yazmadan da yaşayabilirim belki ama yazarak kendimi çok iyi hissediyorum.

Vecdi Erbay denilince birden fazla sıfat canlanıyor zihnimizde, gazeteci-yazar ve şairsin. Sen kendini en çok hangi sıfatında iyi hissediyorsun?

Gazetecilik yaparken şiir kitaplarım da çıktı. Dergilerde şiirlerim yayınlanıyordu. Ben bana sorulduğunda ‘Şairim’ demeyi çok istiyorum. Ama gazetecilik mesleğinin şiire ya da şaire verdiği en büyük zararlardan bir tanesi de budur belki, şiirden uzaklaştırıyor insanı. İki tane kitap yayınladım. Hara da yazıyorum. Birisi sorduğunda şairim demek istiyorum ama diyemiyorum. Çünkü yayınlanmış kitaplarımı da çok ihmal ettim, dergilere şiir göndermiyorum, eskisi gibi şiire çok zaman ayırmıyorum. Ama bir gün döneceğim bir şiire. Ara ara dönüyorum. Yılda bir tane iki tane şiir yazıyorum. Yani esas olarak edebiyatçı olarak tanınmak, bilinmek daha çok isterdim. Ama gazetecilik, o fırsatı biraz elinden alıyor. Vecdi Erbay denilince daha çok gazeteci olarak akla geliyorum. Bu da kötü bir şey değil. Ben yazdığım yazıları da zaten biraz edebiyattan çalarak, gazeteciliğin edebiyattan çaldığı mesaiyi işte o edebiyat birikimiyle birlikte gazetecilik yaparak telafi ediyorum.

Uzun yıllardır Diyarbakır’dasın. Diyarbakır’da gazeteci olmayı anlatır mısın?

Benden önce 1990’lı yıllarda burada çalışan arkadaşlar büyük zorluklar yaşadılar. Şimdi zorluk yaşanmıyor anlamında söylemiyorum tabii. Ama benim geldiğim tarihte, 2011’den sonra çözüm süreci başladı. Herkes gibi o dönem gazeteciler de rahat bir nefes aldı burada. Ancak 2015’ten sonra olaylar yeniden karmaşıklaşmaya başladı. Namuslu her insan sadece gazeteci de değil, sabah uyandığında Diyarbakır’da 22 gazetecinin gözaltına alındığını okuduğunda büyük bir huzursuzluk, öfke duyar. Ben duyuyorum. Çünkü ben sabah uyandığımda bir kısmını tanıdığım, bir kısmını sadece ismiyle bildiğim insanların gözaltına alındığını duyduğumda yılgınlık demeyeyim ama bir şu duygu geliyor insana, kaç yıldır gazetecilik yapıyorum, kaç yıldır bu memlekette yaşıyorum ve meseleler değişmiyor. Hala gazetecilerle uğraşılıyor. Gazeteciler yaptıkları haberler yüzünden yargılanıyor.

Bu batıda nasıldı diye düşündüğümde aslında orada da kolay değil. Daha birkaç gün önce bir gazeteci tutuklandı. Ama burada tabii ki daha sıkıntılı olduğunu söyleyebilirim. Burada kolluk gücü bazen çok pervasız olabiliyor. Daha rahat davranabiliyorlar. Çünkü buraya yönelik özel bir şey var, bir hukuk mu diyeyim, ne diyeyim? Birkaç yıl önce bir gazeteci arkadaşımızın kafasına silah dayadılar yani. Bu herkesin, kameraların gözü önünde olan bir şey. Ve o polise ne oldu? Yani ödül almadıysa ceza hiç almadı zaten. Hakkında bir soruşturma açıldığını duymadık.

Geçtiğimiz yıl onlarca Kürt gazeteci tutuklandı, çoğu aylardır iddianamesiz cezaevinde tutuluyor. Böyle bir süreçte seçime gidiyoruz. HRW’nin 2023 raporunda da, “iktidarın seçimler öncesinde hükümeti eleştirenleri ve siyasi muhalifleri sistematik olarak hedef aldığı ve medya ile yargıyı güçlü bir şekilde nüfuzu altında tuttuğu” değerlendirmesi yapılıyor. Bu durumun bölgeye yansıması nasıl? Sen bu baskıyı hissediyor musun?

Bunun bana yansıması çok direkt oluyor. Birincisi ben değil arkadaşlarım bir baskıya maruz kaldığı zaman, ben de hissediyorum. İkincisi onların uygulanan baskı psikolojik olarak beni de etkiliyor. Her zaman sahada olmasam da toplumsal olayları takip ediyorum, çok masa başında çalışan birisi değilim. Yahu hedef gözetmiyorlar bazen. Orada su sıkarken eylemciye sıkıyorlar ama arada sen de gidiyorsun. Gaz atıyorlar sen de etkileniyorsun. Bunların hepsini yaşadık. Hatta ben biber gazı ile İstanbul’dan buraya geldiğimde karşılaştım. O gazın insanı ne hale getirdiğini gördüğümde çok şaşırmıştım.

Sen de çok geç tanışmışın biber gazıyla ama…

İstanbul’da ben masa başındaydım. İstanbul’da kültür-sanat sayfasını yaptığım için yazarlarla, sanatçılarla röportajlara gidiyordum en fazla. Burada sahaya çıktım. O nedenle biber gazıyla burada tanıştım yani. Bazen müdahale olabileceğini düşündüğüm işlere, genç arkadaşlar varsa onları gönderdiğim doğrudur. Şaka bir yana 6 yıldır Duvar’da tek başıma çalışıyorum. Dolayısıyla bütün haberleri ben takip ediyorum. Zaman zaman polisle karşı karşıya geldiğimiz oldu ama Kürt basınındaki gazetecilere daha farklı yaklaşıyorlar. Sanıyorum onları daha iyi tanıyorlar çünkü o çocuklar inanılmaz yerlere gidip haber yapıyorlar. Ben onlara göre biraz daha konforluyum diyebilirim ama işte konfor dediğim de benim de gaz yediğim tazyikli suya maruz kaldığım bir hal.

Gazetecilik yapmaya başladığından bu yana epey bir seçime tanıklık ettin. Şu ana kadar en çok zorlandığın seçim hangisiydi?

Aslında hiçbirisi kolay olmadı. Ama 2015 en zoru oldu bence. 7 Haziran’dan giden süreçte Adana ve Mersin’de bombalar patladı, birçok HDP’li saldırıya uğradı, parti binaları hedef alındı. Ama en korkunç olanı, birebir tanık olduğum HDP’nin 5 Haziran Diyarbakır mitinginde patlayan bombaydı. Herkes gibi ben de bundan sonra olacak bir seçimin bir manası olur mu diye düşündüm. Tek manası vardı, bu bombaya rağmen gidip oy kullanmak. Diyarbakırlılar da öyle yaptı. Bombaya rağmen gittiler oylarını kullandılar. 7 Haziran gecesini beklemek de çok zordu. Ben o süreci HDP’nin il binasında izledim. Milletvekili adayları, il yöneticileri, partililer HDP barajı geçecek mi diye nefesini tutmuş bekliyordu ve daha sonuçlar açıklanmadan insanlar her yerden HDP’ye doğru yürüyüşe başladılar. İnanılmaz bir şeydi. Bir gazeteci olarak izlersin, konuşursun, haberini yaparsın o ayrı bir şey ama insan olarak onu izlemek bile çok zordu. Yani o sevince tanıklık etmek de çok zordu. Çünkü orada özlenen bir şeyi görüyorsun aslında. İnsanların bir şeyi nasıl özlemle, heyecanla, tutkuyla beklediğini görüyorsun. Sonraki 1 Kasım seçimine giden süreç feci bir şeydi zaten. En zoru bu iki seçimdi galiba.

Sen 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerini Diyarbakır’da takip ettin. Batı illerinde de takip ettiğin seçim süreçleri oldu. Farklı mı sence?

Çok farklı. Orada da sandığın başında bazı gerilimler oluyor ama orayla sınırlı kalıyor. Burada gerilim daha fazla. Çünkü insanların bir çok şeyi elinden alınmış ve elinde bir tek o gün kullanacağı oy kalmış. Onu da kullanmak istiyor. Bunu görüyorsun. Ve bu buradaki duygu oradan daha farklı. Mesela batıda da koşa koşa gider oyunu kullanırsın sonra televizyonun başından izlersin. Burada öyle olmuyor işte.

Burada biraz hayat memat meselesi gibi değil mi?

Öyle tabii. Diyarbakırlılar HDP’nin Meclis’in 3. partisi olarak mecliste bulunmasının Türkiye’yi ya da bölgeyi değiştirmeyeceğini biliyorlar. Ama ‘Biz oraya kendi adayımızı göndereceğiz’ duygusu var burada. O büyük bir tatmin olma duygusu. Yani ‘hiçbir şey yapamadım, bunu yaptım’ duygusu hakim. Diyarbakırlılar bu son seçimde oy verdikleri birçok insanı tanımıyordu. Ama gidip oy verdiler ve onları Meclis’e gönderdiler. Bundan söz ediyorum. “HDP ceket koysa seçilir” gibi bir şey değil bu. Hani ‘oyumu kendime vereceğim’ diyorlar ya da ‘partime vereceğim’ diyorlar. İşte mesele tam olarak bu. Bu bazen alaycılıkla falan ifade ediliyor ama bundan alay edilecek hiçbir şey yok, o kendisini böyle ifade ediyor.

Seçim süreci yaklaşıyor ve herkes Kürt seçmeni konuşuyor. Sen de bir Kürt ilinde gazetecilik yapıyorsun. Buranın nabzını tutuyorsun. Bu herkesin konuştuğu Kürt seçmen ne diyor?

Belki bir yıl önceden yaptığım haberler var. Kahvelerde yaptığım sohbetler geliyor aklıma. O zamandan beri insanların tavrı çok etti. Bugün de bir şey değişmedi. O gün de aynı şeyi söylüyorlardı, şimdi de aynı yerdeler. Mesela 1 yıl önce ‘Bu Altılı Masa kimdir ki? Bizden uzak duruyorlar biz hiç gitmeyelim’ diyorlardı. Seçime aylar kaldı ve yine Altılı Masa vesaire gündemde. Kürt seçmenin bu konudaki tavrı ise aynı, ‘Seçim gelsin, sandığa gidelim, oyumuzu kullanalım. Oyumuzu yine kendimize vereceğiz’ diyorlar.

Peki HDP’nin kendi adayıyla seçime gideceğini açıklaması nasıl bir etki yarattı burada? Kürt seçmenin oyunu, ‘Kim AKP’nin karşısında olursa Kürt seçmen ona oy verecek’ diye tarif etmek doğru mu?

Hep söylüyoruz ya Kürt seçmen çok politiktir diye, bir Yozgatlı’dan ya da bir Karadenizli’den farklı olarak siyaset Kürtlerin gündeminde oldu hep. Siyaseti bu kadar yakından takip eden insanların tercihlerini yaparken ki halleri de bilinçli oluyor tabii. Şimdi Altılı Masa kurulduğundan beri oradaki liderleri değerlendirdiler. Yani Altılı Masa’yı masaya yatırdılar. Bunu kahvede yaptılar, sokakta yaptılar, evde yaptılar. Bu masada bugüne kadar doğru düzgün siyaset, muhalefet yapamamış Kemal Kılıçdaroğlu var, bir dönem İçişleri Bakanlığı yapmış Meral Akşener var, Cizre, Sur bombalanırken Başbakan olan Ahmet Davutoğlu var, uzun zamandır siyaset arenasından çekilmiş eski Maliye Bakanı var. Bunların hepsini tanıyorlar. Şöyle bir şey olabilir mi ya? Kürtler Ahmet Davutoğlu’nu başbakan yapsın ya da Meral Akşener’i İçişleri Bakanı yapsın. Bunu niye yapsın? Hiç öyle bir niyetleri yok. Ha ama HDP Altılı Masa denilen oluşumla birlikte hareket ederse ne yapacaklar? Yine HDP’yi destekleyecekler. Çünkü HDP’nin de kimi şartlar ya o masada yer alacağını bilirler. Partilerini iyi tanıyorlar. Kürt seçmenin sezgileri güçlüdür. Kimse HDP ile açıktan görüşmüyor. HDP’nin başına bir sürü iş geliyor kimse sesini çıkarmıyor. Hazine yardımı bloke edildi Altılı Masa’dan ses yok. Bütün bunları gören insanlar Altılı Masa’ya niye iltifat etsin? Neden ilgi göstersin? Neden sempati uysun? Kemal Kılıçdaroğlu 1 yıl önce Diyarbakır’da Kürt sorununa dair bazı açıklamalar yaptı ve bu açıklaması bile küçük bir sempatiye neden oldu. Kimse Kılıçdaroğlu’nu desteklemedi ama. Miting yapsa kimseyi toplayamayacaktı. Gelinen aşamada

HDP’nin kendi adayını çıkarmasıyla birlikte saflar netleşti aslında. Buradan oy alabilecek Altılı Masa’dan herhangi bir partinin bir şansı vardıysa HDP’yle birlikte o şanslarını kaybettiler. Bu HDP’yi güçlendiren bir adım oldu.

HDP’ye yönelik kapatma davası seçmenin tavrını nasıl etkiler sence?

Değişmez. Bugüne kadar denediniz. HEP’ten bu yana kaç tane parti kapattınız, ne oldu? Bu insanlar seçime bağımsız da girdiler. Yine kazandılar. Şu anda kapatın partiyi, ne olacak? Bağımsız girecekler, yine kazanacaklar. Siz belki en fazla 1 milletvekili daha fazla çıkarmış olacaksınız. Ama bu devletin, ülkenin, iktidarın tarihine kara bir leke olarak geçecek. Buyur kapat. Hiçbir şey olmayacak.

Bir yandan da Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik sınırötesi askeri harekat gündemde. Olası operasyon Kürtler açısından ne ifade eder, operasyonların kentlerdeki karşılığı ne oluyor?

Bu adamlar bu meseleyi çözeceklerdi, işte bu kadar çözebildiler. Onların geldiği yer de burası işte. Öncekilerden hiçbir farkları yokmuş. Onlar da bu meseleyi şiddetle, öldürerek çözmeye çalışacaklar. Demek ki böyle yani. Bu psikolojik bir tahribat yaratıyor ama sen orayı bombaladığın zaman attığın bombalar sana bu oy olarak geri gelmez. Aksine her zaman olduğu gibi tepki oyu olarak geri gelir.

İlk kayyumu atadıklarında artık bu bölgede seçim kazanabileceklerini düşündüler. Ama sen ne tankla topla ne rüşvetle geçen gün de yazdım bunu ne tankla topla, ne rüşvetle oy alamazsın. Bu insanlar başka bir şey istiyor. ‘Benim seçtiğim belediye başkanı sürgünde ya da hapiste olmamalı. Benim seçtiğim milletvekili, sürgünde ya da hapiste olmamalı’ diyorlar.

Kürtler nasıl bir yönetim istiyor?

Belediyeler buna iyi bir örnekti. Onların seçtikleri belediye başkanları vardı. Onların seçtikleri başkanlar bir koruma ordusuyla gezmezdi ve kendileriyle konuşurdu. Bu çok kıymetli bir şeydi. İnsanlar bunu istiyor. Arada kayyumlar geziyor tabii onlar da sokağa çıkıyorlar ama bir koruma ordusuyla birlikte. Bu halkla buluşmak değil aslında, halkta bir karşılığı da yok. Özgürlüğe susamış bir halk o özgürlüğü milletvekiliyle, belediye başkanı ile konuşurken de yaşamak istiyor. Ben kayyumlar atanmadan önceki süreçte, HDP yine kazanır ama oyu düşer diye düşünüyordum ama tam tersi oldu. Kayyumlar atandıktan sonra HDP oyunu yükseltti. Çünkü herkeste bir tepki var, belediyede bürokrasi var diyorlar. Özgürlük istiyorlar. Özgürce iradelerini ortaya koymak ve seçilmişlerle diyalog kurabilmek istiyorlar.

Sen bu önümüzdeki seçimden sonra nasıl bir güne uyanmak istiyorsun?

Demokrasinin güçlendiği, hukukun işlediği, adaletin ikame edildiği bir güne uyanmak isterim. Yani bu büyük bir laf oldu ama hakikaten içimi huzurla dolduran bir şey olsun. Yani şu seçim kazasız, belasız, çatışmasız bitsin ve ertesi güne biraz daha umutla uyansın insanlar. Umutla uyarmak istiyorum. Memlekete dair umutlarımı yitirmeden uyanmak istiyorum.

The post Gazeteci Vecdi Erbay Kürt seçmenin tavrını anlattı: Kürtler oyunu kendisine verecek first appeared on Gazete Karınca.

]]>
‘Kürtçenin yalnız Zazakî lehçesi değil Kurmancî lehçesi de tehlike altında’ https://gazetekarinca.com/kurtcenin-yalniz-zazaki-lehcesi-degil-kurmanci-lehcesi-de-tehlike-altinda/ Sat, 14 Jan 2023 06:39:30 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=238379 İnsanlık tarihi boyunca 30 bin dilin oluştuğu, bu dillerden 7 bininin bugün hayatta kalma mücadelesi verdiği, 20 binden fazla dilin ise öldüğü belirtiliyor. ‘Unutkanlığın düşmanı’ olarak da anılan Eduardo Galeano, ölen her bir dil için “Bitki ve hayvani çeşitliliğinde olduğu gibi, insani sözleri kaybettiğinde de dünya daralıyor” der. Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün […]

The post ‘Kürtçenin yalnız Zazakî lehçesi değil Kurmancî lehçesi de tehlike altında’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
İnsanlık tarihi boyunca 30 bin dilin oluştuğu, bu dillerden 7 bininin bugün hayatta kalma mücadelesi verdiği, 20 binden fazla dilin ise öldüğü belirtiliyor.

‘Unutkanlığın düşmanı’ olarak da anılan Eduardo Galeano, ölen her bir dil için “Bitki ve hayvani çeşitliliğinde olduğu gibi, insani sözleri kaybettiğinde de dünya daralıyor” der.

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) ‘Dünyada Tehlikedeki Diller Atlası‘na göre dünyada 2 bin 500 dil ‘kaybolma tehlikesi’ altında. Ve her 14 günde bir dünya üzerinde bir dil ölüyor. Galeano’nun dediği gibi dünya da daralıyor.

18 dilin kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu Türkiye’de ise Kapadokya Yunancası, Mlahso, Ubıhça yakın geçmişte ölen diller arasına girdi. Hertevin ise yok olmak üzere.

Yine UNESCO’nun 21 Şubat 2009’da ‘Dünya Anadili Günü’ dolayısıyla yayımladığı bir raporda Kürtçenin Zazakî (Kirmanckî) lehçesi de “son derece kırılgan ve kaybolma tehlikesi altında olan dillerden” birisi olarak tanımlandı.

Zazakî eğitmenliği de yapan yazar Mutlu Can’a göre Kürtçenin yalnız Zazakî lehçesi değil Kurmancî lehçesinin varlığı da tehlike altında. Can’a göre çözüm Kürtçenin resmi statü sahibi kılınarak, anadilinde eğitim-öğretimin anayasal güvence altına alınması.

BM’ye göre dünya nüfusunun yüzde 40’ı anadilinde eğitim-öğretim hakkına sahip değil.

Biz de Zazakînin öğrenilmesi, gelecek nesillere aktarılması ve yaşayan bir dil olması için yıllardır emek veren yazar Mutlu Can ile geçtiğimiz günlerde çıkardığı Bi KESA Roje bi Roje Kirmanckî (Zazakî) / KESA ile Günbegün Kırmancca (Zazaca) kitabını konuştuk.

17 Nisan 2020’den bu yana Facebook ve Instagram üzerinden KESA isimli Zazakî öğretimi odaklı sayfa üzerinden çalışma yürütüyorsunuz. Sayfadaki çalışmalarınız da devam ediyor. Bu çalışmaları kitap haline getirmeye iten koşullar ne oldu?

Evet ya da bir diğer ifadeyle belirtiğiniz amaçla 32 aydır yayınını sürdüğüm, Pazar günleri hariç her gün kendi hazırladığım bir kartı paylaştığım bir sosyal medya sayfasıdır KESA.

Cenaze, teknik arıza ve hastalık gibi zorunlu nedenler ile bayram, yılbaşı günlerinde verdiğim araları –takriben 50 gün- saymazsak kesintisiz götürmeye özen gösterdiğim bir çalışmadır da. Tabii buna bağlı olarak ciddi bir birikim de ortaya çıktı. Özellikle ikinci yıldan itibaren bilinirliği, gördüğü ilgi arttı sayfanın. Birkaç ay önce kendi kendime neden bu çalışma insanlara basılı halde de ulaşmasın diye sordum. Görüşünü önemsediğim bazı arkadaşların fikrimi doğru bulup, beni motive etmeleri ve hiçbiriyle yüz yüze görüşmediğim 16 insanımızın sunduğu maddi katkı sayesinde KESA kitap şeklinde çıkmış oldu. Kendilerine sizin vesilenizle tekrar teşekkür ederim.

Kitabınız toplamda iki ciltten ve 512 sayfadan oluşuyor. Dil öğrenimi açısından kitabınızın diğer kitaplardan farkı ne?

Şöyle ki, KESA ne klasik bir gramer kitabı ne de resimli bir sözlük. Aslında büyük oranda ikisinin sentezi bana göre. Tabi en iyi tanımı kitabı alıp, ondan faydalanacaklar yapacaktır. Ancak bir iki detayı şöyle ifade edebilirim: Önemli gramer konuları özet açıklamalı tablolarla ve tamamen özgün illüstrasyonlarla verilmekte kitapta. Yine gerek gramer ögeleri gerek sözcükler aynı şekilde ve örnek cümlelerle yer aldığı gibi, belli oranda gündelik konuşma dili örnekleri de içeriyor. Ama alışılmadık, göze çarpan bir yanı da var. O da şu ki kitapta ‘içindekiler’ sayfası ile ‘bölümler/bölüm’ başlıkları yok. Bunun da nedeni KESA’yı baştan beri sosyal medya alanı ile sınırlı tutarak çalışmamdı. Bu anlamda her bir sayfa benim için esasında birer kart. Dolayısı ile bu nedenle ‘bölümler’ ve ‘içindekiler’ sayfası yok kitapta. Ve tıpkı sosyal medyada olduğu gibi günlük ve her gün bir sayfaya çalışılmasını önerdiğim için adında ‘Günbegün’ ibaresi yer almakta.

Mutlu Can

Mezopotamya Vakfı’nın Kurmancî için hazırladığı bir yazım kılavuzu var, benzer bir kılavuz Zazakî için de var mı? Siz kitabınızda yazım açısından nasıl bir metot uyguladınız?

Kirmanckî (Zazakî) lehçesi için bir yazım (imla) kılavuzu var. Lehçenin standartlaştırma yani yazı dili standartlarını belirleme ve sözcük varlığının arşivlenmesi çalışmalarını 1996’dan bu yana yürütmekte olan Grûba Xebata ya Vateyi Türkçesiyle Vate Çalışma Grubu’nun hazırladığı bir çalışma var. Rastnuştişê Kırmanckî (Zazakî) adını taşıyor. Rastnuştiş imla demek. Kitap şeklinde ilk kez 2005’te yayımlanan çalışmanın birden fazla yeni basımı da mevcut.

KESA’ya gelirsem çalışmada Vate Grubu’nca hazırlanan sözlükleri temel aldım ve standart Kirmanckî ile yazdım. Lehçenin genel bibliyografyasını da hazırlamış biri olarak tespiten söylemek istediğim bir şey var. Evet, eksikleri halen çok olsa da, bugün hatırı sayılır bir Kirmanckî (Zazakî) literatürün var olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu lehçenin okuma-yazma becerisini kolaylaştıran, dolayısıyla okuryazar sayısını arttıran en önemli faktör Vate Grubu’nun standartlaştırma çalışmasıdır. Kirmanckî literatürünü oluşturan eserlerin çok büyük bir bölümünün standart (yazı dili) kuralları ile yazılmış olması, bu grubun standartlaştırma (ortak yazı dili oluşturma) çalışmasının oturduğunun somut delilidir. Bunun dışında sözcüklerin farklı yahut yöresel varyantlarını yani sözcük zenginliğini de aktarmaya gayret ettiğimi eklemeliyim.

MEB’de seçmeli derslerde kullanılan ve Artuklu Üniversitesi akademisyenlerinin hazırladığı Zazakî kitabını incelediniz mi? İncelediyseniz kitabınızın bu çalışmadan farklarını anlatabilir misiniz?

MEB için o dönem Mardin Artuklu Üniversitesi tarafından hazırlanan seçmeli ders Kürtçe (Zazakî) kitapları matbu ve dijital şekilde arşivimde bulunuyor. O kitaplar 3 tane olup, hem Kurmancî hem Zazakî için ilkokulların 5, 6 ve 7. sınıflarında okutuluyordu. İçerik ve görsellik açısından zengin olan Zazakî lehçesi kitapları standart dille yazılmıştı. Ancak maalesef MEB birkaç yıl önce politik angajmanın etkisinde kalarak bunların yerine Bingöl Üniversitesi tarafından hazırlanan Zazakî ders materyallerini okutmaya başladı. Bu kitaplar ise Bingöl ağzı esas alınarak hazırlanmışlardır. Başlı başına bir bahis konusu olduğundan bu detayı uzatmayayım.

KESA ile bahsini ettiğiniz materyallerin farkı ise kısaca şu: O kitaplar metodolojik olarak ilkokul seviyesindeki çocuklar için ve üniteler şeklinde yapılandırılmıştı. KESA ile ortak biçimsel özellikleri illüstrasyonun tercih edilmesi. Ancak KESA hiç Zazakî bilmeyen 12 yaş üstü çocuklar ile yetişkinlere ve konuşmacısı olup yazı dilini (standart dili) öğrenmek isteyenlere hitap eden bir kitap.

Üniversitelerde bazı enstitülerde hem Kürt Dili ve Edebiyatı hem de Zaza Dili ve Edebiyatı bölümleri var. Bu ayrımın nedenleri ne olabilir?

Biliyorsunuz 1980’lerden itibaren icat edilip, özellikle son yıllarda ivme kazandırılan suni ve marjinal nitelikli bir Zazacılık akımı var. Zazacılık derken, kendilerini isimlendirmekte kullandıkları sözcüklerle Kırmanc, Kırd, Dimilî ya da Zazaların bir Kürt grubu olmadığını ileri süren bu akımı kastediyoruz. Bilimsel temele dayanmayan, yalnızca birkaç batılı dilbilimcinin görüşüne, çalışmasına yaslanarak -ki onların da bir bölümü sorunlu- ve daha ziyade propagandif biçimde sürdürüle gelen bir faaliyet. Çok geniş bir mevzu olduğundan uzatmadan bağlarsam şunları kaydedebilirim. Sosyolojik, sosyo-psikolojik, tarihi ve teritoryal verilerle desteklenmesi mümkün olmayan, bilimsel nitelikte yapılmayan, birkaç dar kapsamlı linguistik çalışmanın dayanak teşkil ettiği Zazacılık akımının amacı sözüm ona Zazakî Kürtçenin bir lehçesi olmadığının bilimsel olarak kanıtlandığı şeklinde bir algı yaratmaktır. Son kertede asıl amaç ise Zazaların doğal olarak var olagelen Kürtlük bilincini eritmektir, yok etmektir. Öte yandan Kırmanclar/Zazalar ve konuştukları dil, sözlü folklor ürünleri yaklaşık 250 yıllık tarihi olan Kürdoloji bilimi içinde tasnif edilmiş ve incelenmiştir. Hal böyleyken bahsini ettiğiniz üniversite ile Munzur Üniversitesi’nde Kürt dili ve Kültürü bölümünden ayrı bir bölümlemeye gidilmiş, dolayısıyla akademi politik arka planı da olan bu hadisenin zemini haline getirilmiştir. Öte yandan Dêrsim ve Çewlîg’in (Bingöl) nüfus itibariyle Kırmanc/Zaza nüfusunun en fazla olduğu iki şehir oluşu, birinin 1937-38’i diğerinin1925’le özdeşleşen tarihsel hafızaları dikkate alındığında, bu ayrı akademik yapılanmanın devletçe diğer birkaç üniversitenin aksine buralarda gerçekleştirilmesi ya da gerçekleştirilmesine onay verilmesi kuşkuyla karşılanmalı diye düşünüyorum.

UNESCO, 21 Şubat 2009’da ‘Dünya Anadili Günü’ dolayısıyla yayınladığı bir raporda Zazakî (Kirmanckî) “Son derece kırılgan ve kaybolma tehlikesi altında olan dillerden” birisi olarak tanımlandı. UNESCO’nun bu raporunun üzerinden neredeyse 14 yıl geçti. Sizce Zazakî için bu kırılganlık ve kaybolma tehlikesi devam ediyor mu?

Açıkçası ben tablonun giderek daha dramatik bir hal aldığı düşüncesindeyim. Zira 2009’dan bu yana bu durumu tersine çevirebilecek hangi gelişmenin kaydedildiğini, hangi adımın atıldığını söyleyebiliriz ki? Okullarda gerçek anlamda işlerlik kazandırılmadan götürülen, öğretmen ataması ayıplı olarak niteleyeceğim sayılarda yapılan, örtük biçimde seçiminin yaygınlaşmasının önü alınmaya çalışılan seçmeli Zazakî dersi mi çare olacak! Hem yalnız Zazakî lehçesi değil Kurmancî lehçesinin varlığının da güven altında olmadığı apaçık ortada. Kısacası Kürtçe -Kürtçe derken her iki lehçeyi kastediyorum- resmi statü sahibi kılınmadan, Kürt dilinin öğrenimi ve Kürt dili ile eğitim-öğretim yapılması anayasal güvence altına alınmadan mevcut tablo kesin ve geriye dönülmez biçimde değişmeyecektir.

Zazakî, anne ve babaların kullandığı ‘şifreli bir dil’ olduğu müddetçe kırılganlık tehlikesi de artarak devam edecek gibi. Kurmancînin lehçe olarak Zazakîden daha çok yaygınlaşmasının sosyo politik ve psikolinguistik nedenlerini nasıl yorumlarsınız?

Anne ve babaların çocuklarına öğretmeyişi, bir diğer ifadeyle kuşaklar arası dil aktarımın çok cılız olması ve günlük yaşamdan günden güne çekilmesi Zazakî için kırılganlığı doğuran, ilerleten etmenlerden maalesef. Kurmancî içinse şunları söyleyebilirim: Kurmancînin görece daha yaygın konuşuluyor olmasının, güçlü ve yaygın ölçüde yayın dili olmasının nedeni bu lehçeyi konuşan Kurmanc Kürtlerinin nüfusça daha yoğun olmaları kadar bu nüfusun çok daha erken ve güçlü biçimde şehirleşmesi olgusuna da dayanır. Yine Zazakîye oranla çok daha eski bir edebiyata, medreseler sayesinde nispeten sınırlı bir eğitim inkanına sahip oluşu ve güçlü bir literatüre sahip olması önemli bir avantajıdır. Yine Kurmanc Kürtlerinin Irak, İran, Suriye ve eski Sovyet Cumhuriyetleri’ndeki yerleşik nüfus varlığı, tabi bu anlamda Kürtçe edebiyat, eğitim faaliyetlerinin oralarda belli ölçülerde sürdürülebilmesi Kurmanclar için önemli bir avantaj iken, Zaza nüfusunun yalnızca Türkiye siyasi coğrafyası içerisinde bulunması, Zazakî için ciddi bir dezavantaj olmuştur.

Zazaca lehçesinin Kurmancî lehçesinden daha eski olduğu söyleniyor, bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Genelde diller, özelde ise Kürt diliyle ilgili bir takım görüşler, tespitler ileri sürülürken bilimsel bilgilere dayanmak gerekir. Bu da dilbilimci ve özelde ise Kürdolog nosyonuna sahip olmayı gerektirir. Bu nosyona sahip olmadığımdan çok ileri yorumlarda bulunmayı kendi adıma doğru ve etik bulmam. Fakat özce cevap verecek olursam hangi lehçemizin hangisinden daha eski olduğuna dair bir bilgiye sahip değilim, ancak Hewramî (Goranî) ve Kirmanckî (Zazaca) lehçesinin başta erillik-dişillik algısı olmak üzere arkaik karakteristiklerini koruyan, halen önemli ölçüde yansıtan ve birbirine yakın özellikler taşıyan iki Kürt lehçesi olduklarını söyleyebilirim. Luri, Hewramî ve Zazakî lehçelerinin Kurmancî ve Soranîceden çok daha eski bir tarihe dayandığını, çok daha eski bir geçmişleri olduğunu ifade eden kimi dilbilimciler var tabi.

Artan kâğıt fiyatları, matbaa ve dağıtım sürecinin ekonomik ayağı düşünüldüğünde  kitap sınırlı sayıda kaliteli bir baskıyla çıktı. Kitabı da kendi imkanlarınızla çıkardınız. Kitaba ulaşılabilirlik şu an ne durumda?

Gerçekten de öyle, hem dünyada pandeminin yarattığı genel etkinin hem de Türkiye’deki reel enflasyonun neticesinde en başta kâğıt fiyatlarında, matbaa sektöründe kullanılan sarf malzemenin fiyatında, yine dağıtım maliyetini oluşturan kalemlerde ciddi artışlar oldu. KESA gibi tam renkli, ortalamanın üstünde niteliklerde yayımlanan kitapların normal şartlardaki yüksek basım maliyeti, daha da arttı. Ancak daha önce de söylediğim gibi var olsunlar her biri kendi imkânları ölçüsünde olmak üzere 16 insanın koyduğu maddi destek sayesinde KESA’yı yayımlamam mümkün oldu. Yayınlamam diyorum zira kitabı yayımlayan da benim. Öte yandan yüksek maliyeti ve ticari getirisinin sınırlılığı nedeniyle birçok yayınevinin yayımlamaya yaklaşamayacağı bir çalışmaydı. Ki o yüzden ancak 500 adet bastırabildim, tekrar yahut 2. baskısını yapabilmem çok düşük bir ihtimal. Ama ‘önsöz’ünde de belirttiğim gibi KESA’nın sosyal medyadaki yayını sürüyor, 2023’ün 17 Nisan’ına dek de sürecek ve 3. yılını doldurduğu o gün yayınına nokta koyacağım. Üçüncü yılın birikimini yaz aylarında KESA’nın 3. cildi olarak sunmayı umuyorum. Kitabın gelirini bu son cildin finansmanı için kullanacağım. Bu arada KESA’yı temin etmek isteyenler için şimdilik yalnızca 2 kanal söz konusu. İlki sosyal medya üzerinden benimle iletişime geçmek, ikincisi ise pirtukakurdi.com sitesinden sipariş vermek.

Unutmadan bir bilgiyle noktalayayım sözlerimi; KESA için önce Diyarbekir’de sonra İstanbul’da tanıtım kokteyli düzenlenecek. İstanbul programı henüz netleşmedi, ancak Diyarbekir’deki program bu ayın (Ocak) 28’inde Zerzevan Konağı’nda gerçekleşecek. Değerli sanatçımız Mehmet Atlı’nın da dinletisiyle renk katacağı etkinliğe Diyarbekirlileri bekleriz.

* KESA’ya Facebook ve Instagram sayfalarından ulaşabilirsiniz.

The post ‘Kürtçenin yalnız Zazakî lehçesi değil Kurmancî lehçesi de tehlike altında’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
‘Troller belli bir siyasi fikir etrafında değil, finansman etrafında birleşen gruplar’ https://gazetekarinca.com/troller-belli-bir-siyasi-fikir-etrafinda-degil-finansman-etrafinda-birlesen-gruplar/ Fri, 13 Jan 2023 13:40:12 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=238318 Sosyal medyada ‘trol’ denilen kişilerin devlet tarafından oluşturulmuş ve belli kamu kaynaklarıyla finanse edilmiş gruplar olduğunu söyleyen KHK’lı Akademisyen Emre Tansu Keten, “Dezenformasyon zararlıdır ama iktidarın lehine yapılan dezenformasyon daha çok zararlıdır” dedi. Dün (12 Ocak) CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Meclis’te bir basın toplantısı düzenleyerek, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile ilgili bir dosya açıkladı. […]

The post ‘Troller belli bir siyasi fikir etrafında değil, finansman etrafında birleşen gruplar’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Sosyal medyada ‘trol’ denilen kişilerin devlet tarafından oluşturulmuş ve belli kamu kaynaklarıyla finanse edilmiş gruplar olduğunu söyleyen KHK’lı Akademisyen Emre Tansu Keten, “Dezenformasyon zararlıdır ama iktidarın lehine yapılan dezenformasyon daha çok zararlıdır” dedi.

Dün (12 Ocak) CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Meclis’te bir basın toplantısı düzenleyerek, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile ilgili bir dosya açıkladı.

Özel, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hakkındaki dosyalara dair Soylu’nun ‘trol ordusu’ olduğunu, Emniyet ve jandarmanın hesaplarının bakanlık müşaviri Mehmet Emin Şen tarafından yönetildiğini iddia etti.

Özel’in açıklamalarının ardından AKP iktidarını savunan, muhalif parti ve liderlerine yönelik nefret içerikli Tweet’ler paylaşan ve ‘sosyal medya ordusu’ olarak tanımlanan ‘Ak Troller’ en çok tartışılan konulardan biri haline geldi.

Trol diye tanımlanan kişilerin ülke gündemi ve siyasetindeki etkilerini Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Araştırma Görevlisi olduğu Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden atılan Emre Tansu Keten ile konuştuk.

Sosyal medya ne zaman ve nasıl ülke gündemi ve siyasetine bu kadar dahil oldu?

İktidar, Gezi’den sonra sosyal medyanın farkına vardı. Zaten Gezi’den önce de sosyal medya bu kadar yaygın değildi. Evet Geziciler çok kullandı ama Geziciler de bilgi ve yaş itibari ile sosyal medyayı daha iyi tanıyorlardı. O dönemki Twitter kullanımının da tabii ki Gezi’de önemli bir payı var. Twitter’dan çıktı diyemeyiz ama haberleşme ve koordinasyonda önemli bir yeri oldu. Fakat şunu da unutmamak gerek, toplumda o zaman Twitter bu kadar etkili değildi ve bu kadar kullanılmıyordu. Cumhurbaşkanın da o zamanlar sosyal medyaya dair olumsuz söylemleri vardı. Sonrasında sosyal medyanın farkına varıp, belli bir örgütlenmeye giriştiler. Mesela 2015 seçimlerinden önce örgütlü bir şekilde, bir bina tutarak çalışan insanlarla bir trol kampanyasını örgütledikleri biliniyordu. Bununla ilgili de haberler yapıldı. Ama daha sonrasında Twitter’ın siyasetle iç içe geçmesi 2015 sonrası oldu. Bütün siyasilerin Twitter’ı bir araç olarak kullanması o döneme tekabül ediyor. Bu süreçle birlikte İktidar bu konunun üstüne daha ciddi bir şekilde eğilmeye başladı.

‘Trol’ diye tanımlanan kişiler kimlerdir, trolleri sadece AKP üzerinden mi değerlendirebiliriz?

CHP ve diğer partiler de sosyal medyada kampanya yürütüyor ama onları trol diye tanımlamıyoruz.  AKP’lilere AK Trol deniyor. Ama burada asıl mesele bu trol denilenlerin finansal ve örgütsel yapısı. Devlet tarafından oluşturulmuş belli kamu kaynaklarıyla finanse edilmeleri bu trol denilen kişileri ayırabilir. Bunlar, belli bir siyasi fikir etrafında bir araya gelen insanlar değil. Troller belli bir finansman ve maaş karşılığında; iktidarı elinde tutan partinin siyasal ajandasına uygun bir operasyon çerçevesinde mesajlar atan, kampanyalar düzenleyen insanlar. Bu sebeple siyasi bir partinin grubudur gibi değerlendirmemek gerekiyor. Çünkü literatürde trollerin yöntemleri manipülasyon, dezenformasyon ve provokasyon diye geçiyor. Amaçları belli bir fikri yaymak değil aslında. Amaçları belli bir olayı tartıştırmak değil, tartıştırmamak. Tartışmaları provake, manipüle edip sağlıklı bir tartışma ortamı doğmamasına yardım ediyorlar. Amaçları daha çok bilginin iktidar lehine bozulması. Bu sebeple trol deniliyor.

Bizler trolleri hep tek bir merkezden yönetilen bir örgütlenme olarak düşünüyorduk ama geçen sene bir AK-Trol’ün paylaşımlarıyla işin başka bir yanını gördük. Mesela Fahrettin Altun’un etrafında organize olan bir ekip görebiliyoruz Twitter’da, yine Özgür Özel’in açıklamaları üzerine Süleyman Soylu’nun kendi ekibi olduğunu öğreniyoruz. Dışardan baktığımızda Fahrettin Altun’un ekibi ya Pelikancılar’la aynı ya da birlikte çalışıyorlar gibi bir intiba bırakıyor. Ama ben çok da aynı olduğunu düşünmüyorum. Çünkü İletişim Başkanlığı içerisinde örgütlenen daha profesyonel bir şeyden bahsediyoruz ve İletişim Başkanlığı’nın da devasa bir bütçesi var. Pelikancılar’ın daha farklı bir ajandası var gibi görünüyor. Bir yandan da Bakan Varank’ın daha az etkili bir trol ordusu olduğu iddiaları var. Yani evet AKP içinde bir trol ordusu var ama bunlar tek bir yerden emir alan, tek vücut bir ekip değil gibi duruyor. AKP içinde yer alan farklı çıkarlara göre organize olmuş birkaç başlıca yapıdan söz edebiliyoruz sanırım. Bu tabii ki AKP’nin işine gelecektir ama bir yerde bu insanların birbiriyle çatışması başladığında işler karışacaktır. Berat Albayrak, Süleyman Soylu çatışmasında da gördüğümüz gibi bu trollerin de birbirleriyle çatışmasını, yani bu trollerin birbirine karşı kullanılmasını getirecektir. Şu an muhaliflere yönelik saldırılarda kullanılsalar da bir yerden sonra muhtemelen birbirlerine karşı kullanılacaklardır. Ki Davutoğlu olayında, Pelikan ekibinin etkisini görmüştük.

Trollerin ülke gündemini veya siyasetini belirleyebilecek bir gücü var mı?

Kişisel fikrim trollerin bir gücü olmadığı. Onlar sadece bir araç. İktidar ve iktidar içindeki güç odaklarının verdikleri emirleri yerine getiren araçlar. Mesela Şebnem Korur Fincancı tutuklanmadan önce sosyal medya kampanyası başlatıldı ama birçok gazete ve televizyonda da kampanya başlatıldı. Havuz medyasıyla trollerin işlevlerini de çok farklı görmemek lazım. Bunlar aslında belli bir yerden yönetilen ve aynı işlevi gören yapılar. Kendilerine ait bir müstakil güçleri yok. Yani kim emri veriyorsa, kim hedef göstertiyorsa o şekilde hareket eden maaşlı, paralı operasyon hesapları bu trol hesapları. Mesela Rusya’da Putin ile aynı düşünceyi paylaşmayan ama bu işi yapan insanlar var. Bu trollere siyasi olarak değil teknik eleman olarak bakmak gerektiğini düşünüyorum.

Emniyet Müdürlüğü veya Jandarma’nın sosyal medya hesaplarını bir trolün yönetmesi mesela çok tehlikeli bir durum. Çünkü o hesaplardan atılabilecek provokatif bir mesaj çok tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Ama yine de halka ulaşma açısından hala televizyonlar daha büyük bir güce sahip. KONDA’nın araştırmasında insanların haber almak için en çok başvurduğu araç internet, sosyal medya, değil. Haber almak için hala televizyon kanallarını daha çok tercih ediyorlar. İnsanlara ulaşma noktasında A Haber muhtemelen, AK Trollerden daha da etkilidir. Sosyal medyada yapabilecekleri tek şey provokasyon ve manipülasyon.

Geçtiğimiz aylarda basın örgütlerinin tepkilerine rağmen çıkarılan ‘Dezenformasyon Yasası’nın içeriğine baktığımızda bu şekildeki sosyal medya paylaşımlarının ‘suç’ olarak yer aldığını görüyoruz. Troller, bu yasanın kapsamında değil mi?

Ülkede yargının bağımsızlığına dair ciddi bir güvensizlik oluşmuş durumda. Yasa çıkmadan önce birçok defa dile getirildi; ‘Çıkacak olan yasa, isteyenin istediği şekilde kullanabileceği bir yasa olacak’ diye. Çünkü dezenformasyon da tartışmalı bir kavram. Tam olarak neyin dezenformasyon olduğunu belirleyecek bir yöntem de belirlenmedi. Her gün binlerce dezenformasyon örneği bulabilirsiniz. Bunların hangileri yargılanacak, yargılanmalı bir çerçevesi yok. Sadece siyasi bir amaç ve iktidarın izlediği stratejiler devreye girecektir. Bu yasa biraz da korkutma ve otosansür sağlamak için çıkartıldı. Ama seçim sürecinde de bu yasayı daha etkin bir şekilde kullanabilirler.

Dezenformasyon zararlıdır ama iktidarın lehine yapılan dezenformasyon daha çok zararlıdır. Bunu 6 – 7 Eylül olaylarında gördük. Bir gazetenin Atatürk’ün evi hakkında bir yalan haber yapması sadece o insanları sokağa çıkarmadı. O haberin devlet tarafından desteklenmesi, haberin kullanılarak insanları sokağa çıkmaya teşvik edilmesinden kaynaklı olaylar yaşandı.

Devlet destekli trol grupları başka ülkelerde de var mı?

Devlet destekli trol ordularının olduğu ülkeler arasında Rusya ve Çin’i sayabiliriz. İkisinin yönetim sistemi de belli. Biri Putin’e bağlı, biri Çin Komünist Partisi’ne bağlı. Bu sebeple Türkiye’yi bu iki ülke ile değerlendirmek gerekiyor. Tabii ki Amerika’da da Avrupa’da da aşırı sağ grupların bu tarz trol örgütlenmeleri ya da trol yöntemlerini kullanan grupları var. Ama bunlar devlet tarafından birebir desteklenmeyen gruplar. Bu sebeple AKP’nin kurduğu trol yapıları, Çin ve Rusya ile karşılaştırabiliriz. Örnekler de çok benzer. Gerek yöntem olarak gerek finans olarak gerek çalışma şekli olarak Türkiye ile çok benzer bir yerden işliyorlar. Türkiye o işleyişleri örnek bile almış olabilir. Mesela sansür yasası öncesi ‘siber vatan’ diye bir kavram ortaya çıkarmışlardı. Tam da Çin’deki dünyaya kapalı, yerli, milli, otoriter, Google’ın bile yasak olduğu internet modeli. Bütün otoriter liderlerin hayali. Oradan bayağı esinlendiklerini düşünüyorum.

The post ‘Troller belli bir siyasi fikir etrafında değil, finansman etrafında birleşen gruplar’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Berrin Sönmez ile söyleşi | AKP’nin başörtüsü teklifi: Bu yasa erkek egemen aile tasavvurunun kılıfı https://gazetekarinca.com/berrin-sonmez-ile-soylesi-akpnin-basortusu-teklifi-bu-yasa-erkek-egemen-aile-tasavvurunun-kilifi/ Sun, 08 Jan 2023 09:07:04 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=237458 Seçim gündemi giderek ısınırken, AKP’nin başörtüsü yasa teklifi de hem iktidar hem de muhalefet açısından seçmenin oyunu önemli ölçüde etkileyecek bir gündem maddesi olarak karşımızda duruyor.  Feminist, aktivist yazar Berrin Sönmez’e göre AKP’nin “başörtüsüne anayasal güvence” diye sunduğu bu teklif aslında iktidarın erkek egemen aile yapısını inşa etme politikasının kılıfı. Berrin Sönmez, bu düzenleme ile […]

The post Berrin Sönmez ile söyleşi | AKP’nin başörtüsü teklifi: Bu yasa erkek egemen aile tasavvurunun kılıfı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Seçim gündemi giderek ısınırken, AKP’nin başörtüsü yasa teklifi de hem iktidar hem de muhalefet açısından seçmenin oyunu önemli ölçüde etkileyecek bir gündem maddesi olarak karşımızda duruyor.  Feminist, aktivist yazar Berrin Sönmez’e göre AKP’nin “başörtüsüne anayasal güvence” diye sunduğu bu teklif aslında iktidarın erkek egemen aile yapısını inşa etme politikasının kılıfı. Berrin Sönmez, bu düzenleme ile erkek çok eşliliğinin önünün açılacağını ve çocuk yaşta evliliklerin meşrulaştırılacağını söylüyor. Buna karşı muhalefetin tavrını da eleştiren Sönmez, “Muhalefet partileri bu teklifin Meclis’ten geçmemesi için elinden gelen her şeyi yapmalı. Çünkü bu teklif Meclis’ten geçerse AKP seçmen nezdinde güç kazanacaktır” diyor.

Yazar Berrin Sönmez, başörtüsü yasa teklifini, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasını ve geleceğe dönük öngörülerini Gazete Karınca’ya değerlendirdi.

Siz başörtüsü takmaya nasıl karar verdiniz? Aileniz inançlı olduğu için doğal bir şekilleniş mi oldu, yoksa kendiniz mi karar verdiniz?

Ben Ankara’da doğdum, büyüdüm. Ailem, o zaman için orta sınıf diye tabir edebileceğim bir memur aileydi. Annem çalışmıyordu. O zamanki Türkiye’nin orta halli, dindar bir ailesiydi. Herhangi bir cemaate veya tarikata bağlı olmayan fakat inançlı, ibadetinde bir aileydi. Annem başörtülü ama herhangi bir şekilde bana başörtüsü konusunda hiçbir baskı yapılmadı ki benim ailem içinde de geniş aile diyebileceğimiz kuzenler arasında tek başörtülü benim.

Kaç yaşında verdiniz bu kararı?

Üniversite 2. sınıftaydım.

O dönem üniversitede yasak değil miydi peki?

Üniversite 1. sınıfı darbe öncesi okudum. O zaman yasak yoktu. 12 Eylül darbesi geldi ve o zaman başörtüsünün yasaklanacağına dair söylentiler dolaşıyordu ama henüz yasaklanmamıştı. Ben öyle bir ortamda örtündüm. Üniversite son sınıfa geldiğimde yasaklar kesinleşti. Ben de son sınıfta bunun sıkıntısını çektim. Bu kararımdan ailemin de hatta o dönem arkadaşlık, flört sürecinde olduğum şimdiki eşim Naim’in de hiç haberi yoktu. Şaşırmışlardı ve hatta babam, “Kızım çok zorluk çekeceksin ama. Devlet dairesinde örtemezsin ki” dedi. Ben o zaman hem devlet memuruyum hem de okuyorum. ‘Tamam baba’ dedim, ‘kurumda açarım’. Kuruma gidiyorum, masamın başına oturup açıyorum ama fakültede aç dedikleri zaman acayip derecede geriliyorum. Çünkü orası üniversite. Üniversite insanın tek özgür olabildiği yer diye düşünüyordum. Toplum baskısından, kurumsal etkilerden tek uzak kalabildiğimiz yerdi üniversite benim için. Böyle bir ortamda ben fakülteyi bitirip araştırma görevlisi oldum. Üstelik inkılap tarihi enstitüsünde araştırma görevlisiydim. Ben yakın çağı, Atatürk dönemini, öncesini ve sonrasını çok merak ederdim hep.

Üniversitede bu yüzden mi tarih bölümünü tercih ettiniz?

Evet, zaten öteden beri tarihe tutkum vardı. Ben lisedeyken bile dil-tarih hocalarının makalelerinin yazıldığı dergileri alır okurdum, dergilere abone olurdum. Ama yakın çağa ayrı bir merakım vardı.

Araştırma görevlisi olduğunuz üniversitede de başörtüsü yasaktı…

Maalesef. İnkılap tarihi enstitüsünde de başımı örtmek mümkün olmadı. Çok yıpratıcı bir süreç oldu. Ama ben akademik kariyer yapmayı çok öncesinden düşünmüştüm ve bunu yapabilmek için de başörtümü Allah’ın affına sığınarak açtım.

Aynı zamanda 28 Şubat’ı da yaşadınız. O günlerden bahseder misiniz?

Emekli olmadan önceki son yıllarımda 28 Şubat darbesi oldu. Benim o zaman başım açıktı, çünkü öğretim görevlisiydim ve emekli olduğumda yeniden örtünürüm diye açılmıştım. Ancak başım açık olmasına rağmen ben tasfiye edildim. Çünkü orada mesele başörtüsü, inanç, ibadet değil; kul sisteminin üniversitede inşa edilmesiydi. Kul sistemi derken Osmanlı’nın kul sisteminden bahsediyorum; her şeyiyle devlete bağlı, iradesini çalıştığı kurumun yöneticisine ipotek edecek insanlar aranıyordu. Akademide bugün de hâlâ böyle. Hatta bugün belki daha belirgin olarak böyle. Velhasıl üniversitede yaptığım tartışmalar ve yasaklara rağmen öğrencilerin benim derslerimde başlarını örtmelerine izin vermem gerekçe gösterilerek, üniversite ile ilişiğim kesildi. Ben derslerimde herkesin istediği gibi olmasını istedim hep.

Bursa’dan gelmiş şortlu bir kız da vardı, Mardin’den gelen küpeli, uzun saçlı bir erkek de ve tamamen çarşaf benzeri siyah bir pardösü giyinen bir kız da. Birbirleriyle gayet iyi de anlaşıyorlardı. Ama 28 Şubat zorbalığıyla bu öğrencilerin sesleri kısıldı. Başını açmak zorunda kalan da onun arkadaşları da duygusal olarak çok zorlandılar. Olduğu gibi görünerek eğitime erişmek isteyen insanlara yapılan bu şey gerçekten çok inciticiydi. Bu özgüven yitimi önemli bir şey. Ben bunu özellikle LGBTİ+ bireylerde de görüyorum.

Nasıl yani?

Biz başörtüsü yasaklarına karşı mücadele ederken yanımızda en çok onlar vardı. Onlar ayrı yaralı biz ayrı yaralıydık ama aslında aynı yerden yaralıydık. LGBTİ+ örgütleri ile yaptığımız konuşmalarda çok net bir şeyi fark etmiştim. Bizim, hissettiğimiz gibi olmak, olduğumuz gibi görünmek ve kabul bulmak derdimiz onların da derdi. Biz birbirimizle çok iyi anlaşabiliyoruz aslında. Evet, ideolojik saplantılar, endişeler, korkularla dindar, başörtülü kadınların çok büyük bir kısmı uzak durmayı seçse de içten içe yapılan konuşmalarda o aradaki benzerlik görülüyordu. Yani insanların toplumsal kabule olan ihtiyacı her iki kesim için de aynıydı aslında. Bu giyim ve ifade özgürlüğü ama LGBTİ+ da bir varoluş biçimi. Hatta ifadeden ziyade bir hak. Dolayısıyla birbirimizi buradan doğru anladığımızı düşünüyorum.

28 Şubat’a bugünden baktığınızda ne hissediyorsunuz?

Bugün üzüldüğüm bir şey varsa o da 28 Şubat’ın bugün pek çok kişi tarafından bir darbe olarak kabul edilmemesi. Halbuki hukuk devre dışı bırakılmıştı. Darbe dediğiniz şey tam da hukuk düzeninin sessiz kılınması, hukuka aykırı işlerin normalleştirilmesidir. Bu darbenin tıpkı 12 Eylül darbesi gibi planlı, bilinçli bir biçimde hazırlandığını düşünüyorum. Toplumdaki dindar-seküler ayrışması tam da 28 Şubat öncesinde yaratılmaya başlanmıştı. Bu bir devlet operasyonuydu. Gizli ellerin operasyonuydu ama çok da gizli kalmadılar işte zamanla açığa çıktılar. Fakat bugün bunu gören yok. Bugün de iktidarın, Taliban’ın uygulamalarını destekleyen tarzda söylemlerinin ve uygulamalarının oluşu üzerinden “Hah, işte 28 Şubatçılar haklıymış” diye düşünüyorlar. Hayır değil. Orada demokratik bir toplum olarak güçlenmek imkanı varken tersine seküler-dindar karşıtlığını keskin bir ayrıma dönüştürmek için politikalar uygulandı bence ve pek çok insan bundan zarar gördü.

Siz feministsiniz. Ancak başörtüsü ile feminizmin bir arada olamayacağını düşünenler de var. Onlara ne söylemek istersiniz?

Neyse ki bell hooks sayesinde işimiz çok kolaylaştı. bell hooks’un “Feminizm Herkes İçindir” kitabını okumalarını tavsiye ederim. Feminizm kimsenin tapulu malı olmadığı gibi tek bir ideolojinin ürünü de değildir. İdeolojilerden, kültürlerden, coğrafyalardan bağımsız olarak kadınların ataerki karşısında bir mücadele vermiş olduğunu biliyoruz ve feminizmin özü de bu mücadeledir. Feminizm bir politik duruştur. Bu politik duruşun kendisinin ayrı bir ideolojiye eklemlenmesinin önünde engel yok elbette ama eklemlendiği o ideolojinin, usül, norm ya da düşünce tarzını ya da anlık politik tutumunu feminizmin içine monte etmeye kalkışmasını doğru bulmuyorum. Benim doğru bulmamamı da bir yana bırakalım, bu tutmaz. Feminizmin içerisinde milliyetçiler olabilir, sosyalistler olabilir, dini gruplar da olabilir. Hatta ideolojik İslam’dan gelmiş ve feminizmin içinde yer alanlar da olabilir. Kürtlerin, LGBTİ+’ların, sonra engelli kadınların eklemlenmesi çok uzun zaman aldı örneğin. Farklı farklı ihtiyaçlar ve ideolojiler… Ama bunların bir bütününün ve tüm toplumsal sorunların kadınları yatay kesmesiyle her birimiz aynı sorunlardan aynı şekilde etkileniyoruz. O nedenle, feminizmi sadece erkek egemenliğine karşı cinsiyet eşitliğini ve toplumsal cinsiyet eşitliğini savunmak olarak görenlerin başörtülü kadın feminist olmaz demelerini anlamak bana çok kolay gelmiyor.

AKP’nin bir başörtüsü yasa teklifi var. Başörtüsü takmak aslında zaten bir insan hakkı ve bir hakkın bu şekilde tartışmaya ve oylamaya açılması sizce doğru mu?

Bu süreç, Kemal Kılıçdaroğlu’nun helalleşme sürecinin bir parçası olarak bir yasa teklifi vermesiyle başladı. Ama Erdoğan’ın bir sene öncesinden anayasa değişikliği için bir hareketliliğinin olduğunu biliyoruz. Tabii o seçime yakın getirmeyi istiyordu. Çünkü seçime giderken seçmene vereceği bir hikayesi kalmamıştı. Bu nedenle de Kemal Kılıçdaroğlu’nun sunduğu yasa teklifi Erdoğan tarafından fırsat olarak görüldü. Fakat başörtülü kadınlar açısından Kemal Kılıçdaroğlu neden böyle bir yasa teklifi getirme ihtiyacı duydu ona bakmak lazım. Kılıçdaroğlu, CHP’nin başına geçtiği tarihten sonra partisinin ideolojik kabuklarını biraz yumuşatma eğilimine giren bir politikacı, parti başkanı oldu. Seçimi kazanması için tek yolun bu olduğunu düşündüğünü zannediyorum. CHP bu yasa teklifini verdikten sonra “Başörtülü kadınların hiç sorunu yoktu” sözünden çok rahatsız oldum. CHP lideri kendi mahallesine bu sorunu duyurdu ama onlar anlamak istemediler. Yani aslında Kılıçdaroğlu bizi dinleyerek yaptı bu teklifi ama biz yasa dememiştik. Biz demiştik ki, AKP güya yasakları kaldırdı ama resmi özür dilemedi. Hatta “Disiplin suçlarınızı affettik” dediği için kadınlar ayrıca yaralandı. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ı köşeye sıkıştırması için “Sen bu kadınlardan resmi özür dile, devlet sensin” demesi lazımdı. Fakat onlar da 2008’de Anayasa Mahkemesi’ne gidip üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılmasına ilişkin düzenlemeyi iptal ettirdikleri için Erdoğan’a bu konuda baskı yapamıyordu. Günah çıkarmak için de böyle bir teklif attı ortaya.

Yani AKP’nin de CHP’nin de bu teklifi siyasi çıkarları için getirdiklerini mi söylüyorsunuz?

Erdoğan, kesinlikle bir oy hesabıyla yapıyor. Başörtülü kadınları düşünmüyor değil. Ancak kadınları eşit bireyler olarak düşünmediği için eleştiriyorum Erdoğan’ı. Erdoğan’a kızgınlığım eşitlik karşıtı olduğu için, kadın erkek eşitliğini kabul etmeyen hiçbir politikacının kadınlarla ilgili olumlu bir şey yapması mümkün değildir zaten. Hatta yapılanı bozuyor.

Erdoğan’ın başörtüsüne bakışıyla sizin bakışınız farklı diyebilir miyiz?

Erdoğan’ın kafasında aileye endeksli bir kadın var. Bu tip dindarlar, kızları için bir meslek sahibi olmayı düşünebiliyorlar. Kimileri bunu aşmış oluyor ama eşleri için bunu düşünmüyorlar. Erdoğan, bu ülkenin tüm kadınlarına kendi eşinin hayatı boyunca nasıl yaşamasını istiyorsa öyle geçirecekleri bir toplum düzeni dayatmaya çalışıyor.

Bir yazınızda AKP’nin başörtüsü teklifini başka bir şeylerin kılıfı olarak gündeme getirdiğini söylemiştiniz. Tam olarak neyden bahsediyorsunuz?

Anayasa’nın 24. Madde’sinde yapılan değişiklikler gibi 41. Madde’sinde yapılan değişiklikler de aslında birbirini tamamlayan ölçekte ve ayrı yerde değiller. Yeni bir toplum inşa ediliyor. EŞİK Platform’daki tartışmalarımızda zaten şu sonuca varmıştık. 2010 referandumuyla yargı ve hukuk sistemi yeniden inşa edildi. 2017’de yönetim organları, yönetim prensipleri yeniden inşa edildi ve şimdi bu şeyle yeni bir toplum düzeni inşa ediliyor. Bu 2 kısacık madde böyle büyük bir bütünün parçası. Kısacıklar ama gerek madde metninde gerekse gerekçelerde nereye doğru gidilmek istendiği görülüyor. Her şeyden önce 41. Madde’sinin gerekçesinde “sapıklık” diye ifadelerin yani nefret suçunun yer aldığı bir anayasadan söz ediyoruz. Anayasa’da “sapıklık” ifadesi kullanıldığı takdirde, sokaklarda insanların LGBTİ+ bireylere rastgele şiddet uygulama yolu da tümüyle anayasal meşruiyet zeminine oturtulmuş olacak. Bu kadar korkunç bir şey. Fakat tek dertleri LGBTİ+’lar değil. Çok eşliliğinin önünü açmak istiyorlar. Bu da 2012’de Anayasa Mahkemesi’nin resmi nikahı olmayanlara imam nikahı kıyan imamlara verilen ceza maddesini iptal etmesiyle başladı aslında. Biz çok eşliliğin resmen tanındığı bir toplum olmaya doğru gidiyoruz. Bu da erkek egemenliğinin ailede tesis edilmesi anlamına geliyor. Yani 6 yaşındaki çocuğunu ağlayarak bir erkeğe göndermek zorunda kalan bir anne var mesela. Kendisi de küçük yaşta kocaya verilmiş. O ailede erkek egemenliği tanınmış ve itiraz edemiyor. Kızıyor, istemiyor ama önleyemiyor, durduramıyor. İşte bu modelin inşa edilmeye çalışıldığını görüyoruz. Yani 24. Madde başörtüsü teklifi olarak isimlendirildi ama aslında başörtülü kadınların haklarına güvence getirmiyor. Bütün kadınların giyim özgürlüklerini kısıtlama, denetleme yetkisini kamu idaresine verdiği gibi gerçekte o madde metnindeki ifadelerle, başörtülü kadınların kıyafetlerini de inanca dayalı kıyafet olarak bir norm haline sokma riski taşıyor. Amerikan kotu giyen birine “Bu nasıl Müslümanlık?” diyecek mesela. Yani başörtülü kadının kıyafetini de tartışmaya açan bir standarttan bahsediyoruz.

Muhalefetin bu konudaki tavrını nasıl buluyorsunuz?

Ülkede korkunç bir siyasal gerilim var. Böyle bir ortamda zaten anayasa yapmak mümkün değil. Bütün muhalefet partilerinin “Bu bir anayasa yapma yöntemi değildir. Şimdi anayasa yapılamaz. Biz bunu görüşmüyoruz” demesi gerekir. Ama maalesef bu sesi henüz duymuyoruz. Meclis Başkanı imzaladı anayasa teklifini ve bu tamamen usüllere aykırı. Meclis Başkanı tarafsızlığını korumak için yasa ve anayasa tekliflerini imzalamaz, ama imzaladı. Fakat Meclis’teki muhalefet partileri bunları öne çıkarıp baştan hayır demediler. Erkek egemen sistemi yasalarla meşru hale getirecek böylesi bir düzenlemeye, muhalefet partileri sadece Kılıçdaroğlu’na kızarak tepki gösteriyorlar. Yahu bu zaten Erdoğan’ın aklında vardı ve kullandı. Tamam Kılıçdaroğlu hata yapmış olabilir. Hatası da bunu yasa olarak düşünmesiydi. Öte yandan bu çıkışıyla bir hafıza ve yüzleşme imkanı açmıştı aslında ama biz onu değerlendiremedik.

Bu nasıl sonuçlara gebe sizce?

Şimdi iktidar seçimde kaybetse bile anayasada bu toplum düzenini yerleştirmiş olarak gitme ihtimali var. Çünkü bizim muhalefet partilerimiz, 2 seçim sandığının yanına bir 3. referandum sandığının konulmasını tek tehlike olarak görüyorlar. “Biz aldık, kazandık bu seçimi zaten de ah şu referandum sandığı gelirse o zaman Erdoğan alır her şeyi” diye düşünüyorlar. O referandum sandığını getirtmeyin oraya o zaman. Oysa muhalefet partilerinde, “Meclis’te oy veririm. Kabul edilirse referanduma gelmesin” gibi bir mantık var. Yani muhalefete muhalefet etmeyelim diyoruz ama bunlar istiyorlar bunu. Çünkü bu teklif 336 milletvekilinin imzasıyla geldi. Saadet Partisi zaten her zaman, İstanbul Sözleşmesi’nde de yaptığı gibi kadın düşmanlarına çok prim veren bir politika izliyor. Ve onların milletvekili Abdulkadir Karaduman, kadın karşıtı her yaklaşımda olduğu gibi hemen iktidarı destekledi. Karaduman’a “Muhalefet misin yoksa majestelerinin sadık muhalefeti misin? Muhalefet gibi yapıp oradan iktidarı desteklemek için rol mü çalıyorsun?” diyesim var. Onun oyu ile bu teklifi destekleyen vekil sayısı 337 oldu. Teklifin referanduma gidebilmesi için 23 milletvekilinin daha oyu gerekiyor. Bu sayıya ulaşılamazsa bu teklif referanduma gidemeyecek. Meclis’in çöplüğüne gidecek. Ait olduğu yer de orası. Muhalefet partileri ise, bu 23 milletvekilinin “evet” demesini önlemek yerine birbirlerine çalım atarak, birbirlerine taktik yaparak “400’ü bulalım da referanduma gitmesin” kafasındalar. Oysa 400’ü bulsalar bile referanduma gidebilecek, çünkü Anayasa madde 175’te, referanduma götürme takdir yetkisi Cumhurbaşkanı’nın. Erdoğan da yetki aşımını çok rahatlıkla yapabilen bir politikacı. Erdoğan’ın ne yapacağını hesap etmekten kendileri politika kuramayan bir muhalefet yapısı var. Muhalefet net bir şekilde, ilkelerini ortaya koyarak bu teklife “hayır” demelidir. O zaman belki de Erdoğan bu metni Meclis’te oylama aşamasına getirmeden geri çekebilir.

Peki muhalefetin öngöremediği şey ne?

Erdoğan seçime bu kadar kısa bir zaman kala Meclis’te böyle bir teklifi geçirebilirse, seçmen Erdoğan’ın yönetim yeteneğinin hâlâ çok yerinde olduğunu, bütün muhalefeti de yönetmekte olduğunu düşünür. İşte bunu kabul etmiyorlar. Erdoğan referanduma gitmese bile Meclis’te o yasa teklifi geçtiğinde seçmen, “Erdoğan yönetiyor işte, bütün muhalefet de kabul etti” diyecek. Tam da bu yüzden muhalefet partilerine diyorum ki, o 23 milletvekilinin “evet” demesini önlemek için çalışın. O zaman bu teklif Meclis’in çöplüğüne gider ve Erdoğan da getirdiği bir teklifi Meclis’te kabul ettirememiş, gücünü kaybetmiş, zayıflamış bir lider olarak seçime gider. Biz muhalefet partilerine tüm milletvekillerini o gün Meclis’ten uzak tutmaları için bazı somut önerilerde bulunduk. Umarım bunu yaparlar.

Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden resmen çıktı. Bir yandan başörtüsü için anayasal düzenleme yapılırken diğer yandan kadın hakları konusunda önemli bir yaptırımı olan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasını nasıl yorumluyorsunuz?

İstanbul Sözleşmesi’nin bir gecede feshedilmesi, iktidarın arzu ettiği erkek egemen toplum düzenini kurmanın bir adımıdır. Biz hep “İstanbul Sözleşmesi giderse kadın haklarına dair çok şey kaybedilir” diye feryat ediyorduk. O yüzden bu sözleşmeye bu kadar tutunuyorduk. Bu sözleşmeyi reddetmek, kadın kazanımlarının birer birer elden alınmasını kolaylaştıracaktı. Bu nedenle İstanbul Sözleşmesi ile bu anayasa değişiklik teklifini birlikte konuşmakta fayda var. İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırmasalar bu yasayı yazamazlardı. Ancak biz İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmeyeceğiz. İç hukuk yollarını tüketecek her türlü yolu deneyeceğiz. Şimdi hukukçular bu alanda çalışıyorlar. Bizim hukuk mücadelemiz bitmiş değil.

Direniş mesajı verirken bir yandan da kadınlar açısından oldukça vahim bir tablo çizdiniz. Nasıl günler bekliyor bizi?

Buradan bir adım sonrası İran ki İran’da bile Hamaney, başörtüsü tam olmayan kadınların “din karşıtı” veya “rejim karşıtı” olarak suçlanmamasını istedi. Türkiye’de iktidar başörtüsünü bir hak olarak görmenin ötesinde bunu bir İslam toplumunun gereği olarak gören kesimlerle ittifak ederek ederek seçim kazanabileceğini düşündüğü için anayasa düzenlemesi yapıyor. Bu nedenle muhalefet partileri, “Seçimi biz kazanalım, ondan sonra bu anayasayı da göndeririz. İstanbul Sözleşmesi’ni de getiririz” diyorlar ama bu o kadar kolay değil. Eğer bu anayasa değişiklik teklifinin geçmesine göz yumarlarsa, bunu durdurmazlarsa, muhalefet es kaza seçimi kazansa bile, bu anayasa maddesi orada dururken İstanbul Sözleşmesi’ni geri getirmelerinin hiç imkanı olmaz.

Geleceğimizi yakından ilgilendiren bu konuların iktidarın değişip değişmeyeceğinden bağımsız olarak ele alınması gerektiğini mi söylüyorsunuz?

Kesinlikle.

Peki siz daha güzel günler için umutlu musunuz?

Ülkenin hali gibi benim duygu ve düşünce dünyam da sürekli bir dalgalanma halinde. Bunu itiraf edeyim. Yani bu toplumun içinde bulunduğu bu gelgitlerden ben de etkileniyorum. Bir gün umutlanıyorum, olacak diyorum; yani böyle tehlikeli bir anayasa maddesinin geçmesinin, böyle bir toplum düzeni inşasının önlenmesi mümkün olacak. Cumhuriyet’in 2. yüzyılında biz kadınlar olarak tekrar, eşitlik ilkesini kabul ettirmek için mücadele etmek zorunda kalmadan, eşitliği kuracak politikalar üretmeye devam edebileceğiz. Yani kazandıklarımızı kaybetmemek için değil, yeni kazanımlara ulaşmak; hem kadınları hem de tüm toplumu etkileyecek, insani gelişmişlik düzeyini yukarıya çıkaracak eşitlik politikalarının uygulanmasını sağlamak için çalışabiliriz. Böyle bir umuda kapılıyorum ama sonra bir anda eyvah diyorum. Bunu özellikle de tüm muhalefet partileri için söyleyeyim, küçük siyasi çıkar hesaplarıyla birbirlerine karşı rekabet eden muhalefet partilerinin arasından AKP’nin yeniden sıyrılma ihtimali de var. Oysa güçlü ve dengeli politik adımlarla bu ihtimali ortadan kaldırabiliriz. Halk buna güvenmeye hazır bence. Seçmeni zorla Erdoğan’a mahkum eden bir muhalefet anlayışından kurtulmamız lazım.

Muhalefete ciddi eleştirileriniz var…

Hakikaten ciddi eleştiriyorum. Çünkü örneğin bir anayasa değişiklik teklifinde kadınların ve LGBTİ+’ların görüşlerini hiç almayan iktidar gibi onlar da bizim görüşlerimize hiç değer vermeden politika kuruyorlar. Buna şimdi itiraz etmezsek, susarsak yarın çok geç olacak.

The post Berrin Sönmez ile söyleşi | AKP’nin başörtüsü teklifi: Bu yasa erkek egemen aile tasavvurunun kılıfı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Roj Girasun’la söyleşi | Kapatılsa dahi HDP seçmeni partisinin göstereceği adaya oy verir https://gazetekarinca.com/roj-girasunla-soylesi-kapatilsa-dahi-hdp-secmeni-partisinin-gosterecegi-adaya-oy-verir/ Sun, 08 Jan 2023 07:17:20 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=237421 Rawest Araştırma Merkezi Genel Müdürü Roj Girasun, HDP’nin kapatılmasının matematiksel olarak AKP’ye ya da Cumhur İttifakı’na bir fayda sağlamayacağını belirterek, “Biz bununla ilgili bir çalışma yapmıştık. Halkların Demokratik Partisi seçmenlerine başka bir parti adı altında seçime girmelerini sormuştuk. Halkların Demokratik Partisi seçmenlerinin yüzde 90’ı Halkların Demokratik Partisi’nin gösterdiği partiye oy veririz diyor” dedi. AKP Genel […]

The post Roj Girasun’la söyleşi | Kapatılsa dahi HDP seçmeni partisinin göstereceği adaya oy verir first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Rawest Araştırma Merkezi Genel Müdürü Roj Girasun, HDP’nin kapatılmasının matematiksel olarak AKP’ye ya da Cumhur İttifakı’na bir fayda sağlamayacağını belirterek, “Biz bununla ilgili bir çalışma yapmıştık. Halkların Demokratik Partisi seçmenlerine başka bir parti adı altında seçime girmelerini sormuştuk. Halkların Demokratik Partisi seçmenlerinin yüzde 90’ı Halkların Demokratik Partisi’nin gösterdiği partiye oy veririz diyor” dedi.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz hafta erken seçim sinyali verdi. Partisinin genişletilmiş il başkanları toplantısında konuşan Erdoğan, ‘mevsim şartlarının dikkate alınarak’ seçim tarihinin güncellenebileceğini söyledi.

Siyasi partilerin ve ittifakların olası cumhurbaşkanı adayları konusu da gündeme gelmeye başladı. AKP ve MHP’nin oluşturduğu ‘Cumhur İttifakı’nın adayı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ken, Altılı Masa’nın kimi aday olarak göstereceği ise hala net değil.

HDP ise cumhurbaşkanlığı seçimine kendi adaylarıyla gireceklerini açıkladı. HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, “HDP kendi adayını çıkaracak, kendi adayını gösterecek ve seçimlere kendi adayıyla gidecek“  belirterek, en yakın zamanda adayı açıklayacaklarını duyurdu.

Kürt seçmenin önümüzdeki seçimdeki tutumu ve Altılı Masa’ya bakışı, HDP’nin seçimdeki rolü ve olası etkileri ile ittifakların durumunu 2018 yılında Diyarbakır’da kurulan Rawest Araştırma Merkezi’nin Genel Müdürü Roj Girasun ile konuştuk.

Öncellikle kısaca Rawest Araştırma hangi hedefle, ne zaman kuruldu?

Rawest Araştırma, daha önce birçok saha araştırmasını başarıyla yürütmüş, sivil toplum, saha ve akademi deneyimi olan bir kadro tarafından 2018 yılında Diyarbakır’da kuruldu. Türkiye’nin önemli meselelerinden biri olan Kürt meselesini bölgenin gözünden okumak, hatta bölgenin gözünden bir Türkiye okuması yapmayı hedefleyerek yola çıktık. Bölge kamuoyunun ilgi odağında yer alan siyasi araştırmaların yanında, dezavantajlı grupların gündemini Türkiye’nin gündemine taşımak, genel gündem ile birleştirmek, aynı zamanda Türkiye’den bölge değerlendirmelerini biraz da bölge merkezli hale getirmek amaçlarıyla kurduk.

Şimdiye kadar yaptığınız çalışmaları özetler misiniz?

Kurulduğumuz günden bu yana kamuoyu nezdinde daha çok Kürt meselesi ile alakalı yaptığımız araştırmalarla tanındık. Bölgedeki Kürt seçmenler, Kürt gençler, Kürt kadınlar, Kürtçe ve Kürtçe’nin kullanımı; bölgedeki siyasal eğilimler gibi konularda gündemi değerlendiren raporlar hazırladık ve araştırmalar yaptık. Mesela Türkiye’de yaşayan Kürt gençlerle alakalı bir araştırma yaptık. Kürtçe’nin kullanımıyla ilgili, anadille alakalı taleplerle dair bir araştırma raporu hazırladık.

Kürtlerin siyasal tutumlarını içeren araştırmalardan ziyade sosyolojik olarak nereye doğru aktıkları, nasıl değişim ve dönüşüm içinde olduklarını inceleyen araştırmaları yayınladık. Kürtlerde değerler ve tutumlar araştırması da bunlara dahil.

Rawest biraz sivil toplumdan gelen bir hareket ve sivil toplumla çalışmayı önceliyor. Yaptığımız aslında bölgedeki sivil toplumun kapasitesini güçlendirmek üzere kurulu ve öncelikli amaçlarımızdan birisi bu. Yani sivil topluma bir saha ve veri desteği sunmak, sivil toplumun işini kolaylaştırmak ve teknik emekle bu işi büyütmekti.

Halihazırda yürüttüğümüz çalışmalar da siyasi çalışmalarla görünür olsa da çoğu zaman seçmen analizlerinden ziyade aslında sivil toplum gündemini daha çok ilgilendiren meseleler oluyor.

Önceki seçimlerde AK Parti’ye oy vermiş Kürt seçmenlerde de Cumhuriyet Halk Partisi’ne oy vermiş Kürt seçmenlerde de seçme ve seçilme hakkının fiili şekilde ortadan kaldırılmasından kaynaklı bir rahatsızlık var.

Henüz tarihi resmi olarak belirlenmemiş olsa da seçim sürecinin başladığı söylenebilir. Çalışmalarınızda Kürt seçmenin genel olarak seçimlerden ve özel olarak da önümüzdeki seçimlerden beklentilerine ilişkin neler tespit ettiniz? Oy tercihlerini hangi başlıklar belirleyecek?

Kürt seçmen diye yekpare bir seçmen grubu yok. Yani homojen bir seçmen grubu yok. Nasıl ki Türk seçmen grubu diye bir gruptan bahsedemiyorsak Kürt seçmen diye bir gruptan da bahsedemiyoruz. Ama tabii ki Kürt seçmenlerin Türkiye’deki seçmen gruplarından farklılaşan noktaları var.

Kürt seçmenin, Türkiye’deki seçmenlerle oy verme davranışları benzese dahi kendi içerisinde farklılaşan noktaları var. Örneğin Balıkesirli bir AK Parti seçmeni ile Diyarbakırlı AK Parti seçmeni arasındaki fark çok fazla iken; Diyarbakırlı AK Partili bir seçmenle Diyarbakırlı HDP’li bir seçmen arasındaki benzerlikler daha fazla olabiliyor.

Kürt seçmenler meselesinde, heterojen bir gruptan bahsediyoruz ama tamamına yakınını yatay kesen bazı ortak talepler var. Bu ortak taleplerin başında anadil geliyor. Eğitimde anadil talebi. Kürt seçmenlerin neredeyse tamamına yakınının farklı tonlarda da olsa eğitimde anadil için; sadece Kürtçe isteyenler, Türkçe ve Kürtçeyi beraber isteyenler, Türkçe’nin yanında Kürtçe’nin seçmeli ders olmasını isteyenler gibi farklı tonlar olsa dahi, yüzde 90’ından fazlasında anadilin korunmasına dahi bir refleks ve ihtiyacın belirdiğini görüyoruz. Bu Kürt seçmenlerin taleplerinin başında geliyor.

Bir başka konu ise 2016 yılından beri bölgenin bir kayyum sistemiyle yönetiliyor olması. Kayyum sistemi yalnıza Halkların Demokratik Partisi’nin kazandığı belediyelere yapılıyor olabilir ama yalnızca Halkların Demokratik Partisi’ne oy veren Kürt seçmende bir rahatsızlığa neden olmuyor. Önceki seçimlerde AK Parti’ye oy vermiş Kürt seçmenlerde de Cumhuriyet Halk Partisi’ne oy vermiş Kürt seçmenlerde de seçme ve seçilme hakkının fiili şekilde ortadan kaldırılmasından kaynaklı bir rahatsızlık var. Kayyum sisteminin getirdiği değişiklikler var. Bu değişiklikler yalnızca belediyeler üzerinde değil, aynı zamanda belediye bürokratlarının, belediye yönetiminin de farklı şehirlerden gelen memurlar, bürokratlar tarafından yönetildiği bir şeye evrilmeye başladı. Bundan da yalnızca Halkların Demokratik Partisi’ne oy veren, oyu geçersiz sayılan, seçmen değil genel anlamda bir Kürt seçmen rahatsızlığı var.

DEVA Partisi’nin açıkladığı temel eylem planında anadil ile ilgili adımlar atıldı. Siyasi partilerin farklı tonlarda da olsa anadili öne çıkaran söylemleri oluyor. Kürt seçmenin ortaklaştığı noktalar gibi bölgede siyaset yapan aktörler farklı siyasal partilerden olsalar bile Kürtçe ile alakalı hassasiyetleri ortaya koymak zorunda kalıyorlar. Bugün her ne kadar Cumhur İttifakı ile birlikte gözlenen bir AK Parti olsa dahi, AK Partili bölge siyasetçileri Kürt meselesini konuşurken en azından Kürtçeye dair devletin bugünkü güvenlikçi, yasakçı söylemleriyle çok görünür olmak istemediklerini söyleyebiliriz.

Ayrıca Türkiye’de bir anayasal vatandaşlık meselesi var. ‘Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaş olarak bağlı olan herkes Türk’tür’ gibi bir ibare var anayasada. Araştırmalarda bunu sorduğumuzda ciddi bir rahatsızlık olduğunu görüyoruz.

Ocak 2021’den bugüne CHP’nin bölgede oyunu en çok arttıran siyasal parti olduğunu gözlemliyoruz. Yaptığımız araştırmalarda, bölgeye dair en çarpıcı sonuçlardan birisi bu.

Kürt seçmenin ve muhafazakar Kürt seçmenin muhalefete ve özel olarak Altılı Masa’ya karşı bakışını, tutumunu nasıl değerlendirirsiniz?

Kürt seçmen muhalefete ve Altılı Masa’ya karşı iyimser ve temkinli. Bir kredi açıyor ama bu krediyi açarken de temkinli halde olmaya devam ediyor. Çünkü daha önce de bölgede başka siyasal partiler ve onların liderleri, muhalefetteyken, Kürt meselesiyle ilgili önemli açılımlar, önemli açıklamalar yaptılar ya da iktidarlarının ilk dönemlerinde Kürt meselesine dair cesur söylemlerde bulundular, ama daha sonra bunların devamı gelmedi. Bu sebeple bugün, Altılı Masa’nın siyasal liderlerinin de Altılı Masa’nın da homojen bir Kürt politikası yok. Her birinin farklı politikaları var. Her birinin söylemleri farklı noktalarda. Her birinin farklı bir Kürt meselesi tutumu var. Kürt seçmenlerin de bu siyasal partilerin her birine karşı farklı bir tutumu var. Yani genel olarak muhalefete, Altılı Masa’ya, iktidarı değiştirmeye yönelik açılan bir kredi var. Açılan kredinin, muhalefet tarafından yeterince değerlendirilmediği kanısındalar.

Muhalefet, Kürt meselesini İktidarın çizdiği sınırlar içerisinde hala konuşuyor. Halkların Demokratik Partisi ile ilişkilenmesi de fazlası ile ürkek. Buna rağmen Kürt seçmenlerde Cumhuriyet Halk Partisi’ne yönelik bir ilginin arttığını söyleyebiliriz. Mesela Ocak 2021’den bugüne Cumhuriyet Halk Partisi’nin bölgede oyunu en çok arttıran siyasal parti olduğunu gözlemliyoruz. Yaptığımız araştırmalarda, bölgeye dair en çarpıcı sonuçlardan birisi bu.

Ocak 2021’de yaptığımız araştırmada, bölge kamuoyundan genel beklenti DEVA Partisi’nin bölgede AK Parti’den sonra üçüncü parti olmasıydı. Ama sonrasında yaptığımız araştırmalar Cumhuriyet Halk Partisi’nin üçüncü parti olarak ortaya çıktığını gösterdi. DEVA Partisi’ne Türkiye’deki ilginin ve desteğin üzerinde bir ilgi gözlemliyoruz.

Peki, CHP’nin bölgedeki oy artışının sebepleri ne?

Cumhuriyet Halk Partisi’nin bölgede oylarını en çok arttıran siyasal parti olarak önümüze çıkmasının üç sebebi olduğunu düşünüyorum. Bu sebeplerinin başında iktidarı değiştirmeye aday en büyük muhalefet partisi olması yatıyor. İkinci sebep ise Cumhuriyet Halk Partisi’nin 2011 yılından beri Kılıçdaroğlu liderliğinde farklı toplumsal kesimlere açılma arzusu ve bunun da Kürt seçmenler tarafından ilgi ile izlenmesi. 2018 yılına kadar, Kürt seçmenler büyük oranda bunu izlediler, ilgi ile takip ettiler ama bu bir oy desteğine dönüşmemişti. Bugün itibariyle bu ilgi ve beğeninin desteğe dönüştüğünü görüyoruz. Üçüncü sebep ise 2019 yerel seçimlerinde Halkların Demokratik Partisi’nin kendi seçmenlerini İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya gibi illerde CHP’li adaylara oy vermeye yöneltmesiydi. Bu da Kürt seçmenlerle Cumhuriyet Halk Partisi arasında bir duygusal bağın kurulmasında güçlenmesinde etkili oldu.

Bölgede AKP’den bir kopuş var mı? Varsa nereye yöneliyor?

Muhafazakar Kürtlerin önemli bir kısmı AK Parti’den ziyade Halkların Demokratik Partisi’ne oy veriyor. AK Parti’ye oy veren seçmenlerin çoğunluğunu muhafazakar olarak kodlanması çok doğru olmayabilir. Kendisini muhafazakar olarak da tanımlayan Kürt seçmenlerin de AK Parti’den bir kopuşu olduğunu ve bu kopuşun Cumhuriyet Halk Partisi’ne doğru olduğunu gözlemliyoruz. Bu aslında biraz Kürt seçmenlerde seküler ve muhafazakarlık geriliminin Türk kamuoyuna göre daha az olduğunu gösteriyor. Siyasal partiler arasındaki geçiş kültürel kodlardan ziyade açılımları ve topluma vaat ettikleri üzerinden daha fazlası ile okunabiliyor.

Hiç kimsenin, özellikle muhalefetin, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın desteğini almadan seçimi kazanması mümkün değil.

Son süreçte Kürt seçmenin HDP ile Emek ve Özgürlük İttifakı’na bakışı nasıl?

Halkların Demokratik Partisi 7 Haziran 2015 seçimlerinde bölgede ve Türkiye’de Kürt seçmenler nezdinde çok yüksek bir oy aldı ve devamında oylarını düşürdü. 2016 genel seçimlerinde haritaya dönüp baktığımızda Halkların Demokratik Partisi oylarını bölgenin hiçbir yerinde arttırmadığını görüyoruz. Ama bununla beraber Türkiye’nin geri kalan kısmında Halkların Demokratik Partisi oylarında ciddi bir artış gözlemledik. Bu oyların bir kısmının özellikle sosyal demokratlar ve Kürt Aleviler diye nitelendirebileceğimiz, geçmiş dönemde CHP’ye oy vermiş 2014 cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası Halkların Demokratik Partisi’ne yönelmeye başlayan oylar. Ama bu seçmenin de tekrar Cumhuriyet Halk Partisi’ne doğru geri dönmeye başladığını gözlemliyoruz.

Emek ve Özgürlük İttifakı bu oy kopuşunu hem engelleyebilir hem de Meclis’te de daha güçlü bir sol muhalefet olmasını isteyen kesimleri buraya katabilir. Örneğin İYİ Parti, DEVA Partisi, Gelecek Partisi, Saadet Partisi gibi partilerin masadaki CHP ağırlığını zayıflattığını düşünecek, solda kendini konumlandıran seçmenlere seçim sonrasına dair aritmetik hesaplar yaptırarak Emek ve Özgürlük İttifakı’na yöneltebilir.

Türkiye seçmeninin gördüğü Emek ve Özgürlük İttifakı olmadan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonuçlanamayacağı. Hiç kimsenin, özellikle muhalefetin, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın desteğini almadan seçimi kazanması mümkün değil.

Aslında Emek ve Özgürlük İttifakı dediğimiz en büyük bileşeni Halkların Demokratik Partisi’nden oluşan bir yapı. Diğer siyasal partilerin aslında çok ciddi bir oyu yok. Halkların Demokratik Partisi’nin Türkiye nezdinde kurduğu ilk ittifak Emek ve Özgürlük İttifakı değil. Daha önce de küçük Kürt partilerle kurduğu ittifakın da ciddi bir oy etkisi olmamıştı. Bu tür ittifakların oy etkisinden ziyade moral etkileri olabiliyor. Bir sinerji katabiliyor. Eğer bu sinerji doğru yönetilebilirse, etkisi getirebileceği oydan daha fazlasına tekabül edebilir. İttifak, Halkların Demokratik Partisi’ne oy vermekle beraber rahatsızlığı olan kesimlerin rahatsızlığını giderebilir. Seçim sonrasında iktidarı kazanacak bir muhalefet blokunun Halkların Demokratik Partisi ile ilişkilerini kolaylaştırabilir. Yani bir seçim öncesi ittifaktan ziyade seçim sonrası ittifaka da hizmet edecek olabilir.

HDP’nin kapatılması, sadece HDP’ye oy veren Kürt seçmenlerde değil, AK Parti’ye oy veren Kürt seçmenlerde bile bir tepki yaratabilir.

HDP’ye dönük kapatılma davası var önümüzde. Bu durum gerçekleşirse HDP seçmeninin tutumu ne olur? Başka bir parti adı altında seçime girilmesi halinde, Kürt seçmen bundan nasıl etkilenir?

Biz bununla ilgili bir çalışma yapmıştık. Halkların Demokratik Partisi seçmenlerine başka bir parti adı altında seçime girmelerini sormuştuk. Halkların Demokratik Partisi seçmenlerinin yüzde 90’ı Halkların Demokratik Partisi’nin gösterdiği partiye oy veririz diyor. Yüzde 5-6 kadarı farklı siyasal partilere oy vereceğini söylüyor. Yüzde 2-3 de seçimleri boykot edeceğini söylüyor. Çok küçük bir kesim boykot edeceğini ya da başka partiye oy vereceğini söylüyor yani. Halkların Demokratik Partisi’nin kapatılması matematiksel olarak AK Parti’ye ya da Cumhur İttifakı’na bir fayda sağlamayacak.

İkinci bir durum var. Halkların Demokratik Partisi’nin kapatılması HDP seçmeninin ortak adaya, yani muhalefet adayına destek vermesini engellemeyecektir. Aksine muhalefetin adayını desteklemeyecek, muhalefet adayı içine sinmeyen HDP’li seçmenlerde bile böyle bir kapatma kararı sonrası Erdoğan ya da Cumhur İttifakı karşıtlığı güçlenecektir. Bu Cumhur İttifakı’nın cevaplayamadığı, aksiyon alamadığı durumların başında geliyor.

Ayrıca bu durum sadece Halkların Demokratik Partisi’ne oy veren Kürt seçmenlerde değil, AK Parti’ye oy veren Kürt seçmenlerde bile bir tepki yaratması olası bir durum olacaktır.

Kürt seçmen Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığına nasıl bakıyor? Ve nihayetinde Kürt seçmen nasıl bir cumhurbaşkanı istiyor? Kriterleri neler?

Kürt seçmenin ‘ideal cumhurbaşkanı adayı’ ile ‘razı olabileceği cumhurbaşkanı adayı’ arasında bir makas var. Razı olabileceği bir cumhurbaşkanı adayı aslında Kürtlerle kurduğu ilişkide Kürtlerin haysiyetini incitmeyecek, hassasiyetlerini görmezden gelmeyecek bir cumhurbaşkanı profili. Çünkü Halkların Demokratik Partisi’ne oy veren seçmenler arasında ciddi bir Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtlığı var. AK Parti’nin gönderilmesi, iktidarın değiştirilmesi arzusu çok baskın bir durum ve duygu. Bu sebeple Altılı Masa adayının Kürt meselesi ile ilgili çok ciddi adımlar atmasından ziyade sonrasına Kürt meselesinin konuşulabileceği bir ortamın hazırlaması, yeni bir milliyetçi dalgaya alan açmaması ve şoven bir dalgayı engelleyebilecek bir isim olması. Kürt seçmenin razı gelebileceği bir durum bu.

Kürt seçmenler içinde oyunu en çok artıran adayın Kemal Kılıçdaroğlu olduğunu ve adaylık ihtimali güçlendikçe Kılıçdaroğlu’nun oylarının arttığını görüyoruz.

Kürt seçmenin maksimal ve uzun vadeli talepleri elbette var, ama bu talepleri bugün ortak bir cumhurbaşkanı adayından beklemiyor. Kürt seçmen arzularının farkında olduğu kadar realitenin de farkında. Bu sebeple de Kürt seçmen Kılıçdaroğlu’na yakın davranıyor.

Kürt seçmenler içinde oyunu en çok artıran adayın Kemal Kılıçdaroğlu olduğunu ve adaylık ihtimali güçlendikçe Kılıçdaroğlu’nun oylarının arttığını görüyoruz. Kılıçdaroğlu’nun önümüzdeki dönemlerde Kürt seçmenlerdeki oy karşılığının, ki adaylığı açıklanırsa, ciddi boyutlara gelmesini de bekliyoruz. Çünkü bugün kararsızlık sebepleri, Kılıçdaroğlu’na asla oy vermemden ziyade Halkların Demokratik Partisi’nin tutumunun beklenmesi. HDP netleştikten sonra destek artacaktır.

Nasıl bir seçim atmosferi bekliyorsunuz? Hemen her seçimde olduğu gibi; daha büyük gerilim, daha çok baskı, tehdit, muhalefete engel bunları bekliyor musunuz? 

Seçime olağanüstü bir atmosferde gireceğimize dair bazı işaretler var. Türkiye’nin sınır ötesi operasyon düzenlemesine dair hükümet tarafından, devlet yetkililerinden açıklamalar geliyor. Bu gündem yatışıyor, sonra tekrar konuşulur hale geliyor. Türkiye bir çatışma atmosferinde, bir operasyonun gölgesinde seçimlere gidebilir. Bu durumun Cumhur İttifakı’na sağlayacağı faydalar olabilir. Mesela Altılı Masa’nın genel başkanlarının ya da birçok partinin genel başkanının böyle bir durumda AK Parti’nin ya da hükümetin sınır ötesi operasyonunu desteklemesi beklenecek. Bu da Halkların Demokratik Partisi ve muhalefet arasında ciddi bir gerilim alanı oluşturacağı anlamına geliyor.

Öte taraftan bu siyasal partiler bu yükselen milliyetçi, şiddet, savaş ortamında operasyonu desteklemeyecek açıklamalar yaptıkları zaman bu milliyetçi ortamda çok kolay kriminalize edilebilirler ya da milliyetçi oylardan mahrum bırakılabilirler. AK Parti’nin, Cumhur İttifakı’nın hesabı bu.

Bir yandan da Ankara’nın ortasında Ülkü Ocakları eski başkanlarının, siyasal parti yöneticilerinin karıştıkları bir cinayeti konuşuyoruz. Siyasi cinayetler meselesi konuşuluyor. Siyasi cinayetlerin olabileceğine dair kaygılar arttı. Bir taraftan da olağan bir seçim atmosferine de gidilebilir. Ben daha çok olağan atmosferde seçime gideceğimizi ve olağan bir iktidar değişikliği süreci olacağını bekleyenlerdenim.

Seçimlerden çıkabilecek sonuca dair öngörünüz ne?

Şu an ismi konuşulan üç aday var: Kemal Kılıçdaroğlu, Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu. İmamoğlu’nun adaylığı artık bir yargı şantajı içerisinde konuşuluyor. Muhalefet İmamoğlu’nun adaylığını açıkladığı zaman, yargının cumhurbaşkanı adayını engelleme riskini de beraberinde satın alacak. O sebeple bu adaylıktan teknik olarak bahsetmek çok mümkün görünmüyor. Ama teknik sebepleri bir tarafa bırakırsak bu üç aday farklı oranlarda oylar alsalar da Altılı Masa’nın tamamından destek aldıkları sürece ve Halkların Demokratik Partisi’nin de onayı alınırsa ve Halkların Demokratik Partisi seçmeninin de oy verebileceği bir aday olursa, seçimi kazanması çok güçlü görünüyor.

Bizim yaptığımız araştırmalarda bu üç adayın da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önünde seçimi kazanabileceğine dair çok güçlü emareler var. Muhalefetin bu saatten sonra seçimi kaybetmesi için ciddi şeyler yapması gerekiyor. EYT geldi, asgari ücret arttırıldı, emekli ve memurlara maaş zammı oldu. Ama çok ciddi bir hukuk, ekonomi ve yönetim tahribatı var. Seçmen cezayı kesmek istiyor. Seçmene yönelik vaatlerle bu cezanın ertelenebileceğini sanmıyorum.

  Azad Barış’la söyleşi | Kürt seçmenin Altılı Masa'ya yönelik tutumu nasıl?
  Özer Sencar'la söyleşi | Asgari ücrette artış oranı seçim tarihini belirler
  Kemal Özkiraz ile söyleşi | 'Yurttaş en başta güvenebileceği bir aday ister, fenomen değil'
  Kadir Atalay’la söyleşi | AKP dağılır, Altılı Masa dağılmaz

The post Roj Girasun’la söyleşi | Kapatılsa dahi HDP seçmeni partisinin göstereceği adaya oy verir first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Türkiye’ye demokrasiyi 3. yol siyaseti getirecek https://gazetekarinca.com/turkiyeye-demokrasiyi-3-yol-siyaseti-getirecek/ Sun, 01 Jan 2023 11:55:00 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=236381 Yeni yıla girerken herkes bir kez daha dileklerini tuttu, beklentileri için yeni bir sayfa açtı. Türkiye için 2023 yılı siyaseten de önemli bir yıl olacak. Zira seçim yaklaşıyor ve bu yıl en çok konuşulacak gündemin bu olacağı aşikar. Yönetim mevcut iktidarda mı kalacak yoksa muhalefet alternatif bir iktidar kurmayı başaracak mı sorusu bu yılın en […]

The post Türkiye’ye demokrasiyi 3. yol siyaseti getirecek first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Yeni yıla girerken herkes bir kez daha dileklerini tuttu, beklentileri için yeni bir sayfa açtı. Türkiye için 2023 yılı siyaseten de önemli bir yıl olacak. Zira seçim yaklaşıyor ve bu yıl en çok konuşulacak gündemin bu olacağı aşikar. Yönetim mevcut iktidarda mı kalacak yoksa muhalefet alternatif bir iktidar kurmayı başaracak mı sorusu bu yılın en önemli başlığı. Bu noktada milyonlarca Kürt seçmenin oyu belirleyici olacak. Ancak iktidar demokratik siyaset yürüten Kürt partilerine baskıyı tırmandırmış durumda. Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Saliha Aydeniz, “İktidarı Kürt oyları belirleyecek” diyor ve partisinin Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır’ın tutuklanmasının da bunun bir sonucu olduğunu düşünüyor. Aydeniz’e göre, Türkiye’ye demokrasiyi 3. yol siyaseti getirecek. Pazar söyleşimizin bu haftaki konuğu DBP Eş Genel Başkanı Saliha Aydeniz ile yaşamını, mücadelesini, siyaset gündemini ve yeni yıldan beklentilerini konuştuk.

Saliha Aydeniz denince aklımıza direkt bir siyasetçi geliyor. Siyasetçi kimliğinin dışındaki Saliha Aydeniz’i biraz tanıyabilir miyiz? Sizi bu siyasi mücadeleye getiren hayatınızı sizden dinleyelim. 

Ben mücadeleye kadın olarak hayata geldiğim andan itibaren başladım. Çoğunluğu erkeklerden oluşan feodal bir aile içerisinde kadın olmanın yaratmış olduğu farkındalığı yaşayarak mücadeleye başladım. İlk mücadelem de bu nedenle kendi ailemde babama ve abilerime karşı kadın mücadelesini vermekle başladı.

Peki, bu mücadelede başarılı oldunuz mu? 

Evet, kesinlikle. Biz 2 kız kardeşiz, 7 abimiz var. Bütün abilerim sendikal mücadelem başlamadan önce, daha ben lisedeyken verdiğim mücadeleyi tam olarak kabullenmeseler de bana karşı bir noktaya vardılar. Ama şimdi ne kadar doğru bir mücadele verdiğimi itiraf ediyorlar. Dolayısıyla aile içerisinde, kısmen de olsa başarılı olduğumu düşünüyorum.

Kendi kurduğunuz ailede toplumsal cinsiyet rolleri nerede duruyor? 

Yaptığım evlilikte karşımdaki insanı tanıyarak, bilerek, mücadele ettiğim, inandığım değerlere uygun olup olmadığını tartarak bir seçim yaptım. Ailemde başlayan mücadelem evliliğimde de kısmen de olsa sürdü. Ama dünyaya geldiğim ailemdeki kadar değil tabii. Çünkü eşim kadın mücadelesini tanıyan, kadın bakış açısını esas alan, önemseyen bir insan. Eşim bu mirası da kendi annesinden almış. Kendi annesi ailede güçlü bir kadın karakterdi. Dolayısıyla onun yetiştirdiği bir erkek olarak da eşim kadının durduğu yeri, düşüncesini önemseyen, hayatı paylaşmayı bilen bir erkek oldu diye düşünüyorum.

Sizin 2 kızınız var. Bu kadar eril ve feodal değerlerin hakim olduğu bir dünyada onları yetiştirirken en çok neye dikkat ediyorsunuz? 

Kızlarıma sürekli, karşılarında kim olursa olsun saygıyı elden bırakmadan kendilerini ezdirmemelerini öğütlüyorum. Haksızlığa uğradıklarını düşündüklerinde asla sessiz kalmamalarını söylüyorum.

Bir Diyarbakır Newrozu’na ben de sizinle aynı kapıdan giriş yapıyordum ve küçük kızınızın üstünü arayan polise “Beni böyle arayamazsınız, taciz bu” diye tepki gösterdiğine şahit olmuştum. Bu çok ciddi bir farkındalık. Küçük feministler yetişiyor diyebilir miyiz? 

Kadın bilincini, neden kadın mücadelesi verdiğimizi bilirsek bu farkındalıkla toplumu da değiştirip dönüştürebileceğimize inanıyorum. Dolayısıyla yetiştirdiğim kadınların da böyle olması gerektiğini düşünüyorum. O yüzden kızlarımı yetiştirirken buna çok dikkat ettim. Biz aile içerisinde bütün kararlarımızı birlikte alırız. Benim şahsımla ilgili olan bir konuda da eğer bu aileyi ilgilendiriyorsa ortak karar veririz. Ev içinde asla roller yok. Şu iş annenin, şu iş babanın, şu iş çocukların gibi rollerle hareket etmeyiz. Herkesin kendine özgü bir sorumluluğu ve birlikte yaşadığımız alana ilişkin bir sorumluluğu var. Böyle bir ailede yetişiyor kızlarımız. Bu deneyim onları evin dışında da güçlü kılıyor. Asla haksızlığa sessiz kalmıyorlar.

Ben kendi mücadelemle hep onlara da örnek olmaya çalıştım. Çalışan ve aynı zamanda mücadele eden bir ebeveyn iseniz, çocuklara bunu doğru temelde anlatabilmeniz gerekiyor. Çünkü bunu yapamazsanız çocuklarda yaptığınız şeye karşı bir tepki de oluşabiliyor. O nedenle kadın olmanın ve kadın olarak mücadele etmenin hayatiyetini anlamalarını sağlamak çok önemli. Ben de verdiğim mücadelede kızlarımı yanımdan hiç ayırmadım. Onlar daha küçük birer çocukken de benim ne yaptığımı biliyorlardı, şimdi de bunu neden yaptığımı anlayacak yaştalar ve yanımdalar.

Aslında mücadelenin içerisindeki anne-babalarda da çocuklarını bütün bunlardan uzak tutmak gibi bir eğilim göze çarpıyor. Yani kendileri mücadele eder ama çocukları için kaygılanır. Onlar okullarını okusunlar, hayatlarına devam etsinler diye düşünürler. Sizin böyle kaygılarınız olmadı mı hiç?   

Çocuklara iyi bir gelecek hazırlamak konusunda toplumdaki genel anlayıştan farklı bir yerdeyim. Ebeveynlerin çocuklarına iyi bir gelecek hazırlamaktan anladığı, genelde onları en iyi okullarda okutmak ya da maddi olarak onlar için bir güvence yaratmak. Peki bu çocuk kendi mücadelesini kendisi vermeyecek mi? Evet, ona yol yöntem öğretirim ama kendi mücadelesini kendisinin vermesi gerekiyor. Bu da onu “en iyi okullarda” okutarak sağlanabilecek bir şey değil. Kendisini tanımazsa, toplumu tanımazsa toplumsal değer yargılarına karşı da mücadele edemez ve birey olamaz. Ayrıca biz Kürtler için şöyle bir tarafı da var: Kürt halkının bir özgürlük mücadelesi var. Kendinizi istediğiniz kadar bazı şeylerden soyutlayın, bir kimlik sorunumuz var, dil sorunumuz ve kendimizi var etme sorunumuz var. Bizim çocuklarımız da bu sorunun göbeğinde büyüyor. Bütün bunları bir kenara bırakarak çocuk yetiştiremezsiniz. Birer yetişkin olduklarında bu sorunla yaşamın her alanında karşı karşıya gelecekler. Oysa bu farkındalıkla yetiştirdiğimiz Kürt çocukları kendi kimliklerine, dillerine sahip çıkan bir yerde durmayı da öğrenerek daha sağlıklı ve bilinçli birer birey olacaklar. Bireyi toplumdan koparamazsınız. Bu bakış açısı ile ben kızlarımı daha rahat, daha cesur, daha kararlı bireyler olarak yetiştirmeye çalışıyorum.

Hayatınız mücadele ile başlamış, öyle de devam ediyor. Ancak buraya kadar gelen süreçte ciddi zorluklarla karşılaştınız. Sendikal mücadelenizi ve sizi ihraca götüren o süreci anlatır mısınız? 

Hemşire olduktan 2 yıl sonra sendikaya üye oldum ve ondan 2 yıl sonra da yönetici oldum. Diyarbakır’a gelir gelmez sendika yöneticiliğine başladım ve ikinci dönem Şube Başkanı oldum. O dönemde benim büyük kızım 3 buçuk yaşındaydı. Hatta sendikadaki ilk yıllarımda hamileyken de mücadeleme ara vermedim. Hem annesiniz, hem kamu çalışanısınız, hem sendika mücadelesi hem de bunun yanında kimlik mücadelesi veriyorsunuz. Sonuçta Kürt halkının sağlığa erişiminde yaşadığı zorlukları görmek, yaşam hakkına yönelik ihlalleri görmek sizi etkiliyor. Bir sağlıkçı olarak sendikal mücadele içerisinde bu rol ve misyonla yer aldım.

Şube Başkanlığı yaptığım dönemde özellikle Diyarbakır’da ve Kürdistan’da SSPE hastalığı, yani kızamık virüsünden kaynaklı oluşan hastalıkların raporlarını incelemiştim. Bu konu hakkında bir sağlık raporu sunmuştuk. O beni dehşete düşürmüştü. Çünkü SSPE hastalığı sadece Kürdistan’ın hastalığıydı. Aşılamadan kaynaklı bir meseleydi. 1990’lı yıllarda, savaşın yoğun olduğu bir dönemde benim çıkarsamama göre, aşıların soğuk zincire uyulmamasından kaynaklı bozulması nedeniyle Kürdistan’da bu vakalar bu kadar yoğundu. Batı illerinde ise sadece birkaç böyle vaka vardı. Yani aslında yaşadığımız bölgede sağlık hakkına erişimde çok ciddi eşitsizlikler vardı. Anadilde sağlık hakkı da bu konudaki en önemli başlıklardan birisi. Dolayısıyla biz bir taraftan sağlık hakkı ve yaşam hakkı için çalışırken aynı zamanda Kürt olmaktan kaynaklı eşitsizliklere karşı da mücadele ediyorduk. KHK ile işime son verilene kadar, 21 yıl böyle bir sendikacılık sürecim oldu.

Bu ihraçların Kürt kimliğimizden dolayı olduğunu çok iyi biliyorduk, çünkü hakkımızda devam eden tek bir soruşturma bile yoktu.

Bu 21 yıllık mücadeleniz bir gece çıkarılan bir KHK ile sona erdi. Eşinizle aynı gece ihraç edildiniz. Ne hissettiniz? 

Tarih 29 Ekim 2016’ydı. Hatırlarsanız gece çıkıyordu KHK’ler. Bizim de 675 sayılı KHK ile ihracımıza karar verildi. Eşimle gece evde oturuyorduk, arkadaşlar aradılar ve ‘ihraç edilmişsiniz’ dediler. Eşim Ali Rıza listenin en başında, ben de en sonundaydım. Benim de ihraç olduğumu öğrenmek için listenin en aşağısına gelmemiz 10 dakika sürdü. O kadar çok isim vardı. Aslında bu süreci soğukkanlı karşıladık. Elbette ikimiz de memurduk ve düzenli bir gelirimiz vardı. 2 çocuğu olan bir aile için bir anda bütün gelirin kesilmesi sarsıcı oldu. Ama zaten bütün bu olanların yıllardır karşısında mücadele ettiğimiz sistemin bir politikası olduğunu biliyorduk ve açıkçası bu bedeli ödemeyi de göze almıştık.

On yıllardır köyleri boşaltılan, faili meçhule giden, tutuklanan, işkence gören Kürt halkının ödediği bedeller ortadaydı. Bu ihraçların Kürt kimliğimizden dolayı olduğunu çok iyi biliyorduk, çünkü hakkımızda devam eden tek bir soruşturma bile yoktu. Benim gibi ihraç edilen çoğu arkadaş da aynı durumdaydı. Bu nedenle geçimimizi sağlamak ve yaşamımızı sürdürmek için hemen bir arayışa girdik. Ailelerimiz bu süreçte bize çok destek oldu. Köyümüze gidip 4 inek aldık ve bir yıl içerisinde bir yandan o ineklerle hayvancılık yaptık bir yandan da bahçe ekip biçtik. Bir yıl boyunca da çocukların okul masrafı dışında paraya ihtiyaç duymadık. Aslında bununla bir yandan da sistemin bireyleri kendine bağımlı kılması anlayışına meydan okuduk.

Siyasetten tamamen tasfiyemize dönük politikalar tüm şiddetiyle uygulanıyor. 2022 yılı da bu baskıların zirve yaptığı bir yıl oldu. Ancak bunun karşısında da çok güçlü bir halk iradesi var.

Çok zor bir yılı geride bıraktık. Partinize yönelik baskıların da giderek tırmandığı bir yıldı. 2022 yılına dair değerlendirmenizi alabilir miyiz? 

2022 iktidar açısından, devlet açısından bir savaş yılıydı. Bizler açısından ise bu savaşa, katliamlara karşı sürekli bir direniş yılıydı. Bu iktidarın Kürt halkına reva gördüğü, Türkiye halklarına reva gördüğü kaos, kriz ve çıkmazlardı. Bunun sebebi de aslında kendi iktidarını ayakta tutma meselesiydi. İktidarlarını korumak için Kürtlere düşmanlığı, baskıyı tırmandırdılar ve daha çok savaş ilan ettiler. Son 8 yılı değerlendirdiğimizde, iktidarın tek adam rejimini sürdürmek için Kürt düşmanlığını ve savaş politikalarını tırmandırdığını görüyoruz. 2022 yılı da bunu yoğun bir şekilde yaşadığımız bir yıl oldu.

Peki, iktidarın bu politikası iş görüyor mu?  

Bu politikanın halklar nezdinde bir karşılığının olduğunu düşünmüyorum. Ama muhalefetin bir kısmında, mesele Kürtler olduğunda, Kürtlere karşı savaş olduğunda hala iş görüyor. Kürtlere yönelik son 8 yıldır giderek tırmanan bir baskı var. Siyasetçilerimiz tutuklu, belediyelerimiz kayyumlarla yönetiliyor, bileşeni olduğumuz HDP hakkında kapatma davası var, yüzlerce siyasetçi hakkında siyasi yasak çıkarılması gündemde, vekillerimizin tamamı hakkında fezlekeler var. Yani bizim siyasetten tamamen tasfiyemize dönük politikalar tüm şiddetiyle uygulanıyor. 2022 yılı da bu baskıların zirve yaptığı bir yıl oldu. Ancak bunun karşısında da çok güçlü bir halk iradesi var. Her dönem iktidarın atadığı kayyumları o koltuklardan indiren, seçilmişlerine, Newroz’una, kentine, diline, değerlerine sahip çıkan bir Kürt halkı var. Yani 2022 yılı için baskıların karşısında direnişin de en üst seviyeye çıktığı bir yıl demek mümkün.

Ayrıca 2022 yılı, kadın mücadelesi açısından da önemli bir yıldı. Cumhurbaşkanı’nın bir söylemiyle İstanbul Sözleşmesi feshedildi. Tek adam rejimi tarafından kadınlar üzerinden toplumu dizayn etme çabasına tanıklık ettik. Buna karşı da kadınların direnişi çok güçlü oldu. Aslında iktidarın her alanda her kesime yönelik baskısı bir şekilde direnişle karşılaştı. Baskıların bütün kesimleri hedef almasına giden süreçte de muhalefetin partimize ve Kürtlere yönelik hak gasplarına zamanında yeterince ses çıkarmamasının önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum.

Bugün Ekrem İmamoğlu’na ceza verilmesi ile yeniden gündeme gelen irade gaspı yeni değil. Zamanında Kürt belediyelerine ‘terörle iltisaklı’ denilerek kayyum atandığında sessiz kalınmasının sonuçlarını yaşıyoruz.

İktidarın kendisini korumak için Kürtlere yönelik baskıyı artırdığını ve muhalefetin de söz konusu Kürtler olunca iktidarla aynı yerde durduğunu söylüyorsunuz. Bu oldukça ciddi bir eleştiri. Zira iktidarın karşısında yer alan Altılı Masa aynı zamanda Kürtlerin oyuna da talip. Bu konuyu biraz daha açabilir misiniz? 

Bu iktidar, 2022’de daha net bir şekilde görüldü ki artık topluma hiçbir şey veremeyen, meşruiyeti kalmayan bir iktidar. Bunu muhalefet de söylüyor, toplum da biliyor, biz de söylüyoruz. Ama söz konusu Kürtlere karşı savaş olduğunda tezkerelere ‘evet’ deniliyor. Söz konusu kayyum meselesi olduğunda, Kürtlerin bütün belediyelerine el konulmasına rağmen ciddi bir muhalefet ortaya konulmuyor. Sadece Kürtler tepkisini ortaya koyuyor. Bu örnekler çoğaltılabilir. Dolayısıyla Kürt sorununun demokratik yollarla çözülememesinde Kürtlere savaş açan iktidarın buna ayırdığı bütçeye, çıkardığı tezkerelere karşı çıkmayan, hatta destekleyen muhalefetin de çok büyük payı var. Bugün Ekrem İmamoğlu’na ceza verilmesi ile yeniden gündeme gelen irade gaspı yeni değil. Zamanında Kürt belediyelerine “terörle iltisaklı” denilerek kayyum atandığında sessiz kalınmasının sonuçlarını yaşıyoruz. Ekonomik krizin bu kadar derinleşmesinin sebebi de savaşa ayrılan bütçe ve dolayısıyla muhalefet de şu anda yaşadığımız kaosun ve yoksullaşmanın sorumlusudur. Çünkü iktidarın bu politikalarına karşı güçlü tutum almamak muhalefeti de bu noktada sorumlu kılıyor.

İktidarın Kürtlere yönelik tavrına tepki gösteriyorsunuz. Ancak iktidar kanadından da her fırsatta partinizin Kürtleri temsil etmediğine, Kürtler ile bir sorunlarının olmadığına dair açıklamalar yapılıyor. Bu konuda ne söylersiniz? 

Bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylemlerinde Kürde düşmanlığı net olarak görüyoruz. Mesela Erdoğan’ın evli bir çifte çocuk yapma telkininde bulunurken, “PKK’nin 5, 10, 15 çocuğu var” diye sarf ettiği söz, Kürtlere yönelik bakış açısının itirafıdır. Kadının tek kariyerinin çocuk doğurmak olduğunu söylediği kısma girmeyeceğim bile. Kürt sorunu etrafında konuşmaya devam edecek olursak, Erdoğan, Kürt halkının bütününü “terörist” olarak görüyor. Dolayısıyla bu örnek bile iktidarın en üst düzeyde Kürt düşmanlığı yaptığının net ifadesidir.

2022 yılında, siz bir siyasetçi olarak şahsen de hedef alındınız. O süreçten bahsedebilir misiniz? 

Kürt düşmanlığının bu kadar üst düzeye ulaştığı bir dönemde bu konuda mücadele eden bir partinin eş genel başkanı olarak benim de hedef alınıyor olmam bundan bağımsız değil. Hem Kürtlerin hem kadınların mücadelesini en üst düzeyde yürüten biri olarak direkt İçişleri Bakanı, Cumhurbaşkanı tarafından hedef alındım. Ben TBMM’nin bir üyesiyim ve dolayısıyla bu saldırı aynı zamanda TBMM’ye yönelik bir saldırıydı. Ama bir halkın iradesi olmam hiçe sayıldı, çünkü asıl mesele kadın ve Kürt olmamdı. Olayın tamamen kendimi korumaya dönük yaşandığını çok iyi bilmelerine rağmen videoları kırparak kamuoyunda yalan yanlış bir algı yaratmaya çalıştılar. Zaten iktidar bu algı politikasıyla kendisini var ediyor. Bu olay da öyle bir şeydi. Köpürttüler köpürttüler… Çünkü Cumhurbaşkanı’nın, İçişleri Bakanı’nın başka hiçbir derdi yok. Çünkü Türkiye’nin başka hiçbir meselesi yok; açlık yok, sefalet yok, uyuşturucu pazarına dönüşen bir Türkiye yok! Cezaevine dönüşmüş, her gün cezaevlerinden ölüm haberinin alındığı bir Türkiye yok! Her gün sokak ortasında öldürülen kadınlar yok! Tek sorunumuz benim üzerimden bir algı ve köpürtme. Geldiğimiz aşamada partimize yönelik yürütülen operasyon da aslında bunun bir parçası.

Amaçladıkları algıyı yaratmak için hukuku da ayaklar altına alarak bir korku iklimi yaratmaya çalışıyorlar.

Partinizin Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır evi basılarak tutuklandı. Siz de Keskin Bayındır gözaltına alınırken oradaydınız. Bunu bekliyor muydunuz? 

Böyle bir operasyonu bekliyorduk, çünkü bu iktidar Kürt düşmanlığı üzerinden kendini ayakta tutmayı hedefine koymuş bir iktidar. 7 Haziran ve sonrasındaki seçim süreçlerinde de bunu net olarak gördük. Ama ne süreç o süreç ne de biz eski durumdayız. O yüzden bu politikalar tutmuyor. Gerçekten tutmuyor artık. Kürt halkının bas bas bağırdığını bütün Türkiye halkları görüyor. O yüzden bu yöntem tutmayacak. Bu yanlış stratejileri Kürt halkının direnişiyle bir kez daha kırılacak. Partimize yönelik bu operasyon, hukuk hiçe sayılarak yapıldı. Normalde bir partinin genel merkezi o ilin Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kararıyla aranamaz. Anayasa’ya göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın kararıyla aranabilir. Ama amaçladıkları algıyı yaratmak için hukuku da ayaklar altına alarak bir korku iklimi yaratmaya çalışıyorlar. Eş başkanımıza baş eğdirmeye çalışarak bunu basına servis ediyorlar. Bütün bunlar ne kadar aciz, ne kadar çaresiz olduklarını gösteriyor. Bu baskılar Kürtler için de partimiz için de yeni değil. Bu noktada muhalefetin sessizliğini de bir kez daha vurgulamak istiyorum. Bir partinin eş genel başkanını tutuklanmasına tepki göstermediler. İşte tam olarak da bundan bahsediyorum, yani söz konusu Kürtler olduğunda muhalefetin de tavrı bu şekilde oluyor. Demek ki samimi değiller.

Sizin hakkınızdaki fezlekeler de Meclis’te ve her an vekilliğiniz düşürülebilir. Tutuklanma riskiniz de bulunuyor. Ne yapacaksınız? 

Direnişe devam edeceğim elbette. Kürtler adına siyaset yürütenler olarak bunu bilerek, kabullenerek bugüne kadar geldim. Dokunulmazlığım kaldırıldığında tutuklanma ihtimalim çok yüksek, ama bu asla beni korkutmuyor ve geri adım da atmayacağım. Şu anda cezaevlerinde olan siyasetçi arkadaşlarımız nasıl geri adım atmadılarsa ben de mücadelemden vazgeçmeyeceğim.

HDP kapatılabilir ama biz mücadele azmimizi bir partinin isminden değil, halkın örgütlü gücünden alıyoruz. Türkiye halklarının umudu olmaya devam edeceğiz. Türkiye’ye demokrasiyi 3. yol siyaseti getirecek.

Yeni yıla seçim gündemiyle giriyoruz. Siyaseten nasıl bir yıl bekliyor bizi? 

2023 yılı aynı zamanda Cumhuriyet’in 2’nci yüzyılı. 2’nci yüzyılda ya hâlâ korkak, ürkek bir şekilde diktatoryal bir Türkiye ile karşı karşıya kalacağız ya da bu faşizme karşı daha cesur, daha kararlı, daha birbirini kucaklayan bir politikayla Cumhuriyeti demokratikleştireceğiz. Evet, Altılı Masa’nın bir iddiası var ama bu iddia Türkiye halklarının tamamını kucaklayan ve güven veren bir iddia değil. Hele de Kürt halkı açısından. Bunu bir Kürt siyasi partisinin Eş Genel Başkanı olarak söylüyorum; Kürt halkının dil, statü başta olmak üzere tek bir sorununa dair somut söylemi olmayan bir masa, güven vermiyor.

Oysa Kürt oylarının ne kadar belirleyici olduğu ortada. Kürt oyları iktidarların kaderini belirliyor. Dolayısıyla 2023 yılında, ya bunlar görülerek buna karşı ortak bir zeminde mücadele ile Türkiye’yi demokratikleştireceğiz ya da böyle parçalı durarak Türkiye halklarına kaos ve savaştan başka bir şey vermeyen mevcut iktidarın kazanması ihtimaline zemin sunacağız. Ama biz, HDP’nin en büyük bileşeni DBP olarak söylüyorum, bu iktidara kaybettirmek için gereken bütün mücadeleyi sonuna kadar yürüteceğiz. Bu konuda çok netiz ve kendimize güveniyoruz.

Faşist iktidar blokunun çok zayıf olduğu ortada. Bu nedenle telaş içerisindeler, kaybedeceklerini biliyorlar. Bizim bütün mücadelemiz, planımız da bu iktidara kaybettirmek üzerine. HDP kapatılabilir ama biz mücadele azmimizi bir partinin isminden değil, halkın örgütlü gücünden alıyoruz. Bu inanç ve kararlılıkla Türkiye halklarının umudu olmaya devam edeceğiz. Türkiye’ye demokrasiyi 3. yol siyaseti getirecek.

2023 yılı için dileğiniz nedir peki?  

2023’ün cumhuriyetin demokratikleşmesinin yılı olacağına inanıyorum. Kürtlerin özgür siyaset yapmasının, siyasi tutsakların, rehinelerin özgürlüğünün önünün açılacağı bir yıl olacağına da inanıyorum. Bu vesileyle özgürlüğe, demokrasiye inanan herkesin yeni yılını, 2023 yılının sonuç yılı olacağı inancıyla kutluyorum.

The post Türkiye’ye demokrasiyi 3. yol siyaseti getirecek first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Gezi’den selam var: Kitaplara sığınmak iyi geliyor insana https://gazetekarinca.com/geziden-selam-var-kitaplara-siginmak-iyi-geliyor-insana/ Sat, 24 Dec 2022 05:54:39 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=234330 İçeride geçen 8 ayı ‘daha çok kitap, daha fazla edebiyat’la anlatan Bakırköy Cezaevi’ndeki Gezi Davası tutuklusu Çiğdem Mater, “Bu aralar Hannah Arendt’le aşk-hayranlık arası bir ilişkim var mesela, Halide Edib’le aşkla nefret arasında süren tansiyonlu bir birliktelik, Yakup Kadri’yle şaşırtıcı bir sevgi” diyor ve ekliyor: “Kitaplara ve yazarlara sığınmak çok iyi geliyor insana…” İçişleri Bakanlığı’nın […]

The post Gezi’den selam var: Kitaplara sığınmak iyi geliyor insana first appeared on Gazete Karınca.

]]>
İçeride geçen 8 ayı ‘daha çok kitap, daha fazla edebiyat’la anlatan Bakırköy Cezaevi’ndeki Gezi Davası tutuklusu Çiğdem Mater, “Bu aralar Hannah Arendt’le aşk-hayranlık arası bir ilişkim var mesela, Halide Edib’le aşkla nefret arasında süren tansiyonlu bir birliktelik, Yakup Kadri’yle şaşırtıcı bir sevgi” diyor ve ekliyor: “Kitaplara ve yazarlara sığınmak çok iyi geliyor insana…”

İçişleri Bakanlığı’nın verileri, Gezi direnişine Bayburt ve Bingöl hariç ülke genelinde 2,5 milyon kişinin katıldığını söylerken, Gezi direnişinden yargılanıp ceza verilmiş 8 kişi var.

Osman Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet verilen davada, 18 yıl hapis cezasına çarptırılan Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Ali Hakan Altınay, Mine Özerden, Tayfun Kahraman ve Can Atalay kapatıldıkları Silivri ve Bakırköy cezaevlerinde 8 ayı tamamlamak üzere…

2013’ün 28 Mayıs günü başlayıp aylar boyu süren eylemler, toplumsal mücadele tarihine en görkemli direnişlerden biri olarak çoktan geçti.

Eylemlerden yaklaşık 9 yıl sonra verilen hapis cezaları, ‘davanın tamamen siyasi’ olduğunu söyleyen argümanlardan sadece biri oldu.

600 sayfalık ‘gerekçeli’ kararda niçin tutuklu olduklarına dair tek bir cümle bulunmadığını söyleyen Gezi tutukluları; delilsiz, sorgusuz/sualsiz, haksız/hukuksuz cezaevlerine kapatıldıklarını anlatmış, avukatlar “Suçlu yok, suç var” yorumunu yapmıştı.

Onlar cezaevlerinde 8 ayı geride bırakırken, Bakırköy Kapalı Kadın Ceza İnfaz Kurumu’ndaki Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater ve Mine Özerden’e seçim sürecine girerken davanın seyrini, cezaevi günlerini ve cezaevindeki diğer kadınları sorduk.

Sorularımızı “Hukuksuzluk, sadece biz yedi kişinin meselesi değil. Koca bir ülkenin adalet sisteminde dev sorunlar var ve hepimizi etkiliyor” diyen ve 59. Altın Portakal Film Festivali’nde Kurak Günler filminin yapımcılığıyla Cahide Sonku Ödülü’nün de sahibi olan Çiğdem Mater yanıtladı.

Gezi Davası’nın hukukla ilgisinin olmadığını defalarca kez ifade ettiniz ve edildi. Gezi Davası’nın akıbetini seçim sürecine girerken nasıl görüyorsunuz? Dava, bundan sonra nasıl bir seyir izleyebilir?

Bizim için dört, Osman Kavala için beş yıla yakın-üstelik tutuklu olarak süren- beraatler ve yeniden yargılamalarla geçen bir sürecin ardından 25 Nisan’da tutuklandık. Nisan ayından bu yana Mücella Yapıcı ve Mine Özerden ile birlikte Bakırköy Kadın Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumu’nda ikamet ediyoruz.

Avukatlarımız gerekçeli kararın açıklanmasının hemen ardından haksız tutukluluğumuza hem istinaf hem de Anayasa Mahkemesi’nde itiraz ettiler. Tayfun Kahraman, Can Atalay ve Mücella Yapıcı’nın Anayasa Mahkemesi (AYM) başvuruları iddianamemizde imzası bulunan ve sonrasında AYM üyeliğine getirilen İrfan Fidan tarafından “usul”den reddedildi.

Mine Özerden, Hakan Altınay, Osman Kavala ve benim AYM başvurularımızda ise henüz bir ilerleme kaydedilmedi. Dosyamız Eylül ayından bu yana İstinaf Mahkemesi’nde “değerlendirilmeyi” bekliyor ancak orada da henüz bir ilerleme olmadı.

Tutukluluğa rağmen bu “kaplumbağa hızı” dosyanın hukuki değil siyasi olduğunun bence başka bir kanıtı. Siyasetin bunca karmaşık olduğu bir dönemde, bizim dosyamızla ilgili müspet ya da menfi karar almak pek tabii kolay değildir, o yüzden süreci uzatmak pek çoklarının kolayına gelebilir.

Bir gün bile hapiste kalmaması gerektiği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) iki kararıyla kesinleşmiş olan Osman Kavala beş yılı aşkın süredir, bizler de sekiz aya yakın zamandır hapisteyiz.

İstinaf Mahkemesi, 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nin beraat kararını bozarken, dosyanın dört konuda yeniden değerlendirilmesini istemişti. 13. Ağır Ceza Mahkemesi hakkımızda hüküm kurarken İstinaf Mahkemesi’nin dört talebinden hiçbirini değerlendirmedi, dolayısıyla İstinaf Mahkemesi’nin haksız yere tutuklanmamızı “görmeyeceğini” varsaysak bile, kendi talepleri yerine gelmediği için hükmü bozması gerekir. Böyle olup olmayacağını hep birlikte yaşayarak göreceğiz.

AİHM kararları uygulanmazken, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. maddesi göz göre göre ihlal edilirken, hukuki süreçten ne beklemeliyiz, gerçekten bilmiyorum.

Bakırköy cezaevinde 8 ayı geride bıraktınız. Maruz bırakıldığınız hak ihlalleri söz konusu mu, temel ihtiyaçlara erişimde sıkıntı yaşıyor musunuz? İhtiyaç duyduğunuz yayınlara ulaşabiliyor musunuz? Cezaevi yönetiminin keyfi/hukuk dışı uygulamaları var mı?

Bakırköy Kadın Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumu, Türkiye’deki bütün cezaevlerinde yaşanan kapasite aşımı sorununu yaşıyor tabii ki. 500 küsur kişi için inşa edilmiş bir binada, bin küsur tutuklu ve hükümlü var. Burası insani şartları iyi ancak fiziki şartları kötü bir yer.

Kapasite sorunu beraberinde gündelik hayata dair pek çok aksamayı getiriyor, kitap sayısından çamaşır yıkamaya ya da görüş sürelerine kadar pek çok gündelik şey cezaevi kapasitesinin iki katından fazla kadın kapatıldığı için ciddi bir sorun olarak geri dönüyor.

Bakırköy tutukevini kimlerle paylaşıyorsunuz? Cezaevindeki diğer kadınlar kimler ve bu kadınlara yöneltilmiş suçlamalar neler? Cezaevinde adli suçla yargılanan kadınların hukuk hizmetine erişimi ne durumda?

Bakırköy’deki bin küsur kadından 200-250 kadının siyasi davalar nedeniyle tutuklu ya da hükümlü olduğunu tahmin ediyorum, tabii elimde resmi rakamlar yok. Bu hesapla yaklaşık 800-850 kadının adli suçlardan burada olduğunu söyleyebiliriz. Bu kadınların yaklaşık 300’ü Türkiyeli değil, başka ülke vatandaşları.

“Buralı olmamak” beraberinde ailesizliği, arkadaşsızlığı, parasızlığı ve adli yardıma pek de erişememeyi getiriyor. Genelde baktığımızda da cezaevindeki adli mahpuslarda çok ciddi bir derin yoksulluk göze çarpıyor, ekonomi dışarıda hayatı ne kadar etkiliyorsa, burayı misliyle etkiliyor.

Adli nedenlerle burada tutulan mahpus kadınların pek çoğunun avukatı yok, hukuki süreçlere dair destek alamıyorlar. Pek çok kadının gerekli adli yardıma erişebilirse, tahmin ettiklerinden çok daha önce tahliye olabileceklerini düşünüyorum.

Kadınlar, hayatta ve dışarıda olduğu gibi içeride de misliyle mücadele etmek zorundalar, o yüzden dışarıdan içeriyle dayanışma ağları kurulmasını çok önemsiyorum.

Cezaevinde günler nasıl geçiyor/neler yapıyorsunuz? Okuduğunuz/ etkilendiğiniz kitaplar hangileri?

Cezaevinde ilk günlerden beri bizi hiç yalnız bırakmayan avukatlar ve milletvekilleri sayesinde vaktimizin hatırı sayılır bir kısmı avukat görüş alanında geçiyor. Gündelik rutini okumak, yazmak ve televizyon etrafında şekillendirdim, hiç ama hiç el becerim olmadığı için incik boncuk yapanları ancak gıptayla izleyebiliyorum.

Eylül ayı itibariyle Açık Öğretim’de siyaset bilimi okumaya başladım ayrıca cezaevinde Mine, Mücella ve ben resim kursuna başladık geçen hafta itibarıyla Ben çöp adam bile çizemem, ortaya ne fena şeyler çıkacağını merak ve korkuyla bekliyorum. Ayrıca Arapça öğrenmeye başladık, alfabe biraz zor ama bir yandan çok heyecanlı.

Her ne kadar istediğimiz kitaplara erişmek bir mesele olsa da fena olmayan bir okuma ritmi tutturdum. Pek çok farklı telden okuyorum, daha önce hiç okumadığım ya da çok gençken okuyup pek de bir şey anlamadığım yazarlarla vakit geçiriyorum.

Bu aralar Hannah Arendt’le aşk-hayranlık arası bir ilişkim var mesela, Halide Edib’le aşkla nefret arasında süren tansiyonlu bir birliktelik, Yakup Kadri’yle şaşırtıcı bir sevgi…

Şu anda önümde Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri, Yakup Kadri’nin Atatürk’ü, hep çok sevdiğim Paul Auster’in yıllar sonra yeniden okuduğum, Yanılsamalar kitabı var mesela.

Svetlana Aleksiyeviç ve Sebastian Haffner bütün kitaplarıyla zor, düşündürücü ama şahane yoldaşlar oldular bana. Kitaplara ve yazarlara sığınmak çok iyi geliyor tabii insana.

Dizilerle de aram fena değil. Yargı’yı ve Kızılcık Şerbeti’ni merakla izliyorum. Kızılcık Şerbeti’ndeki iki farklı dünya burada sohbetlerimize de konu oluyor.

10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nü cezaevinde karşıladınız. Ülkenin hak/ hukuk tablosuna ilişkin ne söylersiniz?

10 Aralık İnsan Hakları günü aynı zamanda Osman Kavala’nın hala uygulanmayan AİHM kararının açıklanmasının üçüncü yıldönümü idi. AİHM, 10 Aralık 2019’da Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılmasına hükmetmişti. Ülkenin hak/hukuk tablosuna dair çok manidar bir yıldönümü olduğunu düşünüyorum.

Öte yandan, Gezi ve bizler, hikayeleri ve haliyle uğradıkları haksızlıklar daha çok bilinen insanlar olduk ama Türkiye’nin dört bir yanında cezaevlerinde haksız, hukuksuz, iddianamesiz, kanıtsız, tutuklu ya da hükümlü o kadar çok insan var ki, illa siyasi de olması gerekmiyor. Biz burada adli nedenlerle tutuklu olanların da yargılama sürecinde uğradığı hak ihlallerine tanık oluyoruz.

Adil yargılanma ve yaşanan hukuksuzluk, sadece biz yedi kişinin meselesi değil. Koca bir ülkenin adalet sisteminde dev sorunlar var ve hepimizi etkiliyor.

The post Gezi’den selam var: Kitaplara sığınmak iyi geliyor insana first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Kadınlar unutturulmak istenen hafızaya çentik attı https://gazetekarinca.com/kadinlar-unutturulmak-istenen-hafizaya-centik-atti/ Fri, 23 Dec 2022 12:04:49 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=234536 Diyarbakır’ın Sur ilçesi, 2015 yılında yaşanan çatışmaların ardından ciddi anlamda hasar gördü, büyük kısmı yıkıldı ve birçok değerli kültür mirası tahrip oldu, yok oldu. Bununla birlikte bir hafıza da yok edildi. Yeni bir Sur inşa edildi, mahalle dokusu yok oldu. İşte kadınlar Sur’daki o yeni binaların dikildiği bölgedeki hafızayı diri tutmak ve bu hafıza kırımına […]

The post Kadınlar unutturulmak istenen hafızaya çentik attı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Diyarbakır’ın Sur ilçesi, 2015 yılında yaşanan çatışmaların ardından ciddi anlamda hasar gördü, büyük kısmı yıkıldı ve birçok değerli kültür mirası tahrip oldu, yok oldu. Bununla birlikte bir hafıza da yok edildi. Yeni bir Sur inşa edildi, mahalle dokusu yok oldu. İşte kadınlar Sur’daki o yeni binaların dikildiği bölgedeki hafızayı diri tutmak ve bu hafıza kırımına karşı bir direniş alanı açmak için harekete geçti. Bir grup kadın kendi hikayeleri ile Suriçi’ni anlattı. Orada Ermeni olmayı, orada çocuk olmayı, oradaki bir mahalleli olmayı anlattılar. Projenin yürütücülerinden şehir plancısı Dilan Kaya, yürüttükleri çalışmayı Gazete Karınca’ya anlattı. Kaya, “Bizim yaptığımız oradaki unutturulmak istenen hafızaya bir çentik atmak, leke sürmek” diyor.

Dilan Kaya

Böyle bir harita yapma fikri nasıl ortaya çıktı? 

Ben şehir plancısıyım. Diyarbakırlıyım ve burada yaşıyorum. Üniversiteyi İstanbul’da okudum ama 2016’dan beri tekrar Diyarbakır’da yaşamaya başladım. Döndüğüm zaman sivil toplum alanında çalışıyordum. Barış süreçlerinde sivil toplum örgütlerinin rolü üzerine çalışmalar yürüttüm. Ama son 3-4 senedir bu alanı kendi disiplinime de çektim. Yakın bir zamanda da Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Derneği’nin (DKVD) yürüttüğü projede Suriçi hafızası üzerine çalıştım. Orada hafıza mekanları üzerine harita, kitap ve sözlü tarih çalışmalarından oluşan video klipler üretim süreçlerinde yer aldım.

Orada hazırladığımız ‘Diyarbakır/Sur: Bir Bellek Yolculuğu Haritası’nı bu projedeki ortağım Gizem Kıygı ile birlikte hazırladık. Diyarbakır Suriçi’ndeki hafıza mekanlarının yer aldığı bir harita çalışmasıydı bu. 2015-2016 yılında yaşanan çatışmalı süreç sonrası Sur, çatışmalarla hasar aldı ama sonrasında yapılan kentsel dönüşümle de artık geri döndürülemeyecek şekilde tahrip oldu. Hafızaya alan açan mekanın yok olması bizde o anlatıları toparlama, derleme ihtiyacını, isteğini uyandırdı. Diyarbakır Kültür Emeğinde Kadın Haritası da şiddet ve baskı mekanizmalarıyla sürekli yıkılan, yok olan bu kent hafızasını kadınların nasıl ördüğü sorusu üzerinden şekillendi. Kültür emeğini de üreten sinemacı, ressam, müzisyen, yazar kadınlar kendi eserleriyle kent imgesini nasıl örüyorlardı?

Fotoğraf: Zeynep Fırat

Peki neden kadınlarla yaptınız bu çalışmayı? 

Bu çalışmada 2015 bizim için milat oldu ama Diyarbakır’ın tarihine baktığımızda aslında bu şiddet ve yıkım mekanizmalarının tek bir dönemde olmadığını görüyoruz, biliyoruz. Bir de tabii ki toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle de kadınların üretimi zaten alanda kendine çok zor yer buluyor ya da bulamıyor. Yaşanan yıkımlar o yapılan kazanımları da yok ediyor. Dolayısıyla bütün bunlar karşısında kadınlar nasıl direniş alanları oluşturuyorlar gibi bir meraktan yola çıkmıştık. Çünkü Gizem de kadındı ben de ve dolayısıyla aslında kendimize dair de bir derdimiz vardı.

Uzun yıllardır Diyarbakır’da yaşıyorsun. Sur’un önceki halini de biliyorsun. Bu çalışmaya başlarken kafanda canlanan manzara ile karşılaştığın manzarayı karşılaştırabilir misin? 

Suriçi zaten çok önceden deneyimlediğim, yaşadığım bir kentin parçasıydı. Ben üniversiteden sonra döndüğüm Diyarbakır’da mekansal hafıza üzerine çalışıyordum. Diyarbakır Şehir Plancıları Odası’ndaydım ve yıkım sürecinin her aşamasını takip eden biriydim. Bu nedenle biz bu projeyi Aralık 2021’de başlattığımızda Suriçi’ndeki yıkıma dair duygum şekillenmişti ve tam da bu motivasyonla insanıyla, kültürüyle, mekanıyla yok olan ve her geçen gün alınan yeni politikalarla da o dokunun yok edildiği bir yerde yeni umut alanları yaratma arayışına girdik.

Fotoğraf: Zeynep Fırat

Sen Diyarbakır’da değildin o süreçte. Geldiğinde ne hissettin? 

Benim için çok yıkıcı bir süreçti. Çünkü kendi kentine yabancılaşmak ve referans alabileceğin, duygu dünyana oturan mekanların bugün var olmaması ve maalesef o yıkımın boyutunun hiçbir zaman da geri döndürülemeyecek düzeyde olması çok yıkıcıydı. Diyarbakır Kültür Emeği’nde Kadın Haritası da “Bu yıkıcılık içinde umut ve direnişi nasıl görünür kılabiliriz?” arayışından çıktı. Projeyi yazdığımızda halihazırda Sur yıkılmış, yeni yerler yapılmış hatta belli alanlarıyla erişime açılmış bir durumdaydı.

Harita yürüyüşleri sırasında katılımcılar tarafından çekilen bir fotoğraf

Peki nasıl bir çalışma yürüttünüz? 

Proje ilk başladığında Suriçi’ne dair genel bir araştırma yani bir literatür okuması yapmıştık. Suriçi’nin nasıl bir kültürlenme süreci olduğuna, nasıl bir dokusu olduğuna, nasıl bir insani yapısı olduğuna dair. Sonra Diyarbakır’da kültür alanında üreten kurumları listeledik Gizem’le ve oradan kültür alanında üreten kadın arkadaşlara ulaşmaya başladık. Amed Şehir Tiyatrosu, Diyarbakır Sanat Merkezi, Ma Müzik, Dicle Fırat Kültür Merkezi, Edebiyat Evi gibi. Hem kurumlarda üreten kadınlarla hem de bireysel kadın sanatçılarla bir kamusal söyleşi serisi yaptık. Bunları da belli temalara bölerek YouTube’da yayınladık. 13 kadının 13 anlatısı üzerinden, bütün bu yıkımın, hafızanın nasıl yeniden çeşitlendiğini biraz sohbetlerle açmaya çalıştık. Bu sohbetlerde yazar olarak Birsen İnal ve Silva Özyerli de vardı. Yönetmen olarak Lisa Çalan da vardı. Onlardan bize üç rota seçmelerini istedik. Suriçi’nde onların çocukluğu, gençliği ve üretim süreçlerinde kendilerine ilham veren o üretimsel yolculuklarını mekanlar üzerinden anlatmalarını istedik.

Hala varlığını sürdüren mekanlar üzerinden mi gelişti bu anlatılar yoksa artık olmayan, yıkımla birlikte tarihe karışan mekanlar da var mı? 

Hepsi halen var olan mekanlar değil. Mesela Fatma Çelik çocukluğunun mahallesi Mahle Kore’yi anlattı. Bu mahalle yıkım alanı içerisindeydi ve artık Mahle Kore diye bir yer yok. Ya da Fatma’nın anlattığı, Fatma’nın hikayesini kurduğu ve belgeselini çektiği Mahle Kore yok. Ama öte yandan Silva Özyerli Ermeni Katolik kilisesini anlattı. Oranın fiziki dokusu değişti, dönüştü fakat fiziki varlığını koruyor. Biz Suriçi’ni anlattırırken çatışma alanıyla sınırlı tutmamıştık. Suriçi’nin onlar için ne ifade ettiğini, onları nasıl beslediğini, üretimlerine nasıl yansıdığını sorduk. Bu anlatılarda “Bu Haritanın Hikâyesi: Koordinatlara Sığmayanlar”, “Kentin Başka Sakinleri”, “Suriçi’nin Ötesinde Diyarbakır”, “Sesler”, “Rüyalar” gibi belli başlıklar üzerinden bir hikaye kurup dillendirdik. Tasarımını da E.S. Kibele Yarman üstlendi. Amacımız bitmiş bir harita hazırlamak değil, bu kente dair farklı bir deneyimi, farklı bir anlatıyı kurmaktı. Çünkü bu harita ve anlatılar şimdiye kadar hep daha egemen, daha hakim hikaye ve kadınların hikayesini neredeyse hiç görmediğimiz bir pratikten geçiyordu. Bu yönüyle de bizim hazırladığımız alternatif bir harita.

Bu haritayı nasıl edinebilir isteyenler? 

Bunun için bir form oluşturup sosyal medya hesaplarımızda paylaşacağız. Diyarbakır’da ve başka bazı illerde kültür-sanat alanında üreten mekanlara göndereceğiz. Ama satışı yok. Şu an için ancak bize ulaşarak edinebilir isteyenler. Bu arada üç dilde hazırladık, bütün metinlerimiz Kürtçe, Türkçe ve İngilizce.

Harita yürüyüşleri sırasında katılımcılar tarafından çekilen bir fotoğraf

Hikayelerini anlatmalarını istediğiniz 13 kadına baktığımda hep güçlü kadınlar görüyorum. Hikayesini mağduriyet üzerinden kuran değil de direniş üzerinden kuran kadınlar bunlar. Bütün bu çalışma ile nasıl bir bellek ortaya çıktı? 

Bütün bu kadınlar, şiddet mekanizmalarıyla tarihin birçok döneminde kesintiye uğrayan Diyarbakır hafızasını güçlü aktaran, kendi kalemiyle, resmiyle, gözüyle aktaran kadınlardı. O yüzden tabii ki çok katmanlı bir hafıza vardı. Biz her ne kadar 2015’i dönüm noktası olarak ele alsak da bu anlatılar o tarihle sınırlı kalmadı. Herkesin kendi çocukluğundan başlayan ama bir yandan da annesinden, anneannesinden miras kalan o bütün kırılmaları, müdahaleleri, hafızadaki kırımları gördüğümüz bir yerden anlattılar. Ancak günün sonunda tabii ki hepsinin sanatsal üretimi bir noktada kendi direniş alanları. İlk söyleşimiz Nevin Soyukaya ve Burçak Madran’laydı. Onlarla kentin çok dilli Cemil Paşa Konağı Kent Müzesi, İçkale Müzesi gibi aslında kurum içerisinde kadın olarak bu kentin hikayesini bir kurum kültüründe kurmaya çalışırkenki mücadelesini okuyorduk. Silva Özyerli’nin anlatma motivasyonu ise, 2015’te yıkılan, yok olan “Gavur Mahallesi”ni, Ermeni kültürünü ya da artık burada topluluğu yaşayamayan insanların hikayesini anlatıyor olmasıydı. Keza Fatma Mahle Kore’yi ilk çekmeye başladığında annesinin ve babaannesinin anlatısı üzerinden bir arayışı varken 2015’te çatışmalar yaşanıyor ve kayda aldığı çocukluk mekanları artık yok oluyor. Bununla birlikte onun da hikayesi dönüşüyor. O yüzden aslında dinlediğimiz bütün hikayeler bir bireysel hikayeydi, bir kadın hikayesiydi ama günün sonunda bir kentin hafızasını katman katman örme hikayesiydi. Bu harita hiç duyulmayan, görülmeyen ya da görülmek istenmeyen ve sadece insanı değil hayvanını, bahçesini, bostanını da içine katan, sesini, kokusunu da içine katan bir hafızayı aktarmaya çalışan bir dil kuruyor. O anlamda da çok biricik, çok özel bence.

Harita çalışmaları sırasında Sur’da kadınlarla yürüyüşler yaptınız. Bu tanıklığınızdan bahseden misin bize? 

Bu yürüyüşleri önemli buluyoruz ve arttırmak istiyoruz. Çünkü Suriçi’nde 2016’da çatışmalar bitse de 4 yıl boyunca kapalı kalan, içeride ne olduğunu bilmediğimiz, temas edemediğimiz bir yerdi ve bir anda bambaşka bir form ve yapıyla karşımıza çıktı. Bir yandan kentin imgesini, hafızasını hatırlatma, yaşananları göstermeyle direniş alanları oluştursak da aslında yasımızı da çok konuşamadığımız bir yerdeyiz. Bu yürüyüş ve haritanın öyle bir konuşmaya alan açması da hoşumuza gitti atölyelerde. O yüzden bizim harita bitmiş bir harita değil, sadece bir başlangıç. Bu hafızayı unutmamak, hatırlamak için bir doküman. Bizim yaptığımız da oradaki unutturulmak istenen hafızaya bir çentik atmak, leke sürmek.


Diyarbakır Kültür Emeğinde Kadın Haritası’nın bütün süreçlerini ve bu kapsamdaki anlatıları takip edebileceğiniz adrese buradan ulaşabilirsiniz.

The post Kadınlar unutturulmak istenen hafızaya çentik attı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Kadir Atalay’la söyleşi | AKP dağılır, Altılı Masa dağılmaz https://gazetekarinca.com/kadir-atalayla-soylesi-akp-dagilir-altili-masa-dagilmaz/ Thu, 22 Dec 2022 07:37:25 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=234169 Piar Araştırma Şirketi Başkanı Kadir Atalay, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dahi çeşitli girişimleri olmasına rağmen Altılı Masa’nın dağılmamasının halkın nezdinde karşılık bulmasının göstergesi olduğunu belirterek, “Altılı Masa Türkiye siyasetinde olmayan bir durumu yaşatmaktadır. Farklı düşünce ve programlara sahip partilerin bir siyasi erdem içerisinde birliktelik sağladıklarını görmekteyiz” dedi. Seçim tarihi henüz belirsizliğini koruyor. Fakat partilerin ve ittifakların olası […]

The post Kadir Atalay’la söyleşi | AKP dağılır, Altılı Masa dağılmaz first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Piar Araştırma Şirketi Başkanı Kadir Atalay, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dahi çeşitli girişimleri olmasına rağmen Altılı Masa’nın dağılmamasının halkın nezdinde karşılık bulmasının göstergesi olduğunu belirterek, “Altılı Masa Türkiye siyasetinde olmayan bir durumu yaşatmaktadır. Farklı düşünce ve programlara sahip partilerin bir siyasi erdem içerisinde birliktelik sağladıklarını görmekteyiz” dedi.

Seçim tarihi henüz belirsizliğini koruyor. Fakat partilerin ve ittifakların olası cumhurbaşkanı adayları ülke gündeminde sık yer almaya başladı.

Cumhur İttifakı’nın adayı ‘son kez’ aday olacağının sinyalini veren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ken, HDP kendi adayını belirlemek için çalışmalara başladığını duyurdu. Altılı Masa’nın ise kimi aday olarak göstereceği hala belirsizliğini koruyor.

Gelecek yıl yapılacak seçimler yaklaşmışken araştırma şirketleri de verilerini paylaşmayı sürdürüyor. Altılı Masa’nın seçim çalışmalarını ve olası cumhurbaşkanı adayını, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın adaylık durumunu, HDP’nin seçime kendi adayı ile girmesinin etkilerini ve Kürt seçmenin seçimlerdeki rolünü Piar Araştırma Şirketi Başkanı Kadir Atalay ile konuştuk.

Kadir Atalay

Altılı Masa’nın cumhurbaşkanı adayı hala belirsiz. Adayların netleşmemiş olmasından dolayı eleştirilere maruz kalıyorlar. Bir yandan da Altılı Masa için en baskın aday Kemal Kılıçdaroğlu görünüyor. Altılı Masa, adaylığı durumunda Kılıçdaroğlu’na tam destek verir mi?

Altılı Masa belki de en doğru stratejiyi adayı belirlememekle yaptı. Çünkü siyasette bir konu ne kadar sıklıkla konuşulursa o derece kişilerin dikkatini çekmeyi başarır. Aday belirlememekle rakip partilerin en çok konuştuğu konu haline geldi ve bu sayede de sistem ve benzeri konuların konuşulmasına neden oldu. Şayet aday belirlenmiş olsa idi, Altılı Masa’nın politikaları ve eleştirileri değil de sadece belirlenen kişi konuşulacak ve kişi ile sınırlı bir kampanya yürütülecekti. Erdoğan da Altılı Masa yerine bir kişiyi muhatap alma rahatlığına kavuşacaktı. Bu nedenle seçim kampanyasının çok öncesinde seçim ve propaganda faaliyetine başlamak adayı yıpratır ve giderek performansının düşüşüne yol açar. Bu açıdan stratejiyi siyaset bilimi açısından yerinde buluyorum.

Altılı Masa artık dönülmez bir çizgiyi aşmış durumda. Herhangi bir parti bir nedenle bu masadan ayrılırsa kendi siyasal hayatına ciddi zarar verir. Seçmenlerin birçoğu Altılı Masa’daki partilere muhalefette olması nedeniyle oy vermektedir. Bu açıdan Altılı Masa’nın belirleyeceği aday oy birliği ile seçilmese dahi seçmene oybirliği ile seçilmiş görüntüsünü vereceklerdir. Kemal Kılıçdaroğlu ise Altılı Masa’da lokomotif görevini üstlenmiş ve bu günlerin gelmesinde ağırlıklı bir görev üstlenmiştir. Bu açıdan tam destek verecekleri kanaatini taşımaktayım.

Pek çok farklılığı barındıran Altılı Masa’nın Türkiye için umut vaat ettiğini düşünüyor musunuz? Seçim süreci ve seçim sonrasında Altılı Masa’nın sürdürülebilirliğini nasıl yorumluyorsunuz?

Altılı Masa, Türkiye siyasetinde olmayan bir durumu yaşatmaktadır. Farklı düşünce ve programlara sahip partilerin bir siyasi erdem içerisinde birliktelik sağladıklarını görmekteyiz. Gün geçtikçe de bu birliktelik güçlenmekte ve büyüme eğilimi göstermektedir. Diğer yandan siyasi dizayn ve siyasi mühendislikte çok başarılı olan Erdoğan’ın dahi çeşitli girişimleri olmasına rağmen bu birlikteliği dağıtamaması da gösteriyor ki halk nezdinde karşılık bulmuş ve umut vermiştir.

Seçim yapılıp bittikten sonra bu seçim için amaç gerçekleşmiş ve sona ermiştir. Seçim sonrası ise artık başka bir seçim evresine girer. Çok uzun ve orta vadeli sürdürülebilirlik iddiası siyasal partilerin doğasına aykırıdır. Ayrışacaklar ve düzeyli bir birliktelik yaşama seviyesine evrileceklerdir. Olması gereken de budur.

Asıl önemli olan soru, seçim kaybedildiğinde Cumhur İttifakı’na ne olacağıdır. İşte asıl dağılma ve siyasal hayattan çekilmeler burada yaşanacaktır. Anadolu’daki, ‘yorgan gitti kavga bitti’ kavramında olduğu gibi Cumhur İttifakı’nın birleşmesini sağlayan iktidar kaybedilince, tekrar kendi ayarlarına dönecek ve birbirleri ile tekrar kavga etmeye başlayacaklardır. Diğer yandan AKP’yi ayakta tutan Erdoğan faktörü ortadan kalkınca AKP’nin dağılma ve yok olma sürecini yakından izleyeceğiz. ANAP ve DYP’nin yaşadığı bir süreci yaşayacakları kaçınılmazdır. Zira merkez partiler gücü oranında ve güçlü liderleriyle ayakta kalırlar.

Seçmenin en büyük ilgi duyduğu ve AKP’nin de en zayıf olduğu alan ekonomik gelişmelerdir. Millet İttifakı geleceği bu güne taşıyarak güncel sorunlara eğilmeyi ıskalarsa bu AKP’nin defterine kar olarak yazılır.

Altılı Masa’nın parlamenter sisteme geçişi önceliklemesinin seçmen üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Seçim bir süreç ve sonuç evresinden oluşur. Parlamenter sisteme geçiş sonuç sonrası evresini ilgilendiriyor. Yani seçim sonrasını. Ayrıca bunu gerçekleştirmek için sonuç evresinde sizin kazanan taraf olmanız gerekiyor. Hangi parti süreç evresini seçmenin anlayacağı ve kabulleneceği bir dille sürdürür ve tamamlarsa sonuçta kazanan da o olacaktır. Güncel hayatta seçmenin büyük çoğunluğunda parlamenter sisteme geçiş arzusu bulunmamakta ve hatta bu konuyu tam anlamıyla bilmemektedir. Bilinmeyen ve anlaşılmayan bir alanda seçimi kilitlemek AKP’nin işine gelir. Çünkü asıl sorunları unutturur. Seçmenin en büyük ilgi duyduğu ve AKP’nin de en zayıf olduğu alan ekonomik gelişmelerdir. Millet İttifakı geleceği bu güne taşıyarak güncel sorunlara eğilmeyi ıskalarsa bu AKP’nin defterine kar olarak yazılır. Dolayısıyla Millet İttifakı’nın bu alanı boş bırakmaması ve her an bu yarayı kaşıması ve kabuk bağlamasının önüne geçmesi gerekir.

Ekrem İmamoğlu da genç yaşında siyaset kariyerini noktalamak istemeyecektir. İmamoğlu’nun asıl amacının parti liderliği olacağını düşünüyorum.

Yargının ‘Ahmak’ kararıyla siyasi yasak getirmesi, İmamoğlu ve CHP’yi nasıl ve ne kadar etkiler? Kararın ardından Saraçhane buluşmasıyla Altılı Masa seçim için start vermiş oldu mu sizce?

Türkiye seçmeni mağdurdan taraf olmayı kendine ödev edinmiştir. Böyle bir olayın başına gelmesi Ekrem İmamoğlu için mağdur pozisyonu yaratıyor tabii ki. Türkiye siyasetinde sürekli bir hakaret varken, ‘ahmak’ kelimesi kullandığı için siyasi yasak getirilmesi seçmenin tepkisini çekiyor. Ancak bu durumun Altılı Masa içerisine etki edeceğini pek düşünmüyorum, etki edecek gibi de görünmüyor. Çünkü Kılıçdaroğlu’nun 19 Aralık’ta yaptığı açıklamaya baktığımız zaman ‘Hem Mansur Yavaş hem de Ekrem İmamoğlu günü geldiğinde aday olmayacaklarını ilan ederler’ dediğini görüyoruz. Burada her ikisinin de Genel Başkan’a karşı çıkmayacağı sonucu çıkıyor. Ayrıca Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı hedefi olduğunu düşünmüyorum. Çünkü genç bir siyasetçi. Altılı Masa’nın sunduğu anayasa taslağına göre bir kişi bir kere cumhurbaşkanı olabilecek. Ekrem İmamoğlu da genç yaşında siyaset kariyerini noktalamak istemeyecektir. İmamoğlu’nun asıl amacının parti liderliği olacağını düşünüyorum.

Saraçhane toplantısının seçim startı olduğunu düşünmüyorum. Saraçhane’de Ekrem İmamoğlu kendi PR çalışmasını yaptı. Bu sebeple Saraçhane toplanmalarının seçim çalışmasıyla bir alakası olmadığı kanaatindeyim. Asıl seçim startı 3 Aralık’ta CHP’nin Vizyon Toplantısı’nda verildi. Vizyon toplantısı çok başarılı bir seçim çalışması, seçim süreci başlangıcıydı. Çünkü bu toplantıda doğru mesajlar verildi. Kılıçdaroğlu kendi kadrosunu tanıttı, ki bu siyasette çok önemlidir. Seçim yalnızca bir genel başkanla gidilecek bir şey değildir, kadronun güçlü olması çok önemlidir. Bu anlamda vizyon toplantısı çok başarılıydı.

Son anketinizde AKP ile CHP baş başa gözüküyor. Peki son aylarda yaşanan gelişmeler bu tabloyu ne yönde değiştirdi? Gözlemleriniz ve verileriniz bize ne söyler?

Son aylarda yaptığımız anketlerde AKP ve CHP’nin oylarında pek değişiklik yok ancak Cumhur İttifakı’nda MHP oylarının yükseldiğini görüyoruz. Eski seçimlerde, seçim yaklaştığı dönemde AKP oylarında yükseliş görülürken, bugün seçmenlerin aynı davranışı sergilemeyeceğini öngörebiliriz.

Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘son kez’ aday olacağı sinyali verdi. Erdoğan’ın kendisi için ‘son kez’ oy istediği önümüzdeki seçimler, AKP için ne anlam ifade ediyor; sizce AKP nasıl bir seçim süreci yaşayacak?

Bu açıklama ilk defa yapılmıyor. Zira geçmişe dönersek son birkaç seçimdir aynı söylemlerin söylendiğini görmekteyiz. Ancak köyün yalancı çobanının akıbetine uğrama ihtimali de bulunmaktadır. Geçmişte bunu söylerken AKP güçlü ve topluma sürekli zenginlik veren ve hayal vaat eden bir konumdaydı. Erdoğan giderse bu ülke çöker endişesi vardı. Ancak şimdi yaşananlar tam tersi. Erdoğan sayesinde çöken bir ekonomi ve fakirleşen bir halk var. Gelecekte de zenginlik vaat etmiyor. Tam tersi endişe vaat ediyor. Dolayısıyla geçmişteki söylemi ile aynı etkiyi sağlayacağını düşünmüyorum. Nitekim sağlamadığı görüldü ki, partinin en yüksek organlarındaki kişiler dahi Erdoğan’ın fani olduğu ve gideceğini satır aralarında söylemeye başladılar. Bu sebeple AKP içerisinde Erdoğan’ı tasfiye etme hareketinin başladığını düşünüyorum.

Geçtiğimiz günlerde AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin ‘Mayısta yapılacak, nisanda yapılacak bir seçim erken seçim değildir. Erken seçim olabilmesi için en az altı ay, bir yıl içinde yapılması gerekir’ dedi. AKP bu söylemle kendi kalesine gol attı. Yani Erdoğan, bundan 20 yıl önce Necmettin Erbakan’a yaptığı şeyin aynısını şu anda yaşıyor. Erdoğan, Erbakan’ı yaşlı olduğu için, çevresindeki kadrolar yaşlı insanlardan oluştuğu için artık onların siyaseti bırakmaları gerektiğini ve gençlere yol açması gerektiğini söylemişti. Bu şekilde AKP’yi kurdu. AKP içindeki genç siyasetçiler kendi ikballerine baktığı zaman net bir net bir sonuç göremiyorlar, çünkü AKP içindeki siyasi ikbal yalnızca Erdoğan ve Erdoğan’ın çevresindeki çok sınırlı bir çemberden oluşuyor. Bu kişilerin dışında AKP’de hiç kimsenin siyasi olarak yeri garanti değil. Bu yüzden gençler kendi siyasi ikballerini oluşturmak, oluşturabilmek için partideki Erdoğan ve Erdoğan’ın çevresindeki siyasetçilerin artık bırakmasını istiyorlar. Bu yönüyle de hamleler yapıyorlar diye düşünüyorum. Özlem Zengin’in yaptığı açıklama Erdoğan’ın adaylığının önünü kapatıyor. Çünkü Erdoğan 3’üncü kez aday olamayacak. Aday olabilmek için formüller arıyor ve eğer ki muhalefet onay vermezse zaten aday olamıyor. Özlem Zengin’in yaptığı açıklama da bunu söylüyor; nisanda bile seçim kararı alınsa aday olamaz. AKP içerisinden Erdoğan’ın yolu kesiliyor.

Hemen tüm anketlerde anahtar ya da belirleyici parti olduğu görülen HDP kendi adayını çıkarmak için çalışmalara başladığını duyurdu. HDP’nin kendi adayı ile seçime girmesi sonuçları nasıl etkiler?

Seçim atmosferine girince partilerin siyasal tercihlerinde olumlu veya olumsuz yönde değişikliklere gittiklerini hep yaşadık. HDP eğer seçim atmosferinde Erdoğan tarafından HDP seçmenini heyecanlandıracak bazı tavizleri alamaz ise HDP bu seçimde Cumhur İttifakı’nı sona erdirmek için elinden geleni yapacak, buna Millet İttifakı lehine aday çıkartmamak da dahil. Eğer Erdoğan’dan bazı sinyaller alırsa ikinci tur öncesi elini güçlendirmek için aday çıkartıp seçimin ikinci tura kalmasını arzu edeceklerdir. Aksi durumda AKP ve ortağı MHP, söylemlerini daha da artırarak seçime giderlerse HDP’nin Millet İttifakı’nın adayı kim olursa olsun Millet İttifakı tarafında yer alması kaçınılmaz olacaktır. Aday bile göstermeyerek seçimi ilk turda bitirmeyi arzulayacaklardır.

Önceki seçimlerde AKP’ye oy veren ve bir bölümü kararsızlaşan muhafazakar Kürt seçmenin tercihlerinde bir değişiklik var mı? Kürt seçmen tercihlerinde seçime giderken bir değişiklik öngörüyor musunuz?

Muhafazakar Kürt seçmen eskiden, muhafazakar AKP’ye oy vermekte ve din referansını öncelemekte idi. Ancak artık AKP’de din referansının sadece seçimlerde kullanıldığını, güncel hayatta daha çok MHP ekseninde milliyetçi ve devletçi referansların ön planda tutulduğunu Kürt seçmen de görmektedir. Kürt seçmenin en çok sıkıntı çektiği alan da devletçi icraatlardır. Dolayısıyla Kürt seçmeni HDP dışında ikinci parti AKP seçeneği gittikçe zayıflamaktadır. Bunun yerine geçmişte Kürt seçmene sıcak gelen CHP din referanslı çıkışlarıyla da muhafazakar Kürt seçmene daha çok ulaştığı anketlerde de görülmektedir. Nitekim Erdoğan bunu gördüğü için muhafazakar Kürt seçmeni kendisine gelmiyorsa CHP ye de gitmesin mantığı ile orada daha çok muhafazakar Kürt partilerinin kurulmasını veya var olanların saha genişletmesine destek olmaktadır.

Asıl tehlike, muhalefetin şimdiden seçimleri kazandık havasına kapılmasıdır. Bir an önce kendilerini bu bakış açısından kurtarması lazım. Nitekim muhalefetin yaptığı her siyasal hareket seçmen tarafından satın alınmaktadır.

Seçimler için nasıl bir atmosfer öngörüyorsunuz ve seçimlerden nasıl bir sonuç bekliyorsunuz?

Erdoğan seçimi kazanmak için devlet imkanları dahil bütün kozlarını oynayacaktır. Erdoğan bu seçimin rahat olmayacağını bilmektedir. Ancak asıl tehlike, muhalefetin şimdiden seçimleri kazandık havasına kapılmasıdır. Bir an önce kendilerini bu bakış açısından kurtarması lazım. Nitekim muhalefetin yaptığı her siyasal hareket seçmen tarafından satın alınmaktadır. Yapılan mitingler ve en son CHP’nin yaptığı ‘İkinci Yüzyıl’ tanıtım toplantısı da seçmende olumlu yanıt bulmuştur. Ancak bunu tam saha pres şeklinde boşluk bırakmadan Altılı Masa’daki her partinin sürekli yapması gerekiyor. Henüz seçim atmosferine girilmemesinin de etkisiyle bunu tam manasıyla göremiyoruz. Ancak bugün itibariyle muhalefet ekonomiyi önceleyerek ve ciddi bir hata yapmadan propaganda sürecini tamamlarsa avantajlı taraf olduğu şüphesizdir. Anlaşılan o ki metal yorgunluğu kartını bu sefer seçmen Erdoğan üzerinde gösterecektir.

  Azad Barış’la söyleşi | Kürt seçmenin Altılı Masa'ya yönelik tutumu nasıl?
  Özer Sencar'la söyleşi | Asgari ücrette artış oranı seçim tarihini belirler
  Kemal Özkiraz ile söyleşi | 'Yurttaş en başta güvenebileceği bir aday ister, fenomen değil'

The post Kadir Atalay’la söyleşi | AKP dağılır, Altılı Masa dağılmaz first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Azad Barış’la söyleşi | Kürt seçmenin Altılı Masa’ya yönelik tutumu nasıl? https://gazetekarinca.com/azad-barisla-soylesi-kurt-secmenin-altili-masaya-yonelik-tutumu-nasil/ Tue, 20 Dec 2022 09:28:12 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=234066 Spectrum House Düşünce ve Araştırma Merkezi Genel Direktörü Azad Barış, CHP’nin Kürt seçmen nezdinde bir miktar oy artışı kaydettiğini ifade ederek, “Kürt seçmenin genel olarak Altılı Masa olarak isimlendirilen muhalefet cephesine karşı tutumunun pozitif olduğunu söylemek mümkün değil” dedi. Önümüzde yıl yapılacak seçimin tarihi henüz netleşmedi. Ancak partilerin ve ittifakların olası cumhurbaşkanı adayları ile Kürt […]

The post Azad Barış’la söyleşi | Kürt seçmenin Altılı Masa’ya yönelik tutumu nasıl? first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Spectrum House Düşünce ve Araştırma Merkezi Genel Direktörü Azad Barış, CHP’nin Kürt seçmen nezdinde bir miktar oy artışı kaydettiğini ifade ederek, “Kürt seçmenin genel olarak Altılı Masa olarak isimlendirilen muhalefet cephesine karşı tutumunun pozitif olduğunu söylemek mümkün değil” dedi.

Önümüzde yıl yapılacak seçimin tarihi henüz netleşmedi. Ancak partilerin ve ittifakların olası cumhurbaşkanı adayları ile Kürt seçmenin tutumu ülke gündeminde daha sık yer almaya başladı.

AKP ve MHP’nin oluşturduğu ‘Cumhur İttifakı’nın adayı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ken, Altılı Masa’nın kimi aday olarak göstereceği hala belirsizliğini koruyor. HDP ise kendi adayını belirlemek için çalışmalara başladığını duyurmuştu.

Seçimlere kısa bir süre kalmışken araştırma şirketleri de verilerini paylaşmayı sürdürüyor. Kürt seçmenin önümüzdeki seçimdeki rolü ve Altılı Masa’nın cumhurbaşkanı adayına bakışını, HDP’nin seçime kendi adayı ile girmesinin olası etkilerini Spectrum House Düşünce ve Araştırma Merkezi Genel Direktörü Dr. Azad Barış’la konuştuk.

Spectrum House Düşünce ve Araştırma Merkezi ile ilgili kısaca bilgiler verebilir misiniz? Hangi konularda ne tür çalışmalar yapmaktasınız?

Dünyada ve Türkiye’de büyük siyasi, toplumsal, iktisadi ve kültürel dönüşümlerin yaşandığı bir dönemde, bu değişim dinamiklerini anlamaya çalışan bir kuruluş olarak 2020’de araştırma merkezimizi kurduk. Küresel ve bölgesel ölçekte yaşanan değişimler, yeni bilgi üretim ve biçimleri, yeni politika ve strateji ihtiyacını da beraberinde getirmektedir. Bu ihtiyaç doğrultusunda bizler de bağımsız araştırmacılar, akademisyen ve uzmanlarla kamuoyu araştırmaları, saha çalışmaları, proje analizleri, risk değerlendirmeleri, raporlama ve danışmanlık hizmetleri sunmaktayız.

Dünyadaki gelişmelere paralel olarak iletişimsel stratejilerin dönüşüm noktalarından hareketle özellikle Türkiye’de demokrasi, eşitlik, toplumsal barış, sığınmacı-mülteciler, gençlik dinamikleri, kuşaklar ve sürdürülebilir çevre ve kent politikaları gibi konularda analizler, araştırmalar ve politika önerileri üretmekteyiz. Bu çalışmaları evrensel normlar çerçevesinde gerçekçi ve toplumcu politikaların inşasına katkı sunmak amacıyla yapan bağımsız bir düşünce merkeziyiz. Bağımsız derken, tamamıyla renksiz ve kimlik difüzyonu yaşayan bir merkez asla değiliz. İlkesel olarak demokrasi spektrumunda duran ve evrensel değerler merkezini önemseyen bir fikriyata sahibiz.

Hangi alanlarda araştırmalar yapmaktasınız, şimdiye kadar yaptığınız araştırmalarla ilgili genel hatlarıyla bilgi verir misiniz?

Spectrum House olarak çalışmalarımızı siyasi, toplumsal, ekonomi gibi temel konularda yapmaktayız. Araştırma alanlarımız çeşitli olmakla birlikte özellikle demokratikleşme, toplumsal barış, çatışma çözümleri, gençlik ve kuşaklar, ekonomi politikaları, göç ve sığınmacılar gibi konularda çalışmalarımızı sürdürmekteyiz. Türkiye’nin ve Orta Doğu’nun en temel sorunlarından biri olan Kürt meselesi ve ona bağlı olarak Kürtlerin siyasi eğilimlerini, toplumsal taleplerini anlamaya yönelik saha araştırmaları çalışmalarımızın ağırlıklı ekseriyetini oluşturmaktadır. Yine Kürt toplumunun değişim dönüşüm dinamiklerini anlamaya çalışan ve çatışmalı süreçlerin sonlandırılmasına katkı sunacak yeni strateji ve politika önerilerini politika yapıcılara, kurumlara ve aktörlere sunmaktayız.

Spectrum House şimdiye kadar İstanbul’da yaşayan HDP’li seçmenlerin yerel yönetimlerle ilgili algı, tutum ve eğilimleri; Kürt Z kuşağının kimlik, aidiyet, sosyal hayat, din, cinsiyet ve gelecek tasavvurlarıyla ilgili eğilimleri ve sığınmacılar ile ilgili tutum ve davranışları; Suriyeli sığınmacılar ve yerel toplum için politika önerileri; Döngüsel ekonomi ve Türkiye’de döngüsellik derecesinin ölçülmesi; anayasa ve toplumsal sözleşme ve Kürt seçmen eğilimi gibi konularda saha araştırmaları, policy briefler ve anket çalışmaları gerçekleştirdik. Bunun yanı sıra hem ulusal hem de uluslararası birçok emsal kurum ve kuruluşla sempozyum, çalıştay ve atölyeler yapmaktayız.

Yapılan kamuoyu yoklamaları neticesinde seçimleri kaybetme endişesine kapılan siyasal iktidarın rasyonel herhangi bir strateji oluşturamadığından baskı mekanizmalarına başvurarak seçimi her koşulda almaya odaklandığını görüyoruz.

Geçen haftalarda Kürt seçmenlerin 2023 seçimlerine yönelik algı, tutum ve beklentilerini ölçmeye odaklanan bir araştırma raporunuz yayınlandı. Bu raporda öne çıkan talep ve başlıklar neler?

Türkiye’nin içinden geçtiği ağır, siyasi, toplumsal ve iktisadi sorunlar, 2023 seçimlerini Türkiye’nin ve bölgenin geleceği için oldukça önemli kılmaktadır. Bu salt Türkiye’nin jeostratejik konumu açısından değil hem onun iç dinamikleri hem de jeopolitik konumundan mütevellit kritik bir öneme sahiptir. Özellikle 2023 seçimlerinin Türkiye’nin siyasi geleceği, toplumsal huzuru ve ekonomik istikrarı açısından tarihi önemde bir seçim olduğunu, hem iktidar hem muhalefet hem de HDP’nin öncülük ettiği Emek ve Demokrasi İttifakı’nın bu seçimlere biçtiği rol ve ortaya koyduğu vizyon açısından görmek mümkündür. Dolayısıyla bu seçimle beraber Türkiye ya jeostratejik konumuna göre içeriden kapsayıcı, dışarıya açık bir jeopolitik strateji oluşturacak ya da içeriden baskıcı ve dışarıya karşı jeopolitik olarak yenik düşmüş bir yapı olarak adım atacaktır.

O nedenle yaklaşan seçimlerle beraber seçimlerin nasıl sonuçlanacağına dair ilgi artarken hem siyasi analizler hem saha araştırmaları çoğalmakta hem de batı başta olmak üzere dünyanın dikkati Türkiye’ye dönmektedir. Bu bağlamda özellikle seçimlerin nasıl ve hangi koşullarda yapılacağı hususu önem kazanmaktadır. Özellikle siyasal rejimin son yedi yıldır uyguladığı kutuplaştırıcı siyaset ve gerilim atmosferinin seçimlerin yaklaşmasıyla beraber daha da keskin bir şekle büründüğünü hem siyasi ve hukuki yaptırımlardan hem de kurulan yeni yıkıcı retorikten görüyoruz. Dolayısıyla seçimlerin demokratik bir atmosferde yapılamayacağı şimdiden anlaşılmaktadır. Başka bir ifadeyle yapılan kamuoyu yoklamaları neticesinde seçimleri kaybetme endişesine kapılan siyasal iktidarın rasyonel herhangi bir strateji oluşturamadığından baskı mekanizmalarına başvurarak seçimi her koşulda almaya odaklandığını görüyoruz. Yapılan kamuoyu yoklamaları ve saha araştırmaları Kürt seçmenin önümüzdeki seçim sonuçlarının iktidar ya da muhalefet lehine veya aleyhine sonuçlanmasında anahtar konumda olması nedeniyle en çok Kürt seçmenin partisi olarak kabul gören HDP’ye yönelme ağırlık kazanmıştır. HDP veya Kürt seçmenin belirleyici konumu veya anahtar rolünü oynayacağının, yaptığımız saha araştırmalarıyla da örtüştüğünü özellikle belirtmek isterim. Dolayısıyla son olarak yaptığımız araştırmayla Kürt seçmenin seçimlere dair nasıl bir eğilim içinde olduğunu ve oy verme davranışlarını belirleyen faktörleri ortaya koymaya çalıştık.

Genel anlamda araştırma raporumuzun bulguları ve saha gözlemlerimize bakıldığında, bir önceki seçime nazaran AKP’nin oylarının çok ciddi bir şekilde düştüğü ve bu düşüş eğiliminin devam ettiği; HDP’nin kendi oylarını büyük oranda koruduğu ve kısmi de olsa bir artış eğilimi içinde olduğu, CHP’nin Kürt seçmen nezdinde bir miktar oy artışı kaydettiğini görmekteyiz. AKP oylarındaki düşüşün 2015 sonrası izlenen güvenlikçi, militarist politikalarla ilgili olduğu ve bu durumun da Kürtlerde bir kırılma yarattığı ortaya çıkmaktadır. Yine Kürt seçmenin kimlik, anadili ve temel taleplerine cevap verecek politikalar üretilememesinin bu kırılmada belirleyici olduğu anlaşılmaktadır.

HDP’nin kendi oylarını büyük oranda koruduğu ve kısmi de olsa bir artış eğilimi içinde olduğu, CHP’nin Kürt seçmen nezdinde bir miktar oy artışı kaydettiğini görmekteyiz.

AKP oylarında ciddi bir düşüş görülürken, AKP’den uzaklaşan Kürt seçmenin %27,1 gibi yüksek bir oranının herhangi bir muhalefet partisini tercih etmemesi oldukça dikkat çekicidir. Araştırmamızda HDP’yi destekleyen her 10 kişiden 7’sinin HDP ve bileşenlerini tercih edeceklerini söylemesi, HDP’nin genişleme politikalarının destek gördüğünü ve HDP’lilerin partisinin 3. Yol olarak ifade ettiği alternatif siyaseti onayladıklarını göstermektedir. Yine araştırmamızda DEVA, Gelecek Partisi ve Zafer Partisi başta olmak üzere seçime ilk defa girecek partilerin Kürt seçmen tarafından tercih edilmediği bunun yanı sıra İYİ Parti’nin de Kürt seçmen nezdinde herhangi bir karşılığı olmadığı ortaya çıkmaktadır.

Araştırma raporumuzda her 10 seçmenden 9’una yakınının Cumhurbaşkanlığı seçiminde, Alevi bir adaya oy verme konusunda hiçbir çekincelerinin olmadığı, benzer şekilde her 10 seçmenden 9’unun kadın bir cumhurbaşkanı adayını desteklemesi ise dikkate değer bir bulgu olarak ön plana çıkmıştır.

Kürt seçmenin seçimlerde beklentileri neler?

Kürt seçmenin siyasal, toplumsal, ekonomik, idari gibi birçok alanda beklentilerinin olduğunu söyleyebiliriz. Kürt seçmenin öncelikli beklentisinin ülkenin geri kalanında olduğu gibi ekonomik darboğazın bir an evvel düzeltilmesi ve Kürt meselesi başta olmak üzere toplumsal barışın sağlanması gibi temel problemler bağlamında netlik kazandığını belirtebiliriz. Dolayısıyla saha çalışmamızın verilerinden de orta ortaya çıktığı gibi Kürt seçmenin ağırlıklı ekseriyeti Türkiye’nin en büyük sorunu olarak ekonomiyi görürken ondan bir puan aşağıda Kürt sorunu ön plana çıkmaktadır.

Buradan hareketle kritik bir öneme sahip olan Kürt oylarının alınması için hangi taraf olursa olsun, toplumsal barış, hak, hukuk ve adalet gibi temaların yanı sıra iktisadi krizin aşılması hususunda projeler öne çıkarılmadan hiçbir tarafın kazanma şansı olduğunu düşünmüyorum. Siyasal iktidara karşı oldukça mesafeli olan Kürt seçmenin aynı zamanda Millet İttifakına da oldukça eleştirel baktığını belirtmek gerekir. Bunun yanı sıra HDP’ye de çok önemli mesajları olan politik bir seçmen kitlesinden bahsedebiliriz. Hem saha gözlemleri hem de elde ettiğimiz verilerin bütününden ortaya çıkan başka bir sonuçsa, HDP’nin Meclis’te güçlü bir şekilde temsil edilmesi ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kürt seçmenin taleplerine duyarlı bir adaya destek verilmesidir.

Kürt seçmenin genel olarak Altılı Masa olarak isimlendirilen muhalefet cephesine karşı tutumunun pozitif olduğunu söylemek mümkün değil.

Kürt seçmenin Altılı Masa’ya karşı tutumu nasıl?

Türkiye seçmen ortalamasının çok üstünde bir politikleşme süreci yaşayan Kürt seçmenin hem siyasal partilerin söylemlerini hem ülkenin gündemini hem de seçimlere yönelik hazırlıkları en iyi izleyen kitle olduğunu söylemek gerekir. Bu kadar hassas bir politik kitlenin tabii ki Altılı Masa ile ilgili de net bir fikri ve duruşu olduğunu özellikle söylemek gerekir.

Kürt seçmenin genel olarak Altılı Masa olarak isimlendirilen muhalefet cephesine karşı tutumunun pozitif olduğunu söylemek mümkün değil. Altılı Masa içinde yer alan bazı siyasi partilerin Kürtlerin temel hak ve özgürlük taleplerine ilişkin güvenlikçi, yasakçı ve AKP-MHP’yi aratmayan karakterinin Kürt seçmen tarafından tepkiyle karşılandığı görülmektedir. AKP’den kopan Kürt seçmenin tarafsız kalması ve Altılı Masayı oluşturan partileri desteklememe yönündeki tutumu bu durumu çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Dolayısıyla Kürt seçmenin bu bağlamdaki politik algısı siyasal rejim ile Altılı Masa arasında pek büyük bir fark kalmadığı, hatta makasın tamamıyla kapandığı yönündedir. Başka bir ifadeyle Kürt meselesi, demokrasi ve adalet bağlamındaki duruşları gittikçe birbirine benzemekte, hatta homojenleşmektedir. Yani egemen siyasal rejim, Türk-İslam sentezini veya cami cemaatini temsil ederken diğeri Cumhuriyetin kurucu kodları olarak nitelendirilen kuruluş yıllarının kışla kültürünü temsil etmektedir. Nitekim ikisinin de ortak paydası ve üzerinde problemsiz bir şekilde uzlaşı sağladıkları esas şeyse Kürt karşıtlığıdır. Bahsetmeye çalıştığım bu durum, yaptığımız araştırmaların birçoğunda net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu verili olgu dikkate alınmadan, siyasi olarak bir eksen değişikliğine gidilmeden hiçbir tarafın (Cumhur ve Millet ittifakları) Kürt seçmeni ikna edibileceğini düşünmüyorum.

Araştırma raporumuzda Kürt seçmenin Altılı masaya karşı tutum ve beklentilerinin önemli oranda HDP’nin pozisyonuyla paralellik gösterdiğini görmekteyiz. HDP’nin bu konudaki tutumu, iktidar cephesi ve Altılı Masaya karşı Emek ve Demokrasi İttifakının kurulmasının Kürt seçmen nezdinden ciddi bir şekilde destek gördüğü ve bu stratejinin devamından yana bir tutumun ortaya çıktığını söylemek mümkün.

Kamuoyunda Kürt seçmenin Erdoğan ve Cumhur İttifakı’na karşı koşulsuz bir şekilde Altılı Masayı destekleyeceğine yönelik beklentilerin sahada hiçbir karşılığının olmadığı, Kürt seçmenin bu bloka karşı tutumunda birçok değişkenin belirleyici olduğu görülmektedir. Araştırmamızın bulguları ve saha gözlemlerimizden hareketle, Kürt seçmen Altılı Masa içinde yer alan bazı partilerin Kürt meselesinin çözümü konusunda AKP-MHP’nin de gerisinde olduğunu bilen bir politik bilince sahip olduğunu söyleyebiliriz. Altılı Masada yer alan bazı partilerin ırkçı, ayrımcı ve dışlayıcı politikalarından oldukça rahatsızlık duyduklarını söyleyebiliriz. O nedenle Altılı Masanın mevcut kabuğu kırmadan yeni bir siyasal söyleme başvurmadan, salt söylemsel veya retorikle Kürtleri ikna edemeyeceğini bilmesi lazım. Bundan dolayı da Altılı Masa ile ilgili tutumun büyük oranda HDP’nin ortaya koyacağı politik ve stratejik tutumla paralellik göstereceğini araştırmamızın bulgularından hareketle söylemek mümkün.

Araştırma bulgularımızdan hareketle, Kürt seçmenin ekseriyeti nezdinde özellikle etnik kimlik, cinsiyet ve mezhep gibi faktörlerin ideal cumhurbaşkanı tercihinde pek belirleyici olmadığı, kadın ve Alevi bir adayın da önemli oranda desteklenebileceği yönünde bir eğilimin olduğu ortaya çıktı.

Kürt seçmen nasıl bir cumhurbaşkanı istiyor? Kriterleri neler? Kılıçdaroğlu’nun adaylığı durumunu nasıl değerlendiriyorlar?

Araştırma raporumuzda Kürt seçmenin nasıl bir cumhurbaşkanı profili istediğine ilişkin çokça soru yer almaktaydı. Bunların bulgularını birleştirecek olursak, Kürt seçmenin Türkiye’nin mevcut siyasi, toplumsal, ekonomik sorunlarına çözüm olabilecek bir aday profili ile ilgili muhalefet partilerinden herhangi bir ismin ön plana çıkmadığını söyleyebiliriz. Kürt seçmen ilk turda büyük oranda HDP’nin kendi adayını, ikinci tur ihtimalinde ise HDP’nin işaret edeceği adayı destekleme eğiliminde. Elbette bu durumun birçok sebebi var ve araştırma raporumuzda bunların detaylarına ilişkin bulguları kamuoyu ile paylaştık.

Kürt seçmenin nasıl bir cumhurbaşkanı profili istediği, bu profilin Kürtlerin temel kimlik, anadili ve kolektif haklarına nasıl yaklaştığına göre şekillenmektedir. Özellikle Erdoğan’ın 2015’ten beri uyguladığı güvenlikçi ve Kürtlerin temel hakları konusunda MHP’yle benzeşen politikalarının, Kürt seçmende barışçıl, diyalog yanlısı ve mevcut sorunlara çare olabilecek bir aday beklentisini güçlendirdiğini söyleyebiliriz. Bu beklentinin hâlihazırda karşılandığını söylemek ise oldukça güç. Kürt seçmenin en temelde adaya değil o adayın nasıl bir programa sahip olduğuna ve kendi sorunlarının çözümünde nasıl bir politika izleyeceğine odaklandığını söyleyebiliriz.

Yine araştırma bulgularımızdan hareketle, Kürt seçmenin ekseriyeti nezdinde özellikle etnik kimlik, cinsiyet ve mezhep gibi faktörlerin ideal cumhurbaşkanı tercihinde pek belirleyici olmadığı, kadın ve Alevi bir adayın da önemli oranda desteklenebileceği yönünde bir eğilimin olduğu ortaya çıktı. Bu bağlamda iktidar ve bazı siyasi çevreler tarafından salt “Alevi” olmasından dolayı muhtemel bir seçimde dezavantajlı olduğu, Kürtlerden oy almayacağı ifade edilen muhalefetin muhtemel adaylarından CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kürt seçmen nezdinde antipatik bulunmadığını söyleyebiliriz.

Kürt seçmenin Kılıçdaroğlu ile ilgili tutumu büyük oranda kendisinin genel başkanı olduğu Cumhuriyet Halk Partisi’ne bakışlarıyla da paralellik göstermektedir. CHP’nin Cumhuriyet’in kurucu özne rolünü bilen, CHP’ye karşı tarihsel hafızası diri bir bakış açısının Kılıçdaroğlu ile ilgili tutumu şekillendirdiğini söyleyebiliriz. Kılıçdaroğlu’nun Kürt meselesi başta olmak üzere Türkiye’nin temel sorunlarına çözüm üretebilecek bir vizyon ortaya koyma konusunda pek ikna olmasalar da Erdoğan karşısında HDP’nin ve Kürt meselesi konusundaki aktörlerin de onayıyla desteklenebileceğini söyleyebiliriz.

Kılıçdaroğlu’nun yanı sıra İmamoğlu’nun da Kürt seçmen nezdinde hem olumlu bir imaja sahip hem de İstanbul seçimleri bağlamında önemli bir aktör olarak yer edindiğini belirtmek gerekir. Yaptığımız son araştırmada Millet İttifakının muhtemel adaylarından biri olarak en yüksek desteği İmamoğlu’nun Kürt seçmenden aldığını belirtebiliriz.

Güncel şartlar göz önüne alındığında ve araştırmanızın bulgularından hareketle hem AKP hem de Erdoğan’ın Kürt seçmen açısından karşılığı ne?

Kürt seçmen hem Erdoğan hem de AKP’yle ilgili 20 yıllık bir hafızaya sahip, yekpare olmayan bir seçmen grubu. Erdoğan ve AKP’ye destekleri de zaman içinde farklılaşan, Erdoğan ve AKP’nin Kürt meselesi ve Türkiye’nin temel sorunlarına yaklaşımına göre şekillenen büyük bir kümeden bahsediyoruz. Kürt seçmenin İlk dönemlerinde (2002) mağdur, çözümden yana bir profil ortaya koyan Erdoğan’a desteklerinin özellikle 2015’ten sonra değişiklik gösterdiğini görmekteyiz. Araştırma raporumuzun alt kırımlarından da hareketle, Kürt seçmenin bugün Erdoğan ve AKP’yi büyük oranda devletle özdeşleşen bir figür ve parti olarak gördüğünü söyleyebiliriz.

Daha önceki seçim sonuçları ve yapılan kamuoyu araştırmalarından hareketle, Erdoğan’ın Kürt meselesinin çözümü konusunda gerçekleştirdiği makas değişikliği, devletin Kürt meselesi konusundaki tarihsel güvenlikçi politikalarını temsil eden bir siyasetin yürütücüsü olması Kürt seçmen tarafından tepkiyle karşılanmaktadır. Özellikle kayyım uygulamaları Kürtlerin iradelerine doğrudan bir müdahale olarak algılanmakta ve tepkiyle karşılanmaktadır. Bu politikanın Erdoğan ve AKP tarafından uygulanması, Kürt seçmeni hem HDP etrafında konsolide etmekte hem de Erdoğan ve AKP’ye mesafeli bir noktaya çekmektedir.

Elbette Erdoğan ve AKP çok farklı boyutlarda bir dağıtım, bölüşüm, rant, statü, nemalanma ve mevki ağıyla rıza üretmekte ve bu rıza üretiminin yüzlerce yıllık bir arka planı var. Bu durum bugün HDP’den sonra en çok desteklenen partinin AKP, HDP’nin işaret edeceği adaydan sonra en çok desteklenen ismin Erdoğan olmasıyla daha net anlaşılmaktadır. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi Kürt seçmen yekpare bir seçmen grubu değil ama bu seçmen grubunun Erdoğan ve AKP konusunda herhangi bir beklenti içinde olmadığını araştırma raporumuzun bulguları ortaya koymaktadır. Erdoğan’ın yakın dönem Kürt-Türk ilişkilerinin en büyük siyasi figürlerinden biri olması, risk alma potansiyelinin oldukça yüksek olması, Özal’dan sonra daha aleni bir diyalog sürecinin mimarı olması gibi faktörlerin özellikle gri alandaki Kürt seçmen için belirleyici olabileceği gerçeğini de hatırda tutmak gerekir.

Önümüzdeki seçimlerin 1 Kasım 2015 seçimlerinin bir replikası ve bunun da çatışma üzerine kurulu bir seçim süreci olacağına dair birçok yorum ve bu yorumlara dayanak olabilecek birçok gelişmeden bahsedebiliriz.

Mevcut veriler ve gelişmeler ışığında seçimlere nasıl bir atmosferde girileceğine dair bir çerçeve çizebilir misiniz? Ve seçimlerde nasıl bir sonuç bekliyorsunuz?

Her şeyden önce önümüzdeki seçimlerin hem iktidar hem muhalefet hem de Kürtler açısından Türkiye siyasi tarihinin en önemli seçimlerinden biri olacağını belirtmek lazım. Bu seçim bütün siyasi taraflar için ayrı ayrı siyasi sonuçlar barındırabilecek bir seçim. Hem bölgesel hem de küresel gelişmelerle de kesişen bu durum 2023 seçimlerini sadece Türkiye için değil bölge için de oldukça önemli kılmaktadır. Dolayısıyla seçim sürecinin sadece Türkiye’nin iç dinamiklerine göre değil, bazı bölgesel gelişmelerle de birleşebileceğine dair birçok veri ve gelişmeden de bahsedebiliriz.

Rojava ve Güney Kürdistan başta olmak üzere Suriye ve Irak’ta heves edilen siyasi maceraperestlikler, Akdeniz, Ege, Kıbrıs ve Trakya’da Yunanistan ile gittikçe tırmandırılan gerginlik ve yapılan hazırlıklar, Kafkasya’da, Ermenistan-Azerbaycan savaşında yaşanan gelişmelerle beraber ivme kazanan yayılmacı arzular üzerine kurulu dış politikanın seçim süreci atmosferinin önemli bir ayağını oluşturacağını söylemek mümkün.

Yine içeride muhalefete yönelik baskılar, Ekrem İmamoğlu’na verilen hapis cezası ve siyasi yasak kararı, HDP’ye yönelik devam eden kapatma davası gibi konular önümüzdeki seçim atmosferinin iç politikadaki ayağını oluşturacaktır. İmamoğlu kararı iktidar cephesinin seçim sürecini yargı üzerinden dizayn edebileceğine dair bir gelişme olarak anlaşılacağı gibi HDP’ye yönelik davada muhtemel kapatma kararının emarelerini de barındırıyor diyebiliriz. İktidarın seçimlere demokratik teamüller, adil rekabet, demokrasi, kapsayıcılık ve çoğulculuk üzerine kurulu bir atmosferde gidemeyeceğine dair birçok emareden bahsedebiliriz.

Önümüzdeki seçimlerin 1 Kasım 2015 seçimlerinin bir replikası ve bunun da çatışma üzerine kurulu bir seçim süreci olacağına dair birçok yorum ve bu yorumlara dayanak olabilecek birçok gelişmeden bahsedebiliriz. Elbette hem Türkiye hem bölge hem de dünya 2015 şartlarında değil ve çatışmaya, polarizasyona dayalı bir siyasi konseptin ne derece destek göreceği meçhul, lakin dünyada da gittikçe ivme kazanan bir sağ, milliyetçi ve ırkçı histerinin Türkiye’de de inşa edilmeye çalışıldığı görülmektedir. Seçim sürecinde benzer bir atmosferin söz konusu olacağına dair çokça emare görmekteyiz.

Mevcut veriler ışığında hem iktidar hem de muhalefet cephesi açısından seçim matematiğinin kesinliğine dair bir bulgudan bahsetmek mümkün değildir. Yüzyıllık Türkiye siyasi tarihinin en kritik ve önemli seçimi olacak olan önümüzdeki seçimlerin sonuçlarını önemli oranda Kürtlerin oyunun belirleyeceğini ifade edebiliriz. Bu olgusal hakikatten hareketle eğer demokrasiye yakın, kucaklayıcı ve çoğulcu bir aday çıkarılırsa, Kürt seçmenin desteğini alarak ilk rauntta mevcut cumhurbaşkanını devirmek kuvvetle muhtemeldir ama eğer siyasetin eski alışkanlıklarıyla hareket edilir, ülke ve halk menfaati yerine kişisel ajandalar öne çıkarsa kaybetmek de bir o kadar kaçınılmaz olacaktır.

Elbette Türkiye’nin mevcut siyasi, toplumsal ve ekonomik sorunlarının müsebbibi olan iktidar partisinin hâlâ seçimlere ortak olmasının önemli sebepleri vardır. Bütün bunlara rağmen yine de aklın kötümserliğine karşı iradenin iyimserliği demeyi tercih ediyor, başka bir yolun açılabileceğine dair ümidimi korumak istediğimi belirtebilirim.

  Özer Sencar'la söyleşi | Asgari ücrette artış oranı seçim tarihini belirler
  Kemal Özkiraz ile söyleşi | 'Yurttaş en başta güvenebileceği bir aday ister, fenomen değil'

The post Azad Barış’la söyleşi | Kürt seçmenin Altılı Masa’ya yönelik tutumu nasıl? first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Mustafa Orman’la ‘Erivan Radyosu’nun Sesi Nerede?’ belgeseli üzerine https://gazetekarinca.com/mustafa-ormanla-erivan-radyosunun-sesi-nerede-belgeseli-uzerine/ Sat, 17 Dec 2022 05:59:09 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=233656 “Êrîvan xeber dide, guhdarên ezîz…” (Erivan Radyosu haberleri sunar, değerli dinleyiciler…) 1955 yılında sınırların ötesinden gelen radyonun bu sesi, kısa dalgasından dünyaya yayıldığında Kürtlerin kulakları Erivan’a dönerdi. O ilk ses haftada bir gün ve 15 dakika olsa da, Kürtler kendi anadilindeki sesle buluşmasını bir şenlikmişcesine kutlardılar. “Düşünsene radyo senin gibi Kürtçe konuşuyor, bundan daha ala […]

The post Mustafa Orman’la ‘Erivan Radyosu’nun Sesi Nerede?’ belgeseli üzerine first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Êrîvan xeber dide, guhdarên ezîz…” (Erivan Radyosu haberleri sunar, değerli dinleyiciler…)

1955 yılında sınırların ötesinden gelen radyonun bu sesi, kısa dalgasından dünyaya yayıldığında Kürtlerin kulakları Erivan’a dönerdi. O ilk ses haftada bir gün ve 15 dakika olsa da, Kürtler kendi anadilindeki sesle buluşmasını bir şenlikmişcesine kutlardılar.

Düşünsene radyo senin gibi Kürtçe konuşuyor, bundan daha ala sevinç ben ömrümde yaşamadım.” Iğdır’ın Hacıağa Köyü’nde yaşayan Abdurrahman Şeyran’ın yaşadığı işte böyle bir şenlikti.

Erivan Radyosu, Kürtlerin yasaklı sesiydi. Kürtler o sesten kendi dilinde dünyada olup bitenlere dair haberleri, masalları; Karapetê Xaço, Evdalê Zeynikê, Egîdê Cimo, Kawîs Ağa, Şeroyê Biro, Meryem Xan, Aslîka Qadîr, Zadina Şakir, M. Arîfê Cizrewî ve Susika Simo gibi birçok dengbêjin stranlarını (şarkılarını) dinledi.

Kürtlerin kültürel, dilsel ve tarihsel hafızası için önemli bir kilometre taşı olan radyo; kimliğinin ve dilinin inkar ve yok sayıldığı bir yerde Kürtlere, kimliğine ve diline ait olanın ne kadar değerli olduğunu hissettirmiştir.

Bugün sınırların ötesinden gelen o ses artık yok. Belki yarın, belki yarından da yakın bir zamanda o sese kulak verenler de yitip gideceklerdir. Çünkü dünyanın ömrü insanların ömründen çok daha uzun sürecektir. Ağacın dalındaki o yaprak, günün birinde rüzgarla birlikte sürüklenip gidecektir.

Erivan Radyosu’nun hafızasını, geçmişi yad edenlerin hafızasında arayan Mustafa Orman, yitip gitmekte olan bir kuşağın seslerini, yüzlerini anılarıyla birlikte filme taşıdı.

Biz de Kürtler için hafızanın kilometre taşı olan Erivan Radyosu serüvenini dinleyiciler odağında filme taşıyan Mustafa Orman ile ‘Denge Radyoya Rewane Li Ku ye?‘ (Erivan Radyosu’nun Sesi Nerede?) belgeseli üzerine konuştuk.

İstersen hikayeyi başa saralım. Önce Independent Türkçe’de ‘Erivan Radyosu’nun son dinleyicileri’ adıyla bir dosya haber dizisi hazırladın. Ardından da belgesel geldi. Bize bu süreçten bahsedebilir misin?

Gün geçtikçe, kültürel alanda binlerce ürün, eser ortaya çıkıyor. Binlerce ürünün, eserin kamuoyuyla buluşması, bir çölleşme olduğu fikrini de güçlü kılıyor. Birbirine benzer, birbirini kopya eden, geçmişi farklı yorumlamalarla ele alan ve işin sonunda hafızamızda yer edinmeyen birçok şeyle karşı karşıyayız. Bu eserlerin üretimine katkı yapanlar suçlu değil, çünkü piyasanın dayattıkları sanat eserini üretenleri bu yola doğal bir süreç olarak sevk ediyor. Bunlar yaşanırken ben de doğal olarak, özgün ve işlenmemiş bir konunun peşine düşmek istedim.

Iğdır’da yaşadığım dönemde, bisikletle köylere gider yaşlı insanlarla görüşür, onların belli belirsiz çalışan hafızalarının eşliğinde hem Erivan Radyosu’yla ilgili notlar alır, hem de onlardan masal ve hikayeler dinlerdim. Bu insanlar, aslında dünyaya dair olup biten her şeyi biliyor, sadece kavramsallaştıramadıkları için küçücük bir yelpazenin içinde kalıyorlar. Yine onların anılarındaki mitsel, siyasi, tarihsel öğelerin bir saflıkla dile geldiğini görmek bu hikayelerin peşine düşmemde başka bir unsurdu. Büyükşehir hayatında taşlaşmış, sertleşmiş, öfke dolu bir ruh bu insanlarla birlikte yumuşadı diyebilirim. Bana hayata dair umut edebileceğim bir kapı araladılar; bana düşen de bu kapıdan girmek oldu. Aslında bir diğer ve en önemli husus da şu: Serhat Bölgesi’nin hâlâ kültürel alanda bakir kalması. Yapılan iş de bu sebeple özgün ve biricik yerde durdu diyebilirim. Ve ondan sonra insanlarla yaptığım röportajlar yayımlanmaya başladı.

Yani belgesel fikri sonradan mı oluştu?

Evet, belgesel fikri tamamıyla sonradan oluştu. Çünkü daha önce böyle bir tecrübem olmadı. Sadece fotoğraf çekmek gibi bir deneyimim vardı. Onun dışında belgesel çekme fikri, zihnime yerleştiğinde açıkçası biraz korkmuştum. Böyle büyük bir işi berbat etmek de vardı. Neyse ki böyle bir şey olmadı, bu konuda benden desteklerini esirgemeyen ve beni motive eden birçok arkadaşım oldu. Buradan onlara tekrar teşekkür ederim.

1955’te ilk yayınına başlamasıyla Kürtlerin sesi oldu Erivan Radyosu. Kulakların verildiği bu sesin dili Türkiye’de yasaklıydı. O dönemi yaşayanlar için bu inanılmaz bir mucizenin gerçekleşmesiydi. Ama sen radyonun kendisinden çok sınırların ötesinden gelen sesi dinleyenlerin, yani ona kulak verenlerin hikayesinin peşine düştün. Neden böyle bir tercihte bulundun?

Aslında buna bir tercih demek yanlış olur. Hikaye kendini böyle dayattı. Erivan Radyosu’nu araştırmacılardan, tarihçilerden, edebiyatçılardan, müzisyenlerden vs. dinlemiştik. Fakat Erivan Radyosu dinleyicilerini dinlememiştik. Radyonun, onların hayatlarına neler kattığını, onların hayatını ne denli değiştirdiğini ve nasıl bir yaşam sunduğunu bilmiyorduk genel olarak. Bu bilmeme durumunu dile getirirken, tamamıyla bir sanat eserine konu olmamasından bahsediyorum. Yoksa çoğumuzun büyükleri, anlatmıştır. Biz de onlardan duyduklarımızın farkındayız.

Belgeseli izleyenler de görecekler ki bir yer ile sınırlamamışsın kendini. Şehir şehir, köy köy gezmişsin. Radyonun dinleyicilerine nasıl ulaştın, onları bulmakta zorluklar yaşadın mı? 

Röportaj yaparken hiç zorlanmadım. Fakat belgeselin çekimlerine başladığımda epey zorlanmıştım. Geçmişte röportaj yaptıklarımdan biri ölmüştü. Üstelik ilginç bir hikayesi vardı. Iğdır’da bir köyde, kamera kayıtta değilken balkonda çay içiyorduk. Adam, bir değil üç beş anı birden anlattı. Daha sonra kamerayı açıp mikrofonu yakasına taktığımda, konuşamamıştı. ‘Kalbim var’ deyip konuşmamayı tercih etti. Kimi insanlar da korkuyordu. Konuşmak istemiyorlardı. Dinleyicileri nasıl buldum sorusuna gelecek olursak, kimi zaman biri devreye giriyordu, kimi zaman bir köye gidiyorduk, doğaçlama gelişiyordu.

Belgesel, radyonun yayının başındaki “Erivan xeber dıde, guhdarén ezîz…” sesi ile başlıyor. 

Evet, Kereme Seyâd’ın sesi. O ses bir hafıza. Çünkü milyonlar o sesle radyoyu anımsıyor. O sesle birlikte radyo Kürtçe yayına başlıyordu. Bundan dolayı belgeselin de bu sesle başlamasına karar verdim.

Cemîla Celîl, Ermenistan’da Kürt kadınlarıyla radyo için ses kaydı yaparken

Radyoların iki-üç inek parası ettiği, köylerde ancak bir-iki radyo olduğu, toplanarak birlikte kendi anadillerinde haberleri, şarkıları, masalları, oyunların dinlenildiği günlerden bahsediliyor. İnsanlar bu anılarından söz ederken radyoyu bir araç olarak değil de kendileri gibi ‘konuşan’ bir insandan bahseder gibi anlatıyorlar.

Her şeyin yasakla başladığı bir yerde, yasaklar sürerken ve sertleştirken insanlar kendileri gibi konuşan her şeye gülümseyerek bakabilirler bence. 2006 yılında üniversite için İstanbul’a geldiğimde, otobüste Kürtçe konuşanlar bana müthiş olağanüstü ve büyüleyici geliyordu. Çünkü zihninizde yasak diye bir kilit duruyor. Yasaklı kelimesinin zihninizdeki yerleşik hali, yasağı delene elbette umutla ve hasretle bakar insan. Daha sonra ‘Bahoz‘ filminde aynı otobüs sahnesine denk gelmem de gülümsetmişti. Hal böyle olunca, insanlar yıllarca Kürtçeyi köyleri dışında ve aralarında konuşmaktan başka bir yerde konuşmamışlar, duymamışlar. Köye bir alet geliyor, kimi başsız bir insana benzetiyor, kimi uzaklardan gelen bir misafir sanıyor, kimi düğüne türkü söylemeye gelen kalabalık bir grup sanıyor. Radyoda konuşanların akşam nerede uyuyacaklarını, kimin evinde yemek yiyeceklerini bile düşünenler var. O yetmiyor, aniden eve girip bırakın bu insanlar biraz dinlensin diyenler var. İnsanlar saflıkla ve yaralı bir bilinç arasında durduklarından, radyoya büyücü veya bir mit kahramanı gibi bakmaları ya da onun üzerinden mit yaratmaları bence yasağın ve korkunun başka bir ifade biçimi. Ama bir farklılık var ki, korku ve yasak bekleyiş içinde ölmeyi emrederken bu insanlar bekleyiş içinde radyo aracılığıyla umudu taze tutuyorlar.

Belgeselin bazı yerlerinde sen de dahil oluyorsun. Kendini eserin içinde gizlemektense, görünür kılmayı tercih ediyorsun.

Aslında kendimi görünür kılmayı tercih etmedim. Ancak sevgili kurgucumuz Eyüp Zana Ekinci, bu kısımların belgesele girmesi, belgeseli daha sıcak yapar, dedi. İyi ki de eklemiş. Buradan sevgili Eyüp Zana’ya teşekkürlerimi de iletmek isterim.

Yok sayılan, yasaklanan, unutturulmak istenen bir dilin, sınır ötesinden gelen bir radyo yayını ile canlanmasını, kısa süreli bir yayını olsa da insanlarda yaşattığı mutluluğu, umudu gösteriyorsun. Bir hafızayı kayıt altına alıyorsun aslında. Bugün nasıl ki Erivan Radyosu yoksa yarın onun dinleyicileri de olmayacak. 

Elbette birkaç yıla kadar o insanları bulmak artık imkânsız hale gelecek. Radyoyla ilgili birçok arşiv çalışmasına ulaşmamız mümkün. Fakat radyo dinleyicileri için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Çünkü gerçekten, Erivan Radyosu onları derinden etkileyen ve asimilasyonu sekteye uğratan önemli bir araçtı. Bunun dışında, baskılardan kaçıp Rusya’ya, Gürcistan’a, Ermenistan’a giden birçok kişiye radyoya gönderilen mektuplar sayesinde ulaşılmıştı. Hatta, Türkiye’de tutukluyken hapishaneden kaçıp Gürcistan’a giden dengbej Seyade Şamê’yi, ailesi ölü biliyordu. Fakat bir gün akrabaları Erivan Radyosu’nu dinlerken, onun yaşadığını öğrenirler. İşte radyo acısıyla, sevinciyle, saflığıyla insanların anıları arasında hâlâ yaşamayı sürdürüyor.

Edebiyatçı kimliğinle biliniyorsun. Son kitabın ‘Annem Gittiğinden Beri Çiçek Ekmiyoruz Bahçeye’ yakın bir zamanda çıktı. Bu anlamda ilk belgesel deneyimin. Yazmak ile çekmek/yönetmek arasında neleri gördün kendinde?

Zamanında, “Ben de bunu çekerim, ne var bunda?” diye söylediğim cümleleri hatırladıkça utandım. Gerçekten büyük emek isteyen, zorlu bir iş. İnsan kendi yanılgılarını ve hatalarını kendi kendine konuşabilmeyi öğreniyor. Yoksa bir arpa boyu yol alamıyor. Kendini eleştirmek, yerden yere vurmak elbette bu toplumda bir işe yaramıyor, güçsüzlük olarak görülüyor. Bu da başka bir konu tabii. Belgesel çekimlerinde, sadece kameradan bakmanın yetmediğini, insanları ikna etmeniz ve onları yönlendirmeniz gerektiğini öğreniyorsunuz. Ruhen bir deneyimim olmuş olsa da, teknik olarak birçok eksiğimin olduğu hakikatiyle yüzleştim. Belgesel çekimleri çoğunlukla doğaçlama oldu. Yazmak meselesi ise ucu çok açık bir konu. Bunun üzerinden onca afili cümle kurmanın anlamsız olduğunu düşünüyorum. Yazmak derdi, sürekli değişiyor. Masada başka bir dünya, dışarıda başka bir dünya vaat ediyor size. Yazmak ile çekmek arasında nasıl bir fark var? Yazmak, sonsuz bir alan bence. Söylediğiniz her şey zamanla sizi alt edebilir, bu yüzden büyük cümleler kurmaktan sakınırım. Çekmek ise sınırlı bir alanın içinde hikâyeye uyarak işi sonlandırmaya odaklanıyorsunuz. Yazarken sadece siz varsınız, ama çekmek öyle değil, filmin içindeki oyuncular, sesler, görüntüler ve kurgucu dahil oluyor meseleye. Biz burada ne söylersek söyleyelim, film izleyicisine ve kitap okuruna farklı yansır bazı şeyler. Çünkü izlerken ya da okurken, kendi deneyimlerimiz devreye girer, teknik olarak sunduklarımız bir çırpıda yerle bir olup sadece bir duygu ve düşünce yelpazesi eşliğinde vücut bularak başka bir anlamı ortaya çıkarır.

Son olarak belgeselin gösterim durumu ve festival ayağı hakkında bilgi verebilir misin?

17 Aralık Cumartesi günü Van’da, Van Edebiyat Mahfili oluşumunun ‘Annem Gittiğinden Beri Çiçek Ekmiyoruz Bahçeye’ üzerine düzenleyeceği söyleşi ve imza öncesi, belgeselin gösterimi de yapılacak. Bu aynı zamanda belgeselin ilk gösterimi olacak. Başka yerlerde de gösterimler yapmayı düşünüyoruz. Belgeseli festivallere göndermek için ise hazırlıklarımız sürüyor.


Belgeselin fragmanını aşağıdaki bağlantıdan izleyebilirsiniz.

The post Mustafa Orman’la ‘Erivan Radyosu’nun Sesi Nerede?’ belgeseli üzerine first appeared on Gazete Karınca.

]]>
‘Karşı çıkmadığınız haksızlıklar bugün gelip sizi buldu’ https://gazetekarinca.com/karsi-cikmadiginiz-haksizliklar-bugun-gelip-sizi-buldu/ Fri, 16 Dec 2022 12:12:52 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=233660 İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen hapis cezası ile birlikte bir kez daha ‘halkın iradesi’ meselesi gündeme geldi. Bir kez daha diyorum çünkü aslında Kürt illerinde 2016 yılından bu yana belediyelere kayyumlar atanıyor, HDP’nin birçok seçilmişi halen cezaevinde ve halkın seçtiği belediye eş başkanları tarafından değil kayyumlarla yönetiliyor. Ancak İmamoğlu için gösterilen reaksiyon HDP’li […]

The post ‘Karşı çıkmadığınız haksızlıklar bugün gelip sizi buldu’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen hapis cezası ile birlikte bir kez daha ‘halkın iradesi’ meselesi gündeme geldi. Bir kez daha diyorum çünkü aslında Kürt illerinde 2016 yılından bu yana belediyelere kayyumlar atanıyor, HDP’nin birçok seçilmişi halen cezaevinde ve halkın seçtiği belediye eş başkanları tarafından değil kayyumlarla yönetiliyor. Ancak İmamoğlu için gösterilen reaksiyon HDP’li belediyeler, seçilmişler için gösterilmedi. Hal böyle olunca da Türkiye’de ilk kez böyle bir hukuksuzluk yaşanmış gibi tepki veren kesimlere bir soru hasıl oluyor: Kürt’lerin iradesinin gasp edilmesi neden “meşru” görülüyor?

HDP, bugün İmamoğlu’na yapılanı yine hukuksuzluk ve irade gaspı olarak yorumladı ve dayanışma gösterdi. HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da kararı eleştirdi ama muhalefete de bir mesajı vardı; “Üzgünüm ama sarı öküzü vermeyecektiniz” dedi. Ardından da hala geç olmadığını belirterek birlikte bir mücadeleye işaret etti.

Yerine kayyum atanan Silvan Belediye Eş Başkanı Abbas Azizoğlu, bizzat tanıklık ettiği bu süreci son gelişmeler etrafında Gazete Karınca’ya değerlendirdi.

Halen HDP Demokratik Yerel Yönetimler Komisyonu Üyesi olan Azizoğlu, “Bugün gelinen nokta, bizim yıllardır söylediklerimizin teyididir” diyor. Yani Kürtlere yapılanlara susanların başlarına da bugün aynı şeyin geldiğini söylüyor ve “Bugün İmamoğlu’na yapılan ‘iyi oldu’ demiyoruz ama iğne kendimize battığında değil başkası acı çekerken de ses çıkarmamız gerekiyor” diyor.

Siz Silvan Belediye Eş Başkanıydınız ancak kayyumla birlikte görevinize son verildi. Silvan’a kayyum atanma gerekçesi neydi?

Silvan’a ilk olarak 2016’da kayyum atanmıştı. Sonra yapılan 31 Mart seçimlerinde biz yeniden ezici bir çoğunlukla seçimi kazanmıştık. Yani halk kayyuma karşı tepkisini ortaya koymuştu. Fakat kayyumlardan sonra her yerde olduğu gibi Silvan’da da belediye büyük bir borç yükü altına sokulmuş, hem ekonomik hem de yapısal tahribatlara uğratılmıştı. Zaten seçimi kazanamayacaklarını biliyorlardı ve ne kadar zarar verebiliriz mantığı ile hareket ettiler. Bu nedenle biz seçimi kazandığımızda yüklü bir borçla karşı karşıya kaldık. Yapısal tahribat da ciddi boyuttaydı. Nitelikli personel ihraç edilmişti. Belediyeyi kendi yandaşları, liyakatsiz insanlarla doldurmuşlardı. Kendilerinden sonra HDP’nin yeniden kazanacağını çok iyi biliyorlardı ve seçilecek HDP’li başkanları iş yapamaz hale getirecek bir çalışma yürüttüler. Ancak bu planları tutmadı.

Biz belediyeyi alır almaz halkla birlikte hummalı bir çalışma içine girdik. Belediyemizin 5 yıllık strateji planını hazırlayarak o plan çerçevesinde kısa, orta ve uzun vadeli projeler ürettik. Buna göre de bütçelendirme yaptık. Halkla beraber çalışmaya başladığımız için ‘Hiçbir şey yapamaz’ dedikleri belediye tıkır tıkır çalışmaya başladı. Bizi borçlandırarak halkla karşı karşıya getirme çabaları sonuçsuz kalınca da yeniden kayyum atama yoluna başvurdular.

Peki kayyum atanmadan önce nasıl bir süreç işletildi?

Belediyemize seçimden 11 ay sonra, 23 Mart 2020’de kayyum atandı. Belediye Eş Başkanımız Naşide Toprak gözaltına alındı ve 4 günlük bir gözaltı süresinden sonra ev hapsi kararı verilerek bırakıldı. Kendisine yöneltilen suçların belediye çalışmalarıyla alakası yoktu. Ayrıca da absürt suçlamalardı. Mesela partimizin kongresine katılması, aday tanıtım toplantısına katılması suç delili olarak gösteriliyordu. Aslında belediyeye kayyum atamak için bahaneler uydurularak bir dosya hazırlanmıştı. Daha belediye eş başkanımız gözaltındayken de kayyum atandı, zira dosya zaten hazırlanmıştı.

Aynı gün akşam saatlerinde gelip bizi belediyeden attılar. Birkaç gün önce Meclis’te vekilimiz Mehmet Rüştü Tiryaki de raporlarla açıkladı, bizim belediyelerimize yönelik kayyum atamaları hep bu hukuksuz dosyalar bahane edilerek yapıldı. Biz bir usulsüzlük yapmış olmaydık ya da gerçekten başkaca suçlarımız olsaydı bunu şimdiye kadar boy boy afişe ederlerdi ama yok. Yani daha açık söylemek gerekirse tamamen siyasi saiklerle belediyelerimiz gasp edildi.

  10 Aralık İnsan Hakları Günü | ‘2015’ten beri 16 bin HDP’li gözaltına alındı, 5 bini tutuklandı’

Tüm belediyelerinize kayyum atanmış olması da bu görüşünüzü güçlendiriyor…

Kesinlikle, mesela 2016 yılındaki ilk kayyumlar zamanında yani 11 Eylül itibariyle 12 tane belediyeye kayyum atanmıştı. O dönemde 8’i HDP’li, 4’ü de farklı partilerden belediyeye kayyum atamışlardı. O belediyelere de ‘FETÖ ile bağlantılı oldukları’ iddiasıyla kayyum atanmıştı. O 4 belediyeye atanan kayyumlar, kendi meclisleri içerisinde kendi başkanlarını tekrar seçtiler. Ama HDP’li belediyelerin hiçbir tanesinde böyle bir işlem yapılmadı. Bu da şunu gösteriyor; kayyum atayarak hem belediye eş başkanlarının yetkilerine el koyuyorlar hem de fiiliyatta belediye meclisini feshediyorlar. Ki belediyenin 5393 sayılı yasasının 31. maddesinde belediyelerin hangi durumlarda feshedilebileceği nettir. Fakat sarayın kendisinin dile getirmiş olduğu “Bu darbe girişimi bize Allah’ın bir lütfudur” sözüyle fırsata çevirirler. O dönemki OHAL kararnamesiyle, aynı sayılı yasanın 45. ve 46. maddelerine ek maddeler koymak suretiyle belediye meclislerini feshetmenin önünü açtılar.

Akabinde OHAL kalktıktan sonra yine bu kez Cumhurbaşkanı kararnamesiyle bunu gerçekleştirdiler. Komisyon açık ve net belirtti, OHAL dönemindeki Kanun Hükmünde Kararnameler ve OHAL döneminde alınan geçici kanun ve kararnameler OHAL kalktıktan sonra yasallaştırılamaz diye. Evrensel hukuk kurallarına bakıyoruz, yerel hukuk kurallarına bakıyoruz, ahlaken bakıyoruz, vicdanen bakıyoruz, hukuki ve yasal yönden bakıyoruz, hiçbir şekilde geçerliliği olmayan bir durum. Dolayısıyla tamamen kendi iktidarlarını pekiştirmek, kendi rant alanlarını genişletmek, kendi yandaşlarına rant sağlamak amacıyla gerçekleştirmiş oldukları bir sistem söz konusu.

Silvan’da halkla ilişkileriniz devam ediyor mu? Kayyum yönetimiyle ilgili ne tür sıkıntılar yaşıyorlar? Bu konuda size aktardıkları şeyler var mı?

Biz kayyum atandıktan sonra da 2 yıl boyunca Silvan’a gitmeye devam ettik. Ben şu an daha merkezi bir çalışmada olduğum için eskisi kadar sık gidemiyorum ama eş başkanımız hala Silvan’da ikamet ediyor. Orada bütün engellemelere rağmen elimizden geldiğince halkın sorunlarına çözüm bulma konusunda çalışıyoruz. En son 19 Ağustos kayyum darbesi vesilesiyle bir dizi bir eylemlilik yaptık. Silvan’da bildiri dağıtmamıza bile izin vermediler. Esnaf ziyaretlerimizi abluka altında yaptık. Halkın direnişi sayesinde geri çekilmek zorunda kaldılar. Evet bildiri dağıtamadık ama esnafla görüştük. Esnaf kayyumun hiçbir çalışma yapmadığını, hizmet üretmediğini, makyajlama çalışmalarıyla, bir şeyler yapılıyormuş havası estirdiğini söylüyor. 23 Mart 2020’den bu yana Silvan’da 4 kayyum değişti.

Neden 2 sene içinde 4 kayyum değişti Silvan’da?

Kendi kayyumlarına bile güvenmiyorlar. Kendi kayyumları bile bireysel hareket etmekten kendilerini alamıyorlar. Çünkü belediye bir rant kapısı  onlar için. Yolsuzluktan, hırsızlıktan, soruşturmalar devam ediyor. Merkeze çekilenler var. Gelen gideni aratıyor. Her gelen kendine göre bir ekip oluşturuyor. Biz şu anda bir şey yapamıyoruz maalesef. Ama hepsi kayıtlı ve vakti geldiğinde hesabını soracağız.

Son Ekrem İmamoğlu kararıyla birlikte yeniden ‘halkın iradesi’ meselesi gündeme geldi. Aslında garip olan şu ki iktidardaki AKP de dahil olmak siyasi partilerin hepsi ‘halkın iradesi’ diyor ama yıllardır iradesi gasp edilen HDP’li seçmen bahsettikleri bu halk değil sanki. Bütün bunlar ilk kez olmuş gibi tepki verilmesini siz nasıl karşılıyorsunuz?

Ankara’da İletişim Başkanlığı’nın 50 katlı bir binası var. Konuşuluyor, söyleniyor, gördük de. Peki bu İletişim Başkanlığı ne yapıyor dersiniz? 2. Dünya Savaşı’ndaki Hitler Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’ın yaptıklarını yapmaya çalışıyor. Kamuoyunu manipüle etmek için kara propagandanın bütün yöntemlerini değiştiriyor. Eskiden halka ulaşmak ve kamuoyunu yönlendirmek için gazeteler, televizyonlar, radyolar vardı sadece. Bugün sosyal medya var. Paralı troller oluşturulmuş durumda. Bu troller eliyle öyle bir manipülasyon yapıyorlar ki, var olan şey yok oluyor, yok olan şey de var oluyor adeta. Bu şekilde insanlar manipüle edilerek duyarsız hale getirilmeye çalışılıyor.

Kürt illerinde, HDP seçmeninde ve Kürtlerin kendilerini yönetme iradesine karşı da müthiş bir kara propaganda başladı. “Dağa para gönderiyorlar” gibi uyduruk iddialarla kendilerini meşrulaştırıcak yöntemler buldular. Maalesef insanlar inanıyor. Bunu bir örnekle açıklamak istiyorum. Aktif belediyelerimizden Silopi Belediyesi ulaşıma 50 kuruş zam yaptı; kadınlar ve öğrenciler için de bunu 25 beş kuruş olarak belirledi. Bu önemli bir hizmet. Bununla ilgili bir tweet atıldı. Altındaki yorumları görseniz inanamazsınız. “Tabii siz kaçak mazot alırsanız böyle olur”, “Kaçak elektrik kullanırsanız böyle olur” gibi üretilen hizmeti şaibeli hale getirmeye çalışan paylaşımlar yapıldı.

Bu biraz önce bahsettiğim troller eliyle ve işte bu İletişim Başkanlığı tarafından yapılıyor. Ancak işte bütün bunlar Kürtlere yapıldığı zaman maalesef yaratılan algıdan dolayı insanlar bunu kanıksıyor ve “Ya hak etmişlerdir, olmuştur” deniyor.

2016’da 95, 2019 ve sonrasında da 48 belediyemize kayyum atanırken insanlar nasıl tepkisiz kaldıysa işte bugün de onların başlarına geldi. Bugün olan ‘çok iyi oldu’ demiyorum. Haksızlığa karşı gelmek gerekiyor. Çünkü karşı çıkılmayan bütün bu haksızlıklar gün geliyor sizi de buluyor.

Kürtlere yapılanlara sessiz kalınmasının, “Kürt yaptıysa hak etmiştir” denilmesinin uzun vadeli sonuçlarını mı yaşıyoruz şu anda?

Gezi eylemleri sırasında İstanbul’daydım. Mecidiyeköy’de bizim Karadenizli bir aile dostumuz var. Eşimle beraber oradaydık. Olaylar bulunduğumuz yere kadar sirayet etti ve pencereler açık olduğu için atılan gazdan oturduğumuz yerde etkilendik. Ev sahipleri hemen panikle pencereleri kapatmaya çalışırken eşim, “Bırakın biraz memleket havası alalım” dedi. Şaşırdılar. Evet, biz her gün gaz yiyoruz. Her gün gözaltına alınıyoruz, işkence görüyoruz, öldürülüyoruz. Gezi eylemleri sırasında işte Kürtlere yapılanları kanıksayan, bunlara şaşırmayanlar aslında bazı gerçekleri görmüş oldu. “Devlet halkına bu muameleyi yapmaz” diyenler yaşadı ve gördü. Kürt illerindeki bizim 2016’da 95, 2019 ve sonrasında da 48 belediyemize kayyum atanırken insanlar nasıl tepkisiz kaldıysa işte bugün de onların başlarına geldi. Bugün olan ‘çok iyi oldu’ demiyorum. Haksızlığa karşı gelmek gerekiyor. Çünkü karşı çıkılmayan bütün bu haksızlıklar gün geliyor sizi de buluyor.

Siz İmamoğlu’nun ceza almasını nasıl yorumluyorsunuz?

AKP-MHP iktidarı içinde yara olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni elindeki yargı vasıtasıyla geri almak istiyor. İntikamcı yaklaşıyor. Nasıl ki dün, Sayın Selahattin Demirtaş’a, “Seni başkan yaptırmayacağız” dediği gibi intikamcı yaklaştılarsa bugün de İmamoğlu’na aynı şekilde yaklaşılıyor. Biz intikamcı yaklaşamayız. İntikamcı yaklaşan saraydaki tek adamdır. Ona benzemeyeceğiz. Yapacağımız şey, ortak mücadele hattını bir an önce oluşturmaktır. Demokrasiyi kurumsallaştırabilmek için ortak bir mücadele hattının oluşturulması gerekiyor. Bu da iğne bize battığı zaman değil, başkası acı çekerken de ses çıkarmakla olur. Dolayısıyla bugün İmamoğlu’na yapılanı doğru bulmuyoruz ve buna karşı mücadele etmek gerektiğini düşünüyoruz. Yani biz dün ne diyorsak bugün de aynısını söylüyoruz.

Bu son durumla birlikte seçime doğru giderken siz nasıl bir tablo görüyorsunuz? 

Altılı Masa’nın anayasa taslağı ortaya çıktı. Kürtler adına bir şey yok. Kayyumlarla meselesi bir cümleyle geçiştirilmiş ve bu cümle de maalesef kayyumların geliş amacını içermeyen bir cümle. Yani sanki gerçekten de eş başkanlarımız büyük bir suç işlemiş gibi. Dolayısıyla aslında Altılı Masa’nın hala olayların gerçek mahiyetini idrak edemediği ortada. Mesele şu anda bir kişinin bir yerde olması, o bir kişinin gidip başka bir kişinin gelmesi değildir. Sistemin değişmesi gerekiyor. Tam da bu noktada 3’üncü yol tercihini seçen HDP’nin, bu mücadele hattını genişletip, aslında muhalefet için de yarın iktidara gelecek olanlar için de bu noktanın önemli olduğunu vurgulaması ve tarihsel misyonunu oynaması gerektiğini düşünüyoruz. İmamoğlu hamlesi tamamen siyasi bir hamledir. Evet, Erdoğan intikamcı yaklaşıyor ama günübirlik düşünmediğini de biliyoruz.

İmamoğlu’na yapılanı doğru bulmuyoruz ve buna karşı mücadele etmek gerektiğini düşünüyoruz. Yani biz dün ne diyorsak bugün de aynısını söylüyoruz.

Yani basit, kişisel bir ‘intikam’ değil diyorsunuz değil mi?

Böyle ele almak yetersiz kalır. Muhtemelen, Erdoğan’ın bu hamleyle çok uzun vadeli değil, ama kısa ve orta vadeli düşünceleri var. Bir taraftan Altılı Masa’nın Cumhurbaşkanı adayını açıklamamasının verdiği hırçınlık var. Çünkü karşısındaki aday belli olmadan istediği gibi at koşturamıyor şu anda. Erdoğan Altılı Masa içerisinde bazı karışıklıklar yaratmaya çalışarak aslında masayı adayını açıklamaya zorluyor. Ben İmamoğlu’nun aday gösterilmesini istediklerini düşünüyorum.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İmamoğlu’nun aday olmasını mı istiyor diyorsunuz?

Bence öyle düşünüyor. Yani benim öngörüm bu.

Bir de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İmamoğlu’nun aday olmasını istemediği ve bu hamleyle Kılıçdaroğlu’nu aday olmaya zorladığını düşünenler var…

Şu anda iktidarın HDP’ye yönelik bir çalışması var. Peki niye HDP’nin kapanıp kapanmaması konusu habire erteleniyor. Çünkü bir handikap içerisinde bırakmak istiyor. Ocak, Şubat gibi kapatılıp kapatılmayacağı ortaya çıkacak, dolayısıyla Kürtleri alternatifsiz bırakmaya çalışıyor. Bu hesaplar içerisindeler. HDP bu çerçevede B planı, C planı üzerine düşünüyor. Peki acaba Altılı Masa’nın alternatifi var mı? Onu düşünmek lazım. Şimdi İmamoğlu üzerinden böyle bir durum gerçekleştirdi. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da “Daha bunun İstinafı var, Yargıtayı var” diyerek aslında henüz İmamoğlu’nun adaylığını etkileyecek bir durumun olmadığını söylemiş oldu. Şimdi İmamoğlu’nu mağdur duruma düşürerek aday olmasını sağlayıp seçimi birinci turda almayı planlıyorlar.

İmamoğlu güçlü bir aday değil mi diyorsunuz?

Hayır, diyorum ki tıpkı HDP’nin kapatma davasının son anda karara bağlanacağını düşündüğüm gibi İmamoğlu’nun da aday olmasını sağlayarak son anda ceza verip ekarte edebilirler. Yaptırdıkları anketlerle, Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş üzerinden bir tartışma yaratarak Kılıçdaroğlu’nun aday olmaması için çalışmalar yürütüyorlar. Dolayısıyla bu mağduriyet edebiyatı üzerinden İmamoğlu’nu parçalamak ve sonrasında da cezası onanarak boşa düşürme söz konusu olabilir. İmamoğlu’nun ceza almasının kime yararı olduğu ortada.

Tıpkı HDP’nin kapatma davasının son anda karara bağlanacağını düşündüğüm gibi İmamoğlu’nun da aday olmasını sağlayarak son anda ceza verip ekarte edebilirler.

Kime yararı var?

Bence yaratılan bu kaos ortamında Erdoğan’a yararı var. Çünkü Erdoğan’ın haberi olmadan yargıdan böyle bir karar çıkamaz. Düşünün yangın söndürme talimatını bile Cumhurbaşkanı’ndan alıyorlar. O nedenle İmamoğlu kararını da elbette bağımsız yargı vermedi. Eğer böyle bir ihtimal varsa zaten Erdoğan gitmiştir. Derin devlet işin içine girmiştir. Hatta bu karar Erdoğan’ın bilgisi dışında gelişmişse bu Erdoğan’ı bitirme projesidir. Dolayısıyla bu işin Erdoğan’a yaradığını düşünüyorum.

Gelinen aşamada muhalefet nasıl bir yol izlemeli?

Bugün gelinen nokta bizim söylediklerimizin teyididir. Biz HDP olarak yıllardır mahkemeler bağımsız değil, siyasi kararlar veriliyor dedik. Yüzlerce, binlerce arkadaşımız bu siyasi kararlar nedeniyle şu anda cezaevlerinde rehin tutuluyorlar. İşte tam da bu nedenle, başta Altılı Masa olmak üzere Türkiye’deki bütün muhalif kesimler belki de bu vesileyle bizim yıllardır söylemiş olduğumuz noktaya gelir. Umuyorum ki bu son gelişmeler güçlü demokrasi cephesi oluşturabilmemiz ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için bir mücadele hattı örer.

  'İmamoğlu kararı Altılı Masa için bir uyandırma görevi görmeli'

The post ‘Karşı çıkmadığınız haksızlıklar bugün gelip sizi buldu’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Özer Sencar’la söyleşi | Asgari ücrette artış oranı seçim tarihini belirler https://gazetekarinca.com/ozer-sencarla-soylesi-asgari-ucrette-artis-orani-secim-tarihini-belirler/ Thu, 15 Dec 2022 09:06:41 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=233441 Metropoll Araştırma’nın kurucusu Özer Sencar, seçimlerin sonuçlarını adayların, seçim ekonomisinin ve sandık kontrolünün etkileyeceğini belirtti: Erdoğan, Temmuz ayından beri ‘seçim ekonomisi’ uyguluyor. İktidar elindeki tüm imkanları kullanarak iktidardan şikayetçi olan, iktidara küskünlüğü olan olan seçmene, değişik kesimlere bir şeyler vermeye çalışıyor. Seçim tarihi henüz netleşmedi ancak partilerin ve ittifakların olası cumhurbaşkanı adayları ülke gündeminde daha […]

The post Özer Sencar’la söyleşi | Asgari ücrette artış oranı seçim tarihini belirler first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Metropoll Araştırma’nın kurucusu Özer Sencar, seçimlerin sonuçlarını adayların, seçim ekonomisinin ve sandık kontrolünün etkileyeceğini belirtti: Erdoğan, Temmuz ayından beri ‘seçim ekonomisi’ uyguluyor. İktidar elindeki tüm imkanları kullanarak iktidardan şikayetçi olan, iktidara küskünlüğü olan olan seçmene, değişik kesimlere bir şeyler vermeye çalışıyor.

Seçim tarihi henüz netleşmedi ancak partilerin ve ittifakların olası cumhurbaşkanı adayları ülke gündeminde daha sık yer almaya başladı. AKP-MHP iktidarının adayı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ken, Altılı Masa’nın kimi aday olarak göstereceği hala belirsizliğini koruyor. HDP ise kendi adayını belirlemek için çalışmalara başladığını duyurdu.

Seçimlere kısa bir süre kalmışken araştırma şirketleri verilerini paylaşmayı sürdürüyor. Altılı Masa’nın cumhurbaşkanı adayını, AKP ve MHP’nin oylarındaki düşüşün nedenlerini, HDP’nin seçime kendi adayı ile girmesinin etkilerini ve Kürt seçmenin seçimlerdeki rolünü Metropoll Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Şirketi kurucusu Özer Sencar ile konuştuk.

Özer Sencar

Sencar, “Kemal Kılıçdaroğlu’nun aday olması durumunda Saadet Partisi seçmeninin yüzde 45’i Kılıçdaroğlu’na oy vermiyor. Bu bize Altılı Masa seçmeninin, liderlerinin gösterdiği aday dışında oy vermeye eğilimi olduğunu gösteriyor” dedi.

HDP’li seçmenin ne yapacağının muhalefetin adayının kim olacağına bağlı olduğunu dile getiren Sencar, “HDP’liler Meral Hanım ve Mansur Yavaş’a oy vermezler. Dindar Kürtler, Tayyip Erdoğan’ı destekliyor şu an. Ama Erdoğan’ı desteklemeyen dindar Kürtlerin en yüksek oranda destekleyeceği aday İmamoğlu’dur” ifadelerini kullandı.

Bir yandan Altılı Masa’nın cumhurbaşkanı adayının belirsizliği eleştirilmeye devam ederken bir yandan da aslında en baskın adayın Kemal Kılıçdaroğlu olduğu görünüyor. Altılı Masa, Kılıçdaroğlu’na tam destek verir mi?

Seçimler genellikle liderlerin yönetiminde, önderliğinde gider ama hiçbir lider, Erdoğan dışında, parti seçmenlerinin tamamına yakınını arkasında götüremiyor. Nitekim cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’a mı Kılıçdaroğlu’na mı oy verirsiniz diye sorduğumuzda, Erdoğan 4 puan öne çıkıyor ama Kılıçdaroğlu’ndan hem HDP’den hem İYİ Parti’den yüzde 25 civarında seçmen uzaklaşmış görünüyor. Yani rakamlarla konuşursak; CHP oylarının yüzde 9’u, İYİ Parti oylarının yaklaşık yüzde 26’sı, HDP oylarının da yaklaşık yüzde 22’si, Saadet Partisi’nin yüzde 45’i Kılıçdaroğlu’na oy vermiyor.

CHP, İYİ Parti ve HDP normalde Kılıçdaroğlu’nu destekleyen partiler. Bu bize şunu gösteriyor: Altılı Masa’daki partilerin kabaca ortalaması yüzde 30-35 civarında Kılıçdaroğlu’na oy vermeyeceğini söylüyor. Netice itibariyle Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan karşısında yüzde 30-40’lık bir oyu olduğunu gösteriyor. Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan karşısında yüzde 40 civarında oyunun olması bu seçimin Erdoğan lehine gidebileceğine işaret ediyor. Veyahut Kılıçdaroğlu’nun kazanma şansının düşük olduğunu gösteriyor.

Altılı Masa liderlerinin hepsi desteklese bile liderler kendi seçmenlerini istedikleri istikamette yönlendiremiyorlar. Bu bize, Altılı Masa liderlerinin gösterdiği aday dışında oy vermeye eğilimi olduğunu gösteriyor.

Altılı Masa’nın aday tercihi konusunda sizin öngörünüz nedir?

İYİ Partililerin yüzde 15’i, CHP’lilerin yüzde 8’i, HDP’lilerin yüzde 24’ü, SP’lilerin de yüzde 35’i Ekrem İmamoğlu’na oy vermiyor. Dolayısıyla İmamoğlu’nun Erdoğan karşısındaki oyu yüzde 43. Erdoğan’ın da oyu yüzde 42. Bu, seçim kazanmak için bugün itibariyle yeterli bir önde oluş değil. Çünkü Kemal Kılıçdaroğlu’nun Altılı Masa’nın adayı olduğu konusunda genelde bir kabul var. Yani Altılı Masa, İmamoğlu ve Yavaş’ı sahneye çıkarmayacak gibi görünüyor. Ama buna rağmen İmamoğlu 1 puan, Mansur Yavaş ise 6 puan Erdoğan’dan önde görünüyor. Altılı Masa’da en yüksek oranda desteği Mansur Yavaş’tan sonra İmamoğlu alıyor. En düşük destek de Kemal Kılıçdaroğlu için çıkıyor.

Önceki anketlerinizde, AKP ve MHP oylarının yeniden yükselişe geçtiğini tespit etmiştiniz. Açıkladığınız son ankette ise AKP ve MHP’nin oy kaybettiği görülürken, cumhurbaşkanının görev onayında da düşüş var. Yeniden düşüşe geçişin sebeplerini nasıl yorumluyorsunuz?

Temmuz ayında memur ve çalışanlara yapılan zammın etkisinin Ekim ayında sıfırlandığını, seçmenlerin geçim sıkıntısı bakımından Haziran ayındaki duruma düştüğünü, zamların etkisinin kalmadığını görüyoruz. Bu da bize, tekrar zamlarla gelen bir kısım seçmenin yeniden gittiğini gösteriyor.

Bir kısım AK Partili ve MHP’li seçmen -ki bunların içinde ‘Atatürkçüyüm’ diyenler çoğunlukta- iktidarın HDP ziyaretini ve görüşmesini onaylamadı. Ve bu nedenle de partiden uzaklaştığını, kararsızlara doğru gittiğini elimizdeki verilerden görüyoruz. Dolayısıyla, rakamlara yansıyan iki sebep Temmuz ayında yapılan zamların etkisinin sıfırlanması sonucu insanları ciddi bir geçim darlığı sıkıntısı yaşamaya başladığı ve HDP ile görüşme ve bir araya gelmenin bir kısım AK Parti ve MHP seçmeninin partilerinden uzaklaştırdığını ve bunların da büyük oranda kararsızlara gittiğini görüyoruz. Ekim ayında kararsızlar yüzde 12 iken, Kasım ayında yüzde 19’a çıktı. Yani Altılı Masa’dan uzaklaşan seçmenlerin çok büyük bir kısmı kararsızlara dönmüş oluyor.

Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘son kez’ aday olacağının sinyalini verdi. Bu açıklama seçmen nezdinde nasıl karşılık bulur?

O sözün seçmendeki karşılığını Aralık ayı araştırmasında göreceğiz. Ama muhalif seçmen nezdinde fazla bir etkisi olacağını düşünmüyorum. Bunun belki bir kısım AK Parti’den uzaklaşan kararsızlara giden seçmen üzerinde küçük bir etkisi olabilir, ama muhalif seçmen üzerinde herhangi bir etkisinden söz edemeyiz.

HDP seçmeninin oy verme davranışını etkileyecek olan iki şey var. Birincisi kesinlikle oy vermeyeceği adaylar var, ikincisi oy verebileceğini düşündüğü adaylar içerisinde kazanacağından emin olduğu ve kazanma şansını yüksek olan adayı daha çok destekleyecek olması var.

Hemen hemen tüm anketlerde belirleyici parti olacağı görülen HDP, kendi adayını çıkarmak için çalışmalara başladığını duyurdu. HDP’nin kendi adayı ile seçime girmesi sonuçları nasıl etkiler?

Diğer partilerin adaylarını dikkate almadan konuşuyoruz. Eğer birinci turda HDP adayı sahneye çıkarsa seçim ikinci tura kalır. Birinci turda kimsenin kazanma şansı olmaz.

İkinci turda HDP’lilerin ne yapacağı muhalefetin adayının kimliğine bağlı. HDP’liler iki konuda dikkatliler. Birinci Meral Hanım ve Mansur Yavaş’a oy vermezler (vermeyeceklerini, desteklemeyeceklerini düşünüyorum). İkincisi HDP’liler oy verirken diğer partilere göre daha rasyonel davranabilirler. Yani HDP’li seçmen kazanacağını düşündüğü adayı destekler. Bir fanatiklikle bir futbol seyircisi gibi ben şuna oy vereceğimden ziyade, muhalefet adayları içerisinde kazanacağını düşündüğü adayı daha çok destekler, kazanacağını düşünmediği bir aday karşısında farklı bir tutum sergileyebilir. Bir kısmı iktidarı destekleyebilir, bir kısmı da sandığa gitmeyebilir.

HDP seçmeninin oy verme davranışını etkileyecek olan iki şey var. Birincisi kesinlikle oy vermeyeceği adaylar var, ikincisi oy verebileceğini düşündüğü adaylar içerisinde kazanacağından emin olduğu ve kazanma şansını yüksek olan adayı daha çok destekleyecek olması var.

Altılı Masa, HDP’nin de destekleyeceği bir aday üzerinde anlaşmaya varabilir mi?

HDP’nin liderlerinin yaptığı açıklamada Kemal Bey veya İmamoğlu’nu destekleyebileceğini, hatta onlar muhalefetin adayı olursa kendilerinin aday çıkarmayacağını söylemişlerdi. Bu değişebilir. Altılı Masa ile yapacakları pazarlık, onlarla görüşülmeden, HDP’nin görüşleri alınmadan Altılı Masa bir aday çıkarırsa o zaman HDP farklı bir tavır sergileyebilir. İlla karşı çıkmaz ama desteği nispi olarak düşük olabilir.

Önceki seçimlerde AKP’ye oy veren ve bir bölümü kararsızlaşan muhafazakar Kürt seçmenin tercihlerinde bir değişiklik var mı? Kürt seçmenin tercihlerinde seçime giderken bir değişiklik öngörüyor musunuz?

Kararsızlar içerisinde bulunan muhafazakardan kastımız dindar Kürtler. Bu dindar Kürtlerin bir kısmı da namazlı niyazlı insanlardır. Bunların çoğunlukla destekleyeceği kişi mevcut dört aday içerisinde Ekrem İmamoğlu’dur.

AK Parti seçmeni olan Kürtler, Kürtlerin yüzde 20’si civarında. Dindar Kürtler, Tayyip Erdoğan’ı destekliyor şu an. Ama Erdoğan’ı desteklemeyen dindar Kürtlerin en yüksek oranda destekleyeceği aday İmamoğlu’dur. Muhafazakar Kürtlerin, ne Kılıçdaroğlu’nu ne Mansur Yavaş’ı ne de Meral Hanımı desteklemesini beklemiyorum. Eğer onlar bir şekilde AK Parti’den uzaklaşırlarsa, muhalefete oy vermeyi düşünürlerse, gidecekleri aday kanımca Ekrem İmamoğlu’dur. Ondan sonra da muhtemeldir ki Kılıçdaroğlu’na destek verirler veya sandığa gitmezler.

Ocak ayında yapılacak asgari ücret zammı ve memurlara, emeklilere gelebilecek zammın, eğer Nisan ayında seçim yapılacaksa yüzde 60 veya üstünde bir zam olması gerekir. Eğer Mayıs ayında yapacaksa seçimi Erdoğan yüzde 70-75’lere çıkan bir zam yapması gerekir.

Seçim süreci için nasıl bir atmosfer ön görüyorsunuz? Seçim takvimini belirleyecek olan nedir?

İktidarın adayı, Erdoğan olduğu kesin onu biliyoruz ve seçimleri etkileyen temelde üç faktör var. Birincisi muhalefetin çıkardığı adayın kimliği ve özellikleri. İkincisi yürütülen kampanya. Üçüncüsü sandıkları ve kayıtları, yani seçmen kayıtlarını veya sandık sayılarını kim tam olarak kontrol etme becerisini, gücünü gösteriyor.

Muhalefet sandıkları Türkiye çapında, bir önceki yerel seçimde İstanbul’da yaptığı gibi denetleyebilirlerse, her sandıkta mutlaka muhalefet adaylarının, partilerinin gözlemcileri bulunursa ve bunlar adanmış kişilerse, yani ne pahasına olursa olsun gözlemciliğinin gereğini yapacak kişilerse o zaman seçim kazanma şansı vardır. Adayın kimliği olarak da toplumun tüm inanç ve etnik kimliklerinin hepsinin desteğini alabilen veya tersini söyleyeyim hiçbir toplum kesiminin biz buna oy vermeyiz diyemeyeceği bir adayın kazanma şansı diğerlerine göre daha fazladır. Ama adaydan bağımsız bir faktör var. Altılı Masa adayını belirlemede ve kampanyasını başlatmada şu ana kadar 3 ay geç kaldı. Aday kim olursa olsun eğer 1-2 ay daha aday göstermekte gecikirlerse ve adayın çalışmaya başlamasına izin vermezlerse, Altılı Masa, aday kim olursa olsun muhtemelen kaybeder. Çünkü Erdoğan kampanyasını sürdürüyor.

Temmuz ayından beri, Erdoğan ‘seçim ekonomisi’ uyguluyor. Hükümet, elinden gelen bütün imkanları kullanarak iktidardan şikayetçi olan, iktidara karşı ekonomik nedenlerde veya başka nedenlerle küskünlüğü, kızgınlığı olan seçmenleri, EYT’lileri, kazanmaya çalışıyor, onlara bir şeyler vermeye çalışıyor. Bunları yapabilirse, bana göre, mesela Ocak ayında yapılacak asgari ücret zammı ve memurlara, emeklilere gelebilecek zammın, eğer Nisan ayında seçim yapılacaksa yüzde 60 veya üstünde bir zam olması gerekir. Eğer Mayıs ayında yapacaksa seçimi Erdoğan yüzde 70-75’lere çıkan bir zam yapması gerekir. Aksi takdirde bu geçen Kasım ayında olduğu gibi önce Ocak ayında yükselir oy oranı, ondan sonra düşer. Ve Mayıs ayında ekonomik sıkıntı zamlardan önceki seviyesine iner.

Erdoğan’ın, şu anda kamuoyunda konuşulduğu gibi yüzde 40-50 civarında zam yapacağını düşünmüyorum. Eğer benim öngörüm doğru çıkarsa, Erdoğan herkesin beklediğinden daha fazla zam yapacak. Bu asgari yüzde 60 olacaktır. 8 bin 500 – 9 bin civarında bir rakama denk geliyor. Eğer Erdoğan, seçimi riske etmek istemiyorsa asgari ücretin 9 binden aşağı olacağını düşünmüyorum. Benim için asgari ücretin 10 bin lira olması bile sürpriz olmayacaktır. Asgari ücretin miktarını belirleyecek olan seçime etkisinin hangi seviyede olacağıdır.

Asgari ücreti Ocak ayının sonunda alacak işçiler. Şubat, Mart, Nisan… Bu da yüzde 50’nin üzerinde, yüzde 60 civarında bir zaman tekabül eder. Bu üç ayı tam vermesi lazım. Seçimi Mayıs ayında yapmayı düşünüyorsa Erdoğan, asgari ücretin 10 bin lira civarında olmasını bekliyorum. Aday etkiler, seçim ekonomisi etkiler, muhalefetin kampanyası etkiler ve son olarak da sandıkları kim iyi bir şekilde kontrol edebiliyorsa o seçimden iyi bir sonuç alır.

The post Özer Sencar’la söyleşi | Asgari ücrette artış oranı seçim tarihini belirler first appeared on Gazete Karınca.

]]>